Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


EMEK BARIŞ VE DEMOKRASİ İÇİN
SOL İTTİFAKI GÜÇLENDİRELİM

Sağ tehdit
Yoksulluk, işsizlik, işini kaybetme endişesi, ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, adaletsizlik, eğitim ve sağlığın gittikçe daha zor elde edilebilen hizmetler haline dönüşmesi, muhalif ses ve kimliklere yönelik baskılar ve yükselen savaş olasılığı toplumun büyük çoğunluğunu öfkelendiriyor. Bu öfke nedeniyle radikalleşenlerin büyük kısmı ne yazık ki sola doğru değil, sağa doğru kayıyor. Son 10 yılda merkez sağın altını boşaltarak büyüyen faşist hareket (MHP, BBP) ve İslami hareket (AKP, SP) gücünü artırmaya devam ediyor. Merkez solun ihaneti Merkez soldaki büyük partiler (CHP, DSP) ise genel olarak toplam oylarını korusalar da sağ politikalara teslim oldular. Bu sağa kayış ile merkez sol partiler, sermayenin açık temsilcileri olan merkez sağ partiler (DYP, ANAP) gibi davranmaya başladılar. IMF, özelleştirme, yoksullaştırma programları, savaş çığırtkanlığı, Kürt kimliğinin inkarı üzerinden şekillenen politikaların uygulayıcısı olan merkez sol partiler, 28 Şubat müdahalesi sonrası, yoksulların ve orta sınıfların öfkesini devlete karşı örgütleyerek güç toplayan İslami harekete karşı açıkça generallerle birlikte, devletin yanında yer aldılar. Can alıcı dönüm noktalarında ezilenler ve emekçilerden yana değil de sermayeden, devletten yana tutum alan merkez sol liderlerin bu ihanetleri şu ana noktalarda somutlaştı: 1) Kürt milletvekillerinin TBMM'den cezaevine gönderilmesine destek olmakla başlayıp, Kürt bölgelerindeki katliamların ortağı haline geldiler. 2) Yoksullaştırma politikalarının, özelleştirmelerin, IMF reçetelerinin savunucusu ve uygulayıcısı oldular. 3) Generallerle saf tutarak adaletsizliğe, yoksulluğa karşı öfkeyi mevcut yönetici sınıfa karşı örgütleyen İslami harekete saldırının en militan parçası olarak davrandılar. Emekçilerin daha sağda kalan kısmını harekete geçirmek için gerekli gücü oluşturan merkez solun tabanı, ne yazık ki bu üç alanda egemen sınıfın fikirlerine ikna oldu. Sınıf hareketinin motor gücünde milliyetçi, laik cepheci ve neo-liberal fikirlerin hakim olması, egemen sınıfın hareket alanını genişletirken işçi sınıfı hareketinin fikirsel, politik ve örgütsel bölünmüşlüğünü derinleştirdi. Solun en büyük kısmını oluşturan bu kesim, son on yıla damgasını vuran dönüm noktalarında muhalif hareketler karşısında devleti ve mevcut sistemi savunur duruma düştüler. Böylece sol ile mevcut sisteme karşı mücadele edenler arasındaki ilişki büyük yara aldı. Solun solundaki boşluk Merkez solun tabanının büyük bölümü egemen sınıfın milliyetçi, neo-liberal ve laik cepheci saldırılarını desteklese de, küçük de olsa bir kesim bu saldırılara direnmeye çalıştı. Ne yazık ki merkez solun tabanından daha sola doğru kaymaya açık olan bu kesimi kucaklayıp birleştirebilen bir alternatif yaratılamadı. Bu kesim için bir dönem ciddi bir umut ışığı olan ÖDP, merkez sol liderliğinin ihanetine alternatif olabilecek fikirsel, politik ve örgütsel donanıma sahip değildi. Ekonomik ve fikirsel krizin derinleştiği, merkez solun hayal kırıklığı yarattığı koşullarda yönetici sınıfa karşı mücadele odağı olmak yerine, merkez solun yarattığı boşluğu merkeze doğru kayarak doldurma çabası ÖDP'yi alternatif olmaktan uzaklaştırdı. Kürt sorunu, İslami hareket, Avrupa Birliği, F tipi gibi konularda devlet ile muhalefet arasında sıkışan ÖDP, mücadele etmek isteyenler için politik bir alternatif olmaktan çıktı. Sosyalist solun diğer kesimi de bu sağa kayıştan etkilendi. Tarihsel olarak "bağımsızlıkçı-ulusalcı" olan sosyalist sol, Kürt sorunu konusunda milliyetçilik ve kuyrukçuluk arasında yalpaladı. Yine tarihsel olarak "yukarıdancı-darbeci" bir geleneğe sahip olan sosyalist sol, 28 Şubat generallerinin "gericilikle" mücadelesinde onlarla saf tutarak mevcut sistemi savunur duruma düştü, en azından tutumsuz kaldı. Solda fikirsel bunalım ve sıkışmışlık Toplumda genel olarak kabul gören milliyetçi ve laik cepheci fikirler işçi sınıfı içindeki bölünmüşlüğü derinleştirdi. Bu fikirsel bölünmüşlük nedeniyle mücadelenin her yükselişe geçtiği dönemde hareket sekteye uğradı. Körfez Savaşı nedeniyle 1991 madenci grevi, 28 Şubat nedeniyle 1997 Temiz Toplum eylemleri, cezaevi operasyonları nedeniyle2000'nin sonundaki kamu çalışanları eylemleri neredeyse bir anda çözüldü. Sosyalist solun büyük bölümü ise ne yazık ki bu dönüm noktalarında doğru tutum almadı, hatta bazıları egemen sınıfın yarattığı rüzgarı arkasına alarak büyümeye çalışan gruplara dönüştüler. İP'nin milliyetçiliği, TKP'nin ise laik cepheciliği bu durumun çarpıcı örnekleridir. Egemen sınıfın bu iki temel konudaki söyleminden en azından birini ana hatlarıyla tekrar eden, ya da tutumsuz kalan sosyalist sol, ciddi bir fikirsel bunalıma girdi. Kapitalizmin krizinin derinleşmesi, merkez sağ ve sol partilerin toplumdaki inandırıcılığını hızla yitirmesine neden oldu. Sağa doğru radikalleştiren faşist ve islami hareketler büyürken sola doğru radikalleştirmeye çalışan sosyalist sol, esas olarak bu fikirsel kriz nedeniyle sıkıştı. Solun solunu güçlendirelim Solun solundaki bu boşluk merkez sol tabanın büyük bölümünün sağ fikirleri benimsemesini kolaylaştırdı. Merkez solun daha solunda kalan, ama gerçek bir alternatif göremeyen kesim ise moral bozukluğu içinde hareketsizleşti. Ecevit'ten, Baykal'dan hiçbir umudu olmayan bu kesim, CHP ve DSP'nin sağcılaşmasından midesi bulansa da yükselen aşırı sağa karşı, merkez soldaki partileri desteklemek zorunda hissediyor. Oysa yoksullaştırma, savaş, inkar, baskı politikalarını uygulamaya devam edecek olan merkez sol, sisteme olan öfkeyi artıracaktır. Ve eğer solun solunu kucaklayan bir alternatif yaratılamazsa bu öfkenin kendisini politik olarak ifade edebileceği yer ne yazık ki aşırı sağ olmaya devam edecektir. Bu nedenle, ekonomik krizin bedelini büyük kitlelere ödetmek üzere iktidar talep eden, çöken merkez sağın işlevini yerine getirmeye soyunan merkez sola destek vermek aşırı sağın yükselişini durdurmayacak, aksine sağa kayış karşısında umutsuzluk ve güvensizliği artıracaktır. Sol İttifak Kürt hareketi ve Türk sosyalist solunun bir kısmı arasında DEHAP çatısı altında, "Emek, Barış, Demokrasi" ekseninde kurulan birliktelik, tam olarak arzu edilen genişliğe ulaşmamış olsa da, solun solunda bir alternatif yaratma fırsatı sunuyor. Sol ittifakın beklentilerin altında bir genişlikte olmasının en temel nedeni, ortak talepler etrafında birlikte mücadele etme fikir ve pratiğinin bu görüşmeler öncesindeki süreç içinde çok zayıf olmasıdır. Bu zayıflık üzerinden gerçekleştirilen ittifak görüşmeleri, ne yazık ki liste pazarlığına dönüşmüş, "Emek, Barış, Demokrasi" talepleri etrafında güç birliği oluşturmak ikinci plana itilmiştir. Sonuçta Sol İttifak, liste pazarlığını değil de birlikte mücadele etmeyi öne çıkaran gruplarla sınırlı kalmıştır. Çıkış yolu Bugün şiddetle ihtiyacımız olan ve seçimlerden sonra da aynı şiddette ihtiyacımız olmaya devam edecek olan, "Emek, Barış ve Demokrasi" talepleri etrafında güçlerimizi birleştiren işler yapan bir birliktir. Ancak böylesi bir birlik, çözümsüzlük içinde gönülsüzce merkez sol partilere oy verenleri mücadeleye ve daha sola çekecek, umut ve güven kaynağı olacaktır. Emekçi ve ezilenlerin mücadelelerini birleştirip yönetici sınıfı sıkıştırabilecek böylesi bir alternatifin yaratılmasının kısa bir yolu ise ne yazık ki yok. Aşırı sağın yükselişini durdurmak, yoksullaştırma, savaş, inkar, baskı politikalarını püskürtmek isteyenlerin tek çaresi, bu politikaların sonuçlarına olan öfkeyi birleştirecek mücadelelerin örgütçüsü olmaktır. Ancak böylesi mücadeleler büyük kitlelerin ihtiyacı olan umut ve güveni artırabilir. Ancak böylesi mücadeleler sola doğru çekim yaratıp gerçek bir sol alternatifin oluşmasına olanak sağlar. Solun solunda neo-liberalizme ve onun doğrudan sonucu olan savaş politikalarına, milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı duran, Kürt sorununda Kürt halkının haklı taleplerini kucaklayan, generallerin laik cephesi yerine emek cephesi hattını savunan bir alternatife ihtiyacımız var. Sadece sosyalistleri değil, CHP'den midesi bulanan ve daha solda bir arayış içindekileri kucaklayacak bir "Emek, Barış, Demokrasi" birliğini örmek zorundayız. 4-5 yılda bir gerçekleştirilen "5 dakikalık seçim demokrasisi"nin sorunları çözmeyeceğini biliyoruz. Aşırı sağın yükselişini, yoksullaştırma programlarını, Kürtlerin inkarı politikalarını, savaşı durduracak olan işyerlerimizde, okullarımızda, sokaklardaki kitlesel mücadelelerdir. DEHAP çatısı altındaki Sol İttifak, ancak alanlardaki mücadelemizle hayat bulup anlam kazanabilir. Bu birliği, seçim sandığı birliğinden öteye taşıyarak, gerçek bir mücadele birliğine dönüştürmeliyiz. Bu oluşumu, ezilen Kürt halkı ve Türk sosyalist solunun bir bölümü arasındaki dayanışmadan öteye taşımalı, ezilenlerin kürsüsü olan sol bir ittifaka dönüştürmeyi hedeflemeliyiz. Kürt hareketi liderliğinin sağa kaydığını görerek, demokrasi ve barış ihtiyacını en yakıcı şekilde hisseden Kürt halkına sırtına dönen hiçbir güç, ihtiyacımız olan sol alternatifi yaratamaz. DEHAP çatısı altında oluşan güç birliğine destek verirken, işçi sınıfının uluslararası bağımsız çıkarlarını temel alan, ezilenlerin militan savunucusu, sosyalist bir alternatif inşa edelim!

Bir Not
1980 kuşağı gençliği “apolitik” olmakla suçlayanlar yanılıyorlar. Gençlik, 12 Eylül ve Özal dönemine karşı mücadelenin yükseldiği 1980’lerin sonlarında yeniden siyaset sahnesinde kendini göstermişti. Öğrenci dernekleri kurma mücadelesiyle başlayan gençlik hareketlenmesi, harç zammına karşı mücadele sırasında doruğa ulaşmıştı. Sosyalist solda Stalinizmin çöküşünün yarattığı çözülmeye karşın, solcu gençler 1990’ların ortalarına kadar kendilerini solun solundaki örgütler etrafında ifade ettiler. Ancak toplumsal muhalefetin neo-liberal, milliyetçi ve laik cepheci fikirler nedeniyle hız kesmesiyle gençlik hareketi de geri çekildi. Bu dönemde başta ÖDP olmak üzere solun solundaki örgütler ne yazık ki yönetici sınıfın fikirsel ve fiziksel saldırısı karşısında bu gençlerin ihtiyacı olan fikirsel ve örgütsel çıkış yolunu oluşturamadı. Bu nedenle radikalleşen gençlerin bir kısmı maceracılığa yönelirken, büyük kısmı sosyalist gruplardan uzaklaştı. 1980 kuşağı gençliği “apolitik” olmakla suçlayarak bu tarihi görmezden gelmek ve gençliği neo-liberal, ulusalcı, laik cepheci fikirlere teslim etmek doğru değildir. Bugün, kendisini “demokrasi, barış ve adalet”ten yana gören gençleri daha iyi bir dünya mücadelesine katmadan soldaki sıkışmışlığı aşmak mümkün değildir. Çoğunluğu neo-liberalizmi, ulusalcılığı ve laik cepheciliği benimseyen bu gençleri sola çekmek için var gücümüzle çaba harcamalıyız. Bunun için, solda duran gençlerle birlikte çalışabileceğimiz kampanyalar örmek, bu kampanyalar aracılığıyla diyalog kurduğumuz arkadaşlarımızın fikirlerini ciddiye almak ve onlarla sabırla tartışmak gerekiyor. Üniversitelerimizde yapacağımız “DEHAP’a OY” kampanyaları bu tartışmaları yapmakta önemli bir olanak sunuyor.

ÖDP
Birliğin daha geniş olamasını sağlayacak güç ÖDP idi. Ancak ÖDP, “emek/meslek örgütlerinin içinde olmadığı bir ittifak solu temsil edemez” gerekçesiyle ittifak içinde yer almadı. Ne var ki DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin parçası olduğu bir ittifak da oluşturmayan ÖDP, seçimlerde kendisine oy istiyor. Biz, Kürt hareketinin temsilcisi HADEP'le birlikte olmamak için binbir bahane üreterek, hiçbir kitlesel gücü olmayan ama 3 milletvekili ve 1 trilyon TL'ye yakın devlet yardımı getiren Sema Pişkinsüt'ün TDP'sini tercih eden ÖDP’ye oy yok diyoruz.

Her daim boykotçular
Sosyalizm mücadelesi veren militanların bir kısmının Sol İttifak dışında kalmasının bir başka nedeni ise boykot anlayışı. Her koşulda seçimi boykotu savunan bu anlayışın toplumsal mücadele gerçeklerinden bu denli uzak kalmaları üzücü. Lenin, 26 Haziran 1907'de, "Boykot ilan etmek için temel şartın", "Devrimin gerçekten bir tırmanma döneminde olup olmadığıdır" der. Sistem ve kurumlarının (özellikle de parlamentonun) toplumun gözündeki yeri ne denli aşağıda olursa olsun, kitleler buna alternatif bir gücü kendinde hissetmediği sürece boykot taktiği yanlıştır. Bu koşullardaki bir seçim boykotu, sosyalistleri kitlelerden biraz daha izole etmek ve aşırı sağın yükselişine seyirci kalmak dışında bir sonuç doğurmaz.

TKP’nin tutumu
İttifak konusuna başından beri olumsuz yaklaşan TKP ise, birliği ancak kendi bayrağı ve programı etrafında olunca anlamlı ve mümkün gören geleneksel sekter anlayışın tipik örneği olmaya devam etti. KESK'in 17 Ağustos Ankara eylemine gelmeyi de, 1 Eylül'de gerçekleştirilen savaş karşıtı ortak mitinge katılmayı da redderek parti binası önünde kendi "devrimci" eylemini yapmayı meziyet sayacak kadar ileri giden TKP, "Emek, Barış, Demokrasi" talepleri etrafında birlik yaratmak yerine kendi programını dayatıyor. Bu talepler etrafındaki mücadelenin yükselmesini değil, kendi "öncü" partilerinin büyümesini öncelik olarak görüyor. Bu anlayış, devrimci bir programı gerçekçi bulmayan ya da başka bir devrimci program benimseyenler ile söz konusu "öncü"lerin ortak talepler etrafında güçlerini birleştirmesini engelliyor. TKP'de billurlaşan bu sekterlik, ne yazık ki farklı düzeylerde olsa da soldaki grupların çoğunda var. Zaten sayısı çok az olan sosyalist militanlar, grup çıkarlarını genelin çıkarlarının önüne koyan bu anlayış nedeniyle, toplumu sola çekebilecek bir mücadele alternatifi örülmesindeki önemli işlevi yerine getiremiyorlar.

Antikapitalist; Sayı 19; Ekim 2002

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön