Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Milliyetçi Histeriye Karşı Mücadeleye

Başı derde giren kapitalist hükümetler kendilerini kurtarmak için sıkça milliyetçiliğe başvururlar. Kriz derinleştikçe kapitalist devletler karlarını korumak için komşu devletlerden çalmak için birbirlerine karşı yönelebilirler. Böylesi durumlarda sosyalistler histeri haline dönüşen milliyetçi bir dalgayla karşı karşıya kalırlar. Patronlar ve medya tarafından körüklenen bu milliyetçilik işçileri kendi patronlarıyla aynı bayrak etrafında birleştirir. Bu nedenle işçi sınıfının mücadelesi ve sosyalizm fikri zayıflar. Histeri ve ikiyüzlülük Milliyetçi histerinin sayısız örneği var. Birinci Dünya Savaşı başladığında İngiltere’de Alman isimli dükkanlara saldırılar oldu. Histeri o kadar yoğundu ki ev hayvanlarına bile yöneldi. Bir Alman köpek cinsi olan dachshundlar sokak aralarında linç ediliyordu. Bugün ise İtalyan malları satan mağazaların, İtalyan malı kullanan insanların saldırıya uğradığına tanık oluyoruz. Konya Berberler Odası’nın İtalyan saç kesimi yapmama kararı da histerinin boyutlarını anlamakta iyi bir örnektir. Ancak egemen sınıf kendi çıkarları sözkonusu olduğu zaman bu kadar histerik davranmıyor. 1914’de İngiltere Kralı Alman asıllıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kral ismini değiştirdi ancak İngiliz patronlar Almanya’daki yatrımlarını gözden çıkaramadılar. Bugün de Sakıp Sabancı İtalyan kravatını çıkarıyor ve cebine koyuyor. Ancak bir İtalyan şirketi olan Fiat’ın Türkiye’de temsilciliğini yapan Tofaş’ın sahibi olan Koç Grubu “Tofaş İtalyan değildir” açıklamalarıyla durumu idare etmeye çalışıyor. Türk egemen sınıfı kendilerinin körüklediği milliyetçi histeriden rahatsız olmaya başladı bile. İşçilere çeteleri ve mücadeleyi unutturan bir milliyetçiliği patronlar çok sever. Ne var ki bu milliyetçilik kendi karlarını tehdit ederse patronlar bir kez daha düşünmek zorunda hissederler. Çeşitli patron örgütlerinin İtalyan ürünlerini boykot konusundaki tedirginliklerini ancak böyle anlamlandırabiliriz. Sosyalizm ve milliyetçilik Birinci Dünya Savaşı’ndan buyana milliyetçiliğe karşı tutum sosyalistler için bir mihenk taşı teşkil etmiştir. Sosyalist hareket güçlü milliyetçi dalgalara karşı durmak zorundadır. Milliyetçiliğin doruklara tırmandırıldığı dönemlerde bu karşı duruşu hayata geçirmek pek de kolay değildir. Yine 1914’de Alman devrimci Rosa Luxemburg savaşa karşı destek toplamak için sözde marksist Alman Sosyal Demokrat Parti’nin birimlerine yüzlerce telgraf gönderdi. Sadece iki olumlu yanıt alabildi. Rusya’da ise bırakınız işçi sınıfının genelini bazı Bolşevikler bile bu milliyetçi histerinin etkisi altına girdiler. Ancak bir bütün olarak Bolşevik partisi deneyimli ve politik olarak daha olgun olduğu için milliyetçi basınca direnebildi. Savaşın başlamasından birkaç yıl sonra hem Almanya’da hem de Rusya’da işçiler ve askerler savaşa karşı ayaklandılar. Her iki ülkede de işçi sovyetleri kuruldu, Rusya’da devrim başarıya ulaştı. Almanya ve Rusya arasındaki fark, Rusya’da politik netliğe sahip savaş karşıtı bir partinin savaştan önce mücadelenin içinde varolmasıydı. Almanya’da ise Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht böylesi bir partiyi tam savaşın ortasında yani en kötü koşullarda bir avuç taraftarla kurmaya giriştiler. Milliyetçilik egemen sınıfın elinde çok güçlü bir silahtır ama etkisi sonsuza kadar sürmez. Rusya’da kitleler milliyetçilik histerisinden sıyrıldıklarında sınıf içinde kökleri olan ve Rus-Japonya savaşından başlayarak milliytçiliğe karşı tutarlı bir tutum sergilemiş olan Bolşevikler sınıfın iktidara yönelen mücadelesine önderlik edebildiler. Alman devrimciler ise bu köklerden ve mücadele geleneğinden yoksundular. Milliyetçiliğin etkileri Arjantin 1982’de bir İngiliz sömürgesi olan Falkland adalarını aldığında Margaret Thatcher İngilere’de tarihin en az popüler başbakanı konumundaydı. Muhalefette olan İşçi Partisi’nin eski solcularından Michael Foot ise hükümete “adaları savunmadıkları” için saldırdı. İşçi Partisi milliyetçiliği körüklemeye başladıktan sonra tabii ki İngiltere’nin Güney Atlantik’teki bu adalar için başlattığı savaşı desteklemek zorunda kaldı. Nüfusu iki bini geçmeyen adaları ellerinde tutabilmek için 1300 asker öldü. Thatcher savaşın galibi olarak 1983’de yeniden başbakanlığa seçildi. Hemen ardından da işçi sınıfına amansızca bir saldırı başlattı. Madenleri kapatma girişimi bu saldırının bir parçasıydı. Madenciler 1984-85’de bir yıl grev yaparak direndiler ancak yenilgiye uğradılar. 1982’de milliyetçiliğe teslim olan işçi sınıfı bunun faturasını işsizlik, ücret ve hak kaybıyla ödedi. Mücadele güveni sarsıldı. Sınıf hareketi bu yenilgilerin yarattığı moralsizliği yıllar yılı üzerinden atamadı. Milliyetçilikle nasıl mücadele edebiliriz? Milliyetçilik sınıf mücadelesi açısından bir zehirdir ancak sınıfın çıkarına olmadığı için bununla mücadele etmek çok mümkün. Mücadelenin önkoşulu ise, milliyetçilik kirli başını kaldırdığında bunu görmezden gelmemek ve oluşan histeriye teslim olmamaktır. Medyanın durdurak bilmeyen propagandasına rağmen milliyetçiliğin ikiyüzlülüğü teşhir edilebilir. Milliyetçi fikirler herzaman sanıldığı kadar köklü değildir. Milliyetçiliğe karşı politikaların tutarlı bir şekilde tartışıldığında destek bulması mümkün. Yunanistan’da milliyetçi histeri Bunun yakın tarihteki en iyi örneği Yunanistan’dır. 1992’de Konstantin Miçotakis’in muhafazakar partisi Makedonya sorunu etrafında milliyetçiliği körükledi. İşçilerin özelleştirmelere karşı direnmelerinden dolayı başka bir çıkış yolu bulamayan Miçotakis eski Yugoslavya’nın bir parçası olan Makedonya’nın tarihsel olarak Yunan olduğunu iddia etti. Bütün medya “Makedonya Yunan’dır” propaganda aygıtını çalıştırmaya başladı. Histeri öylesi boyutlara vardı ki bu slogan kibrit kutularına ve kuruyemiş paketlerine bile basıldı. Hükümet 1992’nin baharında Makedonya’nın Yunanistan’a dahil edilmesi talebiyle Selanik’te 600 bin kişinin katıldığı bir gösteri örgütledi. Nüfusu 10 milyon olan Yunanistan açısından bu rakam, Ankara’da 4 milyon kişinin gösteri yapmasına denk düşer. Yılın sonlarına doğru yine aynı büyüklükte bir gösteri başkent Atina’da yapıldı. Bu büyüklükteki gösteriler milliyetçi histerinin boyutunu gösteriyor. Böylesi bir ortamda askeri cuntadan bu yana faşist Şafak ve Altın Haç örgütleri ilk kez sola karşı şiddet uygulamaya başladılar. Solun büyük bir kısmı milliyetçiliğe taviz verdi. İnsanların çelişkili fikirler taşıdığını ve milliyetçi fikirlerin pratikte yenilgiye uğratılabileceğini görmediler. Çelişkili fikirler neydi? Atina’da yapılan milliyetçi gösteride lise öğrencileri “Makedonya Yunan’dır-Eğitim Bakanlığı üzerindeki baskılara hayır” dövizleri taşıyorlardı. Bu dövizler öğrencilerin beyinlerindeki çelişkili fikirlere işaret ediyor. Gösteriden iki hafta sonra da öğrenciler beş hafta sürecek olan okul işgalleri başlattılar. İşgallerin ortak sloganı “Silahlara değil, eğitime bütçe” idi. Aynı dönemde Atina otobüs sürücüleri özelleştirmeye karşı mücadele ediyorlardı. Bütün otobüs hatları Temmuz 1992’de özelleştirilmiş 9 bin sürücü işten atılmıştı. Eylül 1992’de otobüs sürücüleri Atina’dan Selanik’e doğru harekete geçtiler. Amaçları Miçotakis’in Selanik’teki bir mitingini sekteye uğratmaktı. Sendika yöneticileri “Selanik’in Makedonya’nın başkenti olduğunu” bu nedenle “milli menfaatlerin” gözetilmesi gerektiğini söyleyerek otobüs sürücülerini eylemlerinden vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak otobüs sürücüleri sendika liderlerini dinlemeden yürüyüşe geçtiler ve polisle çatışa çatışa Selanik’in 30 kilometre yakınına kadar ulaştılar. Sosyalistlerin tutumu Sosyalist Devrim Örgütü (OSE) ise milliyetçiliğe karşı net ve sert bir tutum aldı. “Milliyetçi gösterilere katılma!” bildirileriyle işyeri ve okullarda çalışma yaptı. Milliyetçilikle çok somut bir şekilde tartıştı. Bu bildirileri dağıtan öğrenciler okuldan atıldıklarında ise savunma kampanyası örgütlediler. Düşünce özgürlüğünün savunulması için mücadele ettiler. Öğretmen ve öğrencilerin demokratik haklardan yana tutum almaları için tartıştılar. Bu sayede bir dizi milliyetçi fikir taşıyan öğretmen ve öğrencileri kampanyaya kazandılar. Atılan öğrenciler bu kampanya sonucu okullarına geri döndüler. Açık politik mücadele OSE Yunanistan’da Makedonyalı azınlığın ezildiğini ve Makedonya’nın tarihsel olarak Yunan olmadığını tartışan bir broşür çıkardı. OSE’nın dört üyesi bu broşürden dolayı “bölücülük” suçlamasıyla yargılandı. OSE bu davaya karşı işyerleri ve sendikalarda geniş bir kampanya başlattı. Milliyetçiliğe tekrar tekrar saldırdılar. 13 bin sendikacıdan OSE üyelerine karşı davanın düşürülmesi için imza topladılar. Davanın görüldüğü gün, mahkemenin önünde grevdeki otobüs sürücülerinden binlercesi OSE üyelerinin serbest bırakılması için gösteri yaptılar. Sendikalar Konfederasyonu Genel Sekreteri ise OSE üyeleri lehine tanıklık yaptı. Bu güçlü dayanışma karşısında mahkeme OSE üyelerini beraat ettirmek zorunda kaldı. Bu dönemde bölücülükle suçlanan sadece OSE üyeleri değildi. Ancak OSE sınıfın içinde doğrudan ve açık bir şekilde dayanışma örgütlediği için başarıya ulaştı. 1992’nin Aralık ayında OSE’nın yayın organının manşeti “Milliyetçiliğe Hayır” diyordu. Ülke milliyetçi gösterilerle çalkanmasına rağmen OSE’nin gazetesi satış rekorları kırdı. Milliyetçiliğe karşı çok net ve sert bir tutum alması OSE’yi milliyetçi fikirlerin etkisi altındaki işçilerden soyutlamadı. Tam tersine bu fikirlere karşı mücadele ettiği ve sınıf çıkarlarını öne çıkardığı için işçi sınıfının içinde kök saldı. Karşı karşıya olduğumuz histeri ve gerçekler Bugün Türk devletinin, medyanın körüklediği milliyetçi bir histeriyle karşı karşıyayız. Devletin kendi verdiği rakamlara bir göz atalım: 15 yıldır süren Kirli Savaş’ta ölen 30 bin 46 kişinin 21 bin 41’i güvenlik kuvetlerince öldürülen PKK gerillası. Devlet şimdi bu savaşın maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Her yıl 7 milyar dolar harcanıyor. Bu maliyeti ise bizler cebimizden ödüyoruz. Medyanın hiç yer vermediği gerçekler de var. PKK Eylül ayında ateşkes ilan etmişti. Yılardır Güneydoğu’da devlet zoruyla 3 bin köy boşaltıldı, 3 milyon kişi göç etmek zorunda kaldı. Bu verilen politik argümandır. İtalya’ya ve Kürtlere karşı kamçılanan histeri MHP’ye, Ülkü Ocakları’na, BBP’ye, kısacası faşistlere yarıyor. Faşist çeteler bu histeri ortamından yararlanarak saldırılarını artırdılar. Apo’nun Suriye’de, İtalya’da ya da Kuzey Kutbu’nda olması önemli değil. Asıl mesele “Kürt Sorunu”nun askeri değil ancak siyasi yollardan çözülebileceğidir. Boşaltılan 3 bin köyün sakinleri bugün Diyarbakır, Adana ve bir dizi başka kentte yoksulluk içinde yaşıyorlar. “Kirli Savaş” devam ettiği müddetçe de böyle olacaktır. Eğer siyasi çözüm isteniyorsa hükümet HADEP üyeleriyle görüşmek zorundadır. Onları dövüp hapse atarak sorun çözülemez. Körüklenen milliyetçi histeri karşısında solda bulunan herkesin bunları tekrar tekrar anlatması gerekiyor. “Kendi sınıf çıkarlarımız için mücadeleyi sürdürmeliyiz” şiarı ile milliyetçilik sorununun üzerinden atlayarak ilerleyemeyiz. Bugün milliyetçiliğe karşı durmadan sınıf mücadelesi vermek mümkün değildir. İşçi sınıfının bağımsız çıkarlarını savunmak istiyorsak milliyetçiliğe karşı mücadeleyi kazanmak zorundayız.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 11; Aralık 1998

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön