Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Göçün Nedeni Kirli Savaş

Ararat adlı hurda bir gemi İtalya kıyılarında Aralık ayında karaya oturdu. Kaptan ve mürettebat gemiyi terketmişti ancak çoğu Türkiye ve Irak’tan 839 Kürt gemide İtalyan yetkililerini bekliyordu. Yeni yılda 386 mülteciyi taşıyan bir gemi daha İtalya’ya ulaştı. Bu kitlesel düzeydeki göç dalgası Avrupa yetkililerini telaşlandırmaya yetti. Çeşitli Avrupa ülkelerinden Polis şefleri, Emniyet Müdürü Necati Bilican ile buluştular ve bir deklerasyon imzaladılar. Bu anlaşmaya göre Türkiye sınır kontrolünü arttıracak; sınırlar arası geçişlerde imzalanan anlaşmalara uyulacak; polis teşkilatları arasındaki ilişki geliştirilecek; bilgi alışverişi arttırılacak; göçmenler hakkında bilgi toplanacak. Avrupa ve Türkiye’li yöneticiler göçün nedenleri konusunda anlaşamasalar da, bir ülkeden başka bir ülkeye kaçmak isteyen insanların zor kullanılarak durdurulması için ne yapmak gerektiği konusunda görüş birliğine vardılar. Türkiye Avrupa ülkelerine bu işin PKK tarafından organize edilen bir komplo olduğu teorisini kabul ettirmeye çalıştı. Ancak Avrupalı yöneticiler yıllardır yaşanılan bu kitlesel göçün arkasında bir komplo değil daha köklü sorunların yattığını görüyorlar. Avrupa’da istikrarın sağlanması ve korunması için Türk yöneticilerinin bu konuda daha köklü çözümler bulunmasını talep ediyorlar. Bu göç yeni değil, yıllardır yaşanıyor. Yalnızca 1997’de çoğunluğu Türkiye’den olmak üzere 10 binden fazla Kürdün kaçak olarak Avrupa ülkelerine sığındığı tahmin ediliyor. Geçen yazdan bu yana 3 bin Kürt mültecinin İtalyan kıyılarına ayak bastığı belirlendi. Binlerce Kürt mülteci belirsiz ve çok tehlikeli yolculukları göze alarak Avrupa şehirlerine kendilerini atarak yarınlarını kurtarmaya çalışmaktalar. Türkiyeli yöneticiler Kürt göçünün ekonomik temelli olduğunu iddia edıyorlar, bu nedenle de İtalya’ya göç edenlerin Türkiye’ye geri iade edilmesini istiyor. Aslında, İnsan Hakları Derneğ raporları ile yetkililerce açıklanan rakamlarda göçün arkasında yatan siyasi ve ekonomik nedenler açıkca ortaya çıkmakta. Rakamlar yorumu gereksiz kılmakta. Doğu’da 12 yıldır süren kirli savaş sonucu 26 bin kişi öldü. Öldürülenlerin 4.209’u güvenlik görevlisi, 18.019’u PKK’lı, 4245’i sivildi. 5040 sivil de yaralandı. 1997 Ocak ayına kadar 2759 köy yakıldı, yıkıldı, boşaltıldı. Bu güne kadar yaklaşık 500 kişi gözaltında kayboldu. Kaybolanların beşte dördü Olağanüstü Hal Bölgesi’nde yaşamaktaydı ve altıda beşi Kürt ve diğer azınlıklardandı. Güneydoğu’da ağırlıklı olarak siyasi davaların görüldüğü Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkeme’sinde 94-97 yılları arasındaki üç yıl içinde 54 bin 273 kişi çeşitli suçlardan yargılandı. Bu üç yılın istatistikleri Güneydoğu’da her 10 kişiden 3’ünün DGM’lik olduğunu ortaya çıkarmakta. Bölgede üç yıl içinde PKK’ye yardım ve yataklık yaptığı ileri sürülen toplam 11 bin 216 kişi yargılandı. 1996 yılı bütçesinin yüzde 38’i OHAL’e harcandı. OHAL’deki askeri harcamalar yıllık 10 milyar dolara , günlük 1 milyon 250 bin dolara ulaştı. Eskiden Şırnak’ta görev yapmış Ordu Valisi Mustafa Malay bölgedeki durumu, “Köy korucuları bu sistemin devam etmesini isterler. Bölgede güvensizliğinin sürmesinden yanalar. Terörün bitmemesini isterler. Bitse bile kendi aralarında terör yaratırlar, olağanüstü hal tazminatı almak için senaryolar üretirler“ diye açıklıyor. 28 Şubat sonrası Refahyolun askeri bir müdahale ile düşürülmesi sonucunda oluşan ANASOL hükümeti Başbakanı Mesut Yılmaz ve yardımcısı Ecevit, iktidara geldikten kısa bir süre sonra Siirt’te topladıkları Bakanlar Kurulu’na bölge için reform içeren paketi sundular. O günden bu güne ekonomik anlamda verilen sözler unutuldu. O gün, Doğu ve Güneydoğu’dan sorumlu Devlet Bakanı Salih Yıldırım “halk bu kez de hayal kırıklığına uğratılırsa neler olabilecegini düşünmek bile istemiyorum” diyordu. Hükümetin teşvik paketi için yaptığı araştırmalar bölgedeki köylülerin yüzde 40’ının topraksız olduğunu ortaya çıkardı. Diyarbakır’da bu oran yüzde 45’ken, kırsal kesimde topraksız köylülerin oranı yüzde 85’e ulaşıyor. Ekilebilir toprakların yüzde 30’u (toprak sahiplerinin yalnızca yüzde 5.4’ünü oluşturan) ağaların elinde bulunuyor. Topraksız köylülerin yüzde 27’si ortakçılık yaparak, yüzde 9’u da toprak kiralama yoluyla geçimini sağlayabiliyor. Bölgede yaşanılan politik baskılar ve ekonomik çözümsüzlük çok yoğun bir iç göç yaşanmasına neden oluyor. Kürt kökenlilerin yaşadığı köylerdeki nüfusun yüzde 85-90’ı kentlere göç etmiş durumda. Yaklaşık beş milyon insan yer değiştirdi. Diyarbakır’ın 1990 yılında net göç oranı yüzde 35. Kentin nüfusu 911 bin olmasına karşın Diyarbakır 1990 yılında 79 bin göç verirken aldığı göç 47 bin oldu. Gerek zengini gerekse yoksuluyla Diyarbakırlı Batı’ya göçediyor. 1990 yılında kente göçeden 47 bin kişi ise yaşam koşulları açısından Diyarbakır’dan daha da olumsuz koşulların varlığını gösteriyor bize. Kentin varoşlarında ancak 3-4 kişinin kalabilecegi ev denemeyecek kadar kötü barınaklarda 3-4 aile yani 20-25 insan yaşıyor. Bugün Diyarbakır zenginlerinin pastadan aldıkları pay, yoksulların aldıkları payın 7.3 katı. Bu oran Türkiye genelinde 11 kat. 1994 yılında Türkiye genelinde kişi başına düşen milli gelir 1712 dolarken Diyarbakır’da 1485 dolar. Diyarbakır’da daima cılız kalan sanayi 1987’den sonra daha da geriledi. On yıl önce sanayinin ekonomideki ağırlığı %29’lardayken 1994’te %23’lere doğru düştü. Geçen Ramazan’da bir hayırseverin Diyarbakır’da dağıttığı erzak için verilen kavgayı televizyonlardan izledik. Bu tablo kolay kolay belleklerden silinmemiştir. İnsan Hakları Derneği’nin savaş bölgesinden göç eden 341 aileyle yani 3258 kişiyle yaptığı anket çalışmasının sonuçları şöyle: Göçeden çocukların yüzde 53’ü okula gidemedi. Yüzde 89’u ev bulamadı. Yüzde 78.9’una iş verilmedi. Yüzde 71.5’i Kürt kimliğinden dolayı göz altına alındı. İş bulanların yüzde 83’ü sigortasız çalıştırıldı. Yüzde 53.3’ü göçten sonra doktora gidemedi. Tüm bu gerçekler Güneydoğu’da yaşayan insanların Kürt olduğu için ne kadar güç koşulları göğüslemek zorunda kaldığını gösteriyor. Bölgede yaşayan insanlar bu durumu değiştirebilmek için mücadele etmek zorunda kalıyor. Koalisyon hükümetinin CHP’nin de desteğiyle Türkiye’nin genelinde uyguladığı politikalar toplumun çoğunluğuna karşı azınlığının çıkarlarını savunuyor, her alanda patronların saldırı programını gerçekleştirmeye çalışıyor. Tüm bu farklı alanlarda sürmekte olan mücadelelerin sosyalist bir toplumla sonuçlanması için mücadele etmeliyiz.


Eski İşçi Demokrasisi, Sayı 1, Şubat 1998

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön