Güncelleme: 03.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Türkiye, Emperyalizm ve İşçi SınıfıMarks dünya tarihinin "sınıflar mücadelesi tarihi" olduğunu söyler. Eğer herkes dünyanın işçiler ve patronlar arasında bölünmüş olduğunu görebilseydi işimiz çok kolay olurdu. Dünyada nüfusun büyük bir çoğunluğunu işçiler oluşturmasına karşın patronlar ancak birkaç yüzbin kişiler. Ne yazık ki bu gerçek herkesin görebileceği kadar açık değil. Marks, kapitalizme karşı mücadelenin işçiler ve patronlar arasındaki doğrudan mücadelenin ötesinde bir mücadele olduğunun farkındaydı. En önemli çalışması olan Kapital'i ilk planladığında kitapta 6 bölüm olacaktı. Kitabın 4, 5 ve 6. bölümleri sırasıyla "Devlet", "Uluslararası Ticaret" ve "Dünya Pazarı" başlıklarını taşıyorlardı. Düşman kardeşler Kapitalizm krizlerin ve çelişkilerin sistemidir. Kapitalizmin çelişkileri sermaye ve emek arasındaki çelişkilerin bir sonucu olmasına karşın her zaman bu biçimde ortaya çıkmazlar. Marks kapitalizmi değerlendirirken (sistemin uluslararası yönünü dışarda tutarken bile), kapitalistleri "düşman kardeşler çetesi" olarak tanımlar. Marks'ın analizindeki anahtar unsur kapitalistler arasındaki amansız rekabettir. Bu rekabet gerçek ve kanlıdır. Bazı kapitalistler süreç içinde iflas ederler. Ne var ki sistem krize girdiğinde bu rekabetin faturası işçiler tarafından ödenir. Kapitalistler birbirleriyle rekabet edebilmek için kendi işçilerinin ücretlerini düşürmeye çalışırlar. Patronların "rekabet edebilmek için" işçilerden düşük ücretlere razı olmalarını istediklerini sık sık duyarız. Patronlarının rekabet nedeniyle iflas edebileceğini düşünen işçiler bazen işlerini kaybetmemek için bu çağrıları dinlerler. İşçiler, düşük ücretelere razı olarak patronların bir işletmedeki işçileri diğer işletmedeki işçilere karşı kullanmasına izin vermiş olurlar. Ne var ki işçilerin bu yaklaşımı sonucu bütün işçiler kaybeder. Rekabet ve savaşlar Ancak kapitalistler arası rekabet sadece tek tek işletmeler arasındaki rekabetten oluşmaz. Marks bunu Kapital'i yazmayı planlarken çok açıkça görmüştü. Kapitalizm Marks'ın ölümünden sonra bütün dünyaya yayıldı. Bu durum marksistler arasında bir dizi tartışma ve anlaşmazlığa neden oldu. Kautsky gibi bazıları, büyük işletmelerin banka sermayelerini artırması ve küreselleşme sürecini "ultra emperyalizm" olarak isimlendirdi. Bu sürecin "kapitalizmi barışcıl olarak geliştireceğini" düşündüler. Onun tartışmaları bugün "küreselleşme" tartışmaları yapanların söyledikleriyle büyük benzerlik taşıyor. Devrimci marksist Rosa Lüksemburg gibi diğer marksistler ise bu faktörler ve sömürgeleşmedeki artışın kapitalist sistemin krizini ancak geçici olarak erteleyebileceğini, fakat bu durumun kriz patlak verdiğinde krizi çok daha şiddetli hale getireceğini savunmaktaydılar. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi kimin haklı olduğunu açıkça gösterdi. Bu savaş, kapitalist rekabetin yeni ve daha kanlı bir biçime sıçradığını, devletler arasındaki silahlı rekabetin boyutlarını gösteriyordu. Dünya sistemi artık emperyalist bir sistem haline gelmişti. Kautsky ve Lenin Düşman kardeşler (dünya kapitalist sınıfı) arasındaki rekabet, orduları olan ve birbirlerini tehdit eden, savaşan devletleri de kapsamaktadır. Tıpkı tek tek patronların işçilerden "çalıştıkları işletmeleri korumaları için" bedel ödemelerini istemeleri gibi, ulusal yönetici sınıflar da işçilerden "yaşadıkları ülkeleri korumak için" fedakarlık yapmalarını istiyorlar. Bu fedakarlık çağrıları bazen işçileri ikna ediyor. Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında dünyanın her yerinde milyonlarca sosyal demokrat işçi kendi yönetici sınıflarını destekledi. Bu dönemde Lenin "Emperyalizm, Kapitalizmin Son Aşaması" adlı kitabında, devrimcilerin anlaması gereken yeni bir durum olan emperyalizmi kapitalist gelişmenin yeni bir aşaması olarak tanımladı. Buharin emperyalizmi daha ayrıntılı bir şekilde inceledi ve iki eğilimin altını çizdi. Bunlardan birisi, sermayenin devlet ile artan entegrasyonu; diğeri ise, rekabetin küreselleşmesi eğilimiydi. Bu eğilimler devletler arasındaki rekabetin giderek artan ölçüde silahlı rekabet biçimini almasına, büyük güçler arasında savaşlara, ezilen ulusların emperyalist devletlere karşı mücadele etmesine yol açtı. Yeni emperyalizm Emperyalizm, 1945'e kadar birçok egemen gücün dünya ölçeğinde rekabet ettiği bir sistemdi. Emperyalistler bu dönemde bazen doğrudan sömürgeleştirme, bazen de piyasa ve ham madde kaynakları üzerinde çeşitli egemenlik biçimleri kurarak güç kazandılar. Büyük kapitalistler, 1914-1945 yılları arasındaki dönemde, savaş nedeniyle ham maddelere (petrol bir istisnaydı) olan bağımlılıklarını azaltmaya zorlandılar. Bu durum doğrudan sömürgelerin önemini azalttı. 1945'den sonra dünya, askeri olarak sadece iki süper gücün kontrolü altına girdi. Bunlar Rusya ve ABD idi. Diğer kapitalist devletler bu bloklardan birinin parçası oldular. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrası askeri rekabet tekrar yeni blokları ortaya çıkardı. Avrupa ve Japonya blokları daha bağımsız bir rol oynamaya başladı. İki süper güce dayalı sistemin çöküşü sırasında ana bloklar dışında bazı sermaye birikim merkezleri de ortaya çıktı. Alt-emperyalizm Bu durum alt-emperyalist güçlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Dünya ölçeğinde hegemonya kuracak kadar güçlü olmayan devletler dünyanın bir bölgesinde hegemonya kurmaya çabalıyorlardı. Bu alt-emperyalistler birbirleriyle rekabet halindedir. Yunanistan ve Türkiye yönetici sınıfları Balkanlar üzerinde etki ve kontrol için rekabet ederken, Güney Amerika'da Arjantin ve Brezilya, Hindistan yarı kıtasında Hindistan ve Pakistan birbirleriyle rekabet ediyorlar. Vietnam, Güney Afrika ve Nijerya gibi ülkeler de bulundukları bölgede kendileri için bir hegemonya alanı oluşturmaya çalışıyorlar. Orta Doğu bölgesi ise İsrail, İran, Irak, Suriye, Mısır, Türkiye gibi pek çok ülkenin kontrol için rekabet ettiği bir alan. Alt-emperyalist devletler sadece büyük bir bloğun temsilcisi değiller. Bazen büyük güçlerle çatışırlar. Ancak büyük güçlerin karşılaştırılamaz askeri kuvvete sahip olduğu bir dünyada yaşamak zorundalar. Bu nedenle bazen büyük güçlerle işbirliği içinde işlerini görürken bazen de bağımsız davranarak dişlerini gösterebilirler. Bazen köpek sahibinin ayağını ısırabilir. Türkiye, Kore Savaşı'ndan itibaren ABD'ye sadık bir müttefik ülke oldu ancak Kıbrıs işgali ABD'nin silah ambargosu ile karşılaştı. 19. yüzyılda bir İngiliz dışişleri bakanı "Majestelerinin hükümetinin sürekli ittifakları yoktur, yalnızca sürekli çıkarları vardır" diyordu. Emperyalist güçler tarafından doğrudan desteklenen rejimler bile emperyalist güçlerden bağımsız davranabilmektedir. Örneğin İran'a karşı savaşta ABD tarafından silahlanmış ve desteklenmiş olan Irak, ABD'nin basit bir "kuklası" olmadığını Kuveyt'i işgal edip büyük bir savaşı başlattığında gösterdi. İngiltere 1942 Şubat'ında Mısır Kralı Faruk'un sarayını tanklarla çevirip kendi istediği başkanı görevlendirinceye kadar kuşatma altında tutmuştu. Ancak bugün ABD'nin Irak'ta böyle bir şey yapması pek olanaklı görünmüyor. O zamanlar Mısır İngiltere'nin yarı sömürgesiydi. Şu anda dünyada bu durumda olan çok az sayıda ülke var. AB ve emperyalizm SSCB'nin dağılmasının ardından Avrupa'da Almanya ve Uzak Doğu'da Japonya yeni büyük güçler olarak belirginleştiler. "Avrupa Birliği", Avrupa'yı ABD ile rekabet edebilecek bir bloğa dönüştürme çabasıdır. Bir kez daha bedeli işçilere ödetilmeye çalışılmaktadır. Avrupa işçilerine ABD işçileri kadar az tatil yapmaları Japonlar kadar az emeklilik hakkına sahip olmaları gerektiği söylenmektedir. Dünya kapitalizminin bütününde giderek derinleşen kârlılık oranlarında bir kriz yaşanmaktadır. Kriz ve kutuplaşma Bu kriz Avrupa'da açıkca görülebilmektedir. Avrupanın iki ekonomik motor ülkesi Almanya ve Fransa %12'lere varan işsizlik oranlarına sahip. Geçen beş yıl içinde Avrupa'da hükümetler Avrupa Para Birimi'nin kriterlerini hayata geçirebilmek için sosyal ve diğer kamu harcamalarını kestiler, işçilerin kazanılmış haklarına bir saldırı başlattılar. Şimdi, ortak para birliğine yıl sonunda girmeyi hedefleyen Yunanistan'da aynı savaş yürütülüyor. Bu saldırılar artan bir politik bir kutuplaşma yaratıyor. Avrupa ölçeğinde sosyal demokrat hükümetlerin iktidara gelmesi mücadelenin bir göstergesi. Avusturya'da faşist Haider'in %23 oy alması da krizin derinliğine duyulan umutsuzluğun ifadesi. Derinleşen kriz büyük güçleri giderek artan bir çabayla yeni kâr kaynakları bulmaya zorluyor. Dünya borsalarının çok yüksek seviyelerde olması bunun bir göstergesi. Borsa yatırımcıları hisse senetleri fiyatlarının yükselmesiyle para kazanmayı umarlarken çok düşük bir getiri seviyesine (düşük kâr oranına) razı olmaktadırlar. Bu Marks'ın öngörmüş olduğu bir durumdur. Sistem krize girerken kapitalistler artık üretimden elde edemedikleri kârı bulmak için spekülasyona yönelirler. Uluslararası düzeyde bu spekülasyonun bir örneği Hazar petrolüne olan saldırıdır. Hiç kimse ne kadar petrol olduğunu, çıkarmanın maliyetinin ne olacağını ve pazarının olup olmayacağını bilmiyor. Ama yine de bu alanı kontrol etme çabası bölgede yaşanan savaşların önemli bir nedeni olabiliyor. Çünkü hiç bir güç bu alandan kazanması olası kârı riske atma lüksüne sahip değil. Kapitalist rekabetin bedeli bir kez daha işçilere ödetiliyor, bu kez hayatlarıyla ödüyorlar. Emperyalist dünyada Türkiye’nin yeri Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı
15; Nisan 2000 |
|||||||||||||||||||||||||||||||||