Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


“Terör Sorunu” değil “Kürt Sorunu”;

Generallerin Çözümüne “Dur” Diyelim!

Türkan Uzun

ABD, 2001’den bu yana “terörizme karşı mücadele” adı altında Afganistan’a ve Irak’a saldırdı, işgal etti ve bütün bölgeyi kasıp kavuruyor. Son olarak da İran’a karşı nükleer silahlar kullanabileceğini açıkça ifade etti.
Ortadoğu’yu “demokratikleştirme” söyleminin arkasında Doğu’da ve Batı’da orta sınıf hassasiyetlere seslenerek sürece sivil müttefikler yaratma çabası olduğu artık netleşti. Asıl mesele ise ABD egemenliği ve petrol çıkarları. 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırılar, 1997-98’de geliştirilen ABD’nin Yeni Yüzyılı Projesi’ni hayata geçirmek için Bush yönetimine bir fırsat verdi.
Bush yönetimi bu arada teröre karşı mücadele yasalarıyla ABD’deki demokrasiye saldırdı. 2001 sonrası çıkarılan geçici uygulamalar kalıcılaştırıldı. Avrupa’da da aynı anti-demokratik rüzgar estirilmeye çalışılıyor. Irak işgalinin küçük ortağı Tony Blair, “terörle mücadele” savaş ve yoksulluk politikalarına karşı çıkan herkesi “terörist” ilan etmeye, toplumsal muhalefeti susturmaya çalışıyor. Bunu için de yine devletin birincil ve asıl büyük şiddeti karşısında “suskun”, Londra’da 7 ve 21 Temmuz’daki bombalama olaylarının tepkisel şiddeti karşısında “cevval” kesilen orta sınıf hassasiyetlere sesleniyor. Bush ve Blair’in uygulamalarının önüne set çeken ise savaş karşıtı hareketin ve solun sağlam durmasıdır.

Terör yasasına hayır
Türkiye’de de generallerin ittirmesi sonucu Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay ve MİT temsilcileri’nden oluşan bir komisyon yeni anti-terör yasalarının hazırlıklarını sürdürüyor.
İzmir Çağdaş Hukukçular Derneği’nden Ali Koç hazırlanan tasarının “ifade özgürlüğünden seyahat özgürlüğüne, haberleşme özgürlüğünden kişi güvenliği ve özgürlüğüne kadar, birçok temel hak ve özgürlüklerin ihlaline zemin hazırladığını” vurguluyor. İnsan Hakları Vakfı (THİV) Başkanı Yavuz Önen de “medyanın işini yapamadığı, yargının etkin bir denetim sağlayamadığı ve gizli operasyonların gerçekleştirildiği” bir ortamın hazırlanmak istendiğini ifade ediyor.
Ali Koç, benzeri önlemlerin Ceza Kanunu’nda olduğuna ve bunların yargıçlar tarafından işletilebileceğine, yeni tasarının ise hukuku devre dışı bıraktığına dikkat çekiyor. Dolayısıyla süreç generallerin ve polislerin denetimine devredilmek isteniyor. Bu saldırı hepimizedir. Generallerle birlikte bu saldırıyı durdurmadıkça gerçek demokratik açılımlar ya mümkün olmayacak ya da çok zayıf bir makyaj şeklinde kalmaya mahkum olacaktır.

Terör değil, Kürt Sorunu
Genelkurmay ortada bir Kürt Sorunu değil de terör sorunu olduğunu iddia ediyor ve bu nedenle “terörle mücadele için sınırsız yetki” istiyor. Generaller sağ-sol çatışmalarını bahane ederek 12 Eylül 1980’de de yönetime el koymuşlardı. Generallerin terör ile mücadeleden ne anladıklarını çok iyi biliyoruz. Darbeciler bütün parti ve sendikaları kapattılar. En temel demokratik kazanımlarımızı yok edip anti-demokratik bir anayasa getirdiler. 17 yaşındaki bir genci bile idam etmekten geri durmadılar. Generallerin hangi bahanelerle olursa olsun ipleri ellerine almalarına izin veremeyiz!
Generallerin terör sorunu dedikleri Kürt Sorunudur! Bu sorun durduk yerde ortaya çıkmadı, gökten zembille inmedi. Sorunu Türkiye egemenleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uyguladıkları inkar ve imha politikalarıyla yarattı. İngiltere, Irak işgaline ortak olmasaydı Londra’da bombalar patlamazdı. Kürt Sorunu bugüne kadar siyasi bir şekilde çözülmüş olsaydı Kuşadası’nda ve başka yerlerde bombalar patlamazdı. Bombalamaların sorunu çözmeyeceğini biliyoruz. Ancak Kürt Sorununu siyasi bir çözüme kavuşturmadan da bombalama sorunlarını çözemeyiz. Akan kanın durmasını ve herkes için barış ve demokrasi istiyorsak Genelkurmay’ın anti-terör yaklaşımlarını durdurmalıyız!
11 Eylül için “Darbeciler Yargılansın” talebi ile sendika, meslek odaları, 78’liler Vakfı vb kapsayan bir eylem çağrı yapıldı. 1980 darbesinin 25. yıldönümünde, bütün toplumu terörize eden generallere “dur” demek için alanlarda buluşalım.

Erdoğan Güvercin mi?

İlk kez bir başbakanın ağzından bu topraklarda bir “Kürt Sorunu” olduğunu, “geçmişte hataların yapıldığını” ve bunlarla “yüzleşmek gerektiğini” duyduk. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti sırasında verdiği mesajlar bu açıdan önemlidir.
Genelkurmay,Meclis içinde ve dışındaki sağ ve (sözde) sosyal demokrat partiler ise dehşete kapıldılar. Genelkurmay meseleyi bir “terörle mücadele sorunu” olarak ele alıyor, Kürt bölgelerinde yeniden Olağanüstü Hal ilan ederek topyekün savaş, sınırötesi operasyon maceralarına atılmak istiyor.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana şu veya bu tarihte iktidarda bulunmuş olan bu partiler inkar ve imha dışında bir politika üretmediler. Kirli Savaşın yarattığı acıları ancak oy toplama fırsatı olarak kullandılar. MHP’nin politikalarına Nevroz’dan sonra yeniden tanık olduk. Bahçeli’nin, 1915’de Ermenilere, İkinci Dünya Savaşı’nda da Hitler tarafından Musevilere gaz odalarında uygulanan “Nihaî Çözüm” hevesi ortadadır. Genelkurmay ve MHP gibi güçler çözüm değil katliam istiyorlar.
CHP Başkanı Deniz Baykal’ın “bir etnik kesim devletin muhatabı değildir” ve “Erdoğan asfalt döşesin” sözlerine ne demeli? Söz konusu partiler arasında iktidarda en uzun yıllar bulunmuş CHP’nin Genel Başkanı olarak Baykal’a “Şeyh Sait’i asmak ve Dersim’i havadan bombalamak gibi nice katliam işlemek yerine Kürtlere Cumhuriyetin kurucu uluslarından birisi olarak eşit hak ve olanaklar tanınsaydı bugün etnik bir sorun olur muydu?” diye sorulmalıdır.

Erdoğan’a güven olmaz!
Kürt sorununa gerçek ve adil bir çözüm isteyenler bugün devletin ve devletten daha devletçi parlamenter Şahinlerin askeri çözümleriyle kendi aralarında derin bir çizgi çizmelidir.
“Demokratik sürecin geriye gitmesine izin vermeyeceğiz” diyen Erdoğan’dan ise genel vaat ve temennilerin dışında somut, ölçülebilir ve “gözden geçirilebilir” öneriler duymadık. IMF’ye ve AB’nin karşısına böyle muğlak söylemlerle çıkabilir miydi? Çıksa, ne kadar güven verici olurdu?
Erdoğan iktidara geldiği günden bu yana IMF, ABD, AB ve genel olarak uluslar arası sermayeye güven vermek için elinden geleni yaptı. Erdoğan’a kalsaydı Irak Savaşı için Amerikan askerlerine kapıları ardına kadar açar ve savaşın içine çekilirdik. AKP’nin uzlaşarak eski statüko ve Genelkurmay’ın elini güçlendirdiğine bu sayfalarda sürekli dikkat çektik. Uzlaşmaya yanaşmadığı hep bu toplumun mağdurları oldu.
Erdoğan’ın “demokratik güvercin” kredi notu zayıftır. Emek, barış ve demokrasi güçleri “değişim meşalesini” Erdoğan’a teslim ederlerse onun da Genelkurmay’ın yolunu aydınlatmayacağının garantisi yoktur. Hazırlanan terörle mücadele yasaları, Adalet Bakanı Cemil Çicek’in, “hükümetle ordu tamamen hemfikirdir” açıklamaları AKP hükümetinin Şahin politikalara set çekeceğine dair güven vermemektedir. Siyasi çözüm ancak Şahin politikaları izole eden birleşik bir toplumsal mücadele ile mümkün olabilir.
Yurttaş Girişimi’nin Erdoğan görüşmesi
Aydınlar Çağrısı’nın imzacıları arasından bir heyetin Erdoğan ile görüşmesi bu çerçevede ele alınmalıdır. Görüşme Erdoğan’a bir halka ilişkiler manevrası yapma fırsatı verdiği için eleştiriler aldı, Mehmet Bekaroğlu imzasını geri çekti.
Çağrının kendisinin, devletin birincil şiddetini değil de PKK’den gelen tepkisel şiddeti hedef almasının sorunlu bir yaklaşım olduğunu daha önce tartışmıştık. Yüzde 90 egemen sınıfın tutumuyla anlaştıktan sonra bir miktar değişim talebi dillendirmek, denklemi ters kurgulamaktır.
Başbakan ile görüşme de siyasi bir çözüm konusunda Erdoğan’a güvenebileceğimiz mesajını verdi. Girişim böyle bir görüşme yaparak kendisini sürecin takipçisi konumuna da getirdi. Birbiriyle bağlantılı bu iki durum, siyasi çözüm öznelerinin “kendine güvenini” arttırmıyor.
Bunu daha önce de denedik gördük. 2002 Genel Seçimlerinden sonra demokratik değişim meşalesi AKP ve AB’ye devredildi. Değişim hareketi kendini atıl kıldı ve depolitize etti. Erdoğan da sağdan ve generallerden gelen basınçlar karşısında uzlaştı. Uzlaşmasına izin verdik çünkü bunu engelleyecek kitlesellik ve etkinlikte bir hareket kendini büyük ölçüde boşa çıkarmıştı. Bugün yüzleşmek zorunda olduğumuz sorumluluk, generaller ve MHP gibi güçleri izole ederek taleplerinin arkasında duran bir siyasi çözüm hareketini inşa etmek. Yurttaş Girişimi, görüşülmesi gerekenlerle görüşür ancak çözümün tek güvencesi olan bir taban hareketinin inşası için azami çaba harcanmalıdır.

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön