|
Türkiye’de
Savaş Karşıtı Mücadele, Yöneticiler, Fırsatlar, Sorunlar ve Antikapitalist
grubu
Çiğdem Özbaş
Türkiye yönetici sınıfı 2000-1 derin ekonomik krizinin bedelini ciddi
bir muhalefetle karşılaşmadan yoksul kitlelere ödetmişti. Ancak 3 Kasım
seçimleri iktidar partileri için hezimet oldu. Türkiye egemenlerinin tercihi
olmayan AKP'nin tek başına iktidara gelmesi Türkiye'de yeni bir dönemin
başlangıcı oldu. AKP'nin bir yandan yönetici sınıfa, bir yandan da oylarını
aldığı ekonomik kriz altında ezilen kitlelere hoş görünme çabası, sistemdeki
siyasi istikrarsızlığı artırdı ve muhalif güçlerin hareket alanını genişletti.
Tabu olan ve konuşulamayan konular bile daha rahat konuşulur hale geldi.
YÖK, Kıbrıs, nemalar ve her şeyden önemlisi savaş konusunda yaşanan çatlaklar
muhalefet için ciddi fırsatlar yarattı. Egemenlerin savaş konusundaki
bölünmüş ve ikircikli duruşu, bu fırsatların en büyüğü oldu. Polisin savaş
karşıtı eylemler karşısındaki yumuşak tutumu, savaş karşıtlarına Taksim
alanında kitlesel gösteri yapma yolunu açtı. Afganistan savaşına karşı
yapılmaya çalışılan gösterilere karşı polisin sert tutumunu ve Ankara'daki
ilk savaş karşıtı merkezi eyleme katılımın 100 bin olmasını hatırlarsak
bu fırsatın ne kadar büyük olduğunu kavrayabiliriz.
Ancak, yönetici sınıfın içinde bulunduğu sıkışmışlığın yaygın savaş karşıtı
eylemlerin kitleselleşmesiyle nasıl sonuçlar yaratabileceği, emek cephesi
örgütleri liderliklerince yeterince görülüp değerlendirilmedi. Sendikalar
ve sol örgütlerin liderlikleri eğer bu durumun yarattığı olanakları görseydi,
1 Mart'ta, şiddetle ihtiyacımız olan "mücadele ettik kazandık"
hissinin kitlesel olarak yaşanma fırsatı kaçırılmazdı. AKP'nin çelişkili
konumunu, yönetici sınıf içindeki anlaşmazlıkları, savaş karşıtlarının
yükselmekte olan sayı ve güvenini, bu durumun tezkerenin TBMM'de reddedilme
olasılığını yükselttiğini göremeyen bu liderlikler, TBMM'den karar çıkmadan
mitingi bitirip kitleyi evine yolladılar. Oysa o akşam Yüksel Caddesi'nde
birkaç yüz kişiyle yaşanan coşkulu zafer kutlaması, onbinler tarafından
Sıhhiye Meydanı'nda gerçekleştirilebilirdi. Onbinlerce gösterici, "mücadele
ettik kazandık" duygusuyla bir sonraki mücadelede daha büyük bir
moral ve güvenle yerini alırdı. Bu da eylemlere katılımı artırmada, yani
en çok şikayet edilen kitleselleşememe sorununu çözmekte ciddi bir adım
atılması anlamına gelirdi.
Kitleselleşmek için, savaş karşıtı koalisyonları oluşturan örgütlerin
üye ve çevreleri dışındaki savaş karşıtlarını birleştirip harekete geçirmemiz
gerekiyordu. Oluşturulan koalisyonlar tabanda kitleleri kucaklayıp harekete
geçirmek için gereklidir ama yeterli olamazlar. Buradaki esas sorun, koalisyonların
yapısında ya da bileşenlerinde değil, savaş karşıtı eylemleri tabanda
inşa edecek politikalara sahip güçlü örgütlenmelerin olmamasıydı. Böylesi
bir politik öznenin yokluğu, en büyük koalisyon olan Irak'ta Savaşa Hayır
Koalisyonu'nu KESK'in politikalarına, finansmanına, yaklaşımına, sınırlılıklarına
bağımlı kıldı. Yapılan tek merkezi eyleme Ankara dışından katılımı sağlayan
KESK'in finanse ettiği otobüsler oldu. Ankara dışından katılımı artırmak,
KESK'in otobüslerine ek olarak ulaşım olanakları sunmak üzere kampanya
yapan taban birliklerinin zayıflığı, eylemin de politik liderliğini KESK'in
yönetimine devretmiş oldu.
Türk-İş, DİSK, KESK, Hak-İş liderlikleri ekonomik ve politik mücadele
arasında var olan doğrudan ilişkiyi bilinçli olarak ama farklı nedenlerle
kopardılar. Günün ekonomik talepleri (iş yasası, nema, özelleştirmeler
vb) ile savaş karşıtı öfke birleştirilmedi. Oysa savaş çığırtkanları ve
yönetici sınıf, ekonomik taleplerimiz ve savaş politikaları arasındaki
doğrudan ilişkiyi kullanarak toplumu savaşa ve yeni fedakarlıklara ikna
etmeye çalışıyordu. Türk-İş yönetimi, neo-liberal ve emperyalist politikalara
karşı sınıf merkezli değil ulusal çıkarlar üzerinden tutum almaya devam
ederek her iki alanda da mücadele örgütlemedi. KESK liderliği ise, "savaşa
ikna etmek için nema kullanılır" hissiyle hareket ederek, nemaların
ödenmemesi ve savaş arasında ilişki kurmaktan özellikle kaçındı.
Ekonomik taleplerimiz ile savaş karşıtı öfke birleştirilebilseydi, 2000-1
krizlerinin faturalarını sessizce ödeyen işçi sınıfının mücadele edip
kazanma hissinin değişmesi sağlanabilirdi. Türk İş, savaş bittikten sonra
iş yasasına, özelleştirmelere ve hükümete karşı bir eylemlilik başlattı.
İzmir'de 50 bin, Ankara'da 100 bin, Bursa'da 10 bin kişilik mitingler
gerçekleştirdi. Eğitim-Sen toplu görüşme haklarının takibini yine savaş
sonrası 5.000 kişilik bir eylemle yaptı. KESK nema üzerinden eylem programı
geliştirmedi.
Yeterli örgütsel gücümüz olduğu ortada. Ancak bunu kullanmakta sorunumuz
var. Bu nedenle, ekonomik kriz argümanına teslim olan işçi sınıfının savaş
sürecinde mücadeleye atılması için çok fırsat kaçırıldı. Güç var ancak
sendika bürokrasisini ittirecek, gerektiğinde onu aşacak, politik muhafazakarlığa
teslim olmayacak devrimci bir liderliğe ve onun etrafında güçlü bir taban
örgütlenmesine ihtiyaç var.
Savaş karşıtı hareketin güçlenmesi için ihtiyacımız olan geniş bir koalisyon
ve harekete geçmeye hazır oldukça geniş yeni bir kesim vardı. Ankara'daki
100 bin kişilik eyleme şehir dışından 500 otobüs (yaklaşık 20-25 bin kişi)
geldi. Klasik Ankara 1 Mayıs eylemlerine katılımın 10-20 bin arasında
olduğu düşünülürse, geleneksel sol ve çevresi dışında olup bu eyleme katılanların
sayısı çok yüksekti. Egemen sınıfın sıkışmışlığı, savaş karşıtlarına geniş
olanaklar sunuyordu. Savaş karşıtı aktivistlerin sayısını artırmak ve
eylemlere yeni insanları katmak iddiasındaki grubumuz, bu eylemlerde kendisinin
3-5 kat büyüklüğünde kortejler oluşturarak görünür ve tartışılır hale
geldi.
Dönemin sunduğu fırsatları gören antikapitalist grubu olarak, bulunduğumuz
alanlarda bütün gücümüzle savaş karşıtı eylemleri tabanda inşa etmeye
çalıştık. Kitlesel merkezi eylemin savaş karşıtlarını güçlendireceği yaklaşımıyla
1 Aralık İstanbul, 22 Aralık Ankara, 6 Nisan İstanbul eylemlerini merkezileştirmeye
çalıştık. Ankara'dan İstanbul eylemlerine, İstanbul'dan da Ankara eylemlerine
katılım sağlamak için kampanyalar yaptık. Bu kampanyalar sırasında, doğru
bir yaklaşımla tabanda yapılacak çalışmanın çok sayıda yeni kişiyi harekete
geçebileceğini gördük, gösterdik. Tabanda yapılan çalışmanın, kitlesel
merkezi eylem için gerekli finansmanı dayanışma yoluyla kolaylıkla toparlayabileceğini
hissettik, hissettirdik.
Bu hareketlenme ve eylemlilik sürecinde, Türkiye'deki savaş karşıtı mücadelenin,
küresel düzeyde gelişen savaş karşıtı hareketin organik parçası olması
için çalıştık. Savaş karşıtı eylemler sırasında, Kürt hareketinin kendi
acil taleplerini dile getirmesi üzerine yaşanan gerilimde, savaş karşıtı
hareketin kitleselleşip kazanması için devlete karşı Kürtlerle dayanışma
ve ittifakın gerekliliğini tartıştık. Dev gösteri ve grevlerle barış talep
eden Kıbrıslılarla, milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini savunarak
dayanışma kampanyası yaptık. Kuzey cephesinin açılmasını engelleyebilecek
olan tezkere görüşmelerinin yapıldığı 1 Mart'ta, eylem alanının barış
kararı çıkana değin terk edilmemesi için "dünya bizi izliyor-bugün
savaş kararı almalarını engelleyebiliriz" bildirisiyle tartıştık.
Talebimizin hayata geçmesi için birlikte çalıştığımız KESK aktivistleriyle
beraber Tertip Komitesi'nden eylemin erken bitirilmemesini talep eden
metne imza topladık. Her gösteride, geleneksel sol grupların kalıplarına
uygun olmayan yeni aktivistlerin güvenini, umudunu, dayanışmacılığını,
kararlılığını artırmak için tutum aldık, bu kesimin önünü açmaya çalıştık
Kortejlerimiz, tırtılı, marakası, uzun saçlı küpeli erkekleri, zıplayan
kadınları, açık kimlikli eşcinselleri, resimleri, geleneksel sloganlar
yerine daha önce duyulmamış sloganları, 5'li kortej disiplini yerine dağınık
duruşu vb ile eleştiri ve dikkatleri üzerine çekti. Yeni politik aktivizm
ve alternatif protesto yöntemlerinin egemen olduğu bu kortejler, geleneksel
solda öfke ve mide bulantısı yarattı. "Ciddiyetsiz, şımarık, amaçsız,
içi boş, orta sınıf çocukların eğlencesi" olarak görülen bu biçim,
ortak bir hedef etrafında bir araya gelen herkesin kendisini o hedefe
ilişkin özgürce ifade etmesine olanak sağlamasının ürünüydü. Medyada ve
sol içinde çok tartışılan tırtıl, melek ya da palyaço kılığına girme,
marakas, davul vb savaşa kaşı bir şeyler yapmak için harekete geçen yeni
bir kesimin kendisini ifade etmekte kullandığı bazı araçlardı. Grubumuzun
yaklaşımı, "Ortak amaç etrafında gelin birlikte çalışalım, herkes
kendi savaş karşıtlığını özgürce ifade edebilsin, yasak, sansür olmasın"
şeklindeydi. Böylece, kendi fikirlerini, araçlarını, sloganlarını yaratan
bir birlik oluştu.
Bu kortejleri bu denli tartışılır kılan bir diğer neden de, farklı ve
ritimli sloganlarıydı. Bu sloganların da büyük kısmı yeni harekete geçen
savaş karşıtlarınca üretildi: "İncirlik yıkılsın halı saha yapılsın",
"Hiçbir ülke hiçbir halk satılık değil", "ABD dünyamızdan
defol", "Öldürmiycez ölmiycez kimsenin askeri olmıycaz",
"Bush tahtaya 100 kere barış hemen şimdi yaz", "Savaş savaş
bok var bok var", "Biz anti anti kapitalistiz", "Ampul
Tayyip", "Çürük değil eşcinsel, askere de gitmiycez", "Herkese
özgürlük Kürtlere de özgürlük", "Herkese özgürlük türbana da
özgürlük."
Bu kortejler antikapitalist grubun dar örgüt kortejleri değil; biçim dayatması
yapılmayan birlik kortejleri olduğu için dağınık, ama ortak paydada anlaşan
herkesin katılımına açık, canlı, renkli ve çeşitliydi. Bizi küçümseyerek
eleştirenlerin sormadığı ve dolayısıyla öğrenemediği şey ise şuydu: "Nasıl
oluyor da Türkiye'de kökleri derin olmayan Troçkist küçük genç bir grup
olan antikapitalist, kendisinin 3-5 katı kadar insanı eylemlere getirebiliyordu?"
Kazanmak için kitlesel mücadeleye, bunun için de birleştirmeye, yeni insanları
harekete geçirmeye ihtiyaç var. Grubumuzun kendinden çok daha büyük bir
kalabalığı eylemlere taşıyabilmesinin temelinde bu yaklaşımla kurulan
diyalog, emek, samimiyet ve kararlılık var. Kendi grubunun dar ihtiyaçları
üzerinden değil, mücadelenin genel ihtiyaçları üzerinden hareket eden
grubumuz 1 Mart'ta eylem dağılırken "barış treni" yapıp "durdurcaz,
gitmiycez, inadına inadına bekliycez" sloganı atacak kararlılık ile
tezkerenin reddedildiğini duyunca sokağa fırlayıp "incirlik yıkılsın
halı saha yapılsın" haykırışındaki coşku ve renkliliği birleştirmeyi
başardı.
Geleneksel sol ve sendikal yapıların zayıf olduğu yerlerde, özellikle
üniversitelerde, savaş karşıtı eylemlilikler sırasında kendisini hissettiren
bu kesim, yeni araçlar ve yeni sloganların yanı sıra yeni bir bakış açısını
da temsil ediyor. 15 Şubat ve 1 Mart'ın umut artıran havası, bu kesimin
eylemlilik güvenini artırdı. ODTÜ, Bilgi, Boğaziçi, Sabancı üniversitelerinde
21 Mart Küresel eylem gününde gerçekleşen boykot ve eylemler bu kesimin
ciddi katılımıyla gerçekleşti. Bu hava içinde yeni aktivist ağları ortaya
çıktı.
"Yeni" adını verdiğimiz bu kesimin ortak özellikleri şunlar:
Sistem muhalifi, savaş nedeniyle harekete geçen, bir şey yapmak isteyen,
"reel sosyalizm" olarak adlandırılan stalinist sistemleri reddeden,
özgürlükler konusunda duyarlı, eşcinsellerle, Kürtlerle, hücredekilerle
dayanışmaya oldukça açık, uluslararası anti-kapitalist ve savaş karşıtı
hareketten etkilenen, ulusalcılığa karşı dünya ölçeğinde düşünmeye eğilimli,
şiddet ve militarizm karşıtı, Türkiye'deki hareket ve örgütlerin durumu
nedeniyle mücadelenin kazanacağına olan umudu zayıf, geleneksel solun
grup çıkarcı ve sekter tutumuna öfkeli, örgütlenmeye (hiyerarşik, bürokratik,
otoriter, anti-demokratik olduğu gerekçeleriyle) uzak duran, otonomcu
ve yaşam tarzcılığa açık.
İşgalin yarattığı yeni durum, Türkiye'de zaten çok zayıf olan "yeni"yi
de olumsuz etkiledi. Ancak savaş nedeniyle eylemlileşen bu kesim, buhar
olup uçmuş değil. "Yeni" halen alanlarımızda. Orada duruyorlar.
Kafaları karışık, biraz da moralsizler. Şu anda Irak'ta savaşa hayır üzerinden
genel bir mücadele havası içinde değiliz. Dolayısıyla yapacağımız politik
kampanya ve tartışmalar, bu kesimin mücadeledeki devamlılığını sağlamak
için hayati bir öneme sahip. Umudun, uluslararası anti-kapitalist hareketin
temsilcileri olmaya devam etmek ve yerel mücadele ayakları yaratmak konusundaki
iddiamızı artırmalıyız.
Bunun anlamı, Evian'da G-8 protestosu olacağını gündeme sokmak, deprem
nedeniyle 200 bin kişinin öleceğini bile bile kaynakları 1,6 milyar dolarlık
awacs uçağı almak için kullanan yönetici sınıfa kafa tutmak, kendi parası
olan nemasını alabilmek için eylem yapan ve bu nedenle soruşturmaya maruz
kalan BTS üyeleriyle dayanışmak, toplugörüşme hükümlerinin uygulanması
için polis barikatlarını zorlayan öğretmenlerle omuz omuza vermek, Selanik'te
yapılacak AB zirvesi protestosuna katılım için otobüs kaldırmak, bütün
çalışmalarımız sırasında da başka bir dünyayı nasıl kazanacağımızı tartışmaktır.
Antikapitalist; Sayı 24; Haziran
2003
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|