|
Fillerin
tepişmesine alan bırakmayalım
Ocak ayında statüko-derin devlet ile hükümet arasında “filler tepişiyor”
diye ifade edilen çekişme sürecinde bir sıçramaya tanık olduk. Erken seçim
ve İran’a saldırı olasılığı, Ağca bir serbest bir içerde, Şemdinli’de
suçüstü yakalanan subay serbest… Orhan Pamuk davası düştü ama 60 dava
daha var ve TCK’nın 301 ve 305. maddeleri yerinde duruyor. Tepişme, Van
rektörü Yücel Aşkın ve hatta Futbol Federasyon Başkanlığı üzerinden yürütüldü.
Orhan Pamuk’un davasının düşmesi tabii ki olumlu ama “kişiye özel” bir
demokrasi çoğunluğun ihtiyaçlarını karşılamaz.
Sonra?
Genel Kurmay’dan bazı apoletliler, isim vermeden Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına
itiraz etmeyebileceklerini açıkladılar. Necdet Sezer pek bozuldu. Ulaştığımız
nokta? Ekonomi konusunda zaten bir tepişme ve anlaşmazlık yoktu. İki tarafta
neo-liberal küreselleşme, İMF ve AB’ye uyum, işçi, yoksul ve çiftçinin
sırtından zenginleşme modelinde yüzde 100 anlaşıyorlar. Erdoğan, bizi
daha da yoksullaştıran en temel haklarımıza saldıran neo-liberal politikaları
dolu dizgin uygulamayı sürdürüyor. Erdemir özelleştirmesi OYAK’a verildi
ve muhalefet “en azından Türk şirketin elinde kalsın” diye mücadeleyi
geri çekti. Sonra? OYAK’a yabancı bir şirketin ortak olacağını duyduk!
Aslında 2002’den beri süren bu tepişmeden toplumun çoğunluğu için refah
ve demokrasi çıktı mı? Ekonomi yüzde 20 büyüdü deniliyor. Kimin için büyüdü?
Milliyet’te Melih Aşık’ın da dikkat çektiği gibi büyüme rakamları hormonlu
ve gerçeği yansıtmıyor. Dahası söylenenden daha düşük bir orana sahip
olan büyüme, çoğunluğu yoksullaştırıyor. Yani yine filler büyüyor.
Devlet ve Erdoğan İran politikaları konusunda hem ABD hem de kendi aralarında
uyumlu görünüyorlar. Erdoğan, “Kürt sorunu ve çözümü” gündemini hepten
düşürdüğü gibi “vatan, millet, sakarya”, “terörizmle mücadele” söylemini
güçlendirdi, Türk bayrağına iyice sarıldı. Erdoğan, cumhurbaşkanlığını
garantilemek için giderek derin devlet politikalarına teslim oluyor, yakınlaşıyor.
Toplumun ve muhalefetin statüko ve hükümet arasında laiklik / anti-laiklik
üzerinden tutum alması için ortalıkta tepişip duruyorlar ama kısa bir
süre içinde aralarında gül gibi anlaşıyorlar. Kaybeden yine işçi, yoksul,
çiftçi ve bu toplumun kimlik sorunlarına çözüm bekleyenler oluyor.
Laiklik taslayanlar, emperyalizme kafa tutan asker kökenli bir Hugo Chávez
mi ki destek istiyor? Derin devlet ile kararlı bir şekilde hesaplaşarak
demokratik açılımlar yapan, Susurluk ve Şemdinli’nin hesabını soran bir
demokrat mı var ki cumhurbaşkanlığına sıcak bakılsın?
Tabii ki, 12 Eylül rejiminin çetelerine karşı en kötü sivil iktidar bile
desteklenmelidir ve derin devlet tasfiye edilmelidir. Ama Erdoğan tepişerek
demokrasiye değil sadece “kendine” (yine kişiye özel) alan açıyor, üstelik
de derin devlete sürekli taviz veriyor. İran’a bir saldırı söz konusu
olduğunda bu ikili ABD’nin peşine takılacak.
“Bu filler tepişmesinden bize bir şey düşer mi acaba” beklentisi olanlar
da var. Laik cephenin çare olacağını bekleyenler olduğu gibi... Ne var
ki bu beklenti muhalefeti atalete sürükleyerek fillerin sorunları kendi
aralarında büyük çoğunluğa karşı çözmelerine hizmet ediyor. Bunlara tepişme
alanı bırakmamak gerek. Savaşa, emperyalizmin bölgeyi kana boğan bütün
planlarına, neo-liberal küreselleşmeye ve faşistlerin güçlenmesine karşı
işçi, yoksul, köylü ve ezilenler olarak kendi tarafımızı güçlendirmemiz
gerekiyor.
Olası bir İran saldırısına karşı önlemlerimizi almaya başlarken, erken
veya zamanında yapılacak bir seçimde şu koca fillerin alanını daraltacak
emek, barış ve demokrasi güçlerini toparlayarak, sandıkta ve sokakta bir
alternatif yaratmayı gündemimize alalım. Şu seçim barajlarının üzerinde
de birlikte tepinelim…
“Derin devlet tasfiye edilmelidir”
Çiğdem Özbaş, 78’liler Vakfı Girişimi Türkiye Sözcüsü Celalettin
Can ile Türkiye’deki demokrasi gündemi ve ne yapılması gerektiği üzerine
görüştü.
Derin devlet Kürt sorununda barışçıl bir çözümü mümkün kılmamak için
Şemdinli bombalamaları gibi çeşitli saldırılar ve engellemeler gerçekleştirdi.
Şemdinli de suçüstü yakalanan derin devlet tasfiye edilmezse gündem parlamento
dışındaki güçler tarafından belirlenmeye devam edecektir. Derin devlet
ile hesaplaşılmadığı taktirde Şemdinli gibi olaylar daha da fazla yaşanacaktır.
Şemdinli Susurluk’tur ,12 Eylül Darbe sürecinin devamıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri geliyor. Arınç’ın ifade ettiği “türban olayını
kabul eden Cumhurbaşkanı” talebi aslında Özel Harp Dairesi’nin ve derin
devletin üzerinde çalıştığı başka bir kesişme noktası. Cumhurbaşkanlığı
seçimleri etrafında bir kargaşa ortamı yaratılarak Türkiye erken seçime
götürülmek isteniyor. Demokratik gelişmelerin önünün kesilmesi isteği
ile hükümet erken seçime ikna edilmeye çalışılıyor.
Ağca ve Genel Af
Ağca’nın erken bırakılması da derin devletin etkin ve denetimsiz olduğunu
gösteriyor. Şemdinli katliamından sorumlu olan başçavuş bu arada serbest
bırakıldı. Aynı zamanda medya tarafından Ağca Genel Af talebine karşı
bir argüman olarak kullanıldı. Genel Affa karşı kamuoyu maniple ediliyor.
Şimdi Ağca tekrar alınarak tepkiler durduruldu.
Şemdinli ise sürüncemeye bırakıldı. Abdullah Öcalan’a tecrit uygulanması
ağırlaştırıldı. Buradan bakıldığında derin devlet hala siyaseti belirliyor.
Hükümet odaklı bir siyasetin gelişebilmesi için derin devlet ve onun Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi, Anayasası ve Anayasa’nın 15. maddesi olmak üzere
bütün sonuçlarıyla tasfiye edilmeli. 12 Eylül gerçeklerinin araştırma
ve adalet komisyonu üzerinden açığa çıkarılması gerekiyor.
Hükümet bu olayların ve derin devletin üzerine gitmekte kararlı davranmıyor,
çekimser duruyor. Parlamento içi muhalefet derin devletin kontrolü altında,
onu aşan bir politika izlemiyorlar. Bu nedenle değişimi zorlayacak bir
kamuoyu baskısı oluşturulmaya ihtiyaç var.
Diğer taraftan İran’a her an müdahale olabilir. Savaş karşıtı güçler bir
an evvel derlenip toparlanmalıdır. Devlet nasıl hazırlanıyorsa biz de
hazırlanmalıyız. Türkiye’de savaş karşıtları; Irak işgali ve İran’a olası
saldırılara karşı çıkarken Türk milliyetçiliği gerçeğinin üzerinden atlamamalıdırlar.
Kürtlerin savaşa zorlanmak istendiği Şemdinli gibi provokasyonlara karşı
da mücadele etmeli ve kapsamlı bir program uygulanmalıdır.
Savaşın kaynağı militarizm, çizimleşmiş ifadesi ise gizli devlettir. Gizli
devlet de tüm kurum ve kurallarıyla 12 Eylül’ün ürünü. Savaş karşıtı güçler
bu eksenden bakarak militarizmi kaynağından kurutmaya çalışan bir tarz
ve politika bütünlüğü yakalamalı.
78’liler savaş karşıtı güçler arasında aktif bir şekilde yer almalıdır.
Bu bağlamda 12 Eylül rejimi ile hesaplaşılması ve savaş karşıtı güçlerin
anti-militarist yaklaşımları örtüşmüştür. Türkiye’de geniş ve birleşik
bir savaş karşıtı ittifak kurma imkanı vardır.
Antikapitalist; Sayı 36; Şubat
2006
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|