Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Derviş’in programına karşı mücadeleye

BİZ BU KAZIĞI DAHA ÖNCE YEMİŞTİK


Sermayedarlar 3 Kasım seçimleri sonrası için siyasi iktidar tercihlerini açıkça ilan ettiler. Bütün sermayedarlar aynı fikirde: “Ekonomiyi Derviş yönetmeli.” Tabii bize de "Başka alternatif yok!" diyorlar. Biz bu "alternatif yok" muhabbetini Özallı yıllarda çok duymuştuk. O zaman ne diyorlardı: "Devlet hantal, küçültülmeli", "Sosyal yardımlar, destekleme alımları, sübvansiyonlar kaynakların israf edilmesidir", "Her şeyi piyasa kurallarına bırakırsak her kaynak en verimli şekilde kullanılır", "Her şey ticarileşirse herkes en iyi hizmeti en ucuza alır", "Birileri zenginleştikçe ülke zenginleşir, işyeri sayısı artar, işsizlik azalır, sonunda herkesin refah düzeyi artar", "Ben zengini severim..." Son cümle hariç anlatılanların bir palavra olduğunu, neo-liberal politikaların büyük bir çoğunluk için yoksulluk ve işsizlik; küçük bir azınlık içinse hortumculuk anlamına geldiğini pratikte görmekte gecikmedik. 89 Bahar Eylemleri ve 90-91 madenci eylemlerindeki en gözde sloganımız "Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" olmuştu. 2002 yılına geldiğimizde yöneticiler yine alternatif olmadığını iddia ediyorlar. Yine Özal'ın prensleri gibi IMF ve Dünya Bankası tarafından yetiştirilmiş uluslararsı sermayenin sözcüsü Derviş'i sunuyorlar. Biz Derviş'i, IMF ve Dünya Bankası'nın Mısır ve Doğu Avrupa'da yarattığı felaketlerin taşeronluğunu yapmasından tanıyoruz. IMF'nin neo-liberal politikaları, uygulandığı her yerde büyük yıkımlara neden oldu. İşsizlik ve yoksulluk kitleselleşti. Toplumdaki gelir adaletsizliği katlandı. Talan, yolsuzluk, hortumlama inanılmaz boyutlara ulaştı. Ekonomiler çöktü ve kitlesel açlık ortaya çıktı. Buna karşı Endonezya, Arjantin gibi ülkelerde isyanlar yaşandı. Özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın, esnek üretimin, kuralsızlaştırmanın, devletin küçültülmesinin, sermayenin serbest dolaşımının ne anlama geldiği bütün dünyada ve Türkiye'de artık bilinen bir şey. "Piyasanın gizli eli"nin sürekli bizim cebimizde olduğunu biliyoruz artık. Ancak Türkiye egemen sınıfı hiç utanmadan, yine aynı politikaları bu kez Derviş aracılığıyla "sol liberalizm" olarak sunuyor. Emekçilerin ve solun çözümü Derviş'in "sol liberalizmi" olamaz. Derviş'in temsil ettiği politikalara karşı mücadele etmek zorundayız. Bunun anlamı, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının aylık 1 milyar lira olduğu Türkiye'de ücretlerin bunu sağlayacak düzeye çıkartılması, herkesin iş bulabileceği olanakların yaratılması, parasız ve kaliteli eğitim-sağlık hizmetleri verilmesi için gereken kaynakların ayrılmasını talep etmek, bunun gerçekleşmesi için diretmektir. "Kaynak yok" yalanına teslim olmamanın yolu, hortumcuları, İsviçre bankalarına kaçırdıkları paraları geri getirmeye zorlamak, vergilerimizin tamamını sermayedarlara faiz olarak aktaran hortumu kesmek, kaynakların silahlanma için değil insanları daha iyi yaşatmak için kullanılmasını sağlamaktır. 1989-91'de Özal'ın neo-liberal politikalarını geri püskürtecek gücümüz olduğunu gördük. Bugün Derviş'e karşı mücadelede o dönemin güvenine ve derslerine ihtiyacımız var. İşgal sırasında bir Paşabahçe işçisinin söylediği gibi "91'de şalteri biz indirmiştik bu sefer şalteri onlar indirdiler." İşçiler, 1991'de 638 arkadaşlarını işten atmaya kalkan Paşabahçe yöneticilerine geçit vermediler. Ancak daha sonraki yıllarda işçi sayısının 3200'den 870'e düşürülmesini, esnek üretimi, ücretsiz izni, sıfır zammı kabullendiler. Ancak bu süreç saldırıları durdurmadı hatta sonunda fabrikanın tamamen kapatılması kararı geldi. Paşabahçe işçileri hepimizin yaşadığı süreci temsil ediyor. 1991'deki Körfez Savaşı nedeniyle yükselen vatanseverlik, Kürt hareketine karşı yükseltilen milliyetçilik havasına karşı durmak yerine yöneticilerin arkasına takılan işçi hareketi kendine olan güvenini de yavaş yavaş yitirdi. Bu güven yitirme süreci 28 Şubat'ın derinleştirdiği laik-islamcı bölünmesinde generallerin arkasına takılmayla hız kazandı. Paşabahçe işçilerinin bugünkü direnişi, emeğin bağımsız ve uluslararası çıkarlarını ısrarla savunmak dışında çaremiz olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Bugün, her cephede mücadele etmek ve bu mücadeleleri hem ulusal hem de uluslararası düzeyde diğer mücadelelerle birleştirmek zorundayız. Bulunduğumuz alanlarda özelleştirmelere, işyeri kapatmalarına karşı mücadele ederken Irak savaşını engelleme, Kürtlerin demokrasi hakkını savunma, Filistin'le dayanışma mücadelelerini birlikte vermek zorundayız. Derviş politikalarını durdurmak için bütün bu alanlarda mücadeleyi örgütlemek zorundayız.

Antikapitalist; Sayı 18; Ağustos 2002

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön