|
Derviş’in programına karşı
mücadeleye
BİZ BU KAZIĞI DAHA ÖNCE YEMİŞTİK
Sermayedarlar 3 Kasım seçimleri sonrası için siyasi iktidar tercihlerini
açıkça ilan ettiler. Bütün sermayedarlar aynı fikirde: “Ekonomiyi Derviş
yönetmeli.” Tabii bize de "Başka alternatif yok!" diyorlar.
Biz bu "alternatif yok" muhabbetini Özallı yıllarda çok duymuştuk.
O zaman ne diyorlardı: "Devlet hantal, küçültülmeli", "Sosyal
yardımlar, destekleme alımları, sübvansiyonlar kaynakların israf edilmesidir",
"Her şeyi piyasa kurallarına bırakırsak her kaynak en verimli şekilde
kullanılır", "Her şey ticarileşirse herkes en iyi hizmeti en
ucuza alır", "Birileri zenginleştikçe ülke zenginleşir, işyeri
sayısı artar, işsizlik azalır, sonunda herkesin refah düzeyi artar",
"Ben zengini severim..." Son cümle hariç anlatılanların bir
palavra olduğunu, neo-liberal politikaların büyük bir çoğunluk için yoksulluk
ve işsizlik; küçük bir azınlık içinse hortumculuk anlamına geldiğini pratikte
görmekte gecikmedik. 89 Bahar Eylemleri ve 90-91 madenci eylemlerindeki
en gözde sloganımız "Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" olmuştu.
2002 yılına geldiğimizde yöneticiler yine alternatif olmadığını iddia
ediyorlar. Yine Özal'ın prensleri gibi IMF ve Dünya Bankası tarafından
yetiştirilmiş uluslararsı sermayenin sözcüsü Derviş'i sunuyorlar. Biz
Derviş'i, IMF ve Dünya Bankası'nın Mısır ve Doğu Avrupa'da yarattığı felaketlerin
taşeronluğunu yapmasından tanıyoruz. IMF'nin neo-liberal politikaları,
uygulandığı her yerde büyük yıkımlara neden oldu. İşsizlik ve yoksulluk
kitleselleşti. Toplumdaki gelir adaletsizliği katlandı. Talan, yolsuzluk,
hortumlama inanılmaz boyutlara ulaştı. Ekonomiler çöktü ve kitlesel açlık
ortaya çıktı. Buna karşı Endonezya, Arjantin gibi ülkelerde isyanlar yaşandı.
Özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın, esnek üretimin, kuralsızlaştırmanın,
devletin küçültülmesinin, sermayenin serbest dolaşımının ne anlama geldiği
bütün dünyada ve Türkiye'de artık bilinen bir şey. "Piyasanın gizli
eli"nin sürekli bizim cebimizde olduğunu biliyoruz artık. Ancak Türkiye
egemen sınıfı hiç utanmadan, yine aynı politikaları bu kez Derviş aracılığıyla
"sol liberalizm" olarak sunuyor. Emekçilerin ve solun çözümü
Derviş'in "sol liberalizmi" olamaz. Derviş'in temsil ettiği
politikalara karşı mücadele etmek zorundayız. Bunun anlamı, 4 kişilik
bir ailenin yoksulluk sınırının aylık 1 milyar lira olduğu Türkiye'de
ücretlerin bunu sağlayacak düzeye çıkartılması, herkesin iş bulabileceği
olanakların yaratılması, parasız ve kaliteli eğitim-sağlık hizmetleri
verilmesi için gereken kaynakların ayrılmasını talep etmek, bunun gerçekleşmesi
için diretmektir. "Kaynak yok" yalanına teslim olmamanın yolu,
hortumcuları, İsviçre bankalarına kaçırdıkları paraları geri getirmeye
zorlamak, vergilerimizin tamamını sermayedarlara faiz olarak aktaran hortumu
kesmek, kaynakların silahlanma için değil insanları daha iyi yaşatmak
için kullanılmasını sağlamaktır. 1989-91'de Özal'ın neo-liberal politikalarını
geri püskürtecek gücümüz olduğunu gördük. Bugün Derviş'e karşı mücadelede
o dönemin güvenine ve derslerine ihtiyacımız var. İşgal sırasında bir
Paşabahçe işçisinin söylediği gibi "91'de şalteri biz indirmiştik
bu sefer şalteri onlar indirdiler." İşçiler, 1991'de 638 arkadaşlarını
işten atmaya kalkan Paşabahçe yöneticilerine geçit vermediler. Ancak daha
sonraki yıllarda işçi sayısının 3200'den 870'e düşürülmesini, esnek üretimi,
ücretsiz izni, sıfır zammı kabullendiler. Ancak bu süreç saldırıları durdurmadı
hatta sonunda fabrikanın tamamen kapatılması kararı geldi. Paşabahçe işçileri
hepimizin yaşadığı süreci temsil ediyor. 1991'deki Körfez Savaşı nedeniyle
yükselen vatanseverlik, Kürt hareketine karşı yükseltilen milliyetçilik
havasına karşı durmak yerine yöneticilerin arkasına takılan işçi hareketi
kendine olan güvenini de yavaş yavaş yitirdi. Bu güven yitirme süreci
28 Şubat'ın derinleştirdiği laik-islamcı bölünmesinde generallerin arkasına
takılmayla hız kazandı. Paşabahçe işçilerinin bugünkü direnişi, emeğin
bağımsız ve uluslararası çıkarlarını ısrarla savunmak dışında çaremiz
olmadığını bir kez daha kanıtlıyor. Bugün, her cephede mücadele etmek
ve bu mücadeleleri hem ulusal hem de uluslararası düzeyde diğer mücadelelerle
birleştirmek zorundayız. Bulunduğumuz alanlarda özelleştirmelere, işyeri
kapatmalarına karşı mücadele ederken Irak savaşını engelleme, Kürtlerin
demokrasi hakkını savunma, Filistin'le dayanışma mücadelelerini birlikte
vermek zorundayız. Derviş politikalarını durdurmak için bütün bu alanlarda
mücadeleyi örgütlemek zorundayız.
Antikapitalist; Sayı 18; Ağustos
2002
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|