Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Türkiye’de Savaş Karşıtı Mücadele, Yöneticiler, Fırsatlar, Sorunlar ve Antikapitalist grubu

Çiğdem Özbaş

Türkiye yönetici sınıfı 2000-1 derin ekonomik krizinin bedelini ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan yoksul kitlelere ödetmişti. Ancak 3 Kasım seçimleri iktidar partileri için hezimet oldu. Türkiye egemenlerinin tercihi olmayan AKP'nin tek başına iktidara gelmesi Türkiye'de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. AKP'nin bir yandan yönetici sınıfa, bir yandan da oylarını aldığı ekonomik kriz altında ezilen kitlelere hoş görünme çabası, sistemdeki siyasi istikrarsızlığı artırdı ve muhalif güçlerin hareket alanını genişletti.
Tabu olan ve konuşulamayan konular bile daha rahat konuşulur hale geldi. YÖK, Kıbrıs, nemalar ve her şeyden önemlisi savaş konusunda yaşanan çatlaklar muhalefet için ciddi fırsatlar yarattı. Egemenlerin savaş konusundaki bölünmüş ve ikircikli duruşu, bu fırsatların en büyüğü oldu. Polisin savaş karşıtı eylemler karşısındaki yumuşak tutumu, savaş karşıtlarına Taksim alanında kitlesel gösteri yapma yolunu açtı. Afganistan savaşına karşı yapılmaya çalışılan gösterilere karşı polisin sert tutumunu ve Ankara'daki ilk savaş karşıtı merkezi eyleme katılımın 100 bin olmasını hatırlarsak bu fırsatın ne kadar büyük olduğunu kavrayabiliriz.
Ancak, yönetici sınıfın içinde bulunduğu sıkışmışlığın yaygın savaş karşıtı eylemlerin kitleselleşmesiyle nasıl sonuçlar yaratabileceği, emek cephesi örgütleri liderliklerince yeterince görülüp değerlendirilmedi. Sendikalar ve sol örgütlerin liderlikleri eğer bu durumun yarattığı olanakları görseydi, 1 Mart'ta, şiddetle ihtiyacımız olan "mücadele ettik kazandık" hissinin kitlesel olarak yaşanma fırsatı kaçırılmazdı. AKP'nin çelişkili konumunu, yönetici sınıf içindeki anlaşmazlıkları, savaş karşıtlarının yükselmekte olan sayı ve güvenini, bu durumun tezkerenin TBMM'de reddedilme olasılığını yükselttiğini göremeyen bu liderlikler, TBMM'den karar çıkmadan mitingi bitirip kitleyi evine yolladılar. Oysa o akşam Yüksel Caddesi'nde birkaç yüz kişiyle yaşanan coşkulu zafer kutlaması, onbinler tarafından Sıhhiye Meydanı'nda gerçekleştirilebilirdi. Onbinlerce gösterici, "mücadele ettik kazandık" duygusuyla bir sonraki mücadelede daha büyük bir moral ve güvenle yerini alırdı. Bu da eylemlere katılımı artırmada, yani en çok şikayet edilen kitleselleşememe sorununu çözmekte ciddi bir adım atılması anlamına gelirdi.
Kitleselleşmek için, savaş karşıtı koalisyonları oluşturan örgütlerin üye ve çevreleri dışındaki savaş karşıtlarını birleştirip harekete geçirmemiz gerekiyordu. Oluşturulan koalisyonlar tabanda kitleleri kucaklayıp harekete geçirmek için gereklidir ama yeterli olamazlar. Buradaki esas sorun, koalisyonların yapısında ya da bileşenlerinde değil, savaş karşıtı eylemleri tabanda inşa edecek politikalara sahip güçlü örgütlenmelerin olmamasıydı. Böylesi bir politik öznenin yokluğu, en büyük koalisyon olan Irak'ta Savaşa Hayır Koalisyonu'nu KESK'in politikalarına, finansmanına, yaklaşımına, sınırlılıklarına bağımlı kıldı. Yapılan tek merkezi eyleme Ankara dışından katılımı sağlayan KESK'in finanse ettiği otobüsler oldu. Ankara dışından katılımı artırmak, KESK'in otobüslerine ek olarak ulaşım olanakları sunmak üzere kampanya yapan taban birliklerinin zayıflığı, eylemin de politik liderliğini KESK'in yönetimine devretmiş oldu.
Türk-İş, DİSK, KESK, Hak-İş liderlikleri ekonomik ve politik mücadele arasında var olan doğrudan ilişkiyi bilinçli olarak ama farklı nedenlerle kopardılar. Günün ekonomik talepleri (iş yasası, nema, özelleştirmeler vb) ile savaş karşıtı öfke birleştirilmedi. Oysa savaş çığırtkanları ve yönetici sınıf, ekonomik taleplerimiz ve savaş politikaları arasındaki doğrudan ilişkiyi kullanarak toplumu savaşa ve yeni fedakarlıklara ikna etmeye çalışıyordu. Türk-İş yönetimi, neo-liberal ve emperyalist politikalara karşı sınıf merkezli değil ulusal çıkarlar üzerinden tutum almaya devam ederek her iki alanda da mücadele örgütlemedi. KESK liderliği ise, "savaşa ikna etmek için nema kullanılır" hissiyle hareket ederek, nemaların ödenmemesi ve savaş arasında ilişki kurmaktan özellikle kaçındı.
Ekonomik taleplerimiz ile savaş karşıtı öfke birleştirilebilseydi, 2000-1 krizlerinin faturalarını sessizce ödeyen işçi sınıfının mücadele edip kazanma hissinin değişmesi sağlanabilirdi. Türk İş, savaş bittikten sonra iş yasasına, özelleştirmelere ve hükümete karşı bir eylemlilik başlattı. İzmir'de 50 bin, Ankara'da 100 bin, Bursa'da 10 bin kişilik mitingler gerçekleştirdi. Eğitim-Sen toplu görüşme haklarının takibini yine savaş sonrası 5.000 kişilik bir eylemle yaptı. KESK nema üzerinden eylem programı geliştirmedi.
Yeterli örgütsel gücümüz olduğu ortada. Ancak bunu kullanmakta sorunumuz var. Bu nedenle, ekonomik kriz argümanına teslim olan işçi sınıfının savaş sürecinde mücadeleye atılması için çok fırsat kaçırıldı. Güç var ancak sendika bürokrasisini ittirecek, gerektiğinde onu aşacak, politik muhafazakarlığa teslim olmayacak devrimci bir liderliğe ve onun etrafında güçlü bir taban örgütlenmesine ihtiyaç var.
Savaş karşıtı hareketin güçlenmesi için ihtiyacımız olan geniş bir koalisyon ve harekete geçmeye hazır oldukça geniş yeni bir kesim vardı. Ankara'daki 100 bin kişilik eyleme şehir dışından 500 otobüs (yaklaşık 20-25 bin kişi) geldi. Klasik Ankara 1 Mayıs eylemlerine katılımın 10-20 bin arasında olduğu düşünülürse, geleneksel sol ve çevresi dışında olup bu eyleme katılanların sayısı çok yüksekti. Egemen sınıfın sıkışmışlığı, savaş karşıtlarına geniş olanaklar sunuyordu. Savaş karşıtı aktivistlerin sayısını artırmak ve eylemlere yeni insanları katmak iddiasındaki grubumuz, bu eylemlerde kendisinin 3-5 kat büyüklüğünde kortejler oluşturarak görünür ve tartışılır hale geldi.
Dönemin sunduğu fırsatları gören antikapitalist grubu olarak, bulunduğumuz alanlarda bütün gücümüzle savaş karşıtı eylemleri tabanda inşa etmeye çalıştık. Kitlesel merkezi eylemin savaş karşıtlarını güçlendireceği yaklaşımıyla 1 Aralık İstanbul, 22 Aralık Ankara, 6 Nisan İstanbul eylemlerini merkezileştirmeye çalıştık. Ankara'dan İstanbul eylemlerine, İstanbul'dan da Ankara eylemlerine katılım sağlamak için kampanyalar yaptık. Bu kampanyalar sırasında, doğru bir yaklaşımla tabanda yapılacak çalışmanın çok sayıda yeni kişiyi harekete geçebileceğini gördük, gösterdik. Tabanda yapılan çalışmanın, kitlesel merkezi eylem için gerekli finansmanı dayanışma yoluyla kolaylıkla toparlayabileceğini hissettik, hissettirdik.
Bu hareketlenme ve eylemlilik sürecinde, Türkiye'deki savaş karşıtı mücadelenin, küresel düzeyde gelişen savaş karşıtı hareketin organik parçası olması için çalıştık. Savaş karşıtı eylemler sırasında, Kürt hareketinin kendi acil taleplerini dile getirmesi üzerine yaşanan gerilimde, savaş karşıtı hareketin kitleselleşip kazanması için devlete karşı Kürtlerle dayanışma ve ittifakın gerekliliğini tartıştık. Dev gösteri ve grevlerle barış talep eden Kıbrıslılarla, milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini savunarak dayanışma kampanyası yaptık. Kuzey cephesinin açılmasını engelleyebilecek olan tezkere görüşmelerinin yapıldığı 1 Mart'ta, eylem alanının barış kararı çıkana değin terk edilmemesi için "dünya bizi izliyor-bugün savaş kararı almalarını engelleyebiliriz" bildirisiyle tartıştık. Talebimizin hayata geçmesi için birlikte çalıştığımız KESK aktivistleriyle beraber Tertip Komitesi'nden eylemin erken bitirilmemesini talep eden metne imza topladık. Her gösteride, geleneksel sol grupların kalıplarına uygun olmayan yeni aktivistlerin güvenini, umudunu, dayanışmacılığını, kararlılığını artırmak için tutum aldık, bu kesimin önünü açmaya çalıştık
Kortejlerimiz, tırtılı, marakası, uzun saçlı küpeli erkekleri, zıplayan kadınları, açık kimlikli eşcinselleri, resimleri, geleneksel sloganlar yerine daha önce duyulmamış sloganları, 5'li kortej disiplini yerine dağınık duruşu vb ile eleştiri ve dikkatleri üzerine çekti. Yeni politik aktivizm ve alternatif protesto yöntemlerinin egemen olduğu bu kortejler, geleneksel solda öfke ve mide bulantısı yarattı. "Ciddiyetsiz, şımarık, amaçsız, içi boş, orta sınıf çocukların eğlencesi" olarak görülen bu biçim, ortak bir hedef etrafında bir araya gelen herkesin kendisini o hedefe ilişkin özgürce ifade etmesine olanak sağlamasının ürünüydü. Medyada ve sol içinde çok tartışılan tırtıl, melek ya da palyaço kılığına girme, marakas, davul vb savaşa kaşı bir şeyler yapmak için harekete geçen yeni bir kesimin kendisini ifade etmekte kullandığı bazı araçlardı. Grubumuzun yaklaşımı, "Ortak amaç etrafında gelin birlikte çalışalım, herkes kendi savaş karşıtlığını özgürce ifade edebilsin, yasak, sansür olmasın" şeklindeydi. Böylece, kendi fikirlerini, araçlarını, sloganlarını yaratan bir birlik oluştu.
Bu kortejleri bu denli tartışılır kılan bir diğer neden de, farklı ve ritimli sloganlarıydı. Bu sloganların da büyük kısmı yeni harekete geçen savaş karşıtlarınca üretildi: "İncirlik yıkılsın halı saha yapılsın", "Hiçbir ülke hiçbir halk satılık değil", "ABD dünyamızdan defol", "Öldürmiycez ölmiycez kimsenin askeri olmıycaz", "Bush tahtaya 100 kere barış hemen şimdi yaz", "Savaş savaş bok var bok var", "Biz anti anti kapitalistiz", "Ampul Tayyip", "Çürük değil eşcinsel, askere de gitmiycez", "Herkese özgürlük Kürtlere de özgürlük", "Herkese özgürlük türbana da özgürlük."
Bu kortejler antikapitalist grubun dar örgüt kortejleri değil; biçim dayatması yapılmayan birlik kortejleri olduğu için dağınık, ama ortak paydada anlaşan herkesin katılımına açık, canlı, renkli ve çeşitliydi. Bizi küçümseyerek eleştirenlerin sormadığı ve dolayısıyla öğrenemediği şey ise şuydu: "Nasıl oluyor da Türkiye'de kökleri derin olmayan Troçkist küçük genç bir grup olan antikapitalist, kendisinin 3-5 katı kadar insanı eylemlere getirebiliyordu?"
Kazanmak için kitlesel mücadeleye, bunun için de birleştirmeye, yeni insanları harekete geçirmeye ihtiyaç var. Grubumuzun kendinden çok daha büyük bir kalabalığı eylemlere taşıyabilmesinin temelinde bu yaklaşımla kurulan diyalog, emek, samimiyet ve kararlılık var. Kendi grubunun dar ihtiyaçları üzerinden değil, mücadelenin genel ihtiyaçları üzerinden hareket eden grubumuz 1 Mart'ta eylem dağılırken "barış treni" yapıp "durdurcaz, gitmiycez, inadına inadına bekliycez" sloganı atacak kararlılık ile tezkerenin reddedildiğini duyunca sokağa fırlayıp "incirlik yıkılsın halı saha yapılsın" haykırışındaki coşku ve renkliliği birleştirmeyi başardı.
Geleneksel sol ve sendikal yapıların zayıf olduğu yerlerde, özellikle üniversitelerde, savaş karşıtı eylemlilikler sırasında kendisini hissettiren bu kesim, yeni araçlar ve yeni sloganların yanı sıra yeni bir bakış açısını da temsil ediyor. 15 Şubat ve 1 Mart'ın umut artıran havası, bu kesimin eylemlilik güvenini artırdı. ODTÜ, Bilgi, Boğaziçi, Sabancı üniversitelerinde 21 Mart Küresel eylem gününde gerçekleşen boykot ve eylemler bu kesimin ciddi katılımıyla gerçekleşti. Bu hava içinde yeni aktivist ağları ortaya çıktı.
"Yeni" adını verdiğimiz bu kesimin ortak özellikleri şunlar: Sistem muhalifi, savaş nedeniyle harekete geçen, bir şey yapmak isteyen, "reel sosyalizm" olarak adlandırılan stalinist sistemleri reddeden, özgürlükler konusunda duyarlı, eşcinsellerle, Kürtlerle, hücredekilerle dayanışmaya oldukça açık, uluslararası anti-kapitalist ve savaş karşıtı hareketten etkilenen, ulusalcılığa karşı dünya ölçeğinde düşünmeye eğilimli, şiddet ve militarizm karşıtı, Türkiye'deki hareket ve örgütlerin durumu nedeniyle mücadelenin kazanacağına olan umudu zayıf, geleneksel solun grup çıkarcı ve sekter tutumuna öfkeli, örgütlenmeye (hiyerarşik, bürokratik, otoriter, anti-demokratik olduğu gerekçeleriyle) uzak duran, otonomcu ve yaşam tarzcılığa açık.
İşgalin yarattığı yeni durum, Türkiye'de zaten çok zayıf olan "yeni"yi de olumsuz etkiledi. Ancak savaş nedeniyle eylemlileşen bu kesim, buhar olup uçmuş değil. "Yeni" halen alanlarımızda. Orada duruyorlar. Kafaları karışık, biraz da moralsizler. Şu anda Irak'ta savaşa hayır üzerinden genel bir mücadele havası içinde değiliz. Dolayısıyla yapacağımız politik kampanya ve tartışmalar, bu kesimin mücadeledeki devamlılığını sağlamak için hayati bir öneme sahip. Umudun, uluslararası anti-kapitalist hareketin temsilcileri olmaya devam etmek ve yerel mücadele ayakları yaratmak konusundaki iddiamızı artırmalıyız.
Bunun anlamı, Evian'da G-8 protestosu olacağını gündeme sokmak, deprem nedeniyle 200 bin kişinin öleceğini bile bile kaynakları 1,6 milyar dolarlık awacs uçağı almak için kullanan yönetici sınıfa kafa tutmak, kendi parası olan nemasını alabilmek için eylem yapan ve bu nedenle soruşturmaya maruz kalan BTS üyeleriyle dayanışmak, toplugörüşme hükümlerinin uygulanması için polis barikatlarını zorlayan öğretmenlerle omuz omuza vermek, Selanik'te yapılacak AB zirvesi protestosuna katılım için otobüs kaldırmak, bütün çalışmalarımız sırasında da başka bir dünyayı nasıl kazanacağımızı tartışmaktır.

Antikapitalist; Sayı 24; Haziran 2003

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön