Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Marksist Gelenek ve Yurtseverlik

IMF paketine karşı mücadeleler sırasında sık sık "tam bağımsız Türkiye", "IMF defol bu memleket bizim" gibi sloganlar duyarız. Bizi yoksulluk ve işsizliğe sürükleyen IMF programına karşı Türkiye'yi savunmak oldukça doğal görünür. Fakat bu program herkesi aynı ölçüde etkilemiyor. Bir kişilik yemek faturasının 100 milyon olduğu İstanbul'daki restoranlar hala tıka basa dolular., Sabancı, Koç, Karamehmet, Eczacıbaşı, Şahenk gibi Türkiyeli patronları IMF paketinin arkasındalar. Ülkelerde yaşayan insanların çıkarları aynı değil. Uluslar sosyal sınıflardan oluşuyorlar. IMF paketi doğrudan Türkiye'ye değil, fakat Türkiye işçi ve köylülerine karşı. Eğer paket işçilerin yaşam standardını düşürür, işsizler ordusunu büyütür, tarımda daha yoğun kapitalist ilişkilerin hakim olmasını sağlarsa Türkiyeli patronların yararınadır. Ancak hâlâ solun büyük kısmı, IMF paketini "Türkiye'nin bütününe yönelik bir saldırı" olarak görüyor. Bu, bizim mücadelemiz için bir handikap. Gelenek Yurtseverlik, Marksist geleneğe yabancıdır. Büyük devrimcilerin yaşamları bile bunu gösterir. Marks ve Engels, politik faaliyetlerinin neredeyse tamamını İngiltere'de sürdüren, fikirlerinin ilhamını İngiliz ve Fransız işçi sınıfından alan Almanlardı. Rosa Luxemburg, politik faaliyetlerinin çoğunu Almanya'da sürdürmüş Polonyalı bir Yahudiydi. Lenin, son nefesine kadar Rus milliyetçiliğine kararlı bir şekilde karşı çıktı. Lenin için "Büyük Rus" sözcüğü bile politik bir küfürdü. Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'yu yazdığında dünya zaten büyük ve küçük uluslara bölünmüştü. Zaten bazı ulusların diğerlerine istediklerini dayatabildiği ilişkiler mevcuttu. Fakat hâlâ Komünist Manifesto, "Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz" ile biter. Burada da, yurtseverliğe yer yok. 1914 Ağustos Dünya sosyalist hareketi, 1914'te en büyük sınavından geçti. Sosyalistler yıllarca, "işçiler savaşta kendi patronlarını desteklememeli" diyorlardı. Yurtsever değillerdi. Ancak Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya'daki sosyalistlerin çoğunluğu savaşta "kendi" tarafını destekledi. Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknect ve Troçki'yi içeren bir avuç devrimci, savaşa ve yurtseverliğe karşı durdu. Bu bir avuç insan, savaşın sonunda patlak veren devrimci dalganın liderleri olabildiler. Yurtseverliğe karşı durmak, işçi devriminin anahtarıdır. Bolşeviklerin Rusya devrimine liderliğindeki başarısının anahtarı, onların milliyetçiliğe karşı kararlı duruşudur. İşçilerin iktidarının inşası Bolşeviklerin savaşı sonlandıracakları sözüne bağlı idi. Bunu yapmak tarihteki en az yurtsever anlaşmalardan birisi olan Brest Litovks anlaşmasını imzaladılar. Anlaşma, Rus topraklarının dörtte birini ve Rusya nüfusunun % 44'ünü yaklaşık 66 milyon insanı Almanya'ya bırakıyordu. Rus devriminin ve Rus işçi sınıfının çıkarı, Rusya'nın çıkarından önce geliyordu. Avrupa çapında devrimci hareket inşa etmenin anahtarı savaşa ve milliyetçiliğe karşı çıkmaktı. Ulusal Bağımsızlık Hareketleri Rus devriminden sonraki dönemde devrimci Marksistler bir sorunla karşı karşıya kaldılar. Sömürgecilere karşı kolonilerdeki ulusal devrimlerle ilgili ne yapmak lazım? İngiltere dünya nüfusunun üçte birini kontrol ediyordu. Fransa, Hollanda, Belçika büyük imparatorluklara sahipti. Haziran 1920'de Komünist Enternasyonal'in ikinci kongresinde bu sorun tartışıldı. Bu tartışmanın sonunda ortaya çıkan kararda devrimcilerin geri kalmış ülkelerdeki anti-sömürgeci hareketlere yönelik tutumu oldukça açık bir şekilde ortaya kondu: "Geri ülkelerdeki burjuva-demokratik kurtuluş hareketlerine komünist bir içerik atfetmeye yönelik girişimlere karşı kararlı bir mücadele verilmesine ihtiyaç var. Komünist Enternasyonal, geri ve sömürge ülkelerdeki burjuva-demokratik ulusal hareketleri, ancak bu ülkelerdeki yalnızca ismi itibarıyla değil niteliği itibarıyla da komünist olacak gelecekteki proletarya partilerinin unsurlarının biraraya getirilmesi, kendi özel görevleri konusunda -yani, kendi ülkelerindeki burjuva-demokratik hareketlere karşı da savaşma görevi- eğitilmeleri koşuluyla desteklemelidir." Aynı zamanda emperyalist ülkelerdeki devrimcilerin "kendi" yönetici sınıfı tarafından baskı uygulanan ülkelerdeki ulusal bağımsızlık hareketlerini destekleme görevi olduğunda ısrar edildi. Lenin'in Son Mücadelesi Lenin'in hayatındaki son büyük politik mücadele Rus yurtseverliğine karşı mücadeledir. Bu kavga Rus yönetimini Gürcülere dayatmak isteyen Stalin'e karşıdır. (Stalin ironik bir şekilde Gürcü kökenlidir. Bizde de Kürt kökenli Türk milliyetçileri var.) Lenin "bu Büyük Rus milliyetçi kampanyasının politik sorumluluğu, hiç kuşkusuz Stalin'in ve Dzerzinski'nin omuzlarına yüklenmelidir" diye yazar ve "biz kendimiz ... ezilen uluslara karşı emperyalist bir tavır içine giriyoruz, böylece kendi ilkesel içtenliğimizin, emperyalizme karşı mücadelenin savunulması temel ilkemizin altını kendi ellerimizle oyuyoruz!" diye ekler. Lenin Stalin'in milliyetçiliği nedeniyle onunla bütün kişisel ilişkisini kesti. Rusya geri kalmış ve etrafı aktif olarak işçi hükümetini düşürmeye çalışan düşmanlarla çevrili bir ülkedir. Fakat Lenin için hala Rus milliyetçiliği en büyük düşman ve Rus yurtseverliği bir küfürdür. Stalin'in yurtseverlik hastalığı: Çin Lenin'e gelen son inme Stalin'e karşı devam ettiği mücadelesinde onu durdurdu. Stalin işçi sınıfı karşıtı diktatörlüğü Rusya'da pekiştirdi ve "tek ülkede sosyalizm" teorisiyle birlikte yurtseverliği saygı duyulan bir şey yapmak için temel yaratıldı. Yurtsever mücadelede büyük test Çin'di. Çin, yabancı güçler özellikle İngiltere ve Japonya tarafından yönetilen bir yarı sömürgeydi. Orada Çin burjuvazisizi, Komintag, tarafından yönetilen milliyetçi yurtsever bir hareket vardı. Ayrıca güçlü bir işçi hareketi ve fakir köylülerin zaman zaman patlayan isyanları vardı. Mayıs 1925'de anti-emperyalist öfke Çin işçi ve köylülerinin içine kadar yayıldığında Stalin, Çin komünistlerinin Komintag'a katılmasının ve iyi birer yurtsever olmasının gerektiğine karar verdi. Mao Tse Tung, Komintag'ın gazete editörü oldu ve kendisinden beklenen Komintag'ın liderliğini eleştirmemesi kararına uydu. Fakat Çin patronları işçilerden emperyalistlerden bile fazla korkuyor ve nefret ediyorlardı. 12 Nisan 1927'de Komintag devrime saldırdı ve Shanghai sokaklarında on binlerce işçi ve komünistin kafasını uçurdu. Stalin Çin komünistlerinin Komintern politikalarının tersini uygulamasını sağladı, "ulusal hareketi kızıla boyadı." Yurtseverlik Çin komünistleri için bir hastalıktı. Türkiye Kimler dostumuz, kimler düşmanınımız? Sabancı'yı ya da Amerika'da Seattle'da yürüyen bir çelik işçisini seçin. Çelik işçisi bizimle aynı sistemle savaşıyor. Sabancı bu sistemden kazanç sağlıyor. "Bağımsız Türkiye" sloganı kimleri birleştiriyor? Dünya pazarında daha fazla hareket gücü ve özgürlüğü isteyen Sabancı ile bizi birleştiriyor. Türkiye yönetici sınıfının bağımsızlığı bir Amerikalı, Meksikalı ya da Arjantinli işçiyi ilgilendirmiyor. "Bu memleket bizim" sloganı 1923'de çoğunun büyükbaba ve büyükannesi bu topraklardan sınır dışı edilmiş ve şimdi özelleştirmeye karşı mücadele eden Yunanlı işçilerle ve Türkiyeli işçileri nasıl birleştirir? Türkiye ve emperyalizm Türkiye birbirine bağlı bir dünyada herhangi bir ülkenin olabileceği kadar bağımsız bir ülke. Orta büyüklükte gücü, devasa silah bütçesi var. Türkiye yönetici sınıfı dişlerini ve gücünü gösteriyor, ancak açıkça Amerika, Avrupa gibi daha büyük güçlerle bu güç üzerinde anlaşmak zorunda. Türkiye güç ilişkilerinden oluşan emperyalist ağın bir parçasıdır. Yakın geçmişte Türkiye iki komşu ülkeye, (Irak ve Kıbrıs) askeri müdahalede bulundu, Azerbaycan'da bir askeri darbeye maddi destek verdi. Suriye'yi askeri olarak ve suyunu kesmekle tehdit etti. Bu hareketlerin hiçbiri büyük güçleri memnun etmiyor. Kıbrıs'a saldırması Amerika'nın silah boykotuna ve sınırlı bir ekonomik ambargosuna neden oldu. Bunlar alt-emperyalist Türkiye'nin bağımsız hareketleridir. Türk egemen sınıfı, etrafındaki ülkelere egemen olarak, kendi çıkarlarını ilerletmenin yolunu arıyor. Türkiye yönetici sınıfı ile dünya emperyalist sistemi arasındaki ilişki iki yönlü. Bu nedenle "bağımsız Türkiye" sözü Türkiyeli işçiler için bir slogan olarak hiçbir anlam ifade etmiyor. 1974'de Yunanistan albayları Kıbrıs'ta bir darbe yaptırdı ve anti-komünist bir diktatör olan Samson'u başa getirdi. Türk yönetici sınıfı bu durumu Kuzeyde bir işgal ve kukla bir rejim kurmak için bahane olarak kullandı. Bu rejim şimdi aynı IMF reçetelerini Kuzey Kıbrıs'ta dayatıyor. Kıbrıslılar Türkiye'nin askeri müdahalesinden hiçbir şey kazanmadı. Acıklı bir şekilde yurtsever solcular Yunanistan ve Türkiye'de kendi egemen sınıflarını destekleyip onları yeterince milliyetçi olmamakla bile suçladılar. İki taraf da diğerinin "NATO ajanı" olduğunu söyledi. Türkiye ve Yunanistan'da milliyetçilik kartı yalnızca sağa fayda sağlıyor. Milliyetçilik ve ırkçılık Irkçılık tohumu en iyi girişimleri bile zehirleyebilir. Emek platformunun alternatif programı kaçak yabancı işçi çalıştırılmasının engellenmesini çağırıyor. Bu Romanyalı Moldavyalı vb yabancıların sınır dışı edilmesi anlamına geliyor sadece. Biz çalışma izninin, sendika hakkının ve hepimizi koruyan asgari ücretin her çalışan için otomatik garantisini istemeliyiz. Küresel Alternatif IMF programını dayatmak için gelen bürokratlar tamamen yabancıyken ve okula başladığımız günden beri bize milliyetçilik aşılanırken, IMF’ye karşı çıkışın milliyetçi renklere sahip olması şaşırtıcı değil. Fakat kazanmak istiyorsak şunu görmek zorundayız; dünyada IMF programlarına karşı çıkanların "çoğunluğu" yabancılarken, bize bu IMF programını dayatanların "çoğunluğu" Türk'tür. Bizim dostlarımız Amerikalı çelik işçileri, Arjantinli araba işçileri, Meksikalı köylülerdir; Türk işadamları, yöneticiler değil. Birtakım politik oluşumlar IMF'ye karşı ulusalcı bir muhalefet sağlama iddiasıyla ortaya çıkıyorlar. Eğer onlar toplumda zemin kazanırlarsa bizim direnişimizin etkisi zayıflayacaktır. Bu milliyetçiler sürekli dünya kapitalist sistemiyle Türk kapitalistlerinin çıkarlarını uzlaştırmaya çalışıyorlar. Onların Türk işçilerinin çıkarlarını savunmasına bel bağlanamaz. Seattle'ın ruhu yerel olarak ifade edilen küresel direnişin ruhudur. Bu nedenle, kazanmak istiyorsak her yerde milliyetçiliğe ve yurtseverliğe karşı tartışmak zorundayız. "IMF Türkiye'den defol", yerine "IMF kapatılsın", "Bu memleket bizim" yerine "bu dünya bizim", "Bağımsız Türkiye" yerine “İşçi iktidarı”..

Antikapitalist; Sayı 8; Temmuz 2001

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön