|
Türkiye’de politik kutuplaşma:
SOLDAKİ BOŞLUĞU NASIL DOLDURACAĞIZ?
Sertuğ Çiçek - Çiğdem Özbaş
Sol ucu eksik kutuplaşma
Tony Cliff'in "30'ların ağır çekimi" benzetmesi üzerinden yaptığı
analiz, Türkiye'de son 15 yıldır yaşananları anlamak ve bugünün görevlerini
çıkartmak açısından oldukça yararlı. "Burası Türkiye, başka yere
benzemez" yaygın fikrine karşın, dünyada ve Türkiye'de yaşananlar
arasında oldukça önemli paralellikler var. Yaşanan ekonomik kriz, bunun
yarattığı istikrarsızlık ve politik kutuplaşmayı Türkiye'de de gözlemlemek
mümkün. 1970'lerin sonlarında başlayan ancak işçi sınıfının genel direnişi
nedeniyle rahatça uygulanamayan neo-liberal ekonomik saldırı (özelleştirmeler,
çalışanların haklarının sınırlandırılması, devletin toplumsal hizmetlerden
çekilmesi vb) 12 Eylül darbesi ardından hızla gerçekleştirilmeye başlandı.
1980 yılının ilk 9 ayında grevler nedeniyle kaybolan toplam işgünü sayısı
5.410.000 iken takip eden 3 yıl boyunca grev yapılmadı. 1980-88 döneminde
maaş ve ücretlerin milli gelir içindeki payı yüzde 32,79'dan yüzde 13'e
düştü. Büyük kitlelerin önemli ölçüde yoksullaşmasına neden olana bu politikalar
1980'lerin sonlarına doğru işçi hareketinin yükselmesine neden oldu. Grevde
kaybolan toplam işgünü sayısı 1984'de 4.947, 1985'de 194.000, 1986'da
234.940 iken bu rakam 1987 sonrası hızla artmaya başladı. 1987'de 1.961.940,
1988'de 1.892.655, 1989'da 2.911.407, 1990 ve 1991'de sırasıyla 3.466.550
ve 3.809.354 oldu. 1989 Bahar eylemleri, 1990-91 Madenci Yürüyüşü ve 1991
Genel Grevi ile doruk noktasına ulaşan hareket, kendisini politik olarak
sosyal demokrat partiler aracılığıyla ifade etti. Sosyal demokrasinin
emek cephesi ve Kürt hareketinin taleplerine tercüman olduğu bu dönemde
toplumda yaşanan "sola kayış"ın ne denli etkili olduğunu görmek
için HADEP ile (o dönemde HEP) SHP'nin seçim ittifakı yaptığını hatırlamak
ve Demirel'in başında olduğu DYP'nin 1988-1991 arasındaki temel söylemlerine
bakmak bile yeter: "12 Eylül uygulamalarına yargı yolu açılacak,
12 Eylül'ün sendikalar yasasında yaptığı değişiklikler kaldırılacak, emeklilik
yaşı indirilecek, düşünce özgürlüğü sağlanacak, işkenceye son verilip
karakollar şeffaflaştırılacak, herkes bir ev ve bir araba sahibi yapılacak,
konuşan Türkiye istiyoruz, yollar yürümekle aşınmaz..." Ne var ki
son yıllarda Avrupa'da yaşanan gelişmelerin bir benzeri 1985-1995 arasında
Türkiye'de de yaşandı. Tercihlerini açık ve sert biçimde sermayeden yana
ortaya koyan ANAP hükümetleri ve "zengini seven" Özal dönemine
"Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" denerek son verilmişti. Ancak
DYP ile iktidarı paylaşan sosyal demokrasi, oyunu aldığı emekçi kesimleri
ve Kürtleri hayal kırıklığına uğrattı. Ekonomik krizin derinleşmesiyle
birleşen bu hayal kırıklığı politik arenada merkez partilerden uçlara
kayış sürecini başlattı. Avrupa'da bugün çok belirgin olarak yaşanan bu
politik kutuplaşma Türkiye'de sol ucu eksik şekilde yaşandı ve yaşanmaya
devam ediyor. Seçimlerin dili Türkiye'de son 15 yıldır yapılan seçimlerin
sonuçları bu sol ucu eksik politik kutuplaşmayı ortaya koyuyor. 1987 yılında
merkez sağ partilerin (ANAP ve DYP) oyu yüzde 57, merkez sol partilerin
(SHP ve DSP) oyu yüzde 33, aşırı sağ partilerin (İslami hareket ve faşist
hareket) oy oranı ise yalnızca yüzde 10 kadardı. 12 Eylül'ün devamcısı
ANAP'ın uyguladığı yoksullaştırma ve ezme politikalarına karşı yükselen
toplumsal muhalefet kendisini 26 Mart 1989'da yapılan belediye seçimlerinde
de ifade etti. Eş zamanlı olarak yükselen İşçi hareketi ve Kürt hareketi
seçimlerde ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerine sahip çıkan sol
sosyal demokrat parti (SODEP-SHP) etrafında birleşti. Sağ sosyal demokrat
partinin (DSP) oyları sola doğru kayarken sosyal demokrat partilerin toplam
oyu 8,129 puan artarak yüzde 41,5'a ulaştı. Bu oran, solun daha önce yalnızca
1977 seçimlerinde ulaştığı bir rekordu. Bu seçimlerde merkez sağ oyların
önemlice bir kısmı (8.12 puan) sola, küçük bir kısmı ise (2 puan) aşırı
sağdaki partilere kaydı. Merkez sağın oy toplamı yüzde 45,5'a inerken,
aşırı sağdaki partiler geleneksel oylarını çok az artırarak toplam yüzde
12 destek bulabilmişlerdi. Yurtseverlik zaafı Toplumsal mücadele 1991'in
başlarında doruk noktasındayken 1. Körfez Savaşı (ABD'nin Irak'a ilk saldırısı)
patladı. Türkiye'nin de taraf olduğu ve topyekun savaş olasılığının belirdiği
bu aylarda körüklenen "milliyetçilik", "ulusal çıkarlar",
"hepimiz aynı gemideyiz" söylemi işçi hareketini felç etti.
Madenci direnişi savaş koşulları nedeniyle bitirildi. Sosyal demokrat
partiler savaş karşıtı değil; aksine "ulusal çıkarlar için"
savaş taraftarıydılar. Bu durum işçi sınıfı mücadelesi açısından en önemli
zaaflardan biri olan "yurtseverlik-vatanseverlik" fikirlerinin
güçlenmesine neden oldu. 1980'li yılların en azından ekonomik kayıplarını
telafi eden ve savaş koşulları nedeniyle "vatan için fedakarlık yapmaya"
ikna olan işçi sınıfının mücadelesi durulmaya başlamıştı. Dolar cinsinden
asgari ücret 1987 yılındaki 67,6 düzeyinden 1991 yılında 138'e çıkmıştı.
Grevde kaybolan işgünü sayısı ise 3.466.550 düzeyinden 1.153.578'e düşmüştü.
1991 yılı Ocak ayında yapılan tarihin en etkili genel grevlerinden biri
sayılabilecek eylemin etkisini çıkarırsak, 1991 ve 92 yıllarında savaş-milliyetçilik,
seçim ve yeni hükümetten beklentiler nedeniyle hareketin önemli bir durgunluğa
girdiğini söylemek mümkün. Hayal kırıklığı 1991 seçimlerinde, yerel yönetimlerde
oy aldığı kesimlerin taleplerini karşılayamadığı için hayal kırıklığı
yaratmaya başlamış olan SHP'nin oyu yüzde 34'den yüzde 20,7'ye düştü.
Milliyetçilik söyleminin yükseldiği bu dönemde sağ sosyal demokrat parti
DSP oylarını yüzde 10,8'e çıkararak ülke barajını aşabildi. Ne var ki
merkez solun toplam oyu yüzde 41,5'tan yüzde 31,5'a düşmüştü. Sosyalist
sol ise bu seçimlerde ancak yüzde 0,44 oy alabilmişti. Sola kayış yerini
sağa kayışa bırakmıştı. Merkez sağ toparlanarak oyunu yüzde 51'e çıkarmıştı.
Aşırı sağ ise seçim ittifakı yaparak yüzde 17 kadar oy almıştı. İktidar
ortağı SHP seçmenlerinin beklentilerine yanıt vermek yerine yönetici sınıfa
uşaklık yapıyordu. İşçiler de Kürtler de ihanete uğramıştı. SHP listesinden
TBMM'ye giren Kürt milletvekilleri cezaevine atılmıştı. Kirli savaş tırmandırılıyor,
SS yasaları çıkartılıyordu. Yoksulluk ve işsizlik çözülmemişti. Zenginle
fakir arasındaki uçurum açılmaya devam ediyordu. Seçimde Kürt hareketiyle
ittifak yapan, yoksulluk ve işsizliği önleyeceğini vaat eden SHP, ANAP
iktidarları dönemlerinde bile yapılamayanların altına imza atıyordu. İşçi
sınıfına karşı egemen sınıftan, Kürt hareketine karşı devletten yana tutum
alan SHP, neo-liberal ve milliyetçi politikaların uygulayıcısı oldu. Karayalçın
bu dönemde Türkiye ile IMF arasındaki stand-by anlaşmasını imzalayan ilk
sosyal demokrat lider olma vasfını kazandı! 5 Nisan istikrar paketine
karşı hızla yükselen hareket, hükümetin devrilmesi ve seçim beklentisi
nedeniyle aynı hızla geri düştü. Grevde kaybolan toplam işgünü sayısı
1993, 94, 95 ve 96 yıllarında sırasıyla şöyleydi: 574.741, 242.589, 4.838.241,
274.322. Seçim yılında yükselen hareket 5 Nisan kararlarının çöpe atılmasını
sağladı. Ancak sosyal demokrasinin iktidardaki kanadı yıpranırken diğer
kanadı (DSP) neo-liberal politikalar ve kirli savaşın yarattığı hoşnutsuzluğu
kucaklamaktan uzak sağ (özelleştirmeci-milliyetçi) politikalara sarılıyordu.
Kürt sorununda "milliyetçilik-kuyrukçuluk" çıkmazında olan sosyalist
sol neo-liberalizm karşısında da ulusalcılık batağına saplanmış durumda
olduğu için SHP'nin solunda tutarlı bir çekim gücü yaratamıyordu. Aşırı
sağın yükselişi Yoksulluğa, işsizliğe, kirli savaşa ezilenden ve emekçiden
yana çözüm üretmeyen SHP'nin ihaneti ve sosyalist solda çekim gücü olabilecek
bir politik yaklaşım olmaması, kirli savaşın devam edebilmesi için devlet
tarafından milliyetçiliğin körüklenmesi aşırı sağın önünü açtı. 1980'lerin
sonlarında yaşanan sola kayış ne yazık ki yerini sağa kayışa bırakıyordu.
1994 yerel seçimleri ve 1995 milletvekili seçimleri bu durumun sandıktaki
ifadesi oldu. 1995 seçimlerinde sosyalist solun toplam oyu bir önceki
seçime göre azalarak yüzde 0,21'e düştü. Merkez solun toplam oyu 1989'daki
yüzde 41,5 oranından yüzde 25,3'e kadar geriledi. HADEP'in yüzde 4,1 oy
aldığı bu seçimde merkez sol partiler arasındaki denge de sağa doğru kaydı.
DSP oyları yüzde 10,8'den yüzde 14,7'ye çıkarırken CHP'nin oyları yüzde
10,7'ye düştü. İslami hareket Sağda ise yükselen İslami hareket oldu.
Önce 1994 yerel seçimlerinde büyük kentlerin belediye başkanlıklarını
kazanan RP 1995 seçiminden yüzde 21,4 oy alarak birinci parti olarak çıktı.
Egemenlere karşı toplumsal muhalefeti dini ve radikal bir söylemle örgütleyen
İslami hareketin yanı sıra faşist hareket de tarihte ilk kez geleneksel
oylarını 3-4 kat artırmış oldu. Faşist partinin geleneksel yüzde 2-3'lük
oyu 1995'de yüzde 8'in üzerine çıktı. Aşırı sağdaki partilerin toplam
oyu rekor bir düzeye, yüzde 30'a çıktı. RP'nin iktidarda olduğu sırada
verilen 28 Şubat 1997 Muhtırası, ardından Abdullah Öcalan'ın yakalanıp
Türkiye'ye getirilme ve yargılanma süreci ve ekonomik krizin derinleşmesi
politik kutuplaşmayı hızlandırdı ve aşırı sağ içinde MHP'nin büyük bir
sıçrama yapmasına olanak verdi. Bu dönemde Susurluk Skandalına tepkilerin
klasik olmayan yöntemlerle (ışık söndürme vs) kitleselleşmesine karşın
işçi hareketi daha da durgunlaştı. Grevde kaybolan işgünü sayısı 1985
düzeyinin bile altına inerek 181.913 oldu. 1994 yerel seçimlerinden sonra
"şeriat geliyor" korkusu en deneyimli işçi militanları arasında
etkili oldu, 28 Şubat'ın da körüklediği laik-dinci bölünmesi emek ekseninin
iyice yitirilmesi ve düşmanın aramızda aranmasına kadar vardı. Zaten milliyetçilik
nedeniyle felç olan hareket ciddi bir mücadele yenilgisi almamasına karşın
hepten güvensizleşip zayıfladı. Susurluk protestoları egemen sınıfın İslami
harekete karşı başlattığı saldırının "sivil ayağına" dönüştürüldü.
Egemen sınıfa karşı muhalefeti örgütleyerek büyüyen İslami hareket karşısında
sosyal demokrat partiler tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi egemen sınıfla
yan yana dururken sosyalist sol yine sınıfta kaldı. "İt dalaşı, yesinler
birbirlerini", "ne şeriat ne darbe", "türban neyi
örtüyor" vb yaklaşımlar egemen sınıfın toplumsal muhalefete karşı
güçlenmesini sağlarken sol muhalefetin kan kaybını hızlandırdı. Faşist
hareket Bu koşullar 1999 seçimlerinde sandığa yansıdı. Aşırı sağın toplam
oyu rekor bir seviyeye çıkarak toplam yüzde 34,9 oldu. Yükseltilen milliyetçi
histeriyi arkasına alan faşist partiler, FP'nin parlamentoda iktidarına
izin verilmeyeceği açık mesajı karşısında arayışa giren İslami hareketin
tabanından yaklaşık 5 puan oy alarak toplam desteklerini yüzde 19,5'a
çıkardılar. Merkez sağın tarihteki en büyük yenilgisini aldığı bu seçimlerde
sağ hegemonyanın ne kadar güçlendiğini görmek için merkez sol içindeki
oy kayışına bakmak önemli. Merkez soldaki toplam oylarda azalma yerine
6 puana yakın bir artış yaşandı ama esas olarak neredeyse merkez sağ partilerin
söylemini kullanan, milliyetçilik konusunda MHP ile yarışan DSP oylarında
CHP aleyhine bir patlama yaşandı. Hâlâ DSP'ye göre biraz daha solda duran
CHP barajın altında kalarak TBMM'ye temsilci dahi gönderemedi. Sosyal
demokrat partilerin sağa kayışından rahatsız olan tabanın ise ne yazık
ki CHP dışında gidebileceği gerçekçi bir alternatif yaratılamamıştı. Sosyalist
sol her biri ayrı ayrı seçime katıldı. Aldıkları toplam oy yüzde 1,3 kadar
oldu. Solun solunu yaratmak Toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı bu dönemde
milliyetçilik ve laik cephecilik zehri karşısında savrulan sosyalist solun
alternatif yaratamaması, genel olarak hem solun zayıflamasına, hem de
aşırı sağın çekim gücü yaratmasına olanak tanıdı. Bugün faşist partinin
aldığı oyların büyük kısmı politik arenada yaratılan sıkışmışlık ve çözümsüzlüğün
ürünü. Faşist partiler henüz, yüzde 20 civarındaki oylarının büyük kısmını
sokakların kontrolü için savaşan silahlı sokak çetelerine dönüştüremeyecek
durumdalar. Ekonomik kriz ve baskılardan yılmış durumda olan İslami hareketin
tabanı ise arayışını sürdürüyor. Biraz demokrasi, biraz refah bu tabanı
hızla etkileyebilir. 2000 ve 2001'de yaşanan ekonomik krizin boyutları
politik kutuplaşmayı daha da güçlendiren bir etki yarattı. Yapılan anketler
ve Armutlu seçimi toplumda ciddi bir arayış olduğu ve radikal ama gerçekçi
söylemlerin etki yaratabileceğini göstermekte. Bu durum solun yeniden
yükselmesini olanaklı kılıyor. Sağcılaşarak sola çekilmez Sosyal demokrat
partilerin yarattığı hayal kırıklıkları karşısında solun solunda bir alternatif
yaratmak için hala zamanımız var. Eğer bu alternatifi yaratmak konusunda
kararlı olmazsak, ekonomik krizin neden olduğu öfkenin daha büyük oranlarda
aşırı sağda ifade edilmesi ve örgütlenmesi kaçınılmazdır. Bu ise büyük
bir felakete dönüşebilecek bir gelişme olur. Sosyal demokrat partilerin
sağa kaydığı bu dönemde sosyalistler sosyal demokrasinin solunda mücadeleyi
inşa eden, demokrasi, insan hakları, savaş, emek ekseni konularında tutarlı
bir alternatif inşa etmek göreviyle karşı karşıyalar. Bugünün görevi sağ
hegemonya karşısında destek artırmak için sağcılaşmak değil aksine ısrarla
sol olmaktır. Sola çekmek için marjinal olsa da sol fikirleri ısrarla
savunmak, tartışmak ve buna uygun işler yapmaktan geçiyor.
Antikapitalist; Sayı 16; Mayıs
2002
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|