Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Faşizme Karşı Mücadele:

FAŞİSTLERİ NASIL DURDURABİLİRİZ?

Polis destekli ülkücü bir grup Kızılay'da F tipi protestocularına saldırdı. Ardından Ölüm oruçlarında bulunan tutsak yakınlarıyla dayanışma merkezi haline gelen ve ÖDP, TSİP, Pir Sultan, TAKSAV, Eğitim Sen bürolarının bulunduğu binaya saldırdılar. Binaya girip içerdekilere saldırmayı da deneyen bu faşist güruh eğer başarılı olsaydı tarihimizde ikinci bir Madımak Oteli olayı daha girebilirdi. Saldırgan grup oldukça küçüktü. Belli ki büyük bir organizasyondan yapmamışlardı. Ülkü Ocakları ve MHP militanlarının örgütlü ve ciddi bir saldırısı değildi yaşananlar. Ama böyle bir saldırı olursa ne kadar korkunç sonuçlara neden olabileceği konusunda oldukça uyarıcı oldu. Türkiye'de örgütlü ve saldırmaya hazır büyük bir faşist hareket var. Şu anda hükümet ortağı olan MHP tek başına iktidar için egemen sınıfa kendi gücünü kanıtlamaya çalışıyor. MHP lideri Bahçeli, "vur deyince vuran, dur deyince duran" büyük bir gücü kontrol edebildiğini ve bu gücün egemenlerin emrinde olduğunu her fırsatta ifade ediyor. Ekonomik krizin derinleşmesi, faşist hareketin tabanı olan orta sınıfların daha da öfkelenmesine neden oluyor. Böyle dönemler faşist hareketin güçlenmesi için bulunmaz fırsattır. Kapitalizmin pislikleri ne kadar ortadaysa, yöneticilere güven ne kadar azsa, bir şey yapmalı hissi ne kadar yoğunsa faşist hareket için o kadar verimli bir ortam vardır. Türkiye'de zaten oldukça büyük bir kitlesel güce sahip olan bu hareket, bugüne kadar Alevi, dinsiz, Kürt ve komünist düşmanlığı üzerinden örgütlendi. Bugün de bu yöndeki propaganda ve örgütlenmesi devam ediyor. Büyüdükçe daha tehlikeli hale gelen bu mikrobu toplumdan söküp atmak, mikrobun yayılmasını önlemek emekten yana, özgürlük, çeşitlilik, demokrasiden yana herkes için hayatidir. Son saldırı bir kez daha gösterdi ki, 1978'de Maraş'ta, 1980'de Çorum'da Alevileri katledenler, Balgat, Bahçelievler, İstanbul Üniversitesi, SBF'de solcu gençlere pusu kuranlar, Cavit Orhan Tütengil'i, Abdi İpekçi'yi , Doğan Öz'ü ve daha nice aydını öldürenler benzer saldırılar yapmaya hazır bir şekilde beklemektedirler. Onları durdurabilecek tek güç emekten yana olanların birliğidir. Faşistlerin demokratik yaşamın bir parçası değil düşmanı olduğunu anlatan, onların mezhepçi, ırkçı, emek düşmanı yüzünü açığa çıkaran bir birliğe ihtiyaç vardır. Bozkurt işareti yapmanın ve "ülkücüyüm" demenin UTANILACAK bir şey olduğu havasını bulunduğumuz her alanda sağlamaya çalışmalıyız. Demokrasiden, özgürlüklerden, farklı kimliklerden, toplumsal örgütlülükten bu denli nefret eden bir hareketin güçlenmesini engellemek için görev başına.

Faşist Hareketin Özellikleri
"Faşizm" sözcüğü 1920'li yıllarda siyasi kavramlar arasına girdi. Baskı, idam, işkence vb nedenler bir devletin faşist olması için yeterli olsaydı Osmanlı İmparatorluğu, ya da Lenin dönemi Çarlık Rusyası da faşist olarak tanımlanırdı. Oysa ne Lenin ne de diğer Marksistler için böyle bir tanımlama sözkonusu değildi. Eğer karşılaştıracak olursak günümüz Türkiyesi 100 yıl öncesinin Rusyasından kat kat daha demokratik ve özgürlükçüdür. Peki faşizmi özel hale getiren, faşizmi diğer diktatörlüklerden ayıran temel farklar nelerdir? Faşist hareket devletin resmi kolluk kuvvetleri dışında bağımsız ve kitlesel olarak örgütlenir. Faşist hareket terör-şiddet kullanarak farklı olan fikirleri sindirerek-yok ederek emir komuta zinciri içinde örgütlenir. Faşist hareket ayrımcı bir ideoloji kullanarak toplumda farklı kimliğe sahip bir azınlığı bütün sorunların nedeni göstererek, o azınlığı günah keçisi yaparak güç toplar. Faşist hareketin sınıfsal tabanı orta sınıflar (Küçük esnaf, küçük işletme sahipleri, topraklı köylülük vb) ve işsizlerdir. Orta sınıflar ve işsizler, ekonomik kriz zamanlarında kendilerini savunabilecek kolektif güçleri çok az olduğu için çok sıkışırlar. İflas etme, küçük sermayesini, toprağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Ekonomik kriz dönemlerinde çalıştırdıkları birkaç işçinin maaşlarındaki küçücük artışlar bile onları iflasa götürebilecek durumdadır. Bu nedenle ortalama ücretleri yükselten işçi eylemliliklerinin liderliğini yapan örgütlü işçi sınıfı ve dolayısıyla sola karşı düşmandırlar. Sola düşmanlıklarının bir başka önemli sebebi de günah keçisi olarak ilan edilen kesimlerin solcular tarafından savunulmasıdır. Büyük sermayedarlar ve onların kontrol ettiği devletin yöneticilerine (generaller, TÜSİAD patronları, üst düzey bürokratlar) karşı kızgın ve öfkelidirler. Kapitalist ekonominin en temel dinamikleri olan rekabet ve tekelleşmenin sonuçlarına öfkelidirler. Bu nedenle anti kapitalist bir söylemleri vardır. Örneğin Alparslan Türkeş'in Dokuz Işık, Hitler'in Kavgam adlı kitapları faşist hareketin kapitalizme, büyük sermayedarlara ve yönetici sınıfa olan öfkesini çok iyi ifade ederler. Bu durum faşist hareketin içinde barındırdığı çelişkiyi de gösteriyor. Ekonomik krizin köşeye sıkıştırıp öfkelendirdiği küçük bakkal sahibi bir yandan Koç gibi büyük sermayedarlara öfkelidir, diğer yanda ise onlar gibi büyük bir sermaye biriktirmek amacındadır. Yani faşist hareketin tabanı egemen sınıfa hem öfkelidir hem de onlara öykünür. Faşist hareketin tabanı olan bu sınıf işçi sınıfı gibi kolektif davranma yeteneği ve büyük sermayedarlar kadar ekonomik gücü olmadığı için iktidarsızdır. Bu nedenle devlet yönetimini ele geçirdiklerinde hayalini kurdukları ekonomik programı gerçekleştiremezler. Her birinin amacı büyük sermayedar olmak olan bu sınıfın temsilcisi olan faşist hareket, sonuç olarak mevcut büyük sermayedarların ekonomik programını uygulayan demir bir yumruğa dönüşür. Küçük burjuva ideolojisi olarak büyüyüp örgütlenen faşist hareket bu sınıfın karakteristik bir başka özelliğini daha bağrında taşır. Faşistler Troçki'nin deyimiyle "insan tozudur". Tek başlarına çok güçsüz ve anlamsız hisseden bu insan tozları ancak büyük bir canavarın parçası hissettiklerinde kendilerini güçlü hissederler. Güce taparlar. Bu nedenle egemen sınıfa öfkeli de olsalar onların devletini daha da güçlendirmek isterler. Egemen sınıfa kendilerini kanıtlamak için güçlerini göstermek isterler; "sizin için işçi hareketini, sendikaları, PKK'yi, F tipi protestolarını ezeriz, yeter ki bize izin verin" mesajı verirler. Egemen sınıfa rağmen iktidara gelemeyeceklerini bildikleri için bu güç faşist hareketin iktidarı açısından hayati öneme sahiptir. Bugün MHP'nin içinde bulunduğu durum ve Hitler'in tek başına iktidara gelip parlamentoyu fes etmesinden önce yaşananlar arasında büyük benzerlikler vardır. Bugün egemen sınıftan tek başına iktidar vizesi almaya çalışan Bahçeli, "vur deyince vuran, dur deyince duran" örgütlü gücünü arttırmaya çalışıyor. Ancak faşist hareketin bu özellikleri onu alt etmenin yolunu da gösterir. Kendinden daha büyük bir güç faşist hareketi hızla darmadağın edebilir. Bu güç ise toplumsal olarak sadece iki kesimde vardır. Birincisi mevcut egemen sınıf, ikincisi ise örgütlü işçi sınıfı. Faşist hareket egemen sınıf için zorda kaldığında, mevcut devlet güçlerinin yetersiz olduğunu hissettiğinde işçi sınıfına karşı kullanabileceği bir sigorta gibidir. O nedenle egemen sınıf faşist hareketi hep kollayıp besler. Sadece onlara ihtiyacı olmadığından emin olduğunda bir süre için zayıflatma yoluna gidebilir. 1950'lerde Turancılara, 1980'de ülkücülere yapılan operasyonlar bu çerçevede ele alınmalıdır. Yönetici sınıf sömürü sistemi krize girdiği zamanlarda bu fikirlere ve örgütlenme gücüne başvurur. Kriz dönemlerinde faşist hareketi durdurabilecek yegane güç örgütlü işçi sınıfının mücadelesidir. İşçi hareketi olmaksızın faşistler güçlenir, örgütlenir, toplumda kabul gören sıradan bir siyasi hareket haline gelebilirler. Nitekim 1970'lerde DİSK ve Töb-Der'in anti faşist mücadeleye katkıları faşistlerin toplumda azınlıkta kalmaları ve toplumun gözünde hak ettikleri yerde olmalarına büyük katkı yapmıştır. Faşizm, egemen sınıfın devlet yönetimine yukarıda en belirgin ve genel özelliklerini saydığımız bir hareketin temsilcisi olan partinin gelmesine kapıları açmasıyla ortaya çıkabilen özel bir burjuva diktatörlüğüdür. Böylesi bir hareket işçi sınıfını ezer, sendikalar ve emekten yana partiler başta olmak üzere her türlü örgütlülüğü dağıtır, sömürüyü artırmak için işyeri disiplinini askerileştirir. Hiçbir aykırı sese ve renge izin vermez. Bunları gerçekleştirirken toplumu terörize eder; günah keçisi ilan edilen azınlığa ve sosyalistlere karşı sistematik bir kitlesel terörü yoğun olarak kullanır. Bu nedenle demokrasiden, çeşitlilikten, özgürlükten, örgütlü toplumdan yana olan herkes, her sendikacı, her solcu, kısacası emekten yana her güç faşizme karşı özel bir mücadele yürütmelidir. Bu büyük tehlikeyi, "Türkiye zaten faşist, zaten iktidardalar" diye küçümsemek bir inek için kasapla çoban arasında fark görmemek kadar vahimdir ve anti faşist hareketi zaafa uğratmaktadır.

Türkiye Faşizmle Mi Yönetiliyor?
Türkiye'de yaygın olan bir yaklaşım vardır. Baskıcı, adaletsiz, hak tanımaz her tutum "faşizm" olarak tanımlanır. Dayak atan öğretmene, eşek şakası yapan en yakın arkadaşımıza, eve geliş saatimize kızan babaya, yalan söyleyen politikacıya, grevi satan sendika yöneticisine "faşist" damgasını yapıştırıveririz. Sık sık "Türkiye'nin faşizmle yönetildiğini" söyleriz birbirimize. Oysa faşizm insanlık tarihinde çok önemli ve özel bir yeri olan, mücadele ederken özel araçlar kullanmak zorunda olduğumuz siyasi bir harekettir. Türkiye'de büyük bir faşist hareketin olduğu doğru. Ancak ülkenin faşist diktatörlükle yönetildiği yanlış bir saptamadır. Her baskıcı devlet için "faşist" demek, terörü, yargısız infazı, adaletsizliği "faşizm" diye tanımlamak çok önemli bir tehlikeyi küçümseyerek hayati bir hata yapmamıza neden olur. Kapitalizmde devletin işlevi Kapitalist sistem, küçük azınlığın büyük çoğunluğu sömürüsüne dayanır. Azınlık çoğunluğu kontrol altında tutmak için devlet mekanizmasını baskı aracı olarak kullanır. Bugün bütün dünyada kapitalist sistem egemendir. Devletler, her ülkede, egemen sınıfın büyük çoğunluk üzerindeki baskı aracıdır. Biz bunlara burjuva diktatörlükleri diyoruz. Burjuva diktatörlüklerin hepsinin temel özelliği azınlığın çıkarını korumak ve kollamaktır. Hepsi ihtiyaç duyduğunda çoğunluğu bastırmak ve sistemi korumak için baskı, terör, yargısız infaz, anti demokratik yasalar, hücre tipi cezaevleri, işkence, vb yöntemlere başvururlar. Burjuva demokrasisi Burjuva diktatörlükleri kendi içinde farklılıklar gösterir. Örneğin ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde burjuvazi için oldukça geniş bir demokrasi vardır. İşçi sınıfı da bu ortamda kendi fikirlerini daha özgürce ifade edebilir. Demokrasinin sınırını mevcut kapitalist sistemi kabul edip etmemek belirler. Eğer azınlığın sistemi ve onu koruyan devlet aygıtını yıkmak için doğrudan eylem yapmıyorsanız fikrinizi özgürce söyleyip örgütlenebilirsiniz. En demokratik burjuva sistemde bile işçi sınıfının sömürüsünü ve bunun garantisi olan devleti ortadan kaldıracak her kalkışma karşısında diktatörlük bulur. Örneğin İngiltere'de madenci grevleri polis ve askeri birliklerce kırılmıştır, Seattle'daki gösteriler ABD devleti açısından tahammül edilemez noktaya gelince sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Hücre tipi cezaevi, ölüm oruçlarına zorla tıbbi müdahale Avrupa'da yaygın olarak kullanılmıştır. Askeri diktatörlük, faşizm, oligarşi Burjuvazinin hükmetmesinin tek yöntemi burjuva demokrasisi değildir. Örneğin Pakistan'da askeri diktatörlük, Fas'ta krallık vardır. Bazı ülkelerde oligarşik bir yönetim (birkaç sermaye grubunun bütün ülkeyi kontrol etmesi) ya da tek kişilik diktatörlükler de olabiliyor. Buralarda demokrasi burjuvazi için bile çok sınırlıdır. İşçi sınıfı için durum daha da ağırdır. Burjuva demokrasilerde fikirleri özgürce ifade etme ve örgütlenme özgürlüğü varken buralarda fikirlere bile tahammül yoktur. Burjuva devlet biçimlerinin en baskıcı ve tahammülsüz olanı ise faşist diktatörlüktür. En bilinen örneği Nazi dönemindeki Almanya'dır. Sendikalara, farklılıklara, itaatsizliğe, disiplinsizliğe, örgütlenmeye, sınıf mücadelesinin ve marksizmin lafını bile etmeye tahammül yoktur. Burjuvazinin kendi arasındaki demokrasisi de ortadan kalkar. Bütün devlet gücü tek bir merkezde toplanmıştır ve bu durum açıkça bütün topluma kabul ettirilmiştir. Burjuva yönetim biçimleri arasında Çin Setti yoktur. Örneğin Türkiye'de sınırları çok daraltılmış burjuva demokratik bir sistem vardır. Türkiye'deki demokrasi, benzer bir sistemle yönetilen İngiltere'deki kadar geniş değildir, ama yine benzer bir sistem uygulanan Güney Kore'deki kadar da dar değildir. 12 Eylül Eğer her baskıcı devleti faşist olarak görürsek "bütün devletler faşisttir" gibi yanlış bir sonuca ulaşırız. Böylece İngiltere ile Türkiye, Türkiye ile Pakistan arasındaki farkları küçümsemiş oluruz. Özleri aynı olsa da bu sistemler arasında fark olduğunu kabul etmek zorundayız. Örneğin Türkiye'de 11 Eylül 1980 tarihinde de küçük bir azınlık için işleyen kapitalist sistem ve onun devleti vardı, 12 Eylül 1980'de de. Sömürünün varlığı ve egemen sınıf aynı kalsa da dar bir burjuva demokrasisi (11 Eylül) ile askeri diktatörlük (12 Eylül) arasında işçi sınıfı açısından oldukça önemli farklar vardır. Eğer "bu iki sistem arasında fark yok" diyorsak, sendikal örgütlenme, sosyalist yayın çıkarma, grev yapma, gösteri yapma, işyerimizde, okulumuzda, mahallemizde, kahvede fısıldaşmadan "sosyalizm mümkündür" tartışması yapabilme haklarının olup olmamasını önemsemiyoruz demektir. 1 yıl içinde onbinlerce kişinin işkence tezgahlarından geçirilmesine, yüzbinlere varan sayıda tutuklama yapılmasına, onlarca kişinin idam edilmesine, sendika ve partilerimizin kapısına kilit vurulmasına, gazetelerimizin yasadışı ilan edilmesine kayıtsız kalıyoruz demektir. Şu anda "laik devletten", "vatanın bölünmez bütünlüğünden", "sistemin devamından" yana olmak koşuluyla bir demokrasi var. Zaten burjuva demokrasilerinin yetersizliği ve çoğunluk için diktatörlük anlamına gelmesinin nedeni de bu. Türkiye'de aksak ve sınırlı da olsa bu tür bir demokrasi var. 12 Eylül'de bu sınırlar içindeki bir demokrasi bile egemen sınıf açısından kabul edilmiyordu. 12 Eylül askeri diktatörlük dönemiydi, burjuvazi kendi temsilcisi olan partiler arasındaki demokrasiye bile tahammül edemeyecek bir durumdaydı. Şimdi ise durum o kadar kötü değil, demokrasinin, haklarımızın, özgürlüklerimizin sınırları biraz daha geniş. 1920'lerin Almanya'sında da büyük burjuvazi iktidardaydı, Hitler döneminde de. İki dönem arasındaki farkları küçümsemek, Nazilerce katledilen 6 milyon Yahudi'nin, 1 milyon kadar komünist, sendikacı, eşcinsel, yaşlı ve bedensel özürlünün hayatını önemsemiyoruz anlamına gelir.

FAŞİZM TÜM EZİLEN İNSANLARIN SORUNUDUR..!
Tarihte faşizmin ilk hedefi azınlıklar ve muhaliflerdi. Bugün de hala böyle. Ancak faşist hareket güçlendikçe bu baskı çemberi genişlemekte ve tüm çalışan kesimi etkisi altına almaktadır. Hem tarih hem de yaşadıklarımız faşizmin ne yapmak istediğini ve neler yapabileceğini çok iyi gösteriyor. 1933 Almanya'sında yapılan seçimlerde Nazi Partisi 11 milyon oy alırken Komünist Parti 6 milyon Sosyal Demokrat Parti ise 7 milyon oy almıştı. Sonuçta seçimi kazanan Hitler Almanya ve tüm dünyadaki işçi sınıfına tarihte görülmemiş eziyetler çektirmiştir. Ülkedeki toplumsal muhalefet bu tehlikeye karşı hep uyanık ve dayanışma içerisinde olmalıdır. Sekter yaklaşımlardan uzak durmalı toplumsal muhalefeti bir araya getirebilecek yapıcı politikalar üretmeliyiz

ANTİ NAZİ BİRLİK

Faşizme karşı mücadelede yakın tarihimizden alabileceğimiz en başarılı örneklerden biri İngiltere'de yaşandı. Faşistler seçimlerde 1970'lerin ortalarında %10'a yakın oy almışlardı. Kitlesel gösterilerle çalışan ve ezilen kesimleri yıldırmaya çalışıyorlardı. Ancak işçi sendikalarının, muhalif partilerin ve kitle örgütlerinin oluşturduğu Anti Nazi Birlik (Anti Nazi League) faşist gösterilere karşı yapılan fiziki müdahalelerden müzik festivallerine kadar her yöntemi kullanarak bu gidişi tersine çevirdi. Faşistleri marjinal bir grup olarak toplumdan önemli ölçüde yalıtmayı başardı. Bugün İngiliz faşist partiler seçimlerde %2'den fazla oy alamamaktadırlar. 1990'ların sonlarında benzer bir yöntem kullanan Fransız anti faşistleri de faşist Le Pen'in partisinin ikiye bölünmesine ciddi katkı yaptılar. Avusturya'da kitlesel gösteriler faşist Haider'i istifaya zorladı. Geçtiğimiz günlerde İtalyan anti faşistleri Papa'yı ziyaret için İtalya'ya giden Haider'e İtalya'yı dar ettiler. Yaşamın her alanında, okulda, işyerlerinde faşizme karşı birlikte mücadele, bizim yarınlara daha umutlu bakmamızı sağlayacaktır..! Emekten yana güçlerin faşist harekete karşı birliği hayati bir öneme sahiptir.

Antikapitalist; Sayı 4; Aralık 2000

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön