| 
     “Terör Sorunu” değil “Kürt 
        Sorunu”;
       Generallerin Çözümüne “Dur” Diyelim!
      Türkan Uzun 
         
        ABD, 2001’den bu yana “terörizme karşı mücadele” adı altında Afganistan’a 
        ve Irak’a saldırdı, işgal etti ve bütün bölgeyi kasıp kavuruyor. Son olarak 
        da İran’a karşı nükleer silahlar kullanabileceğini açıkça ifade etti. 
         
        Ortadoğu’yu “demokratikleştirme” söyleminin arkasında Doğu’da ve Batı’da 
        orta sınıf hassasiyetlere seslenerek sürece sivil müttefikler yaratma 
        çabası olduğu artık netleşti. Asıl mesele ise ABD egemenliği ve petrol 
        çıkarları. 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırılar, 
        1997-98’de geliştirilen ABD’nin Yeni Yüzyılı Projesi’ni hayata geçirmek 
        için Bush yönetimine bir fırsat verdi.  
        Bush yönetimi bu arada teröre karşı mücadele yasalarıyla ABD’deki demokrasiye 
        saldırdı. 2001 sonrası çıkarılan geçici uygulamalar kalıcılaştırıldı. 
        Avrupa’da da aynı anti-demokratik rüzgar estirilmeye çalışılıyor. Irak 
        işgalinin küçük ortağı Tony Blair, “terörle mücadele” savaş ve yoksulluk 
        politikalarına karşı çıkan herkesi “terörist” ilan etmeye, toplumsal muhalefeti 
        susturmaya çalışıyor. Bunu için de yine devletin birincil ve asıl büyük 
        şiddeti karşısında “suskun”, Londra’da 7 ve 21 Temmuz’daki bombalama olaylarının 
        tepkisel şiddeti karşısında “cevval” kesilen orta sınıf hassasiyetlere 
        sesleniyor. Bush ve Blair’in uygulamalarının önüne set çeken ise savaş 
        karşıtı hareketin ve solun sağlam durmasıdır.  
         
        Terör yasasına hayır 
        Türkiye’de de generallerin ittirmesi sonucu Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri 
        Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay ve MİT temsilcileri’nden 
        oluşan bir komisyon yeni anti-terör yasalarının hazırlıklarını sürdürüyor. 
         
        İzmir Çağdaş Hukukçular Derneği’nden Ali Koç hazırlanan tasarının “ifade 
        özgürlüğünden seyahat özgürlüğüne, haberleşme özgürlüğünden kişi güvenliği 
        ve özgürlüğüne kadar, birçok temel hak ve özgürlüklerin ihlaline zemin 
        hazırladığını” vurguluyor. İnsan Hakları Vakfı (THİV) Başkanı Yavuz Önen 
        de “medyanın işini yapamadığı, yargının etkin bir denetim sağlayamadığı 
        ve gizli operasyonların gerçekleştirildiği” bir ortamın hazırlanmak istendiğini 
        ifade ediyor.  
        Ali Koç, benzeri önlemlerin Ceza Kanunu’nda olduğuna ve bunların yargıçlar 
        tarafından işletilebileceğine, yeni tasarının ise hukuku devre dışı bıraktığına 
        dikkat çekiyor. Dolayısıyla süreç generallerin ve polislerin denetimine 
        devredilmek isteniyor. Bu saldırı hepimizedir. Generallerle birlikte bu 
        saldırıyı durdurmadıkça gerçek demokratik açılımlar ya mümkün olmayacak 
        ya da çok zayıf bir makyaj şeklinde kalmaya mahkum olacaktır.  
         
        Terör değil, Kürt Sorunu 
        Genelkurmay ortada bir Kürt Sorunu değil de terör sorunu olduğunu iddia 
        ediyor ve bu nedenle “terörle mücadele için sınırsız yetki” istiyor. Generaller 
        sağ-sol çatışmalarını bahane ederek 12 Eylül 1980’de de yönetime el koymuşlardı. 
        Generallerin terör ile mücadeleden ne anladıklarını çok iyi biliyoruz. 
        Darbeciler bütün parti ve sendikaları kapattılar. En temel demokratik 
        kazanımlarımızı yok edip anti-demokratik bir anayasa getirdiler. 17 yaşındaki 
        bir genci bile idam etmekten geri durmadılar. Generallerin hangi bahanelerle 
        olursa olsun ipleri ellerine almalarına izin veremeyiz!  
        Generallerin terör sorunu dedikleri Kürt Sorunudur! Bu sorun durduk yerde 
        ortaya çıkmadı, gökten zembille inmedi. Sorunu Türkiye egemenleri, Cumhuriyetin 
        kuruluşundan bu yana uyguladıkları inkar ve imha politikalarıyla yarattı. 
        İngiltere, Irak işgaline ortak olmasaydı Londra’da bombalar patlamazdı. 
        Kürt Sorunu bugüne kadar siyasi bir şekilde çözülmüş olsaydı Kuşadası’nda 
        ve başka yerlerde bombalar patlamazdı. Bombalamaların sorunu çözmeyeceğini 
        biliyoruz. Ancak Kürt Sorununu siyasi bir çözüme kavuşturmadan da bombalama 
        sorunlarını çözemeyiz. Akan kanın durmasını ve herkes için barış ve demokrasi 
        istiyorsak Genelkurmay’ın anti-terör yaklaşımlarını durdurmalıyız! 
        11 Eylül için “Darbeciler Yargılansın” talebi ile sendika, meslek odaları, 
        78’liler Vakfı vb kapsayan bir eylem çağrı yapıldı. 1980 darbesinin 25. 
        yıldönümünde, bütün toplumu terörize eden generallere “dur” demek için 
        alanlarda buluşalım.  
      Erdoğan Güvercin mi? 
         
        İlk kez bir başbakanın ağzından bu topraklarda bir “Kürt Sorunu” olduğunu, 
        “geçmişte hataların yapıldığını” ve bunlarla “yüzleşmek gerektiğini” duyduk. 
        Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti sırasında verdiği mesajlar bu açıdan önemlidir. 
         
        Genelkurmay,Meclis içinde ve dışındaki sağ ve (sözde) sosyal demokrat 
        partiler ise dehşete kapıldılar. Genelkurmay meseleyi bir “terörle mücadele 
        sorunu” olarak ele alıyor, Kürt bölgelerinde yeniden Olağanüstü Hal ilan 
        ederek topyekün savaş, sınırötesi operasyon maceralarına atılmak istiyor. 
         
        Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana şu veya bu tarihte iktidarda bulunmuş 
        olan bu partiler inkar ve imha dışında bir politika üretmediler. Kirli 
        Savaşın yarattığı acıları ancak oy toplama fırsatı olarak kullandılar. 
        MHP’nin politikalarına Nevroz’dan sonra yeniden tanık olduk. Bahçeli’nin, 
        1915’de Ermenilere, İkinci Dünya Savaşı’nda da Hitler tarafından Musevilere 
        gaz odalarında uygulanan “Nihaî Çözüm” hevesi ortadadır. Genelkurmay ve 
        MHP gibi güçler çözüm değil katliam istiyorlar.  
        CHP Başkanı Deniz Baykal’ın “bir etnik kesim devletin muhatabı değildir” 
        ve “Erdoğan asfalt döşesin” sözlerine ne demeli? Söz konusu partiler arasında 
        iktidarda en uzun yıllar bulunmuş CHP’nin Genel Başkanı olarak Baykal’a 
        “Şeyh Sait’i asmak ve Dersim’i havadan bombalamak gibi nice katliam işlemek 
        yerine Kürtlere Cumhuriyetin kurucu uluslarından birisi olarak eşit hak 
        ve olanaklar tanınsaydı bugün etnik bir sorun olur muydu?” diye sorulmalıdır. 
         
         
        Erdoğan’a güven olmaz! 
        Kürt sorununa gerçek ve adil bir çözüm isteyenler bugün devletin ve devletten 
        daha devletçi parlamenter Şahinlerin askeri çözümleriyle kendi aralarında 
        derin bir çizgi çizmelidir.  
        “Demokratik sürecin geriye gitmesine izin vermeyeceğiz” diyen Erdoğan’dan 
        ise genel vaat ve temennilerin dışında somut, ölçülebilir ve “gözden geçirilebilir” 
        öneriler duymadık. IMF’ye ve AB’nin karşısına böyle muğlak söylemlerle 
        çıkabilir miydi? Çıksa, ne kadar güven verici olurdu?  
        Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana IMF, ABD, AB ve genel olarak uluslar 
        arası sermayeye güven vermek için elinden geleni yaptı. Erdoğan’a kalsaydı 
        Irak Savaşı için Amerikan askerlerine kapıları ardına kadar açar ve savaşın 
        içine çekilirdik. AKP’nin uzlaşarak eski statüko ve Genelkurmay’ın elini 
        güçlendirdiğine bu sayfalarda sürekli dikkat çektik. Uzlaşmaya yanaşmadığı 
        hep bu toplumun mağdurları oldu. 
        Erdoğan’ın “demokratik güvercin” kredi notu zayıftır. Emek, barış ve demokrasi 
        güçleri “değişim meşalesini” Erdoğan’a teslim ederlerse onun da Genelkurmay’ın 
        yolunu aydınlatmayacağının garantisi yoktur. Hazırlanan terörle mücadele 
        yasaları, Adalet Bakanı Cemil Çicek’in, “hükümetle ordu tamamen hemfikirdir” 
        açıklamaları AKP hükümetinin Şahin politikalara set çekeceğine dair güven 
        vermemektedir. Siyasi çözüm ancak Şahin politikaları izole eden birleşik 
        bir toplumsal mücadele ile mümkün olabilir.  
        Yurttaş Girişimi’nin Erdoğan görüşmesi 
        Aydınlar Çağrısı’nın imzacıları arasından bir heyetin Erdoğan ile görüşmesi 
        bu çerçevede ele alınmalıdır. Görüşme Erdoğan’a bir halka ilişkiler manevrası 
        yapma fırsatı verdiği için eleştiriler aldı, Mehmet Bekaroğlu imzasını 
        geri çekti.  
        Çağrının kendisinin, devletin birincil şiddetini değil de PKK’den gelen 
        tepkisel şiddeti hedef almasının sorunlu bir yaklaşım olduğunu daha önce 
        tartışmıştık. Yüzde 90 egemen sınıfın tutumuyla anlaştıktan sonra bir 
        miktar değişim talebi dillendirmek, denklemi ters kurgulamaktır.  
        Başbakan ile görüşme de siyasi bir çözüm konusunda Erdoğan’a güvenebileceğimiz 
        mesajını verdi. Girişim böyle bir görüşme yaparak kendisini sürecin takipçisi 
        konumuna da getirdi. Birbiriyle bağlantılı bu iki durum, siyasi çözüm 
        öznelerinin “kendine güvenini” arttırmıyor.  
        Bunu daha önce de denedik gördük. 2002 Genel Seçimlerinden sonra demokratik 
        değişim meşalesi AKP ve AB’ye devredildi. Değişim hareketi kendini atıl 
        kıldı ve depolitize etti. Erdoğan da sağdan ve generallerden gelen basınçlar 
        karşısında uzlaştı. Uzlaşmasına izin verdik çünkü bunu engelleyecek kitlesellik 
        ve etkinlikte bir hareket kendini büyük ölçüde boşa çıkarmıştı. Bugün 
        yüzleşmek zorunda olduğumuz sorumluluk, generaller ve MHP gibi güçleri 
        izole ederek taleplerinin arkasında duran bir siyasi çözüm hareketini 
        inşa etmek. Yurttaş Girişimi, görüşülmesi gerekenlerle görüşür ancak çözümün 
        tek güvencesi olan bir taban hareketinin inşası için azami çaba harcanmalıdır. 
         
       
       'Türkiye'de Durum' sayfasına dön 
        sayfa başına dön   
       | 
    |