Güncelleme: 15.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
İslami Hareketle MücadeleRefah Partisi kapatıldı, yerine Fazilet Partisi kuruldu. Devlet,
Refah Partisi’ni fazla patırtı çıkmadan kapatabilmenin verdiği güvenle
şimdi de HADEP’in üzerine gidiyor. Sadece bu gelişme bile Refah’ın kapatılmasına
neden karşı çıkmak gerektiğini gösteriyor. Anayasa Mahkemesi’nin Refah’ın kapatılmasına ilşkin gerekçeli kararı, adi suç işleyen milletvekillerini korurken mecliste “suç unsuru içeren” konuşmalar yapan milletvekillerinin yargılanmasının önünü açıyor. Yani bir milletvekili cinayet işlerse bundan yargılanamayacak ama Kürt sorunu hakkında savcının ‘bölücü’ diye nitelediği bir konuşma yaparsa meclisten atılacak, partisi kapatılacak. Bu, demokrasiye yapılan büyük bir saldırıdır. Sosyalistler kimi durumlarda Refah gibi gerici partilerle aynı safa düşebilirler. Örneğin islamcılar ve sosyalistler Körfez savaşına karşı çıkarak aynı politik tutumu aldılar, kendilerini emperyalizme karşı aynı kampta buldular. Peki o zaman nihai olarak işçi sınıfı düşmanı olan islamcı harekete karşı nasıl mücadele edilecek? Özellikle kadınlar hakkında son derece gerici fikirleri olan islami hareket nasıl oluyor da başka sağ partilerin ulaşamadığı kitlesel bir taban edinebiliyor? Neden Refah Partisi geçmişte solun doğal örgütlenme alanları olan gecekondu semtlerinde büyük oy alabiliyor? Refah’ın öncüsü MNP ve MSP’nin küçük sermaye sahipleri ve orta sınıf mensuplarınca ve onların çıkarlarını temsil etmek için kurulmuş olması bugünkü Refah ve Fazilet Partileri’ni belirlemiyor. Refah 1990’larda dönüşüme uğradı. Aldığı oy, ancak 1991’den sonra yüzde 20’ileri aştı. SHP, aynı yıl DYP ile koalisyona girdi. Koalisyon hükümeti Kirli Savaşı tırmandırdı, işçi sınıfına saldırdı. İstanbul, Ankara gibi önemli illerdeki belediyeler SHP’nin elindeydi. Refah, “Adil Düzen” propagandası ile SHP tarafından hayal kırıklığına uğratılan kitleleri kendine çekmeyi başardı. Refah böylece 1994’teki yerel seçimlerde 5.3 milyon oy alarak altı büyükşehir, 92 ilçe ve 207 beldede belediye başkanlıklarını kazandı. İstanbul’da aldığı oyları yüzde 14 arttırdı. Seçim sonuçları toplumdaki memnumiyetsizliğin ulaştığı boyutları sergiliyordu. Refah’ın belediyelerde güç kazanması partinin çelişkili karakterini de ortaya çıkarmaya başladı. Refahlı belediyeler sendikalara saldırıp özelleştirmelere başladılar. Kendi güdümünde Bem Bir-Sen adlı sendikayla sözleşmeler yaparak Tüm Bel-Sen’i devre dışı bırakmaya çalıştılar. DİSK Genel-İş ve Türk-İş Belediye-İş sendikalarına üye belediye çalışanlarını tehdit ve baskılarla Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’e üye olmaya zorladılar. Belediyelerdeki uygulamalar Refah’ın nasıl bir parti olduğunu ortaya koyuyor. Sözleşmelerle, bir yandan çalışanlara ek zam veriliyor ama öte yandan da sınırsız ve ücretsiz mesai, görevlerarası keyfi aktarım koşulları dayatıyor, çalışanlar köleleştiriyordu. Kısa zamanda Refahlı belediyelerde çalışan bin 400 kişi işten atıldı, bin 340 kişi sürgün edildi. Belediye hizmetlerini özelleştirirken bunu işten atmalara bahane yaptılar. AKSİ, AŞTİ, Bel Beton, Albayrak’taki mücadeleler Refah’ın “adil düzen” söyleminin sahteliğini kanıtladı,. işçilerin bu politikalara direnme yeteneğini gösterdi. Sosyalistler elbette özelleştirmelere karşı sendikalarını savunmaya çalışan işçilerin mücadelesi yanında yer almalıdır. Birlikte mücadele ettiğimiz işçiler arasında Refah’a oy verenler de olabilecektir. Bu mücadeleler Refah’ın “Adil Düzen” safsatasını ve emekçi düşmanı karakterini gözler önüne sermek için bize büyük olanaklar sağlar. Ancak İslamcı hareket kendi içinde çekişkiler taşıdığı için sıkça devletle de karşı karşıya gelmektedir. Refah’ı kapatan devlet şimdi Refah’ın önde gelenlerinden bazılarını yargılıyor ve okullarda türbanı yasaklamaya çalışıyor. Bu baskının nedeni Anadolu sermayesinin Refah’ı desteklemesi değil. Hükümet ve ordunun “İslami sermaye” diye adlandırılan kesimle çelişkisi yok. İhlas Holding son yapılan elektrik dağıtımı (TEDAŞ) özelleştirmesinde en büyük paylardan birini aldı. Sermaye Piyasası Kurulu’nun Kombassan hakkında açtığı soruşturma durduruldu. İslamcıların yeni kanal açmasını engellemek için Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun frekans dağıtımına müdahale eden ordu, islamcı sermayenin özelleştirmelerden parsa toplamasının önüne geçmedi. Bunun nedeni çok basit. Yönetici sınıfı tedirgin eden islami sermaye değil, islamcıların tabanı ve onların sosyal patlamalara neden olabilecek radikal fikirleridir. Öyleyse sosyalistler ne yapmalı? Kendimize “işçi sınıfının çıkarı nerede?” diye sormak zorundayız. Refah’ın kapatılması, yöneticilerinin yargılanması, türbanın yasaklanması işçi sınıfının yararına mı zararına mı olacaktır? Sosyalistlerin tutumunu belirleyecek olan bu soruya verilecek yanıttır. Altı milyon Refah seçmenine rağmen parti kapatabilen bir yönetici sınıf daha da güçlenecek ve buradan aldığı cesareti hemen işçi sınıfına karşı kullanacaktır. Öyleyse sosyalistler Refah’ın kapatılmasına karşı çıkmalıdır. Hemen itiraz etmek mümkün: “Ama türban takmak için mücadele eden kadınlar gerici değil mi? İslamcılar bütün kadınlara zorla türban taktırmak için uğraşmıyorlar mı?” İtiraz haklı olabilir ama asıl sorun bu değildir. Aynı argüman, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında da hemen hemen aynen kullanılmaktadır: “Dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine resmi daire ve üniversitelerde serbestlik tanınması bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlamadır.” Biz daha çok özgürlük ve daha fazla demokrasi istiyoruz. Bu, herkesin istediği gibi giyinme özgürlüğünü de kapsar. Şimdi giyim özgürlüğü için mücade eden ama belki daha sonra bu özgürlüğüne saldıracak olan türbanlı kadınlar konusunda nasıl davranacağız? Sosyalistler için durum nettir. Sosyalistler ezenlere karşı ezilenlerin mücadelesi yanında yer alırlar. Bunu yaparken de ezilenleri “dur bakalım güzel fikirlere sahipler mi acaba” diye bir sınavdan geçirmezler. Ayrımcılıkla karşı karşıya olan Kürtleri, Alevileri veya kadınları savunmaya başlamadan önce onlara dünya görüşlerini sormayız. İlk önce devlet baskısına, ayrımcılığa karşı ezilenlerin yanında yer alır sonra kalıcı demokrasinin ancak işçi sınıfı mücadelesiyle elde edilebileceğini, gerçek özgürlüğün ancak sosyalizmle mümkün olduğunu tartışırız. Sosyalistler baskıya, ayrımcılığa karşı mücadele etmezlerse hiçkimseye sosyalizm için mücadele etmenin gerekliliğini anlatamazlar. En temel giyinme özgürlüğüne sahip çıkamayanların ne denli sosyalist oldukları sorgulanır. Pratikle, öğrenciler ve avukatlar türban takma özgürlüğü için mücadele ediyorlarsa bizim onları desteklememiz gerekiyor. Ancak biz islamcıların ikiyüzlü kampanyalarına katılmayız, işçi sınıfı politikalarıyla bağımsız kampanyalar yürütürüz. Biz türban takma özgürlüğüyle beraber mini etek giyme özgürlüğünü de savunuruz. Devletin insanların giyim kuşamına karışmasına karşı dururuz. Sadece türban takma özgürlüğü için değil, oruç tutmama özgürlüğü için de mücadele ederiz. Şubat’ın son haftasında türbanlı öğrencilerin üniversitelere girme hakkı için solcu öğrencilerin yaptığı gösteriler hem önemli bir adım, hem de var olan sorunların göstergesi oldu. Göstericiler arasında bozkurt işaretleri yapan faşistler olduğu anlaşılınca solcular gösteriyi terk etmek zorunda kaldılar. Türban kampanyası geçen sonbahardan beri devam ediyordu. Soruna çok geç sahip çıkan solcu öğrenciler bağımsız politikalarıyla bir kampanya yapmadıkları için islamcıların kampanyasına katılmak durumunda kaldılar. Sonuçta da alanı sağ güçlere terketmek zorunda kaldılar. İslamcılar tutarsız ve çözümsüzdür. Kendileri için insan hakları ve demokrasi isterken başkalarının bu haklarını reddediyorlar. Kendi partilerinin kapatılmasına karşılar ama başka partilerin kapatılmasını desteklerler ya da buna sessiz kalırlar. Eğer mücadele içinde demokrasiyi en tutarlı şekilde sadece sosyalistlerin savunduğunu ve gerçek demokrasiyi sağlayacak gücün işçi sınıfı olduğunu kanıtlayabirlirsek, islamcıların geri fikirleriyle mücadele edebilir, işçi sınıfı ve yoksullar içindeki destekçilerini kazanabiliriz. Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 2; Mart 1998
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||