Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Ordu ve Din

Genellikle din, toplumsal gelişmeden bağımsız bir role sahipmiş gibi görülmektedir. Sanki din herşey değişirken değişmemiş sürekli aynı maddi ve manevi bir role sahip olmuştur.

Ancak ilkel topluluklara baktığımızda dinden önce animasyonu görüyoruz. İlkel topluluklarda doğayı taklit ederek doğa karşısında güç toplanmaya çalışılır. Aslan postunu giyen büyücü aslanın gücüne sahip olmaya öykünürken ateşin gücü karşısında ona tapabilmekteydi. Aslında dinin kökeni insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünün ürünüydü. İnsan doğayı bu mistik oyunlarla kontrol altına almaya çalışmakta onun gücüne öykünmekteydi. Ancak sınıflı toplumlara geçişle birlikte artık ürün küçük bir azınlığın elinde toplanmaya başlamış ve bu azınlık tarafından kontrol edilmekteydi. Artık değeri kontrol eden bu azınlık zihinsel üretimi de kontrol altına almaya başlamıştı. Din boş zamanlı bir azınlık tarafından üretilen toplumun organizasyonuna yönelik bir ideolojiyi içermekteydi. Din yanlızca doğa üzerindeki kontrolsüzlüğü değil sosyal bir yabancılaşmayı da içermekteydi. Bu süreç içinde tek tanrılı dinlere geçilmiş ve din kurumsallaşmıştı.

Kapitalizm öncesi toplumlarda din adamları üretim ilişkilerinde önemli bir role sahip, sistemin ideologları ve üretilen artık değer üzerinde kontrolleri vardı.

Kapitalist üretim ilişkilerinin güçlenmesi ile birlikte burjuvazi eskiye karşı savaş açtı. Feodal ilişkilere karşı mücadele eden burjuva devrimcileri eski olan herşeyle birlikte din ideolojisi ve kurumlarıyla da çatıştılar. Bu dönemde yönetici sınıf olmaya aday olan sermayedarlar materyalist bir ideolojiye sahiptirler.

Devrimci karakteriyle kadere inanmayan burjuvazi devrimden sonra ise dini sömürdüğü ve ezdiği kitlelerin kaderini kabul etmeleri noktasında afyon olarak kullanmaya başladı. Bu süreç içinde kendisi de afyon müptalası olmaktan kaçınamadı.

Devletin kuruluşu ve din

Türkiye’nin uluslararası düzeyde yaşanan bu ekonomik ve politik ilişkilere eklemlenmesi geç oldu. Uluslararası düzeyde egemen olan kapitalist ilişkiler Türkiye’de burjuvazi adına ordu ve aydınların yukarıdan aşağı müdahaleleriyle gerçekleştirildi. Osmanlı modeli üretim ilişkileri ve ideolojisiyle ilişkileri koparabilmek için ekonomik ve politik alanda bir dizi mücadele verildi. Ulus devletin kurucuları Kemalistler burjuvazinin devrimci fikirlerinden beslenmişlerdi. Bir yandan geçmişin üretim ilişkilerinde önemli bir role sahip olan tarikat, medrese ve zaviyeleri kapatılırken diğer yandan devlet din işlerini organize etmekte ve yeni sisteme ve onun çıkarlarına uygun din adamı yetiştirmekteydiler.

Kapitalist toplumda laiklik, dini kurumların egemen sınıfın ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden organizasyonu anlamına gelmektedir. Modern devleti kuran ordu osmanlı devletinden farklı olarak, dini değil milliyetçiliği kullanmıştır.

Kalpsiz dünyanın kalbi

Genelde Marks’ın “din insanlar için bir afyondur” sözü hatırlanır. Ancak Marks sözünü burada bitirmez, dinin “kalpsiz dünyanın kalbi” olduğunu da söyler. Tarihsel olarak baktığımızda din aynı zamanda yönetici sınıfa muhalefet edenlerin ezilenlerin ideolojisi de olmuştur. Hiristiyanlık köken olarak baktığımızda köleler, özgürleşmiş köleler, tüm haklardan yoksun bırakılmış yoksulların dini olarak ortaya çıkmıştı. Alevilik de Osmanlı’da ezilenlerin dini idi. Tarih boyunca din yönetenlerin elinde bir afyon değerine sahipken muhalif güçlerin elinde bir mücadele ideolojisi halini alabildi.

Geçen 75 yıl boyunca Türkiye ‘de egemen devlet ideolojisine karşı farklı sınıfsal tabana sahip dinsel muhalefetler ortaya çıktı. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk dönemlerinde toprak ağlarının muhalefeti iken, 70’lerde geleneksel küçük burjuvazinin muhalefetine denk düşmekte, 80’ler sonrasında ise işçi sınıfının örgütsüz kesimleri olan kent yoksullarını, orta sınıf ve öğrencileri de içeren toplumsal olarak patlayıcı bir sınıfsal kompozisyona sahip oldu.

28 Şubat’tan bu yana gelişmeler

28 Şubat’tan bu yana islami hareketle devletin en önemli güçlerinden biri olan ordu arasında açık bir çatışma yaşanıyor.

Düzenin bekçiliğini yapan ordu, irtica diye adlandırdığı islami hareketi birinci tehlike olarak gördüğünü ifade ediyor. O zamandan bu zamana RefahYol hükümeti devrildi, 8 yıllık eğitim bahanesiyle imam hatiplerin orta kısımları kapatıldı, Refah Partisi kapatıldı, kamu işyerleri ve okullarda kılık kıyafet genelgesi uygulaması getirildi, son olarak da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatına “halkı devlete karşı kışkırttığı” gerekçesiyle son verildi.

Ordu kimi temsil ediyor?

Ordu bir milyon personele sahip, büyük bir fabrika ancak bir şey üretmiyor. Görevi içerde ve dışarda egemen sınıfın çıkarlarını savunmak. Ordu Yardımlaşma Kurumu Türkiye’de üçüncü büyük sermaye grubu. Türkiye bütçesinin1/3’ü silahlanma ekonomisine akıtılmakta. Ordu devletin, yukarıdan aşağı emir komuta zinciriyle yönetilen en hiyerarşik organı. Harb okullarında laik burjuva devlet anlayışıyla eğitim verilmekte, askeriyede en son teknoloji kullanılmaktadır. Toplumun üzerinde ve genelin çıkarlarından farklı çıkarlara sahip olduklarını hissetmek ve hissettirmek için ordu mensuplarının yaşam alanları izole edilmiştir. Yaşadıkları yerler, yedikleri, içtikleri, alışveriş ettikleri, tatil yaptıkları yerler hep orduya özeldir. Generaller sistem içinde sahip oldukları güç ve otoriteyle yönetici sınıfın önemli bir parçasıdırlar.

28 Şubat ve işçi hareketi

28 Şubat muhturası ile birlikte ordunun hegemonyası altında kalan toplum laik ve anti laik bir saflaşma yaşadı. Durumun gereği olarak işçi sınıfı içinde örgütlü sendika ve siyasi partiler bu bölünmenin bir parçası oldular. Türk İş, DİSK, CHP laik cepheyi oluştururken, KESK tarafsız kaldı. İslami hareket ve ordu arasında yaşanılan çatışmada laik cephe içinde olanlar patronlarla birlikte Sivil Girişimi oluşturdular. Ordunun islami hareketle çatışmasını destekleyen veya gerginleşen ortamda araya girmek istemeyen işçi sınıfı liderlikleri toplu sözleşmelerde eşel mobili ve düşük ücretleri kabul ederken, KESK 5 Mart’da grevli toplusözleşmeli sendika hakkı için tekrar Kızılay’a çıkmayı göze alamıyordu.

Politik krize yanıt ne?

Ordu ile islami hareket arasındaki çatışma devlet ile ona muhalif bir siyasi hareket arasındaki çatışmadır. İslami hareket egemen sınıfın erkinden huzursuz olan sermaye gruplarını ve ezilenleri din harcıyla birleştirerek iktidarı ele geçirmeye çalışmaktadır.

İslamcı hareketin temelde küçük burjuva bir hareket olması toplumsal dönüşümün motoru olmasında bir engeldir. Ilımlı islam geleneksel toprak sahipleri ve tüccarlar, yeni islamcı burjuvazi ve üst gelir gruplarına yükselen yeni islamcı orta sınıf kesimler gibi bazı temel toplumsal grupların gereksinimlerine yanıt verebilirken, yüzünü islamcılığa çevirmiş kent yoksulları ve bu düzende bir gelecek görmeyen onbinlerce öğrenciyi tatmin edememektedir.

Bu çelişki islami hareketin gelişkin olduğu Cezayir gibi ülkelerde görüldüğü gibi hareket içinde bölünmelere yol açmakta bir kanat uzlaşmaya çalışırken diğer kanat devlet ile gerilla mücadelesine girişebilmektedir.

İslami hareket sınıfsal karakteri nedeniyle işçi sınıfının ve ezilenlerin tutarlı bir savunucusu olmadığından ancak kriz dönemlerinde yükselen sınıf mücadelesi içerisinde hareket halindeki trene atlayıp kontrol altına almaya çalışır. İranda Şah’a karşı yaşanılan devrimci dalga sonucunda Humeyni liderliğindeki İslamcı Cumhuriyet Partisi iktidara geldi. Molların iktidara gelmesine olanak veren koşul devrimi sonuçlarına götürecek olan işçi sınıfı içinde örgütlü sosyalist bir partinin olmamasıydı.

Sosyalist tutum ne?

Sosyalistler, düzene karşı öfkeyi örgütleyen islamcı harekete karşı devletin saldırılarının karşısında tutum alır. Ordu ezilenlerin ve sömürülenlerin dostu değildir. Egemen sınıfın bize karşı kullandığı düzenli silahlı güçtür. İslami hareketi en büyük tehlike olarak göstererek bizi korkutmaya çalışan ordu bu hareketin büyümesine neden olan düzeni korumaktadır. Egemen sınıfın temsilcilerinden Anayasa Mahkemesi Başkanı Vural Savaş islami hareketin ancak bir iç savaşla iktidara gelebileceğini ifade etmektedir. Böylesi bir iç savaşta islami hareketin değil işçi sınıfının iktidara gelmesi işçi sınıfının laik cephe fikirlerinden kurtulması, ezilenlerin kürsüsü olmak konusundaki kendisine duyduğu güven ve bilinçle mümkündür. Sosyalistler özgürlüğün, umudun ve bu dünyada cenneti kurmanın temsilcisidirler.

İslami hareket farklı sınıfları birarada tutmak için dini fikirlerden besleniyor. Sosyalistler açısından geleceği, yaşadığı toplum ve doğa üzerinde hiç bir kontrolü olmayan.büyük çoğunluğun mücadele içinde kendilerine duyacakları güvenle ve nihai olarak çoğunluğun kontrolü olan işçi iktidarıyla dinin maddi temelleri ortadan kalkacaktır.

Bugün ihtiyacımız olan şey laik ve anti laik cephe olarak bölünmeye çalışılan işçi sınıfı saflarında sosyalistlerin işçi sınıfının çıkarlarına yabancı fikirlerle en güçlü şekilde tartışmasıdır. Toplumsal krizi işçi sınıfının çözebileceği konusunda net, islami hareketin etkisi altındakileri sosyalizme kazanma perspektifine sahip, sisteme karşı öfkeyi örgütleyebilecek nitelikte ve nicelikte bir örgütlenmeyi acil olarak inşa etmeliyiz.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 9; Ekim 1998

'İslami Hareket' sayfasına dön
sayfa başına dön