“Pervasızca
Saldırıya Bütünsel Bir Yanıt Geliştirmeliyiz”
Çiğdem Özbaş, sendika Uzmanı İrfan Kaygısız ile Türkiye’de neo-liberal
yeniden yapılandırma ve buna karşı mücadele olanakları üzerine görüştü.
Türkiye’nin neo-liberal gündeminde neler var?
Bugün gündemde olan yasalar ve uygulamalar İkinci Dalga Yapısal Uyum
Politikaları olarak adlandırılıyor. 2000’li yıllarda Derviş’in 15 günde
15 yasa girişimi sonrası Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile ortaya çıkan hızlı
dönüşüm süreci içindeyiz. Bu kapsamda devletin yeniden yapılandırılacağı
ifade ediliyor. Dönüşüm sürecinde sermaye ve devlet oldukça hızlı yol
aldı.
AKP belgelerinde üç temel alanda yapılacak düzenlemeler ve çeşitli ekli
düzenlemelerden bahsediliyor. Bunlardan yeni yapılanmanın temel çerçevesini
oluşturacak olan Yerel Yönetimler Yasası mecliste bekliyor. Ancak bu yasaya
ilişkin kimi düzenlemeler parça parça hayata geçiriliyor. Devlet içindeki
çeşitli çevreler hukukî gerekçelerle direnç gösteriyor.Daha köklü bir
değişim için anayasanın çeşitli maddelerinde değişim söz konusu. Çeşitli
liberal çevrelerde önce anayasanın değişmesi gerektiğini söyleyen insanlar
da var. AKP bu teknik sorunu aşmak için parça parça yolunu seçti. Köy
Hizmetleri bunun bir parçasıydı. İkinci adım yerel yönetimlerde reform.
Üç yasa çıktı ve yürürlüğe girdi.
Üçüncü temel değişim Personel Rejimi Yönetmeliği’ndeki değişikliktir.
Geçen hafta yasa son haline geldi. Mehmet Ali Şahin bu yılın ortalarında
çıkacağını belirti. Mayıs haziran anlamına geliyor. Kamu çalışanları açısından
en kritik yasalardan biri. Bu kapsamda gündemde olan iki temel yasa tasarısı
söz konusudur.
IMF ile yapılan Stand-by anlaşması çerçevesinde gelirler idaresi yasası,
sağlık ve sosyal hizmetlerin yasaları. Üç yıllık Stand-by koşullarında
bankacılık reformuyla birlikte bu iki yasa vardı. Gelirler idaresi direnişe
rağmen geçen hafta çıktı. Şimdi gündemdeki düzenlemeler sağlık ve sosyal
güvenliğe ilişkin olanlardır. Birden fazla olan düzenlemeler mecliste
tek kanun tasarısı haline geldi. Bakanlar Kurulu imzasıyla meclise sunuldu.
Bu tasarı çalışanlar ve yurttaşlar açısından önemli sonuçlar doğuruyor.
Sağlık açısından çeşitli sağlık hizmetlerine ek ödemeler getirilirken
prim esası katkı payı arttırılıyor. Sosyal güvenlik alanında emeklilik
hakkı prime dayalı olarak 7000’den 9000’e çıkartılıyor. Memurlar için
emeklilik süresi yükseliyor, emeklilik maaşı düşürülüyor. Sağlık ve sosyal
açıdan temel olan emeklilik özelleştiriliyor. 2016’dan itibaren emeklilik
fiilen ortadan kalkıyor. 9000 iş günü zorunluluğunu doldurmak bu yaşam
beklentisi ve çalışma koşulları açısından fiili olarak emekliliği ortadan
kaldırıyor. Kısa bir süre sonra devlet önemli bir yükten arınmış olacak.
Türkiye’de neoliberal gündemin AB süreci ile bir ilişkisi var
mı?
Doğrudan bir ilgisi var. Maastricht Kriterleri’nin gerçekleştirilmesi
açısından bağlantısı var. Kamunun yeniden yapılandırılması bağlamında
AB uyum programına ilişkin verilen raporda hükümet Kamu Yönetimi Temel
Kanunu ve yapılan değişiklerden uzun uzun övünçle bahsediyor.
AKP ekonomi politikalarının geçmiş dönemlerle benzerlikleri ve
farklılıkları neler?
Hem benzerlikleri hem de farklılıkları var. Devletin dönüşümüne ilişkin
ilk çıkardıkları “Değişimi Yönetmek İçin Yönetimde Değişim” kitabında
1980’den 2000’e kadar yapılan Birinci Dalga Yapısal Uyum Programlarının
eksik kaldığını, İkinci Dalga Yapısal Uyum Programlarıyla tamamlanması
gerektiği ifade ediliyor.
Birinci dalga, sermaye önündeki engellerin kaldırılmasıyken, ikinci dalga
devletin yeniden tanımlanmasıdır. Devletin temel işlevini düzenleyici
devlet olarak sınırlıyor. AKP’nin önemli bir farkı neo-liberal tüm kavramlar
ve politikalar hem parti programında hem de hükümetin acil eylem programında
kavramlar ve kurumlarıyla açıkça yazılmıştır ve uygulanmaktadır.
Bugüne kadar hiçbir hükümet bunları parti programına koyacak kadar pervasız
ve cüretkar olmamıştı. Uygulama açısından en temel fark tek parti hükümeti
olması ve sermayenin bütün farklı kesimlerinden açık desteğe sahip olması.
AKP bu anlamda sermayenin bir kesiminin temsilcisi olarak ifade edilemez.
Bütün sermaye kesimlerinin çıkarını karşılayan pozisyonda.
Hükümetin özelleşme ve yerelleşme politikalarında gelinen durum
nedir?
Özelleştirme konusunda hızlı adım atıyor ve atacak gibi de görünüyor.
TEKEL satılamadı diye medyada 800 trilyon zarar edildi gibi manşetler
var. Bunlar kamuoyunu hazırlamak üzere manşetler, tesadüf değil. Devlet
Demir Yolları için de Dünya Bankası ile ortak bir proje kapsamında demiryolu
çalışanlarının beş yıl içinde yarı yarıya azaltılması hedefleniyor. Yerelleşme
süreci açısından çeşitli düzenlemeler yapılmış olsa da tamamlanabilmesi
Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nun çıkarılabilmesi ile mümkün. Ancak Köy Hizmetleri
gibi acil önlemleri tek tek alabilir.
Yerel yönetimlere devredilen Köy Hizmetleri ve SEKA’nın geleceği
nasıl görünüyor?
Köy Hizmetleri’nin devri hukuken bitti. Ama sonuçları önümüzdeki uzun
olmayan dönemde ortaya çıkacak. SEKA’nın belediyeye devir işleminin asıl
amacının mücadeleyi bitirmek olduğu çok açık. Düzlem değişti; ama mücadele
değişmedi açıklamalarının gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu tür söylemler
içimize sinmeyen, kabul etmek istemediğimiz bir sonun ifade tarzı.
Belediyenin komisyon raporu olumsuz çıktı. SEKA işçileri yarından itibaren
üç gün işletme önüne gidecekler. Açılmasını talep ediyorlar. Belediye
valilikten işçilerin vize edilmesini talep etti. Geçici işçi statüsünde
çalışan işçiler maliye bankalığı tarafından 11 aylık sürelerle sürekli
onaylanması gerekiyor. Selüloz-İş Sendikası başkanı yaptığı açıklamada
belediyede çalışan işçilerin çoğunun geçici işçi olduğunu ifade etse de
bu doğru bir açıklama değil. Belediyelerdeki istihdamın içinde geçici
işçilerin toplamı kadrolu işçileri aşmıştır. Ancak tümünün geçici işçi
olduğunu söylemek yanlış.
Mücadele bir şekilde devam etmez ise önümüzdeki yıllarda geçici işçi vizelerinin
yapılmaması mümkün. Yerele devredilmesi açısından bir başka sonuç ulusaldan
yerele hapsolması. Ama aynı zamanda yerelleşme sürecinin tamamlanması
sonrası için de önemli bir deneyim. Diğer sonuçları bir yana SEKA merkezi
idareye bağlıyken muhatabı hükümet olduğu için mücadele bütün yurt çapında
sürdürüldü.
İstanbul, Ankara ve başka yerlerde SEKA direnişinin ve dayanışmanın önemli
bir anlamı vardı.Özelleştirmelere karşı dayanışma politik bir sonuç doğuruyordu.
Ancak belediyeye devri ile birlikte genel düzlemdeki mücadele önemini
ve anlamını kaybetti. Çünkü sorunun çözüm merkezi belediyeye geçti. Dolayısıyla
mücadele yerele hapsoldu. Yerele hapsolması mücadeleyi destekleyenler
açısından sürecin dışında kalmaları anlamına geldi.
Ancak bu süreç bu olumsuzlukların yanında bir başka mücadele yönteminin
önemini ortaya çıkardı. Bu da yerel güçlerin birlikteliğidir. Bu anlamda
yerel güç ilişkilerini işçi sınıfı açısından değiştirmekte rol oynayacak
işçi sınıfı ve diğer tüm kesimlerin birlikte örgütlenme zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır. Bu durum bir dönem bir başka işlev ve amaçla ortaya çıkan
ama bugün birkaç ille sınırlı kalan Yerel Demokrasi Platformu gibi örgütlenmelerinin
yeniden ve eskisinden farklı olarak oluşturulmasını zorunlu kılıyor. Bu
tür platformların bileşenleri sendikalar, odalar, mahallî denek ya da
partiler gibi muhalif bütün örgütlenmelerdir.
Uzun dönem açısından bu tür yerel örgütlenmeler merkezi bir yapıya dönüşmezlerse
onların mücadelesinin de yerelde boğulma yada siyasallaşmayı engelleyen
bir yol üstlenmesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla bir yandan yerel mücadeleler
önemli hale gelirken bunun merkezi mücadelelerle birleştirilmemesi niyetten
bağımsız olarak yerelleştirme politikalarına uyum anlamına gelir.
Çalışanların neo-liberal gündeme yanıtları ne durumda?
Gelir İdaresi Yasası’na karşı BES Sendikasının mücadelesi önemli ve anlamlıydı.
Ancak ne kadar güçlü bir mücadele olursa olsun sadece bir sendikanın durdurmasının
mümkün olmadığını bir kez daha gösterdi. bu süreçte maalesef başta KESK
sendikaları olmak üzere sadece söylemde kalan bir dayanışmanın ötesinde
eylemlilik süreci örgütlenmedi. Sorun sadece BES’in ve maliye çalışanlarının
sorunu olarak görüldü.
Şimdi daha önemli başka bir süreçle karşı karşıyayız: Sağlık ve Sosyal
Güvenlik Yasası. Bu tasarının da bir bütün olarak işçi sınıfına getirdikleri
anlaşılmadı, anlatılmadı ve dolayısıyla diğer yasada olduğu gibi SES’in
ve TTB’nin mesleki ve sektörel sorunu olarak görüldü. KESK kısmen bunu
aşan bir tutum ve karar alarak 27 Nisan için hizmet üretiminden gelen
gücünü kullanma kararı aldı. Ancak sorundan en az memurlar kadar etkilenen
işçi sendikaları ve konfederasyonları gelişmeyi görmezden gelmeyi tercih
ediyorlar.
Sorunun önemini, boyutunu, vahametini görmek buna karşı bir tavır alışı
beraberinde getirecektir. Görmezden gelerek sessizlik içinde süreci geçiştirmeyi
hedefliyorlar. Buna benzer bir süreç daha önce yaşandığında mücadeleyi
örgütlemek için hem de Türk-İş öncülüğünde Emek Platformu oluşturulmuştu.
O süreçte yakın dönemin en kitlesel eylemi 300 bin kişiyle Ankara’da yapılmıştı.
O gün yapılan değişiklikle bugün yapılan değişiklik arasında esas fark
işçi konfederasyonlarının bugünkü üyelerini kısmen, ama yakın gelecekteki
potansiyel üyelerini doğrudan etkileyecek olmasıdır.
İşçi sendikalarının tutumları açısından Köy Hizmetleri’nin devri ve Yol-İş
işçilerinin eylemleri önemli bir gösterge. Sürecin başlangıç aşamasında
yapılan iki merkezi Ankara eylemine en kitlesel ve en disiplinli olarak
katılan ve ciddi bir kararlılık gösteren işçiler yasanın çıkma aşamasında
sendika tarafından pasifize edildiler.
Son dönemde gelişen bayrak krizi gibi gelişmelerle ekonomik politikalar
arasında nasıl bir ilişki var?
Genel laflar bir tarafa toplumsal gerginliğin arttığı dönemlerde sınıf
hareketinin kendi çıkarları için mücadele etmesi yerine millî hassasiyetlerin
öne çıkartıldığı dönemler sendikal mücadelenin kullanılmadığı dönemlerdir.
Örneğin Trabzon’da gelişen olaylar sonrası KESK’e bağlı sendikalar çeşitli
gerekçelerle sendika binalarını kapatma kararı almışlardır. Bu somut örnek
sorunun boyutunu anlatmak için yeterlidir.
İşçi sınıfının bu süreçte etkin olabilmesi için önerileriniz
neler?
Tüm bu saldırıların önlenebilmesi ve yeni kazanımların elde edilebilmesi
sendikal hareketin örgütlü mücadelesinden politik açıdan köklü bir değişimle
mümkündür. Geleneksel sendikal yapılar bugünkü mücadele ve örgütlenme
anlayışları ve önderlikleri bu süreci aşamaz. Böyle bir niyetleri de söz
konusu değil. Sendikal hareket dar anlamıyla üyesinin çıkarlarını koruma
perspektifiyle mevcut durumu bile koruyamaz.
Mevcut işçi sendikalarının, esas olarak kamuda örgütlü işçi yada memur,
kamuda çalışanların tasfiyesinin hızlandığı bir süreçte sınıfın bütününü
hedefleyen bir örgütlenme politikasını hayata geçirmesi zorunludur.
Meşruiyetini sermaye ve devlet katında arayan ve sorunlarını uzlaşma ve
diyalogla çözmeyi hedefleyen sendikal hareket mevcut haklarını bile koruyamayacaktır.
Yeni bir sendikal odağın inşasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. Elbette
her yeni, mevcut içindeki örgütlü kadroların eliyle olacaktır. Yeni sendikal
odak işçi sınıfının bütününü örgütlemeyi hedefleyen iç ilişkilerine ilişkin
bir demokrasi oluşturan ve genel saldırıların bütün mağdurlarıyla ilişkilene
mücadele anlayışı açısından asıl olanın meşruluk olduğunu temel alan yasalcılığa
sıkışmayan bir perspektifle hareket etmelidir.
Antikapitalist; Sayı 32; Mayıs
2005
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |