Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Türkiye, İran’dan Elini Çek!

ABD, bir yandan Irak’taki vahşi işgale devam ederken, bir yandan da İran’a karşı hazırlanmaya başladı. AKP iktidarı, 1 Mart 2003’te reddedilen tezkere yüzünden kıvıramadığı işgalci ortak rolünü bu sefer hakkıyla oynamak istiyor. İran’ın nükleer tesislerini Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu UAEK’ye kapatmasıyla tırmanan sürtüşmenin en başından beri Türk egemenleri İran’a yüklenmeye başladı. Ocak ve Şubat ayları boyunca ABD diplomatları Türkiye’ye, Türk diplomat ve askeri yetkilileri de ABD’yi ziyaret ediyorlar, kapalı kapılar ardında birlikte tutum alma konusunda anlaşmaya çalışıyorlar. ABD’nin yeni Ankara büyükelçisi 1 Mart’la bozulan Türk-Amerikan ilişkilerinin İran konusunun gündeme gelmesiyle tekrar balayı havasına büründüğünü ifade edebiliyor.
Ordu hazırlık yapıyor
Geçtiğimiz günlerde Türk ordusu, İran sınırına yakın Sarıkamış’ta tatbikat yaptı. Bu tatbikattan önce MGK’da İran konusu gündemin başındaydı. Şubat ayı başında, ABD liderliğinde oluşturulan PSI (kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesine karşı güvenlik inisiyatifi) kapsamında 24-26 Mayıs'ta ortak bir tatbikat yapılacağını duyurdular. Türk yetkilileri her ne kadar bunun İran’a karşı olmadığını söylese de bu yalana hiç kimse inanmadı elbette. Bu kadar askeri hazırlığın belli bir plan dâhilinde ve belli hedeflerle yapıldığı çok açık.
Savaşın bedeli ağır
Afganistan, Irak şimdi de sıra İran’a gelmiş görünüyor. Bu ülkelerin hakları savaş ve işgal en ağır sorunlarını yaşıyorlar. Ancak hükümeti ve ordusu İran’a savaşmaya hazırlanan Türkiye’de yaşayan bizler için bu savaşın bedeli ağır olacaktır. Bu savaş Türkiye’de yaşayan herkes için ölümcü bir tehdit oluşturacaktır. Türkiye İran’a bir hava saldırısına ortak olursa karşı saldırıların hedefi olacaktır. Karşı saldırı gelmese bile bütün Ortadoğu halklarının öfkesinin hedefi olacaktır. Afganistan ve Irak’a savaşmaya giden İngiltere geçen temmuz ayında patlayan bombalar bu öfkenin bir ifadesiydi.
Diğer taraftan neo-liberal politikalarla savaşlar ve işgaller el ele ilerliyor. Görünen ve gizli kaynaklardan her yıl milyarlarca doları silahlanmaya ve askeri harcamalara ve faiz ödemelerine ayıran Türkiye’de, SSK’nın ve diğer sosyal güvenlik kurumlarının zarar etmesi nedeniyle tasfiye edilmesi gündemde. Sosyal güvenlik özel sektörün ‘insaniyeti’ne terk edilmek isteniyor. Özelleştirilen kamu işletmelerindeki işçilerin iş güvenliği tehlikeye giriyor. Devletin resmi kurumları bile işsizlik ve yoksulluk üzerine kapkara tablolar çiziyor.
Yine durdurabiliriz
1 Mart 2003’te Ankara’daki 100 bin kişilik birleşik savaş karşıtı eylem, yana yakıla ABD’nin işgalci ortağı olma hayali kuran “Kasımpaşalı” Tayyip’in ve MGK generallerinin heveslerini kursaklarında bırakmıştı. Tezkerenin reddedilmesi ABD’nin Irak’a kuzeyinden girme planlarını çöpe attı; Iraklı direnişçilerin ise işini (nispeten) kolaylaştırdı.
Bu eylem aynı zamanda savaşa karşı işçilerin, Kürtlerin, öğrencilerin ve diğer sömürülen ve ezilen kesimlerin bir araya gelmelerinin yaratabileceği potansiyeli de ortaya çıkardı.
Tüm dünyada küresel savaş karşıtı hareket, ABD ve ortaklarının meşruiyetini ortadan kaldırdı; ABD, ilk Körfez Savaşı’nda demokrasi için Irak’ı bombaladığı yalanıyla durumu idare edebilmişken, bunu bu sefer yapamıyor; herkes Bush’un bir yalancı bir işgalci olduğunu biliyor.
Türkiye’de ise bizlerin işgale ortak olanları durdurmak gibi daha da somut kazanımların oldu. Hatta bazı sol militanlar ve sendikacılar, Türkiye’de elde ettiğimiz son başarının 1 Mart teskeresini durdurmak olduğunu söylüyorlar. Çok haklılar. 1 Mart’tan sonra savaş karşıtı mücadelenin bölünmesi, hem işgalden sonraki mücadeleyi hem de genel sınıf mücadelesini olumsuz etkiledi.
Bizlerin 1 Mart’tan ve 1 Mart sonrasından doğru dersleri çıkarmamız gerek. Savaş karşıtı mücadelenin solun ve muhalif hareketin değişik renklerini barındırması son derece normal. Cephenin içindeki muhaliflerin bunu bahane ederek mücadeleyi bölmesi ve hatta bölünmeye karşı mücadele etmemesi bizi bugünlere getirdi.
Bu anlamıyla 18 Mart eyleminin Irak’ta İşgale Hayır Koordinasyonu’nun ve Küresel BAK’ın beraber inşa etmeleri olumlu bir başlangıçtır. Bu birliği tabanda; sendikalarda, işyerlerinde ve okullarda; ete kemiğe büründürmemiz gerekli.
Türkiye’de ve tüm dünyada savaşın ve işgallerin yarattığı sosyal, ekonomik ve insani yıkımı engellemek son derece merkezi bir konu. İşgalin İran’a yayılmaya çalışıldığı, Irak’ın iç savaşa doğru ilerlediği, Filistinlilere reva görülen baskı, şiddet ve izolasyon politikalarının artırılmaya çalışıldığı, Türk egemenlerinin Irak ve İran pastasından pay kapmak için can attıkları bu dönemde Türkiye’de birleşik bir savaş karşıtı hareket inşa etmek zorundayız. Birleşik mücadele, Ortadoğu’daki kan ve vahşetin artmasını engelleyebileceği gibi, neoliberal yoksullaştırıcı politikaları engelleme, ayrımcılık, Kürt sorunu ve diğer demokrasi mücadelelerinde bize güç katacaktır.
Haydi alanlara!
18 Mart’ta, Irak işgalinin yıl dönümünde tüm dünyada savaş karşıtı gösteriler yapılacak; Irak işgali, İran’ı işgal planları ve Filistinlilere uygulanan baskı ve şiddet protesto edilecek. 18 Mart küresel eylem gününde Türkiye’de savaş karşıtları bir arada eylem yapacaklar. 19 Mart Newroz Bayramı’nda tüm Kürtler hem baharın gelişini kutlayacak, hem de daha fazla demokrasi ve insan hakları için gösteriler yapacak. Tüm bu eylemleri iş yerlerimizde, okullarımızda, sendikalarımızda hep birlikte inşa edelim.

Neoliberal, anti-demokratik savaş politikalarına karşı hep beraber sokağı demokratikleştirip özgürleştirelim..
Savaşa, işgale, ayrımcılığa, yoksulluğa, ırkçılığa karşı hep beraber;
18 Mart’ta Kadıköy Meydanı’na..

“ABD, İran’a nükleer bomba atar!”
Irak’ın elinde kitle imha silahı olmadığını savaş başlamadan önce açıklayan BM eski silah denetçisi Scott Ritter, ABD’nin İran’a saldırı hazırlıkları yaptığını söyledi. “Tam olarak ne zaman olacağı belli değil, ama olacak” diyen Ritter, ABD’nin İran önce bir hava saldırısında bulunacağını söyledi. Saldırı olması durumunda İran-İsrail savaşı çıkması tehlikesine dikkat çekten Ritter “bu durumda ABD İran’a nükleer bomba atar” dedi.

Böl-Yönet
ABD’nin savaş stratejisi, İran’daki etnik ve dini gerilimleri körükleyerek bir iç ayaklanma yaratmaya dayanıyor. İran yönetimini bu şekilde ortadan kaldırmayı hedefleyen ABD bir süredir gerilim noktalarını araştırıyor. Donanma İstihbarat Birimi’nin (MCIA) gerçekleştirdiği araştırmalar, ABD’nin savaş planlarının hayli ilerlediğini gösteriyor. Financial Times’ın haberine göre ABD ordusu, İran’ın merkezi hükümeti konusundaki yaklaşımları inceleyerek Irak’taki gibi bir böl-yönet stratejisi uygulayıp uygulayamayacağını belirlemeye çalışıyor. Pentagon, Irak savaşı hazırlıkları sürecinde yaptığı gibi Batı’da yaşayan mültecileri bu araştırmada kullanılıyor. Iraklı mülteciler Bush yönetimine Iraklıların ABD işgaline kucak açacağını iddia etmişlerdi. Ayrıca Irak’ta büyük miktarda kitle imha silahları bulunduğunu söylemişlerdi.
Beyaz Saray İranlılara yönelik bir propaganda kampanyası yürütmek için Kongre’den 43 milyon dolarlık bir fon talebinde bulundu. Birçok İranlı azınlık temsilcisi araştırmayla işbirliği yapmayı reddetti; çünkü ABD’nin İran’ı parçalamasından çekiniyorlar.

Bush’a AB desteği
İranlılar, ABD ve Britanya askerlerinin Irak ve Afganistan sınırlarındaki varlığından kaygılanmakta haklılar. İranlı Arap azınlığın yaşadığı Kuzistan’da bir dizi bomba patladı. Bunun arkasında ABD ve özellikle İngiltere’nın bulunduğuna dair yoğun şüpheler var.
AB, İran konusunda Bush ve Bliar ile ortak bir dil tutturdu. Ocak ayı sonunda Alman İstihbarat Servisi (BND) şefi Ernst Uhrlau, hükümet brifinginde İran'ın uzun zamandır uranyum zenginleştirme denemeleri yaptığını, bu şartlarda ülkenin atom bombası yapmaya sadece birkaç aylık mesafede olabileceğini iddia etti. Şubat başında Münih’te toplanan Güvenlik Konferansı’nda ise Fransız Savunma Bakanı Michele Alliot-Marie ve ardından cumhurbaşkanı Chirac, Fransa’nın İran’ı veya diğer “terörist” ülkeleri “nükleer silahlarla” vurabileceği tehdidini savurdular. Başta muhafazakar Başbakan Angela Merkel olmak üzere Alman egemenleri, İran’ı Nazi rejimine benzetiyorlar. İran’ı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sevk etmek için de birbirleriyle yarıştılar.

Antikapitalist; Sayı 37; Mart 2006

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön