|
EMEK BARIŞ
VE DEMOKRASİ İÇİN
SOL İTTİFAKI GÜÇLENDİRELİM
Sağ tehdit
Yoksulluk, işsizlik, işini kaybetme endişesi, ağır çalışma koşulları,
düşük ücretler, adaletsizlik, eğitim ve sağlığın gittikçe daha zor elde
edilebilen hizmetler haline dönüşmesi, muhalif ses ve kimliklere yönelik
baskılar ve yükselen savaş olasılığı toplumun büyük çoğunluğunu öfkelendiriyor.
Bu öfke nedeniyle radikalleşenlerin büyük kısmı ne yazık ki sola doğru
değil, sağa doğru kayıyor. Son 10 yılda merkez sağın altını boşaltarak
büyüyen faşist hareket (MHP, BBP) ve İslami hareket (AKP, SP) gücünü artırmaya
devam ediyor. Merkez solun ihaneti Merkez soldaki büyük partiler (CHP,
DSP) ise genel olarak toplam oylarını korusalar da sağ politikalara teslim
oldular. Bu sağa kayış ile merkez sol partiler, sermayenin açık temsilcileri
olan merkez sağ partiler (DYP, ANAP) gibi davranmaya başladılar. IMF,
özelleştirme, yoksullaştırma programları, savaş çığırtkanlığı, Kürt kimliğinin
inkarı üzerinden şekillenen politikaların uygulayıcısı olan merkez sol
partiler, 28 Şubat müdahalesi sonrası, yoksulların ve orta sınıfların
öfkesini devlete karşı örgütleyerek güç toplayan İslami harekete karşı
açıkça generallerle birlikte, devletin yanında yer aldılar. Can alıcı
dönüm noktalarında ezilenler ve emekçilerden yana değil de sermayeden,
devletten yana tutum alan merkez sol liderlerin bu ihanetleri şu ana noktalarda
somutlaştı: 1) Kürt milletvekillerinin TBMM'den cezaevine gönderilmesine
destek olmakla başlayıp, Kürt bölgelerindeki katliamların ortağı haline
geldiler. 2) Yoksullaştırma politikalarının, özelleştirmelerin, IMF reçetelerinin
savunucusu ve uygulayıcısı oldular. 3) Generallerle saf tutarak adaletsizliğe,
yoksulluğa karşı öfkeyi mevcut yönetici sınıfa karşı örgütleyen İslami
harekete saldırının en militan parçası olarak davrandılar. Emekçilerin
daha sağda kalan kısmını harekete geçirmek için gerekli gücü oluşturan
merkez solun tabanı, ne yazık ki bu üç alanda egemen sınıfın fikirlerine
ikna oldu. Sınıf hareketinin motor gücünde milliyetçi, laik cepheci ve
neo-liberal fikirlerin hakim olması, egemen sınıfın hareket alanını genişletirken
işçi sınıfı hareketinin fikirsel, politik ve örgütsel bölünmüşlüğünü derinleştirdi.
Solun en büyük kısmını oluşturan bu kesim, son on yıla damgasını vuran
dönüm noktalarında muhalif hareketler karşısında devleti ve mevcut sistemi
savunur duruma düştüler. Böylece sol ile mevcut sisteme karşı mücadele
edenler arasındaki ilişki büyük yara aldı. Solun solundaki boşluk Merkez
solun tabanının büyük bölümü egemen sınıfın milliyetçi, neo-liberal ve
laik cepheci saldırılarını desteklese de, küçük de olsa bir kesim bu saldırılara
direnmeye çalıştı. Ne yazık ki merkez solun tabanından daha sola doğru
kaymaya açık olan bu kesimi kucaklayıp birleştirebilen bir alternatif
yaratılamadı. Bu kesim için bir dönem ciddi bir umut ışığı olan ÖDP, merkez
sol liderliğinin ihanetine alternatif olabilecek fikirsel, politik ve
örgütsel donanıma sahip değildi. Ekonomik ve fikirsel krizin derinleştiği,
merkez solun hayal kırıklığı yarattığı koşullarda yönetici sınıfa karşı
mücadele odağı olmak yerine, merkez solun yarattığı boşluğu merkeze doğru
kayarak doldurma çabası ÖDP'yi alternatif olmaktan uzaklaştırdı. Kürt
sorunu, İslami hareket, Avrupa Birliği, F tipi gibi konularda devlet ile
muhalefet arasında sıkışan ÖDP, mücadele etmek isteyenler için politik
bir alternatif olmaktan çıktı. Sosyalist solun diğer kesimi de bu sağa
kayıştan etkilendi. Tarihsel olarak "bağımsızlıkçı-ulusalcı"
olan sosyalist sol, Kürt sorunu konusunda milliyetçilik ve kuyrukçuluk
arasında yalpaladı. Yine tarihsel olarak "yukarıdancı-darbeci"
bir geleneğe sahip olan sosyalist sol, 28 Şubat generallerinin "gericilikle"
mücadelesinde onlarla saf tutarak mevcut sistemi savunur duruma düştü,
en azından tutumsuz kaldı. Solda fikirsel bunalım ve sıkışmışlık Toplumda
genel olarak kabul gören milliyetçi ve laik cepheci fikirler işçi sınıfı
içindeki bölünmüşlüğü derinleştirdi. Bu fikirsel bölünmüşlük nedeniyle
mücadelenin her yükselişe geçtiği dönemde hareket sekteye uğradı. Körfez
Savaşı nedeniyle 1991 madenci grevi, 28 Şubat nedeniyle 1997 Temiz Toplum
eylemleri, cezaevi operasyonları nedeniyle2000'nin sonundaki kamu çalışanları
eylemleri neredeyse bir anda çözüldü. Sosyalist solun büyük bölümü ise
ne yazık ki bu dönüm noktalarında doğru tutum almadı, hatta bazıları egemen
sınıfın yarattığı rüzgarı arkasına alarak büyümeye çalışan gruplara dönüştüler.
İP'nin milliyetçiliği, TKP'nin ise laik cepheciliği bu durumun çarpıcı
örnekleridir. Egemen sınıfın bu iki temel konudaki söyleminden en azından
birini ana hatlarıyla tekrar eden, ya da tutumsuz kalan sosyalist sol,
ciddi bir fikirsel bunalıma girdi. Kapitalizmin krizinin derinleşmesi,
merkez sağ ve sol partilerin toplumdaki inandırıcılığını hızla yitirmesine
neden oldu. Sağa doğru radikalleştiren faşist ve islami hareketler büyürken
sola doğru radikalleştirmeye çalışan sosyalist sol, esas olarak bu fikirsel
kriz nedeniyle sıkıştı. Solun solunu güçlendirelim Solun solundaki bu
boşluk merkez sol tabanın büyük bölümünün sağ fikirleri benimsemesini
kolaylaştırdı. Merkez solun daha solunda kalan, ama gerçek bir alternatif
göremeyen kesim ise moral bozukluğu içinde hareketsizleşti. Ecevit'ten,
Baykal'dan hiçbir umudu olmayan bu kesim, CHP ve DSP'nin sağcılaşmasından
midesi bulansa da yükselen aşırı sağa karşı, merkez soldaki partileri
desteklemek zorunda hissediyor. Oysa yoksullaştırma, savaş, inkar, baskı
politikalarını uygulamaya devam edecek olan merkez sol, sisteme olan öfkeyi
artıracaktır. Ve eğer solun solunu kucaklayan bir alternatif yaratılamazsa
bu öfkenin kendisini politik olarak ifade edebileceği yer ne yazık ki
aşırı sağ olmaya devam edecektir. Bu nedenle, ekonomik krizin bedelini
büyük kitlelere ödetmek üzere iktidar talep eden, çöken merkez sağın işlevini
yerine getirmeye soyunan merkez sola destek vermek aşırı sağın yükselişini
durdurmayacak, aksine sağa kayış karşısında umutsuzluk ve güvensizliği
artıracaktır. Sol İttifak Kürt hareketi ve Türk sosyalist solunun bir
kısmı arasında DEHAP çatısı altında, "Emek, Barış, Demokrasi"
ekseninde kurulan birliktelik, tam olarak arzu edilen genişliğe ulaşmamış
olsa da, solun solunda bir alternatif yaratma fırsatı sunuyor. Sol ittifakın
beklentilerin altında bir genişlikte olmasının en temel nedeni, ortak
talepler etrafında birlikte mücadele etme fikir ve pratiğinin bu görüşmeler
öncesindeki süreç içinde çok zayıf olmasıdır. Bu zayıflık üzerinden gerçekleştirilen
ittifak görüşmeleri, ne yazık ki liste pazarlığına dönüşmüş, "Emek,
Barış, Demokrasi" talepleri etrafında güç birliği oluşturmak ikinci
plana itilmiştir. Sonuçta Sol İttifak, liste pazarlığını değil de birlikte
mücadele etmeyi öne çıkaran gruplarla sınırlı kalmıştır. Çıkış yolu Bugün
şiddetle ihtiyacımız olan ve seçimlerden sonra da aynı şiddette ihtiyacımız
olmaya devam edecek olan, "Emek, Barış ve Demokrasi" talepleri
etrafında güçlerimizi birleştiren işler yapan bir birliktir. Ancak böylesi
bir birlik, çözümsüzlük içinde gönülsüzce merkez sol partilere oy verenleri
mücadeleye ve daha sola çekecek, umut ve güven kaynağı olacaktır. Emekçi
ve ezilenlerin mücadelelerini birleştirip yönetici sınıfı sıkıştırabilecek
böylesi bir alternatifin yaratılmasının kısa bir yolu ise ne yazık ki
yok. Aşırı sağın yükselişini durdurmak, yoksullaştırma, savaş, inkar,
baskı politikalarını püskürtmek isteyenlerin tek çaresi, bu politikaların
sonuçlarına olan öfkeyi birleştirecek mücadelelerin örgütçüsü olmaktır.
Ancak böylesi mücadeleler büyük kitlelerin ihtiyacı olan umut ve güveni
artırabilir. Ancak böylesi mücadeleler sola doğru çekim yaratıp gerçek
bir sol alternatifin oluşmasına olanak sağlar. Solun solunda neo-liberalizme
ve onun doğrudan sonucu olan savaş politikalarına, milliyetçiliğe ve ırkçılığa
karşı duran, Kürt sorununda Kürt halkının haklı taleplerini kucaklayan,
generallerin laik cephesi yerine emek cephesi hattını savunan bir alternatife
ihtiyacımız var. Sadece sosyalistleri değil, CHP'den midesi bulanan ve
daha solda bir arayış içindekileri kucaklayacak bir "Emek, Barış,
Demokrasi" birliğini örmek zorundayız. 4-5 yılda bir gerçekleştirilen
"5 dakikalık seçim demokrasisi"nin sorunları çözmeyeceğini biliyoruz.
Aşırı sağın yükselişini, yoksullaştırma programlarını, Kürtlerin inkarı
politikalarını, savaşı durduracak olan işyerlerimizde, okullarımızda,
sokaklardaki kitlesel mücadelelerdir. DEHAP çatısı altındaki Sol İttifak,
ancak alanlardaki mücadelemizle hayat bulup anlam kazanabilir. Bu birliği,
seçim sandığı birliğinden öteye taşıyarak, gerçek bir mücadele birliğine
dönüştürmeliyiz. Bu oluşumu, ezilen Kürt halkı ve Türk sosyalist solunun
bir bölümü arasındaki dayanışmadan öteye taşımalı, ezilenlerin kürsüsü
olan sol bir ittifaka dönüştürmeyi hedeflemeliyiz. Kürt hareketi liderliğinin
sağa kaydığını görerek, demokrasi ve barış ihtiyacını en yakıcı şekilde
hisseden Kürt halkına sırtına dönen hiçbir güç, ihtiyacımız olan sol alternatifi
yaratamaz. DEHAP çatısı altında oluşan güç birliğine destek verirken,
işçi sınıfının uluslararası bağımsız çıkarlarını temel alan, ezilenlerin
militan savunucusu, sosyalist bir alternatif inşa edelim!
Bir Not
1980 kuşağı gençliği “apolitik” olmakla suçlayanlar yanılıyorlar. Gençlik,
12 Eylül ve Özal dönemine karşı mücadelenin yükseldiği 1980’lerin sonlarında
yeniden siyaset sahnesinde kendini göstermişti. Öğrenci dernekleri kurma
mücadelesiyle başlayan gençlik hareketlenmesi, harç zammına karşı mücadele
sırasında doruğa ulaşmıştı. Sosyalist solda Stalinizmin çöküşünün yarattığı
çözülmeye karşın, solcu gençler 1990’ların ortalarına kadar kendilerini
solun solundaki örgütler etrafında ifade ettiler. Ancak toplumsal muhalefetin
neo-liberal, milliyetçi ve laik cepheci fikirler nedeniyle hız kesmesiyle
gençlik hareketi de geri çekildi. Bu dönemde başta ÖDP olmak üzere solun
solundaki örgütler ne yazık ki yönetici sınıfın fikirsel ve fiziksel saldırısı
karşısında bu gençlerin ihtiyacı olan fikirsel ve örgütsel çıkış yolunu
oluşturamadı. Bu nedenle radikalleşen gençlerin bir kısmı maceracılığa
yönelirken, büyük kısmı sosyalist gruplardan uzaklaştı. 1980 kuşağı gençliği
“apolitik” olmakla suçlayarak bu tarihi görmezden gelmek ve gençliği neo-liberal,
ulusalcı, laik cepheci fikirlere teslim etmek doğru değildir. Bugün, kendisini
“demokrasi, barış ve adalet”ten yana gören gençleri daha iyi bir dünya
mücadelesine katmadan soldaki sıkışmışlığı aşmak mümkün değildir. Çoğunluğu
neo-liberalizmi, ulusalcılığı ve laik cepheciliği benimseyen bu gençleri
sola çekmek için var gücümüzle çaba harcamalıyız. Bunun için, solda duran
gençlerle birlikte çalışabileceğimiz kampanyalar örmek, bu kampanyalar
aracılığıyla diyalog kurduğumuz arkadaşlarımızın fikirlerini ciddiye almak
ve onlarla sabırla tartışmak gerekiyor. Üniversitelerimizde yapacağımız
“DEHAP’a OY” kampanyaları bu tartışmaları yapmakta önemli bir olanak sunuyor.
ÖDP
Birliğin daha geniş olamasını sağlayacak güç ÖDP idi. Ancak ÖDP, “emek/meslek
örgütlerinin içinde olmadığı bir ittifak solu temsil edemez” gerekçesiyle
ittifak içinde yer almadı. Ne var ki DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin parçası
olduğu bir ittifak da oluşturmayan ÖDP, seçimlerde kendisine oy istiyor.
Biz, Kürt hareketinin temsilcisi HADEP'le birlikte olmamak için binbir
bahane üreterek, hiçbir kitlesel gücü olmayan ama 3 milletvekili ve 1
trilyon TL'ye yakın devlet yardımı getiren Sema Pişkinsüt'ün TDP'sini
tercih eden ÖDP’ye oy yok diyoruz.
Her daim boykotçular
Sosyalizm mücadelesi veren militanların bir kısmının Sol İttifak dışında
kalmasının bir başka nedeni ise boykot anlayışı. Her koşulda seçimi boykotu
savunan bu anlayışın toplumsal mücadele gerçeklerinden bu denli uzak kalmaları
üzücü. Lenin, 26 Haziran 1907'de, "Boykot ilan etmek için temel şartın",
"Devrimin gerçekten bir tırmanma döneminde olup olmadığıdır"
der. Sistem ve kurumlarının (özellikle de parlamentonun) toplumun gözündeki
yeri ne denli aşağıda olursa olsun, kitleler buna alternatif bir gücü
kendinde hissetmediği sürece boykot taktiği yanlıştır. Bu koşullardaki
bir seçim boykotu, sosyalistleri kitlelerden biraz daha izole etmek ve
aşırı sağın yükselişine seyirci kalmak dışında bir sonuç doğurmaz.
TKP’nin tutumu
İttifak konusuna başından beri olumsuz yaklaşan TKP ise, birliği ancak
kendi bayrağı ve programı etrafında olunca anlamlı ve mümkün gören geleneksel
sekter anlayışın tipik örneği olmaya devam etti. KESK'in 17 Ağustos Ankara
eylemine gelmeyi de, 1 Eylül'de gerçekleştirilen savaş karşıtı ortak mitinge
katılmayı da redderek parti binası önünde kendi "devrimci" eylemini
yapmayı meziyet sayacak kadar ileri giden TKP, "Emek, Barış, Demokrasi"
talepleri etrafında birlik yaratmak yerine kendi programını dayatıyor.
Bu talepler etrafındaki mücadelenin yükselmesini değil, kendi "öncü"
partilerinin büyümesini öncelik olarak görüyor. Bu anlayış, devrimci bir
programı gerçekçi bulmayan ya da başka bir devrimci program benimseyenler
ile söz konusu "öncü"lerin ortak talepler etrafında güçlerini
birleştirmesini engelliyor. TKP'de billurlaşan bu sekterlik, ne yazık
ki farklı düzeylerde olsa da soldaki grupların çoğunda var. Zaten sayısı
çok az olan sosyalist militanlar, grup çıkarlarını genelin çıkarlarının
önüne koyan bu anlayış nedeniyle, toplumu sola çekebilecek bir mücadele
alternatifi örülmesindeki önemli işlevi yerine getiremiyorlar.
Antikapitalist; Sayı 19; Ekim
2002
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|