|
HADEP VE
SOL İTTİFAK
Kendisini merkez solun solunda görenlerin bir bölümü, DEHAP çatısı altında
kurulan güç birliğini desteklemeyi reddediyor. Oluşan ittifakın "sol"
olmadığı yönündeki eleştirilerde, Kürt hareketi liderliğinin Saadet Partisi
ile ittifak arayışı, Avrupa Birliği, savaş ve neo-liberalizm konularındaki
tutumları örnek gösteriliyor. Bu eleştirileri yapanların daha sol, daha
radikal bir alternatif istediklerinden şüphe yok. Bu eleştiriler haklı
olmasına karşın, merkez solun solunda gerçek bir alternatif yaratmak isteyenler
açısından bu güç birliğinin dışında kalmak doğru değildir. Kürt hareketi
liderliğinin Türkiye ve Avrupa yönetici sınıflarından beklentileri, HADEP'in
ANAP ve Saadet Partisi ile ittifak görüşmeleri, parti Genel Başkanı Bozlak'ın
Irak'a saldırı ve özelleştirme konularında gazete ve televizyonlara yansıyan
demeçlerini eleştirmemek, Kürt hareketinin tabanının bu fikirlere ikna
edilmesine göz yummak mümkün değil. Ancak Kürt hareketinin neden bu durumda
olduğunu anlamadan ve Türk sosyalist solunun bu noktaya gelinmesindeki
sorumluluğunu görmeden bu eleştiriler yolumuzu aydınlatmayacaktır.
Kızıl Gömlek Saplantısı
Sosyalist solda egemen olan yanlış anlayışlardan birisi, ulusal hareketlere
"kızıl gömlek" giydirmektir. Ulusal hareketin devlet karşısında
desteklenip desteklenmeyeceğini, "ulusal hareketin liderliğinin sosyalist
olup olmadığına" bağlayan bu anlayış Marksist değildir. SSCB'yi bir
uluslar hapishanesine çeviren Stalinizmin ulusal hareketlere yaklaşımını
referans alan Türk sosyalist solunun büyük bölümü, ne yazık ki bu anlayışı
benimsiyor. Marksistler açısından, ulusal hareketlerin liderlikleri sosyalist,
hatta solcu bile olmak zorunda değildir. Ezilen ulusların başkaldırı hareketleri,
doğaları gereği, ezen devlete ve dolayısıyla genel olarak emperyalist
sistemin verili durumuna karşı bir duruşa sahiptirler. Bu durum, hareketin
liderliğinin siyasi eğiliminden bağımsız bir gerçekliktir. Marksistlerin
ezilen ulusların kurtuluş mücadelelerini ezen ulusun devletine karşı koşulsuz
(ama eleştirel olarak) desteklemelerinin temel nedeni de budur. Ulusların
kendi kaderini tayin hakkının tutarlı savunucusu olan Marksistler için,
ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalist bir liderliğe sahip olup olmaması,
koşulsuz desteğin bir kriteri olamaz. Çeçenistan'daki ulusal hareketin
liderliği İslamcıdır ama bu durum onun Rus emperyalizmine karşı bölgedeki
dengeleri ezilenler lehine sarstığı gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Filistin'deki
Hamas örgütü İslamcıdır ama Filistin ulusal hareketine ihanet eden FKÖ'nün
alternatifi haline gelerek ulusal hareketin bayrağını taşımaktadır.
Sınıfsal Değil Ulusal
Ulusal hareketler, yine doğaları gereği, dünya devletler sistemi içerisinde
bir yer edinme, bir ulus devlet yaratma mücadelesi verirler. Hareketi
birleştiren kimlik, sınıf kimliği değil; ulus kimliğidir. Bu nedenle ulusal
hareketler farklı sosyal sınıfların güç ve fikirlerini içinde barındırır.
Bu durum ulusal hareketlerin duruşlarına yansır. Ulusal hareketler, bu
özellikleri nedeniyle sınıflar mücadelesindeki güçler dengesine bağlı
olarak işçi sınıfının enternasyonalist ya da burjuvazinin ulusçu fikirleri
arasında gidip gelirler. İşçi hareketlerinin güçlendiği dönemlerde yüzlerini
sola, işçi sınıfına dönerler. Aksi durumlarda ise baktıkları yer burjuvazidir.
Bu nedenle, bir dönem sosyalist söyleme sahip bir ulusal hareket, esas
amacına ulaşmak için bu söylemi bırakıp daha sağ bir çizgiye rahatça kayabilir.
Ya da daha sağ bir politik söylemle yürüyen bir ulusal hareket, yükselen
bir işçi sınıfı hareketiyle birlikte sosyalist söyleme ağırlık verebilir.
Bu anlaşılır değişimler, Marksistlerin konuya yaklaşımını değiştirmez.
Marksistler, ezilen ulusların kurtuluş mücadelelerini koşulsuz desteklerken,
kalıcı ve gerçek çözümün işçi iktidarlarıyla elde edilebileceği yönündeki
fikirlerini hiçbir zaman saklamazlar, ezilen ulusun sosyalistlerine kendi
burjuvazisinden bağımsız olarak işçi sınıfının en genel çıkarlarını savunan
bir hareket yaratmaları için destek verirler. Ulusal Hareketlerin
Sınırlılığı
Günümüz dünyasındaki ulusal hareketlerin gücü, ezen devletlerin gücü karşısında
kıyaslanamayacak kadar küçüktür. Bu durum hem askeri, hem ekonomik, hem
de fikirsel olarak geçerlidir. Dolayısıyla ulusal hareketlerin amacına
ulaşması, bu dengenin değişmesinden bağımsız olamaz. Büyük bir ekonomik
kriz ve/veya savaş ortamı bu dengelerin değişmesi için büyük fırsatlar
yaratır. Bu dengeleri değiştirebilecek ve sosyalistlerin müdahale edebileceği
alan kitlesel mücadelelerdir. Yönetici sınıflar arasındaki çatışmalar
da fırsatlar yaratır; ancak demokrasi ve özgürlük yolunda atılacak gerçek
adımlar için esas dinamik toplumsal mücadelelerdir. Bölge petrol kaynaklarının
yeniden dağıtımı nedeniyle yaşanan emperyalistler arası çatışmanın Filistinlilere
arzu ettikleri özgürlüğü vermesini beklemek gerçekçi değildir. Bu çatışma
bölge halkları ve Filistinliler için fırsatlar yaratır ama bu fırsatların
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği Ortadoğu halklarının kitlesel mücadelesine
bağlıdır. Türk yönetici sınıfının AB karşısındaki durumu da fırsatlar
yaratabilir, ancak bu fırsatların Kürt hareketinin gerçek kazanımlarına
dönüşüp dönüşmeyeceği işçi sınıfı ve ezilenlerin kitlesel mücadelesinden
bağımsız düşünülemez.
Şaşırmayalım
HADEP'in SP ve ANAP ile ittifak arayışı, savaş, AB, TÜSİAD, özelleştirme
vb. konulardaki fikirleri Marksistleri şaşırtmamalı. Türk sosyalist solunun
öncelikle Kürt hareketinin ulusal bir hareket olduğunu, ulusal hareketlerin
ise temel taleplerini gerçekleştirmek için her türlü ittifaka yönelebileceğini
kabul etmesi gerekiyor. Bu yönelişin hangi yönde olacağını belirleyen
temel şey, ezen devletteki sınıf mücadelesindeki dengelerdir. Bu dengeler
işçi sınıfından ve dolayısıyla soldan yana değilse, kazanmak isteyen bir
ulusal hareketin işçi sınıfı ve sol dışında ittifaklar araması kaçınılmazdır.
Taban-liderlik Bir başka önemli hatalı yaklaşım ise, Kürt hareketi liderliğinin
attığı her adımın tabanda aynen ve gözü kapalı bir biçimde benimseneceği
fikridir. Bu doğru değil. Kürt hareketinin tabanı, devletin özel olarak
uyguladığı baskı ve şiddete rağmen; batıda çalıştığı işyerinde, okulunda,
mahallesinde "bölücü ve öteki" olarak görülüp ezilmesine rağmen;
emek, barış ve demokrasi mücadelesi vermeye devam eden , kendilerini sosyalist
olarak tanımlayan militanlarla dolu. Bu militanların bir kısmı, hareketin
sağa doğru attığı adımlardan rahatsızlar. HADEP liderliğinin ANAP ve SP
ile seçim ittifakı yapamamasının, emek-barış ve demokrasi talepleri etrafında
oluşan sol ittifakın en büyük bileşeni olabilmesinin temel nedenlerinden
birisi budur.
Sol İttifak Sevindirici
Kürt hareketinin, Türk solunun içler acısı durumuna karşın sonuç olarak
yüzünü sola dönmesi ve Türk sosyalist solunun bir kısmıyla güç birliğine
gitmesi sevindiricidir. Böylesi bir noktada Türk sosyalist solunun görevi,
Kürt hareketini yanlız bırakmak, sağa doğru itmek değil; tersine sola
doğru çekmek olmalıdır. DEHAP çatısı altında gerçekleştirilen güç birliğinin
kendisi bile Kürt hareketini sola çeken bir işleve sahiptir. Kürt hareketinin
sağa kaymamasını, solda kalmasını ya da daha solcu olmasını isteyenler
için bu güç birliği önemli bir olanaktır. Kürt hareketi, halen Türkiye'deki
toplumsal mücadelenin en büyük parçalarından birisi olmaya devam ediyor.
Bu hareketin tabanı son yirmi yıl boyunca devletin ekonomik, politik ve
ideolojik saldırılarına karşı büyük bir direnişin örgütçüsü oldu. Mücadelenin
kazanımla sonuçlanamaması, ulusal ve uluslararası düzeyde minumumlarda
uzlaşma çabası, bu hareketin tabanında derin bir ideolojik kriz yaratıyor.
Bu koşullarda, ulusal hareketin tabanının sola çekilmesi aynı zamanda
toplumun genel olarak sola çekilmesi için de büyük bir gücün harekete
geçirilmesi anlamına geliyor.
İLKELER, BİRLİK VE MÜCADELE
Sandıkta birlikten, mücadele birliğine
Yönetici sınıfın sunduğu alternatifler karşısında, bizim cephemizi birleştirmeyi
hedefleyen, minimumlar düzeyinde olsa da yönetici sınıfın programına direnmeyi
önüne koyan sol ittifakın bu seçimlerde alacağı oy miktarı önemlidir.
Bu ittifak, Kürtlerin taleplerini, IMF programlarına karşı çıkışı, savaşa
itirazı temsil ediyor. IMF'cilikle, savaşla, anti-demokratik uygulamalarla
mücadele etmek isteyenleri birleştirmeye uygun tek sandık alternatifidir.
Çevremizdeki güveni, umudu artıracak ortak, birleştiren kampanyalar yapmak,
CHP'den midesi bulananlara bir alternatif sunmak bugünün görevidir. Sorunun
seçimlerle değil, toplumsal mücadelelerle çözülebileceğini, bunun için
de somut talepler etrafında mümkün olan en geniş birliktelikleri sağlamak
zorunda olduğumuzu anlatarak DEHAP'a oy isteyeceğiz. Kalıcı ve köklü çözümün
işçi iktidarıyla mümkün olduğunu, bu amaçla örgütlenmek gerektiğini tartışacağız.
İlkesizlik meselesi
Sol güç birliğini eleştirenler, bu birliğin ilkesiz olduğu, programı olmadığını
ısrarla vurguluyorlar. Evet, bu birliğin ortak bir programı yok. Evet,
bu birliğin oluşumunda öne çıkan şeyler ortak hedefler olmadı. Ama bu
birlik "minimumlar" üzerinden bir savunma-direniş birliğidir.
Savunma hatları, programlar üzerinden değil minimumlar üzerinden kurulabilir.
Bu güç birliğinin minimumları ise, "IMF politikalarına karşı duruş,
barışı ve demokrasiyi savunmak"tır. Güç birliğinin bu anlamıyla politik
ilkeleri vardır. Daha sol, daha net ilkeler arayışı elbette önemli ve
gereklidir. Ancak bu arayış, minimumlar üzerinden bir araya gelişin önünde
engel değildir ve olmamalıdır. Yoksullaştırma ve savaş politikalarına
karşı, daha refah, adil ve demokratik bir toplum isteğinde olanların birlikte
mücadele etmesi için yüzde yüz aynı düşünmeleri, hepsinin sosyalist olması
gerekmiyor. Nasıl bir gelecek istediğimize dair fikirlerimizin doğruluğu
ve tutarlılığı büyük çoğunluk açısından ancak mücadele içinde test edilebilir,
gerçekçi ve güvenilir hale gelir.
Ya sosyalizm?
EVET, bu güç birliği "sosyalist" bir güç birliği değildir. Herkesin
sosyalizm anlayışı farklı olduğu ve bu anlayışlara uygun farklı politik
yapılanmalar bulunduğu gerçeği dikkate alınırsa, "sosyalist"
bir birlik dahi minimumlar üzerinden inşa edilebilir. Böylesi bir dönemde
mücadele birliğinin önüne yüzde yüz anlaşma zorunluluğunu koyanlar, programlarını
dayatanlar birlik değil kendi parti bayrağı arkasına dizilecek asker arıyorlar.
Sosyalizm bayrağını yükseltecek, sosyalizme doğru çekecek olan, sosyalistlerin
bu birlik içinde yaptıklarıdır. Mücadele olmadan, güven artmadan, radikalleşenler
sola çekilmeden sosyalist fikir ve örgütleri büyütmek mümkün değildir.
Gerçekten sosyalist bir alternatif, mücadele içinde inşa edilebilir. Bolşevikler,
Menşevik işçilerle birlikte Kornilov darbesine karşı Menşevik Kerensky
hükümetini koruma mücadelesinin en sağlam ve güvenilir militanları olmasalardı,
Ekim devrimini olanaklı kılan işçi sınıfı içindeki çoğunluğa ulaşamazlardı.
Kornilov darbesine karşı oluşturulan birlik "sosyalist" değildi.
Olamazdı da. Çünkü devrim koşullarına rağmen işçilerin çoğu halen burjuva
Kerensky hükümetini destekliyordu. Güç olarak bugünün Türk sosyalistlerinden
kat kat üstün olan Bolşevikler o dönemde, "bu hükümeti savunmak burjuvaziyi
savunmaktır. Biz bu hükümeti yıkmak istiyoruz, onu savunmak isteyenlerle
bir işimiz olamaz" deselerdi ne Kornilov darbesi durdurulabilir,
ne de Ekim Devrimi gerçekleşebilirdi.
Türk sosyalist solunun milliyetçilik sorunu
Türk sosyalist solunun, Kürt sorunu konusundaki sicili hiç temiz değil.
1936-38 yılları arasında Dersim'de nüfusun üçte ikisi öldürülüp, on binlerce
insan sürgün edilirken zamanın TKP liderliği, Kürt isyanlarını "feodal
unsurların gerici ayaklanması" olarak tanımlıyordu. Kürt hareketinin
esas olarak gerilla mücadelesi yöntemiyle yükseldiği, ciddi başarılar
elde ettiği ve sonunda tıkanıp geri çekildiği son 20 yıllık süreçte de
bu sicil düzelmedi. İP gibi bazı gruplar, Kürt hareketini "emperyalizmin
bir ajanı" olarak değerlendirip açıkça devletten yana bir tavır alacak
kadar milliyetçi bir tutum aldı. Başta ÖDP olmak üzere daha büyük kesimleri
temsil eden bazı gruplar ise devlete ve Kürt hareketine "eşit uzaklıkta"
durmaya çalıştılar. Sosyalist solun kalan kısmının Kürt hareketine koşulsuz
desteği ise sınırlarını aşarak kuyrukçuluğa kadar vardı. Bu kesimlerce,
Batı'da "gerilla toplama örgütü" gibi çalışan Kürt hareketinin
stratejisi eleştirilmeden kabul, hatta takdir edildi. İşçi sınıfının genelinde
hakim olan milliyetçi fikirler, bu sınıfı sola çekebilecek kitlesel büyüklüğe
sahip tek güç olan merkez solun tabanında da egemen. Bu kesimi milliyetçiliğe
karşı kazanmak, bu konuda ısrarla ve açıkça tartışmak, bunun önemli bir
aracı olabilecek barış kampanyaları örmek küçümsendi. "Vur gerilla
vur Kürdistanı kur" sloganının büyük bir inançla haykırıldığı dönemlerde,
"Benim milliyetçilerle işim yok, barış değil savaş istiyorum, zaten
bu işi gerilla çözecek" sekter yaklaşımı, yalnız başına kazanamayacak
olan Kürt hareketini ve sosyalistleri izole etti. Türk solundaki bu 3
ana yaklaşım, büyük savrulmalarla birlikte yaşandı. Çok değil 10 yıl kadar
önce Bekaa Vadisi'ne kadar gidip Öcalan ile görüşen İP Lideri Perinçek
(bu nedenle hapiste bile yattı), bugün emperyalizmin maşası olarak tanımladığı
Kürt hareketini düşman olarak görüyor. Gerilla mücadelesi yönteminin başarılı
olduğu yıllarda PKK kuyrukçuluğu yapan maceracı gruplar, bugün başta ölüm
oruçları konusundaki tutumu nedeniyle Kürt hareketine küfreder hale geldiler.
Türk sosyalist solunun bu hataları, sahip olduğu politik geleneğin sonucudur.
Bu ilişkiyi anlamazsak bu hatalara yeniden düşmek kaçınılmazdır.
Antikapitalist; Sayı 19; Ekim
2002
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|