|
CHP Meclise Giremedi:
Neden Böyle Oldu; Ne Yapmalı?
Seçim gecesi televizyonları başında CHP’nin barajı geçip geçemeyeceğini
merakla bekleyen onbinlerce emekçi sabah işe giderken buruktu. CHP’nin
solundaki partilerin de başarılı olamadığı seçimlerde, ırkçı-milliyetçi
oylarda patlama yaşanmıştı. Baykal istifa etti, CHP Olağanüstü kongreye
gitmek zorunda kaldı. Şimdi CHP’liler “Neden böyle oldu?” sorusunun yanıtını
arıyorlar. Aşağıdaki yazıda CHP’yi bu noktaya getiren politikaların neler
olduğunu tartışıyoruz...
Darbecilere karşı demokrasiyi savundu mu? 12 Eylül 1980 darbesi ülkeye
huzur ve istikrar getirme söylemiyle yapılmıştı. Ancak asıl amacı emek
düşmanı 24 Ocak Kararları’nı hayata geçirmek, bunlara karşı işçi direncini
süngü zoruyla kırmaktı. Türkiye ekonomisinin dışa açılmasının bir bedeli
vardı. Patronlar bu bedeli ödemek niyetinde olmadıkları için faturayı
işçilere çıkaracaklardı. Darbe bunu başardı. Ne kadar kısıtlı da olsa
var olan demokratik haklarımızı tümüyle ortadan kaldırdı. Ücretler düştü.
Haklarımızı savunma araçlarımız olan sendikalarımız, derneklerimiz yok
edildi. 12 Eylül’ün tırpanladığı demokrasiye ihtiyacımız vardı. Ne yazık
ki SHP 1980 sonrasında toplumda demokratikleşme talebini kucaklayamadı.
Bu alanı sağa kaptırdı. Darbenin etkilerini temizlemeye yönelik radikal
bir program oluşturmadı. Latin Amerika ve Yunanistan’da askeri iktidarlar
sonrası ortaya çıkan demokratikleşme ve işkencecilerin hesap vermesi,
gözaltında kaybolanların aranması vb hareketini yaratamadı. Demokrasiyi
tırpanlayan, sendikacılara ve solculara işkence edenlerden hesap sormak
yerine Deniz Baykal’ın imzasıyla işkence rahabilitasyon merkezlerini soruşturmakla
uğraştı. Demokrasinin ve emekçi kitlelerin kararlı savuncusu olmak yerine
işkencecileri mağzur gösteren bir parti oldu. Ezilenleri savundu mu? Türkiye
devletine egemen olan Kuvayi-Milliye anlayışı toplumun 1/3’nü dışlıyor.
12 milyonu aşkın Kürt’te en temel demokratik haklar bile fazla görülüyor.
Var olan Kürt sorunu hep askeri yöntemlerle çözülmeye çalışılıyor. Kan
akıtarak şimdiye kadar hangi sorun çözümlenmiş ki? SHP’nin 1991 seçimlerinde
HEP’le ittifak yaparak Kürt sorununu Meclis’e taşıması soruna barışcıl
çözüm arayışının çok önemli bir parçası olabilirdi. Böyle bir ittifak
yaparak siyasi çözüm beklentilerini yükselten SHP milliyetçi kampanya
karşısında geri adım attı. DYP ile kurduğu koalisyonda kendinden önceki
iktidarlar gibi resmi ideolojiyi savunarak askeri çözüm üzerinde yoğunlaştı.
Kirli savaş tırmandırıldı. Faili meçhul cinayetler aldı başını gitti.
Umutlar kanda boğuldu. Yükseltilen milliyetçi yaygaraya teslim olduğu
için kardeşliğin çekim merkezini oluşturamadı. İktidar ortağıyken uygulanan
politikalar yaygın bir yoksullaşmaya neden oldu. Bu iki etki SHP’yi eritti.
Ne yazık ki CHP bundan ders çıkarmadı. Oysa CHP toplumsal mücadelenin
yüksek olduğu 1970’lerde toplumun değişim beklentilerinin tercümanı olmuş
ve “böyle gelmiş böyle gitmez” söylemiyle tarihinin en büyük başarılarını
kazanmıştı. CHP bu sırada devletçi tek parti rejiminden uzaklaştı ve reformcu
sosyal demokrat çizgisini oluşturmuştu. Çeteleri temizlemek için ne yaptı?
Susurluk olayı devlet çete ilişkisini ortaya çıkardı. Devlet güvenlik
güçlerinin yapmasını sakıncalı bulduğu faliyetlerde ülkücü faşistleri
kullanıyordu. Cinayet ve hukuk dışı operasyonlarda ülkücü çeteler kullanılıyordu.
Uyuşturucu, devlet ihaleleri ve faili meçhullerle örülen Susurluk zinciri
toplumda büyük tepki uyandırdı. Çetelerin temizlenmesini istiyorduk. Yılmaz
çetelerin nasıl temizleneceğini çok doğru bir şekilde tespit ederek, “Ankara’ya
1 milyon insan yürürse, temizlenir” demişti. Ancak böylesi bir eylemi
gerçekleştirebilecek örgütlülüğe sahip olan CHP yine egemenlerin suyuna
gitti. Böylesi bir eylemliliğin kontrolden çıkabileceğinden korkup “dosyalar”,
“kasetler”, medyatik taarruzlarla yetindi. Daha da vahimi Susurluk ile
Ülkü Ocakları ve MHP arasındaki ilişkiyi öne çıkarmadı. Çetelerin kaynağı
olan ülkücü örgütlenme ve bunu besleyen savaşa karşı tutum almadan, MHP’yi
Susurluk partisi olarak hakettiği yere koymak yerine “sürekli aydınlık
için 1 dakika karanlık” eylemlerinin Refah partisine karşı gösterilere
dönüşmesine yardım etti. Çetelere karşı başlayan eylemler, generallerin
çabası ve ne yazık ki CHP’nin büyük yardımıyla asıl hedefi olan MHP yerine
Refah’a yönlendirildi. Laik cephe mi, emek cephesi mi? Refah Partisi’nin
1995 seçimlerinde yüzde 20’yi aşan oyları “eyvah şeriat geliyor” tepkisini
uyandırdı. Halbuki olay şeriat sorunu değildi. Giderek yoksullaşan kitlelerin
çözüm arayışı içinde “adil düzene” umut bağlamalarıydı. CHP kitlelerin
çözüm bekleyen sorunlarına yanıt ve alternatif oluşturmak yerine “şeriata
karşı laikliğin en iyi savunucusu” olmayı seçti. Generaller 28 Şubat 1997’de
muhtıra verdiğinde 1980 darbesinin acıları ve yaraları henüz kapanmamıştı
bile. Ancak CHP, yoksulluğa, talana tepki duyarak yüzünü islami harekete
dönenlere sopa gösteren generallerin peşine takıldı. Yoksul kitlelerin
çıkarlarını dile getireceğine yoksulluğu artıran işçi düşmanı sağ politikaların
altına imza attı. Gelişen ekonomik krize, işten atma ve özelleştirmelere
karşı mücadele etmek yerine işçi sınıfı hareketine “laisizm” deli gömleğinin
giydirilmesine ortak olunca çok ciddi bir güven kaybı yarattı. CHP, işçi
kitlelerinin sorunlarına çözüm olacak emek cephesini değil generaller
ve patronlarla birlikte laik cepheyi tercih etti. Çetelere duyulan öfkeyi
İslami harekete yönlendirerek, demokratik haklar için kendi kitlesine
güveneceğine sırtını bu bozuk düzenin koruyucusu generallere yasladı.
Sol Ne Yapmalı?
Yanlış hesap sandıktan döndü! CHP İngiltere’de Blair’i, Almanya’da Schröder’i
taklit ederek iktidara geleceğini umuyordu. Bu partiler sağa kaymışlardı.
Baykal’da sağa kayarak, yani emek cephesi yerine laik cepheyi inşa ederek,
barış yerine savaş çığırtkanlığı yaparak Blair gibi başarılı olacağını
umuyordu. Ne var ki İngiltere’de İşçi Partisi zaferi 1979’dan 1996’ya
kadar kesintisiz olarak iktidarda kalan Muhafazakar Parti’ye, Almanya’da
Schröder de Kohl’un kesintisiz iktidarına borçlu.. İşçi Partisi sağ politikalara
sahip Blair sayesinde değil Blair’e rağmen kazandı. Toplum muhafazakarlardan
kurtulmak istiyordu ve İşçi Partisi’ne yöneldi. Türkiye’de ise bu denli
kesintisiz tek parti iktidarı yaşanmadı. DYP-SHP iktidarı sosyal demokratları
eritmişti. CHP ise bunun derslerini çıkarmadı. Seçim öncesinde savaş ve
ekonomik kriz konusunda yapıcı, umut veren hiçbir politika önermedi. Bunun
yerinde Atatürk’ün kurduğu parti imajıyla seçmenin karşısına çıktı. TV
reklamlarında CHP ve Cumhuriyetin 75 yılı özdeşleştirilmesi yapıldı. “Atatürk’ün
kurduğu parti parlamento dışı kalamaz” deniliyordu. Bu propaganda ile
resmi ideolojinin en koyu savunucularına seslenmeye çalıştı. En genel
anlamıyla CHP yeterince emekten yana ve yeterince sol olmadığı için öfkeli
ve arayış içinde olan yığınları kucaklayamadı. Hayatı boyunca CHP’ye oy
vermiş olanlar “emeğin altı oktan düşmesinden” şikayet ediyor, CHP’nin
yeniden işçi sınıfına ve ezilene yüzünü çevirmesini istiyorlar. Sol ne
yapmalı? CHP’nin barajın altında kalması herkesin durup düşünmesine yol
açtı. Yenilginin nedenlerine dönük yaygın bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışmalar
sırasında sağda mı, solda mı durduğumuz çok önemli. Solda olmanın kriteri,
emekçi ve ezilenle birlikte durmak, onun sesi olmaktır. Sağda patronların
ve onların devletinin sesi olan o kadar çok parti var ki, CHP’nin sağa
kaymaya devam ederek toparlanması mümkün değil. CHP oylarını nereye kaybetti?
CHP ve solundaki partilerin meclise girememesi toplumdaki sağa kayışı
gösteriyor. Sağ fikirlerin egemenliği bir kader değil. Marks’ın dediği
gibi, “egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir.” Emekçiler ancak kendi
çıkarları için mücadele ettikleri zamanlarda egemen fikirlerden uzaklaºabilirler.
Sol, emekçi ve ezilenlerin sesi olamadığı için kaybetti. Solun güçleneceği
yerin mücadele alanları olduğunu unuttu. Umutsuzluk ve güvensizlik içindeki
milyonlara umut ve güven verebilmek için mücadeleyi örgütlemek gerekiyor.
Emekçiler ancak mücadele sırasında özgüvenleri arttıkça kendi çıkarlarını
temsil eden partilere yöneleceklerdir. Mücadele içinde kollektif gücünü
gören ve gösteren işçi sınıfı yanlızca kendisini değil, ezilen tüm diğer
kesimleri de egemenlerin sultasından kurtarabilir. Kongre: Çözüm ne? CHP
Olağanüstü Kongresi’nde liderliğe göre sol bir adayın seçilmesi yenilgiden
doğru derslerin çıkmasına yardımcı olacaktır. CHP içinde yaºanan krizde
emekçiden yana tutum almak için olağanüstü kongrede solun adayını desteklemek
gerekir. Ancak Baykal yönetimine göre biraz daha solda duran bir liderliğin
de CHP’nin sorunlarını çözeceğini düşünmek tam bir aymazlık olur. Şu anda
solun adayı olarak görülen Karayalçın’ın DYP ile hükümet ortağı olduğu
sırada 5 Nisan 1994 istikrar önlemleri paketini uygulamaya koyan, IMF
ile anlaºmaya ilk imza atan sosyal demokrat genel başkan olduğunu unutmamak
gerekir. Soldaki diğer adayların da CHP içindeki sağ politikalara karşı
geçmişte açık bir muhalefet yürütmedikleri de ortada. Adaylar sistemin
hastabakıcısı olma iddiasında. Kapitalizm hasta yatağında, ancak sosyal
demokrat liderler patronların sistemini yıkmak için değil işletmek üzere
kendi adaylıklarını koyuyorlar. 18 Nisan seçimleri sonrası faşist parti
iktidara yürürken, Balkanlarda daha yaygın bir savaşa doğru ilerlenirken
herkesin kendisine sorması gereken soru bu barbarlığa nasıl dur diyebileceğimizdir.
Yirminci yüzyıl biterken dünyada yaşanan barbarlığa karşı tek çözüm işçi
sınıfının iktidarıdır. Toplumsal örgütlenmenin küçük bir azınlık yerine
çoğunluğun ihtiyaçlarına uygun olarak örgütleneceği sosyalizm için mücadele
etmeliyiz.
1970’lerde İşçi Hareketi ve CHP
1970-80 arası ekonomik ve sosyal açıdan istikrarsızlığın arttığı bir dönemdi.
Emek ve sermaye arasındaki çelişki kendisini sınıf mücadelesinde ortaya
koyuyordu. İşçi mücadeleleri arttıkça toplumdaki sola kayış ve radikalleşme
de arttı. Bu dönemde işçiler oylarını emekten yana politikaları dile getiren
CHP’ye yöneltti. Ancak iktidara gelen CHP işçilerin beklentilerini yerine
getirmekten ziyade, üretimin sık sık kesintiye uğramasından şikayetçi
olan partileri dinliyordu. MESS, TİSK, TÜSİAD gibi burjuva örgütlerinin
saldırı paketleri karşısında CHP’nin önerdiği “toplumsal uzlaşma” modeliydi.
Genel olarak solun yükseldiği bu dönemde radikalleşen işçiler CHP’nin
solundaki örgütlere yüzlerini dönmeye başladılar. Ancak bu örgütlenmeler
de işçi sınıfının en genel çıkarlarını savunacak politikalara sahip olmadığından
12 Eylül darbesi karşısında egemen sınıfa karşı duracak bir işçi önderliği
yaratılamadı. 1 Mayıs 77 1977 Türkiye’de 1 Mayıs işçi bayramının en kitlesel
ve coşkulu şekilde kutlandığı yıl oldu. Saraçhanede toplanan yüzbinlerce
emekçi “141-142’ye Hayır”, “Faşizme Geçit Yok”, “İşçiyiz, Devrimlerle
Güçlüyüz” sloganlarını haykırarak alana girdiler. Emniyet kayıtlarına
göre yurdun dört bir yanından gelen 53 dernek 99 işçi sendikası vardı.
Yüzbinler meydandaydı. Eylemin dağılmasına yakın akşam saat yedide İntercontinental
Otelin odalarından başlayan ve alanda devam eden yaylım ateş sonucu 34
kişi öldü. Daha sonra bu saldırının 200 kontrgerillacı subay tarafından
hazırlandığı anlaşıldı. Katliamdan sonraki yıl 1 Mayıs’a devlet tarafından
oluşturulan korku ve endişe ortamında gidilmesine rağmen Taksim Meydanında
100.000 kişi toplandı. Bu dönemde işçi sınıfının kitlesel örgütlülüğü
yoğun faşist saldırılara rağmen artarak devam etti. Bu artış kendisini
DİSK’in liderliğinde en solda görülen CHP çatısı altında hissettiriyordu.
DİSK, 1978 seçimlerinde CHP’ye oy çağrısı yaptı. DGM’ler Çöpe Anayasa
Mahkemesi’nin 1975’de iptal ettiği DGM’lerin Milliyetçi Cephe hükümetince
tekrar yasallaştırılması istemine karşı DİSK yaptığı açıklamalarla tüm
aydın ve işçileri bu konuda duyarlı olmaya çağırdı. Bu çağrı, 1976’da
Türkiye işçi sınıfının en büyük işçi eylemlerinden birine neden olurken
DİSK DGM’leri “sınıf mahkemeleri ve sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak
nitelendiriyordu. Bu direnişe işverenler yoğun bir baskıyla karşılık verdiyse
de DGM karşıtı eylemler sonucunda 11 EKİM 1976’da DGM’lerin işlevi sona
erdi. Faşizme İhtar 20 Mart 1978’de DİSK faşistlerin 16 Mart 78’de İstanbul
üniversitesinde 7 öğrenciyi öldürmelerini protesto etmek amacıyla “Faşizme
ihtar” eylemi gerçekleştirdi. Tüm demokratik örgütlenmelerin destek verdiği
eylem sırasında yaklaşık 1 milyon işçi eylemin bir parçası oldu. Birçok
ilde elektirik, su kesintisi yaşandı, tarafik kilitlendi, radyolar sustu,
öğretmenler derse, avukatlar davalara girmedi. Bu eylem en sert tepkiyi
dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’ten aldı. Ecevit eylemi yasadışı ilan
ederek eyleme katılan işçileri işten atmakla tehdid etti. Buna rağmen
eylemlerde hiçbir gerileme yaşanmadı. Aksine 5 Ocak 1979’da bir yıl önce
yaşanan Kahramanmaraş katliamını protesto etmek üzere “Faşizmi lanetleme”
eylemi gerçekleşti. 1 Mayıs 79’un Taksim’de kutlanmasına Ecevit izin vermedi.
Askeri müdahale 1980 darbesi öncesinde toplum alabildiğinde hareketliydi.
İşçi sınıfı hayatlarını değiştirecek kararların kendilerinden bağımsız
bir şekilde alınmasına karşı direnç gösteriyordu. Ocak ayının sonunda
Türkiye’nin en uzun sürecek eylemi olan “Tariş direniºi” başlamıştı. Eylem
ertesi gün Ege Üniversitesine, oradan bütün İzmir’e yayıldı. Eylemin sloganı
“Biz halkız, hakkımızı alırız”dı. Yükselen toplumsal muhalefetten rahatsız
olan egemenler toplumu askeri bir üniformanın içine soktular. İşçi hareketi
ancak 1989 bahar eylemleriyle bu deli gömleğini yırtıp atabildi.
Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 4; Mayıs 1999
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|