Güncelleme: 03.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
ABD, Türkiye, SavaşCumhurbaşkanı Turgut Özal 1991'de ABD'nin Irak'a karşı yürüttüğü Körfez
Savaşı'nı desteklerken "bir koyup, üç alacağız" demişti. Devlet
Planlama Teşkilatı'nın özel ve kamu sektörü ortalama ücret istatistikleri
ise tam tersine işaret ediyor. 1993'de 2.73 dolar olan ortalama saat ücretleri
Aralık 2000'de 1.65 dolara düştü. Şubat krizinden sonra ise 80 cente kadar
geriledi. Körfez Savaşı sırasında ulusal birlik adına aralarında madenlerin
kapatılmasına karşı Ankara'ya yürüyen Zonguldak madencilerinin de bulunduğu
işçiler kendi çıkarlarından vazgeçmeleri için ikna edilmişti. Şimdi ise
ücretlerimiz, yaşam standardımız on yıl öncesinin 1/3'ü düzeyinde. Özal
bir yönüyle haklıydı. Çalışanların kendi çıkarlarını bir kenara bırakması
sağlayan zenginler "bir koyup" ceplerine "üç"ü indirdiler.
Zaten zengin olanlar aynı dönemde iyice zenginleştiler, çalışanlar ise
fakirleştiler. Türkiye'nin, ABD'nin Afganistan'a karşı yürüttüğü savaşı
destekleyerek ekonomik olarak kazançlı çıkacağı tartışılıyor. Hükümetin
savaşa destek vermesi ve Afganistan'a asker göndermesi karşılığında bütün
borçlarının iptal edilmesini talep ettiği yönünde haberler de yayımlandı.
Bu tür haberleri ciddiye alamayız. Türkiye'nin dış borçları ABD'nin bütçe
fazlası kadar. Ayrıca savaşı desteklemesi için ABD'nin rüşvet vermesi
gereken tek ülke Türkiye değil. ABD hükümetinin bile elinde bu kadar büyük
kaynaklar bulunmuyor. Türkiye savaştan kazançlı çıkar mı? Türkiye'nin
ve ekonomisinin bir şekilde bu savaştan kazançlı çıkabileceği düşünülüyor.
ABD yeni bir savaş uçağı için önümüzdeki 10 yıl içinde 200 milyar dolar
harcayacak. Türkiye bu projeye ortak olacak. Bunun gibi askeri harcamaların
ekonomiyi canlandıracağı umut ediliyor. Dünyanın hali Dünyanın 11 Eylül
öncesi ve sonrası işleyişine bakarak bu umutların yerinde olup olmadığını
anlayabiliriz. 11 Eylül öncesinde Japon ekonomisi 10 yıldır ekonomik durgunluk
(resesyon) içindeydi ve ABD'nin balon ekonomisi de patlama işaretleri
veriyordu. Bununla birlikte Rusya ve Uzakdoğu Kaplanlarının "mucize"
ekonomileri, Türkiye ve Arjantin gibi borç batağındaki ülkeler krizle
sarsılıyordu. Borç batağından söz ederken ABD'yi de ele almamız gerekiyor.
ABD'nin iç ve dış borçları o kadar büyük ki herhangi başka bir ülke olsaydı
IMF anında müdahale ederdi. IMF'nin ABD'ye dokunmamasının en önemli nedenlerinden
biri de dünyadaki askeri egemenliğidir. 11 Eylül'de Dünya Ticaret Merkezi'nde
ölen işçiler hakkında ne düşünürsek düşünelim saldırının kendisi ABD askeri
gücü açısından onur kırıcıydı. ABD'nin en büyük kenti New York'da sembolik
öneme sahip binalar ve Pentagon çakı bıçağı ve kararlılığın ötesinde silahları
olmayanlar tarafından yıkıldı. ABD hükümeti kredibilitesini yeniden kazanmak
için intikam almaya zorlandı. Dolayısıyla ABD açısından sorun "suçluları"
vurmak değil; onurunu kurtarmak için bir şeyler yapıyor görünmek. Günah
keçisi olarak seçilen ise dünyanın en yoksul üçüncü ülkesi olan Afganistan
halkı. Süpergüç o kadar da güçlü değil Afganistan'a saldırmak ABD açısından
tehlikeli bir adım. Saldırı ABD için sembolik önem taşımakla birlikte
Afganistan halkı için ölümcül bir facia teşkil etmektedir. ABD'nin devasa
savaş aygıtına karşılık sadece küçük ve profesyonel bir ordusu var. Bu
ordu birkaç cephede birden savaşamaz. ABD egemen sınıfı içinde bu konuda
yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. Bazıları Afganistan halkını katletmenin
yetmeyeceğini ifade ediyorlar. Savunma Bakanı Rumsfiled, Bin Ladin'i yakalama
şanslarının olmadığını zaten itiraf etti. Egemen sınıfın bazı üyeleri
ise ABD'nin Ortadoğu'daki hegemonyasının çoğunlukla baskıcı olan bir dizi
rejimle son derece hassas bir ittifak ağı ile sürdürdüğüne dikkat çekiyorlar.
ABD'nin operasyonların Ortadoğu'yu da dahil etmesi bu ülkelerdeki rejimleri
halk ayaklanmaları ile karşı karşıya bırakabilir, bütün bölgeyi istikrarsızlığa
sürükleyebilir. 11 Eylül saldırılarının ardında da zaten ABD dış politikasının
yarattığı sorunlar yatmaktadır. Mısır buna iyi bir örnektir. ABD'nin bölgedeki
en önemli müttefiki olan Mısır, İsrail ile de barış antlaşması yaptı.
Mısır hükümetinin yoksullara karşı saldırganlığı ve İsrail ile ittifak
yapması, ekmek fiyatlarındaki artışlara karşı sokak isyanlarıyla kendini
ifade eden İslami bir hareketin yükselişine neden oldu, 1981'de Başkan
Sedat'a suikast yapılmasına yol açtı. Sadat'ın yerini alan Mübarek, İslami
harekete karşı baskı ve işkenceyle vahşi bir kampanya yürüttü. Bunun yarattığı
öfke 11 Eylül saldırısını giden yolu döşedi. Uçak kaçıranların çoğunun
Mısır kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Halkın sıkıntılarını çözemese de
ifade eden politik İslam, harekete karşı "laik" baskıyla mücadele
edilebileceğini düşünenler için 11 Eylül önemli bir ders teşkil etmektedir.
ABD'nin Ortadoğu müttefiklerinin hemen hepsi gelecekleri konusunda kaygılılar.
ABD'nin geniş bir cephe saldırısının kendilerini devirecek ayaklanmalara
neden olacağından korkuyorlar. ABD de tehlikede görünen bu rejimlere bağımlı.
Dolayısıyla ABD'nin manevra kabiliyeti aslında çok sınırlı. Süpergüç ekonomik
problemler de yaşıyor ABD'nin son 10 yılda gösterdiği ekonomik genişlemesi
borç olarak alınan kaynaklara dayanıyordu. Bu sürecin tıkandığı ve ABD
ekonomisinin çok daha büyük sıkıntılara gebe olduğu görülmektedir. Su
almaya başladığında zenginler aynı gemide olduğumuzu söyleyerek fedakarlık
yapmamızı isteyecektir. Ancak kendiler bunu yapmayacaktır. Dünya Ticaret
Merkezi'nde faaliyet gösteren First Equity Enterprises yatırım şirketinin
hiçbir çalışanı yaralanmamıştı. Ancak şirket sahipleri saldırıyı fırsat
bilerek yatırımcıların 120 milyon dolarıyla (200 trilyon TL) ortadan kayboldular.
İkiz kulelerin sahibi sigorta şirketine dava açarak kendisine 3.5 milyar
değil de 7 milyar dolar ödenmesini talep etti. Gerekçesi ise bir değil
iki uçağın saldırısına uğradıklarıdır. Bayer ilaç firması ise ABD hükümetiyle
Şarbon hastalığının tedavisinde kullanılan Cipro ilacının fiyatları konusunda
anlaşmazlığa düştü. Bayer ilaç fiyatlarını yüksek tutabilmek için daha
ucuz üretim yapan firmalara rüşvet vermişti. Bayer'in iddia ettiği "telif"
hakları Dünya Ticaret Örgütü'nde görüşülen antlaşmaların konusudur. ABD
tüm dünyaya dayatmaya çalıştığı politikalara şimdi kendisi karşı geliyor. Antikapitalist; Sayı 11; Kasım
2001 |
|||||||||||||||||||||||||||||||||