|
Türkiye’de
Devrim Mümkün mü?
Küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğun sırtından yaşadığı
bu dünyada sömürü ortadan kaldırılabilir mi? Önceliği kar değil; insan
ihtiyaçları olan bir sistem kurulabilir mi? Kaynakların bombaya, tanka
tüfeğe değil; eğitime, sağlığa ayrıldığı bir dünya yaratılabilir mi? Kadınların,
Kürtlerin, Alevilerin, eşcinsellerin, çingenelerin, göçmenlerin, kısacası
bugün ezilen her kesime gerçek bir eşitlik ve özgürlük sağlayacak bir
demokrasi kurulabilir mi? İşçi sınıfı kendi konseyleri aracılığıyla fabrikalara,
ofislere, makinalara, bilgisayarlara, binalara, yani üretim araçlarına
el koyup üretimi, bölüşümü belirleyebilir mi? Kısacası devrim ve sosyalizm
mümkün mü? Bu sorulara olumlu cevap verenler şu anda toplumun çok küçük
bir azınlığını oluşturuyor. İşçi sınıfının ezici çoğunluğu için bu düzenin
değişmesi, sömürünün ortadan kalkması, işçi sınıfının kendisini devlet
olarak örgütleyerek toplumu yönetmesi, yani sosyalizm “hoş bir hayal”
olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Toplumun çoğunluğu sosyalist bir devrimi
mümkün görmüyor. Oysa bu toplumu tepeden tırnağa değiştirmek, yeni bir
dünya yaratmak sadece mümkün değil, ama aynı zamanda zorunlu. Aksi takdirde
insanlığı bekleyen büyük bir barbarlık. Sertuğ Çiçek devrim ve sosyalizmin
mümkün olmadığını savunanların sık sık öne sürdükleri bazı noktaları ve
bunlara karşı yanıtları yazıyor.
`Sosyalizm denendi ve öldü. Hala ne için uğraşıyorsunuz?`
1871’de Paris’te kurulan ve ancak 70 gün yaşadıktan sonra kanla bastırılan
Komünü saymazsak ilk işçi devleti Rusya’da kuruldu. Rus işçileri Ekim
1917’de eski devleti tanımadığını ve ülkeyi bizzat kendisinin, işçi konseyleri
aracılığıyla yöneteceğini ilan etti. Emperyalist ülkeler işçi devletini
tanımayarak eski sistemi geri getirmek isteyenleri sonuna kadar desteklediler.
Rus işçileri kendi devletini korumak için savaşırken ağır kayıplar verdi.
Yıllarca süren iç savaş bittiğinde Rus işçi sınıfı için tek kurtuluş Avrupa’daki
sınıf kardeşlerinin onlara yardım etmesiydi. Ancak Avrupa işçi sınıfının
devrim kalkışmaları yenilgiyle sonuçlandı. Devrim sürecinde değişen ve
güven kazanan işçilerin büyük kısmı iç savaş sırasında öldü. Sınıfın önde
gelenlerinden sağ kalanlar ise devlet yönetiminde görev almak zorunda
kaldılar. İşçi konseyleri işlevsizleşti ve yöneten organlar olmaktan çıkmaya
başladı. Bolşevik parti kendisini işçi konseyleri yerine ikame etmeye
başladı. Çarlık döneminden kalan bürokratlar ve yönetici olarak uzmanlaşmaya
başlayan işçileri denetleyen bir işçi sınıfı kalmamıştı. İşçilerin kullanabilecekleri
en önemli organ olan fabrika işçi komitelerinin yetkileri 1928-29’da tamamen
ortadan kaldırıldığında artık Rusya’da bir işçi devletinden söz etmek
olanaksızdı. Kısacası Rusya’da işçilerin kazandığı zafer kısa bir süre
sonra yenilgiye uğradı. 1928-29’dan sonra yaşananlar bu nedenle sosyalizm
değil, bürokratik devlet kapitalizmidir. Çin, Küba ve Doğu Avrupa ülkelerinde
ise zaten hiç bir zaman işçi devrimi yaşanmadı. Dolayısıyla1989-90’da
çöken sosyalizm değildi. Rus işçi sınıfının zaferi ve yenilgisi bugün
yolumuzu aydınlatmakta, işçi iktidarının mümkün olduğunu göstermektedir.
İşçi sınıfı artık eskisi gibi değil. Arabaları, evleri, “kaybedecek
şeyleri” var.
İşçiler neden devrim yapsın ki? “İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecek
birşeyleri yok” derken Marks’ın kastettiği şey üretim araçlarıydı. Yani
üretim yapmak için gerekli olan araç ve gereçler, makinalar, binalar vb.
Bu açıdan değişen birşey yok. Aksine her geçen gün daha fazla bir zenginlik
yaratmasına karşın işçi sınıfının bu zenginlikten aldığı pay bugün daha
az. İşçilerin hemen hepsi çalışmadıkları zaman birkaç ay içinde açlıkla
karşı karşıya geliyor. Yaşamlarını sürdürebilmek için satabilecekleri
temel şey -dün olduğu gibi bugün de- emek gücü. Marks’ın “işçi daha çok
ürettikçe daha da yoksullaşacak, daha önemsizleşecek” öngörüsü geçerliliğini
korumaktadır.
`Kapitalizm çok değişti. Eskisi gibi büyük ayaklanmalar olmasına
izin vermeyecek kadar esnek.`
Kapitalizmin özü kar için rekabet, rekabet için birikim, birikim için
sömürüdür. Kapitalizmin doğuşundan bu yana bu özde bir değişme olmadı.
Sistemi tıkayan da işçileri mücadele etmek zorunda bırakan da yine sistemin
kendisidir: Patronlar ayakta kalmak için işçileri daha çok sömürmek zorundadırlar.
Bu ise işçileri mücadele etmek zorunda bırakır. Ekonomideki bu tıkanıklıkları
aşmanın ise bilinen yalnızca bir yolu var: İşçileri daha çok sömürmek.
Bunun dışında bir yol ise bulunamadı. Burjuva iktisatçılar ve onların
genel kabul gören teorileri ne Asya Kaplanları’nın çöküşünü öngörebildi,
ne de bu çöküşü engelleyebildi. Kapitalist dünyanın istikrarsızlığı her
geçen gün artıyor. 1970’lerin başından bu yana yaşanan krizler bir öncekinden
daha derin oluyor. Sermayenin tekelleşmesi ve büyümesi eğilimi nedeniyle
ayakta kalmayı başarabilen sermaye grupları daha önce hayal edilmesi zor
olan büyüklüklere ulaştılar. Buna paralel olarak ekonomik krizlerin boyutları
da büyüyor ve aynı anda birden fazla ülkede çok keskin olarak yaşanmasına
neden olabiliyor. Dolayısıyla kapitalizm aslında tarihi boyunca olmadığı
kadar ciddi bir tehlikeyle birlikte yaşıyor. Bugün ortaya çıkacak bir
çöküş 1929 Büyük Bunalımı’nı mumla aratacaktır. Kapitalizmin genişlemesi
ve dünyanın her köşesine nüfuz etmesi onun mezar kazıcısını da güçlendiriyor.
İşçi sınıfı tarihte görülmemiş bir büyüklüğe ulaşmış bir durumda ve her
harekete geçtiğinde gücünü hızla hissettiriyor. Sadece 1990’larda bile
sayısız işçi hareketine tanık olduk. Bunların en önemlileri Endonezya,
Zimbabve, Arnavutluk, Fransa ve Yunanistan’da görüldü. Bu ülkelerde yaşananlar,
işçi sınıfının hızla kitlesel boyutta mücadelelere girebileceğini bir
kez daha gösterdi. Türkiye’de de beyaz yakalı kamu çalışanlarının mücadelesi,
“memurlar kaypak küçük burjuvadır, bir şey yapmazlar” yaklaşımını çöpe
gönderdi.
Kazanmak Mümkün Mü?
“Egemen sınıf çok güçlü. Ordusu, polisi, medyası, çeteleriyle
baş etmek mümkün değil.”
Sosyalist devrim, egemen sınıfın topyekün yenilgisi, işçi sınıfının konseyleri
aracılığıyla iktidara gelmesidir. Bunun başarılabilmesi için işçi sınıfının
çoğunluğunun bu yönde davranması gerekir. Aksi takdirde işçi sınıfının
iktidarından sözetmek mümkün olamaz. Dolayısıyla temel sorun işçi sınıfının
çoğunluğunun devrim ve sosyalizm fikrine sahip olmasıdır. Yani ideolojik
mücadele kazanılmaksızın işçi devrimi gerçekleşemez. Elbetteki ideolojik
zafer yeterli değildir. Ancak milyonlarca işçinin “biz eski sistemi istemiyoruz,
kendi devletimizi kuruyoruz” dediği bir ortamda polis de çeteler de olsa
olsa kaçacak delik arayacaktır. Ordu ise zaten bizlerin kardeşleri, çocukları,
babaları ve sevgililerinden oluşuyor. Milyonların düzenden hızla koptuğu
bir anda ordu da dağılmak zorunda kalacaktır. Zaten ordu dağılmaksızın
bir devrim gerçekleşemez. Dünya tarihindeki her devrimci durumda ordular
ya dağılmış ya da dağılma noktasına gelmiştir. Medyaya gelince. Genel
olarak işçi sınıfı da tek tek işçiler de aynı anda birbiriyle çelişen
fikirlere sahiptirler. Çoğu medyanın yalan söylediğini düşünür, ama aynı
zamanda o gün televizyonlarda çıkan habere de inanır. Bu çelişkili bilinç,
büyük eylemlilikler sırasında hızla değişebilir. Kendi işyerinde grev
ya da işgalin devamı konusunda, üretim konusunda karar veren, işyerleri
temsilcilerinin biraraya geldiği konseylerden doğrudan bilgiler alan işçiler
için medyanın etkisi neredeyse sıfıra inecektir. Kaldı ki televizyon,
gazete ve radyolar bizler olmaksızın çalışamaz. Medya işçilerinin de kendi
işyerlerinde kontrolü ele geçirmesi ve bu olanağı devrim için kullanması
mümkündür.
Türkiye farklı mı?
`Heryerde olur ama Türkiye’de olmaz. Bizim halkımız çok cahil
ve korkak. Yönetilmeye alışmış.`
Bu itiraz sadece Türkiye’de değil dünyanın hemen her yerinde aynen kullanılıyor.
Yıllarca Suharto’nun diktası altında yaşayan Endonezyalılar da çok değil
daha bir kaç ay öncesine kadar böyle düşünüyordu. Toplumsal altüst oluşların
nerede ve ne zaman ortaya çıkacağını önceden kestirmek mümkün değildir.
Nitekim Lenin dahil hiçbir Bolşevik 1917 Şubat Devrimi’ni önceden tahmin
edememişti. Çarlığı deviren Şubat Devrimi Bolşevikler dahil hiçbir örgüt
ya da grubun çağrısı üzerine değil; işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin
bir anda büyümesiyle gerçekleşmiştir. Üstelik bu devrimi gerçekleştiren
Rus işçilerinin hem eğitim düzeyi de bugün Türkiye’de yaşayan işçilerin
eğitim düzeyinin çok altındaydı. Patronların, yönetenlerin çıkarlarına
uygun olarak düzenlenmiş bu sistem ve onu korumak için beslenen silahlı
güçler, işkencehaneler, hapishaneler, mahkemeler vb elbette tek tek hepimizi
korkutmaktadır. Ancak sayımız çok olunca, omuz omuza olunca bu korkumuzu
yenebiliyoruz. Zaten işçi sınıfının gücü de birlikte davranmaya bağlıdır;
aksi takdirde nihai zafer olanaksızdır. İşçiler şu anki durumlarıyla elbette
yönetemezler. Ancak her büyük işçi mücadelesi sırasında işçiler hızla
değişiyorlar. Devrimci bir durumda ise, milyonlarca insanın grevde olduğu,
işyerlerine el koyduğu ve fiilen yönetmeye başladığı koşullarda işçiler
hızla değişiyor ve yönetilen değil yöneten olmaya başlıyorlar. Zaten böylesi
bir süreç yaşanmaksızın sosyalist devrim gerçekleşemez. Devrimin bir ayağı
siyasi iktidara el koymak, diğer ayağı ise çoğunluğun bu eylemi sırasında
kendisini değiştirmesidir. Yani sosyalist devrim bir yanıyla politik bir
devrim, öbür yanıyla da sosyal bir devrimdir. İşçilerin çoğunluğunun yönetilen
olmaktan çıkıp, yöneten olmaya başladığı devrimci durum olmaksızın sosyalist
devrimden bahsedemeyiz.
`Biz çok uğraştık, bir şey olmadı. Boşa zaman harcıyorsunuz.`
Böyle düşünen eski devrimcilerin en önemli hatası devrimi kendilerinin
yapacağını düşünmeleriydi. Devrimi bir grup “akıllı”, “gerilla”, “kahraman”
ya da “bilinçli işçi” yapamaz. Devrim ancak işçi sınıfının çoğunluğu tarafından
gerçekleştiriliyorsa sosyalizmden bahsedebiliriz. Marksizmin temelinde
“işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” belirlemesi vardır. İşçi
sınıfının yığınsal hareketleri ise önceden kestirilemez ve yaratılamaz.
Zaten işçi sınıfı sosyalistler olsa da olmasa da mücadele eder. Hatta
bu mücadelesi zaman zaman toplumsal altüst oluşlara kadar varır. İşçi
sınıfı ancak böyle durumlarda eski sistemle bağlarını kopartıp kendi devletini
kurmaya açık hale gelir. O zamana kadar işçi sınıfı içinde bir azınlık
olarak her mücadeleye katılmış, işçilerin bir kısmının bile olsa güvenini
kazanmış ve sosyalizm propogandası yapan işçilerden oluşan bir parti yoksa
bu enerji boşa gidecektir. Sosyalizm mücadelesi yarının değil bugünün
mücadelesidir. Harcanan emek, daha insanca, daha özgür, daha rahat, sömürüsüz
bir dünya içindir. Bu emeğin boşa gitmesini istemiyorsak işçi sınıfına
güvenmeli ve gücümüzü işçi sınıfının her mücadelesinin başarıya ulaşması
için kullanmalıyız. Gelecekteki büyük kavgayı kazanmak için şimdiden küçük
kavgalarda gücümüzü artırmalıyız.
İşçiler devrim yapabilir mi?
`Türkiye’de “işçi”lerin sayısı devrim yapmak için yeterli
değil.`
İşçi sınıfı Rusya’da iktidara geldiğinde 150 milyon nüfusun sadece 3,5
milyonunu oluşturuyordu. Buna karşın sosyalist bir devrimi gerçekleştirebildi.
Kaldıki bugün Türkiye’de işçi sınıfı sayısal olarak diğer bütün toplumsal
gruplardan daha büyüktür. Resmi rakamlara göre Türkiye’de 12 yaşın üzerindeki
yaklaşık 23 milyon kişinin 9 milyon kadarı işçidir. 6,5 milyon kadar işsizi
de eklersek nüfusun yaklaşık yüzde 70’i işçi sınıfının üyesidir. Bu oran
büyük illerde çok daha yükselmektedir. Örneğin İstanbul için yapılan bir
çalışmaya göre işsizler nüfusun yüzde 8.7’sini, emekliler 19.3’ünü, beyaz
ve mavi yakalı işçiler yüzde 44.4, doktor, mühendis, avukat gibi mesleklerde
çalışanlardan oluşan yeni orta sınıf yüzde 4.6, esas olarak esnaf ve küçük
işverenlerden oluşan küçük burjuvazi yüzde 19.2 ve orta-büyük işverenler
yüzde 3.8. oranındadır. İşçiler içinde en büyük oranı da yüzde 21.7 ile
mavi yakalı işçiler oluşturmaktadır. Bir başka gösterge de sosyal güvenlik
kuruluşlarıdır. Halen çalışan ve SSK’ya bağlı olanların sayısı 4,5, SSK’dan
aylık alanların sayısı 2,5 milyondur. Bu kişilere bağımlı olanların sayısı
ise 18,5 milyondur. Ayrıca esas olarak kamu kesimi beyaz yakalı işçilerinin
bağlı olduğu Emekli Sandığı kapsamı içine toplam 11 milyon kişi girmektedir.
Çok düşük sayıdaki üst düzey yöneticiyi ihmal edersek Türkiye’deki yaklaşık
40 milyon kişinin işçi ailelerinin bir üyesi olduğu anlaşılmaktdır.
`Türkiye’de feodalizm var. Köylü nüfus çok önemli.`
Türkiye’de kapitalist üretim ilişkileri hakimdir. Toplam üretimin ancak
yüzde 14 kadarı tarımsal ürünlerden oluşmaktadır ve bu üretim de esas
olarak kapitalist piyasa için yapılmaktadır. Çalışanların yüzde 55’inden
fazlası tarımla hiç ilişkisi olmayan sanayi ve hizmet sektöründedir. Türkiye’de
kırsal kesimde yaşayanlar nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır.
Anadolu köylerinde yapılan çalışmalara göre, bu nüfusun yüzde 10.7’si
hiç toprağı ya da başka bir aracı olmayan tarım işçisi, 21.5’i yoksul
köylü (traktörü olmayan ve başkaları için ücret karşılığı çalışan), yüzde
24.5’i küçük köylülerden, yüzde 8.4’ü rantiyerler, yüzde 16.1’i orta köylülerden
ve geri kalan 18.8’i de zengin çiftçi ve köylüler ile kapitalist çiftçilerden
oluşmaktadır. Özellikle yoksul ve küçük köylüler her geçen gün yoksullaşmakta,
kırda oluşan işgücü fazlası kentlere akmaktadır. Bu ise köylülüğün değil,
tersine işçi sınıfının gücünü artırmaktadır. Herşeyden önemlisi toplumsal
bir sınıf olarak köylülük yeni ve sömürüsüz bir dünya yaratamaz. Tarih
göstermiştir ki büyük toprak sahiplerine karşı başkaldırsalar da köylüler
sonuçta elde ettikleri toprağı aralarında bölüşmek istemektedirler. Onlar
için normal olan budur. Oysa işçi sınıfı patronu devirip fabrika ve işyerlerine
el koyduğu zaman buraları arasında paylaşamaz. İşçilerin tek çaresi el
koydukları bu şeyleri ortaklaşa (kollektif olarak) yönetmektir. Zaten
sosyalizmin mümkün olmasını sağlayan işçi sınıfının bu zorunluluğudur;
yoksa işçilerin köylülere göre daha akıllı ya da gelişmiş olmaları değil!
Ya küçük burjuvazi? Esnaf ve küçük işletme sahiplerinin sayısı gerçekten
de az değildir. Ancak bu rakam işçi sınıfıyla karşılaştırıldığında oldukça
küçüktür. Örneğin Bağ-Kur’a kayıtlı olanların sayısı 2 milyon kadardır.
Toplam 13 milyon kişi Bağ-Kur’a bağımlı ailelerde yaşıyor. Resmi rakamlara
göre kendi hesabına çalışanların toplam çalışanlar içindeki oranı yüzde
28 kadardır. Bu sayıya serbest çalışan avukat, doktor gibi yeni orta sınıf
da dahildir. Bu kesim kapitalizmin kör ve azgın rekabeti karşısında her
geçen gün daha da yoksullaşmakta ve sisteme yönelik öfkelerini genellikle
İslami hereket ya da faşist hareket içerisinde dile getirmektedirler.
Eski İşçi Demokrasisi; Sayı
6; Temmuz 1998
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|