|
Yurtseverliği
bu yurdun sahiplerine bırakalım
Mersin’de Kürt çocukların Türk bayrağını yere vurmalarıyla başlayan
tartışma, solun Türkiye’de son yıllarda neden yeterince etkili olamadığını
anlamak isteyenlere çok değerli veriler sunuyor.
Öncelikle bazı sosyalist partilerin konu hakkındaki açıklamalarına göz
atalım.
ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu’nun yaptığı yazılı açıklamanın ikinci
cümlesi:
“Ne bayrağa dönük bu saldırı ne de bu saldırıyı bahane ederek milliyetçi
ve otoriter güçlerin çatışmayı teşvik edici davranışları kabul edilemez.”
(ÖDP’nin web sitesinden alınmıştır.)
EMEP Antep İl Yöneticisi Mecit Bozkurt’un yaptığı yazılı açıklamanın ilk
cümlesi:
“Mersin’de Türk bayrağına yönelik saldırıyı kınıyoruz.” (Emeğin Partisi
web sitesinden alınmıştır.)
TKP’nin Türkiye çapında oluşturmaya çalıştığı Yurtsever Cephe’nin 15 maddelik
açıklamasının 2,3,4 ve 5. maddelerinin ilk cümleleri:
“Bayrağa saygısızlık kabul edilemez.” (TKP’nin web sitesinden alınmıştır.)
Çok net biçimde görüldüğü gibi Kürt çocuklarının Türk bayrağını yere vurmaları,
Türkiye sosyalist solunun en görünür ve büyük güçleri tarafından “kabul
edilemez” bir davranış olarak tanımlanmakta ve kınanmaktadır.
Kapitalist sistemi açıkça savunan, burjuva ideolojisinin savunuculuğunu
yapan bazı akademisyen ve köşe yazarları bile çocukların bayrağa yönelik
davranışının Kürt sorununun çözümünün ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini
anlatırken sosyalistlerin lafa “kabul edilemez”, “kınıyoruz” diye başlaması
Türkiye sosyalist solundaki milliyetçiliğin ne denli derin ve kapsamlı
olduğunu acı bir şekilde göstermektedir.
Bu milliyetçiliğin binbir dereden su getirerek “yurtseverlik” adıyla sunulması
ise sorunu daha da ağırlaştırıyor.
Her şeyden önce bayrağın neyi temsil ettiği konusunda net olmak gerekiyor.
TKP’nin Yurtsever Cephe’sinin açıklamasında bayrağın neyi temsil ettiği
konusunda oldukça doğru tespitler var. Yurtsever Cephe bayrağın, “halklar
arasında düşmanlık yayacak biçimde”, “mücadele edenlere karşı bir silah
olarak” kullanıldığını, “bütün ezilenlere karşı bir saldırı aracı”, “Kürtlere
karşı inkar politikalarına malzeme” olduğunu ve 12 Eylül döneminde “yüz
binlerce devrimciye karşı bir işkence aracı” olarak kullanıldığını söylüyor.
Doğru.
Sayfalarca uzatılabilecek bu gerçekleri bilen sosyalistler öyleyse neden
Türk bayrağına sahip çıkmayı görev sayıyor? Neden kapitalist devleti ve
onun egemen sınıfını temsil eden bayrağa karşı “saygısızlığı kabul edilemez”
bulup kınıyorlar?
EMEP Antep İl Yöneticisi Mecit Bozkurt’un açıklaması, sorunun nereden
kaynaklandığını ortaya koyuyor:
“Günlerdir üzerinden fırtınalar kopartılan bayrak, bu ülkenin emperyalistlere
karşı bağımsızlığını ve onurunu ifade eder...”
Yurtsever Cephe de benzer gerekçeler sunarken “Türkiye'de solcuların ülkemizin
bayrağıyla hiçbir sorunu yoktur” diyor.
Oysa bayrak, ülkeyi temsil eder. Her ülke ise farklı sınıflara bölünmüştür.
Her ülkenin önder bir sınıfı vardır. Ülkenin sahibi bu egemen sınıftır.
Çünkü ülkeyi yöneten, kontrol eden o sınıftır. Bugünün dünyasında bütün
ülkelerde egemen sınıf burjuvazidir. Bu nedenle Marks’ın 157 yıl önce
söylediği şey hala doğrudur: “İşçilerin vatanı yoktur.” İşçiler bir vatana
(yada solun bazı kesimlerinin tercih ettiği sözcükle ‘yurt’a) sahip değillerdir.
Vatanın sahibi burjuvazidir.
Bayrak da burjuvazinin devletini, onun egemen olduğu, yönettiği vatanı
temsil eder. Uluslararası rekabette egemenlik alanlarının çizgileridir
ülke sınırları. Yaratılan “ulus”, “vatan” vb kavramlar, işçiler ve kapitalistlerin
ortak çıkarları olduğu yanılsamasını yaratarak, işçileri kendi patronlarının
çıkarları uğruna savaşlara sürüklemek, sömürüyü kabul etmelerini sağlamak
amacıyla kullanılan en önemli fikirsel araçlardır. Bu nedenle kapitalist
bir ülkede o ülkenin bayrağına saygısızlık sosyalistleri rahatsız etmez.
Aksine böylesi bir davranış, bayrağın temsil ettiği burjuva değerlere,
kapitalist sistemin sonuçlarına olan öfkeyi gösterir.
Türkiye sosyalist solunun bayrak konusundaki tutumu en azından bu temel
gerçeklere sırt çevirmek anlamına geliyor. Sosyalistlerin böyle davranmasının
arka planında, milliyetçiliğin yanı sıra yanlış bir tespit yatıyor. Sosyalistlerin
büyük çoğunluğu Türkiye egemen sınıfının bir “kukla” olduğu fikrine sahiptir.
Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge olduğu, emperyalistlerin boyunduruğu
altında yaşadığımız ve bu nedenle tam bağımsızlık savaşımı vermek zorunda
olduğumuz, solda yaygınca kabul gören bir yaklaşımdır.
Oysa Türkiye yönetici sınıfının emperyalist dünya sistemi içinde hatırı
sayılır bir yeri vardır. Kendi sermaye birikimi ve silahlı gücü ölçüsünde
emperyalist piramitteki yerini yukarılara taşımaya çalışmaktadır. Bölgesindeki
en önemli güçlerden biridir. Ve kapitalist sistem içinde ne kadar bağımsız
olunabilecekse neredeyse o kadar bağımsızdır. Ekonomik alandaki zayıflığını
hızlı sermaye birikimi ve devasa ordusu aracılığıyla kapatmaya çalışan
Türkiye yönetici sınıfı bölgede kilit öneme sahip bir konumdadır. Türkiye
ne Filistin, ne Afganistan, ne de Irak durumundadır. Türkiye burjuvazisi
ve yönetici sınıfı, Irak ve Afganistan’daki kukla yönetimler değildir.
Filistin devletinin yöneticileri gibi de devletler hiyerarşisinin en altında
yer almamaktadır.
Türk bayrağı Türkiye’nin yönetici sınıfı tarafından Osmanlı’dan devralınmıştır.
Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem yönetici sınıfı ile Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk dönem yönetici sınıfı arasında (resmi ideolojinin
masallarını bir kenara bırakırsak) ciddi bir devamlılık vardır. Bayraktaki
devamlılığa da şaşmamak gerek. Bayrak 1908 burjuva devriminden bu yana
Türk yönetici sınıfının kapitalist çıkarlarının sembolüdür.
Bu nedenle Türkiye yönetici sınıfı, TKP’nin Yurtsever Cephe’sinin önerdiği
gibi “ABD ve AB bayraklarını” değil, kendi bayrağını kullanır. Çünkü o
bayrağın dalgalanması, kendi kârları, rekabet güçleri, egemenlik alanları
açısından çok önemlidir.
Nazım Hikmet’in 28 Temmuz 1962’de yazdığı “Vatan Haini” adlı şiirinin
son bölümüyle bitirelim:
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben
yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nazım, o dönem Türkiyesi için vatanı çok iyi tarif etmiş ve o günden
bugüne özde değişen bir şey yok!
Bu nedenle sosyalistler yurtseverliği yurdun gerçek sahiplerine, burjuvaziye
bırakıp, “proletaryanın ulusun önder sınıfı haline gelmesi” için çalışmalıdırlar.
Proletaryanın “ulusun önder sınıfı” olması ise birleşmeden ve arkasına
bütün ezilenleri toplamadan mümkün değildir. Birliğin ve ezilenleri proletaryanın
arkasına çekmenin olmazsa olmaz koşulu ise egemenlere karşı ezilenleri
ve isyanlarını savunmaktır. “Üzerinde fırtınalar kopartılan bayrak” olayında
sosyalistlerin tutumu tartışmasız bir biçimde Kürt çocuklarını savunmak
olmalıdır; bayrağı değil!
MERAKLISINA TÜRKÇE SÖZLÜK
Politik arenada sıkça duyduğumuz “bayrak”, “ülke”, “memleket”, “yurt”,
“yurtsever”, “ulus”, “ulusal”, “ulusçu”, “millet”, “milli”, “milliyetçi”
gibi bazı kavramların toplumun büyük çoğunluğunca nasıl tanımlandığı,
anlamlandırıldığı önemlidir.
Bir sözcük yada kavramın toplumun büyük çoğunluğunca kabul edilen anlamını
yok sayamayız. Genel kabul gören kavramları “biz onu kastetmiyoruz” diyerek
kullanmak teorik bir tartışmada sorun yaratmasa da politikada - hele ki
tartışma egemen medya tarafından gündem edilmişse - ciddi sonuçlar yaratabilir.
Bu nedenle Türkiye politik yaşamında sıkça kullanılan bazı kavramların
sözlükteki karşılıklarını hatırlatmakta fayda görüyoruz. (Kaynak: Türk
Dil Kurumu Türkçe Sözlük Genişletilmiş 7. Baskı.) (Vurgular bize aittir.)
BAYRAK: Bir ulusun, belli bir topluluğun yada bir örgütün simgesi olarak
kullanılan, renk ve biçimle özelleştirilmiş, genellikle dikdörtgen biçiminde
kumaş.
MİLLET: Ulus
ULUS: Derebeylik düzeninin yıkılışı ve anamalcı düzenin oluşumu döneminde
ortaya çıkan, toprak, ekonomik yaşam, dil, ruhsal yapı ve kültürel özellikler
yönünden ortaklık gösteren, tarihsel olarak oluşmuş, en geniş insan topluluğu,
millet.
MİLLİ: Ulusal
ULUSAL: Ulusa değin, ulusa özgü, milli.
ULUSAL BİLİNÇ: Ulusun bir parçası ve ona bağlı olma bilgisiyle oluşan
bilinç.
MİLLİYETÇİ: Ulusçu
ULUSÇU: Ulusçuluk ilkesini benimseyen, milliyetçi
MİLLİYETÇİLİK: Ulusçuluk
ULUSÇULUK: 1. Kendi ulusuna özgü şeyleri üstün tutma, milliyetçilik, nasyonalizm.
2. Yabancı baskısı ve sömürüsünden kurtulmayı, kendi ulusunu sevip onu
yüceltmeyi amaçlamaktan, kendi ırkını bütün başka ırklara üstün görüp
onları egemenliği altına almayı istemeye dek varabilen öğretinin genel
adı, milliyetçilik, nasyonalizm.
ÜLKE: 1. Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların tümü, diyar,
memleket. 2. Devlet.
MEMLEKET: 1. Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların tümü,
ülke 2. Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, yurt.
VATAN: Yurt
YURT: 1. Bir halkın üzerinde yaşadığı, ekinini oluşturduğu toprak parçası.
2. insanın doğup büyüdüğü, yaşadığı yer.
YURTSEVER: Yurdunu, ulusunu büyük bir tutku ile seven, bu uğurda her türlü
özveriye katlanan kimse (vatanperver)
Marksist gelenekte vatan, yurtseverlik ve vatan hainliği
Türkiye solunda neredeyse her dönem hakim olan “ulusalcılık” ve “yurtseverlik”
vurgusu son dönemde şiddetini artırdı.
Burjuva ideolojisinin en önemli kavramları olan “ulusalcılık” ve “yurtseverlik”
ile Marksizm arasında hiçbir ilişki yoktur.
Marks ve Engels’in 1848’de yazdıkları Komünist Parti Manifestosu’nda burjuvazinin
yarattığı vatan ve ulus kavramları açıkça reddedilir. “Proleterler ve
Komünistler” başlıklı ikinci bölümde, her ülke proletaryasının sınıflara
bölünmüş ulusun önder sınıfı haline gelmesi, devrim yapması gerekliliği
ortaya koyulur: (Komünist Parti Manifestosu, Marks, Engels, Sol Yayınları)
“Komünistler, ayrıca, vatan ve milliyeti kaldırmayı istemekle de suçlanıyorlar.
İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız.
Proletarya, her şeyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı
durumuna gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduğuna göre, kendisi,
bu ölçüde, ulusaldır, ama sözcüğün burjuva anlamında değil.
…
Kişinin bir başkası tarafından sömürülmesine son verildiği ölçüde, bir
ulusun bir başkası tarafından sömürülmesine de son verilmiş olacaktır.
Ulus içindeki sınıflar arası karşıtlığın kalkması ölçüsünde bir ulusun
bir başkasına düşmanlığı da son bulacaktır.”
Marks ve Engels’e göre vatan (=yurt) denilen şeyin sahibi işçiler değillerdir.
157 yıl önce yapılan bu tespit hala çok doğru. Bugün de vatan denilen
şey bizlere ait değil. Bu vatanın hiçbir şeyi üzerinde işçi sınıfının
en ufak bir kontrolü, yetkisi, söz hakkı yok! Dolayısıyla bugünün komünistlerinin
de görevi, işçilerin sahip olmadıkları bu vatanı sevmek ve korumak olamaz.
Vatan, toplumun önder sınıfının sahip olduğu, kontrol ettiği bir şeydir,
o vatanın sınırları içinde onların borusu öter; onların ekonomik ve siyasi
egemenlikleri vardır. Ve kapitalist toplumlarda ulusun önder sınıfı burjuvazidir;
işçi sınıfı değil!
Ölümünden 4-5 yıl önce, “bildiğim tek şey var, o da Marksist olmadığım”
diyen Marks, kendi yazdıklarından olmadık sonuçlar çıkaranlardan şikayet
ediyordu. Onun bu konuda söylediklerini doğru anlayan Lenin ve Rosa Lüksemburg
gibi gerçek Marksistler sayesinde yurtseverlik, vatanseverlik, ulusçuluk
gibi yaklaşımların Marksizmle ilgisi olmadığını bir kez daha çok net kavradık.
Milyonlarca işçinin cephelerde ölümüne neden olan 1. Dünya Savaşı, Marksist
gelenek için bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Marksist olduğunu söyleyen
yurtseverler ile Bolşeviklerin yolları ayrıldı. Lenin ve Lüksemburg gibi
devrimcilerin bile uzun yıllar boyu örnek alıp, saygı duyduğu Kautsky
gibi sosyalist liderler dünya savaşının keskinleştirdiği politik ortamda
yurtsever olmayı tercih etmişlerdi. Lenin dehşete düştüğü bu ihanet karşısında
“Enternasyonalizm Nedir” başlığı altında şöyle yazıyor: (Lenin, Proleter
Devrim ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yayınları)
“Almanya’da Kautskiciler … şöyle düşünüyorlar: Sosyalizm ulusların eşitlik
ve özgürlüğünü, kendi yazgılarını kendilerinin belirlemelerini içerir;
öyleyse, ülkeniz saldırıya uğradığı zaman, sosyalistlerin yurdu savunma
hak ve görevleri vardır. Ama bu düşünce biçimi, teorik bakımdan, sosyalizme
açık bir hakaret yada hileli bir oyundur…”
“…bu düşünme biçiminde, işçinin sermayeye karşı devrimci sınıf savaşımı,
savaşın dünya burjuvazisi ile dünya proletaryası açısından bütünlüğü içinde
değerlendirilmesi yitip gidiyor, yani enternasyonalizm yitip gidiyor ve
çelimsiz, utangaç bir milliyetçilikten başka bir şey kalmıyor.”
“Bütün küçük-burjuvalar … ‘düşman ülkeme girmiş, gerisi beni ilgilendirmez’
diye düşünürler.
Sosyalist, devrimci proleter, enternasyonalist başka türlü düşünür. Bir
savaşın (gerici yada devrimci) niteliği, kimin saldırdığını yada ‘düşman’ın
hangi ülkede bulunduğunu bilme sorununa değil, ama şuna bağlıdır: Bu savaşı
hangi sınıf yönetiyor, hangi siyasanın uzantısıdır? Eğer savaş gerici,
emperyalist bir savaşsa, yani gerici, sömürücü, baskıcı, emperyalist dünya
burjuvazisi tarafından yönetiliyorsa, tüm burjuvazi (hatta küçük bir ülkenin
burjuvazisi bile) bu soygunun suç ortağı durumuna gelir, ve benim ödevim,
devrimci proletarya temsilcisinin ödevi de, dünya insan kırımı iğrençliklerine
karşı tek kurtuluş yolu olan dünya proleter devrimini hazırlamaktır. Benim
‘kendi’ ülkem açısından değil (çünkü emperyalist burjuvazinin elinde bir
oyuncak olduğunu anlamayan bir alığın, milliyetçi bir küçük-burjuvanın
düşüncesi olur bu), ama dünya proleter devriminin hazırlanmasına, propagandasına,
devrime yanaşma çalışmalarına katılım açısından düşünmem gerekir.
Enternasyonalizm işte budur, enternasyonalistin, devrimci işçinin, gerçek
sosyalistin görevi işte budur.”
Rosa ve Lenin bu fikirleri savundukları için kendi ülkelerinde düşman
ajanı ve vatan haini ilan edildiler. Ne Rosa Lüksemburg ne de Lenin vatan
haini diye damgalanmaktan rahatsız olup, “hayır asıl yurtsever biziz”
anlamına gelebilecek herhangi bir savunma yapmadılar. Çünkü onlar kendi
ülke burjuvazilerinin bozguna uğramasını istiyorlardı! Yani gerçekten
de sözcüğün tam ve doğru anlamıyla vatan hainiydiler!
Antikapitalist; Sayı 32; Mayıs
2005
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|