|
Ekonomi kriz sinyalleri
veriyor:
Neo-liberalizmden kurtulalım!
Mesut Çelebioğlu
AKP hükümeti işbaşına geldiğinden beri ortalama yüzde 7'lere varan GSMH
büyüme hızıyla, iki katına çıkan ihracat gelirleriyle, yüzde onların altına
düşen enflasyon rakamlarıyla övünüyordu. Tayyip iktidarı, ekonominin düze
çıktığı, enflasyonun da istikrarlı bir şekilde düşeceği ve hepimizin zenginleşeceği
propagandası yapıyordu… ki mayıs başında dolar 1,5 YTL'nin, Euro 2 YTL'nin
üstüne çıktı, borsa 5-6 bin puan kaybetti, faiz oranları yüzde 20'lere
yaklaştı. Bankacılar, yirmi günde 6 milyar dolar civarında paranın Türk
ekonomisinin dışına çıktığını söylüyorlar.
Sinyal dünya ekonomisinden
Bu yaşananlar, sadece Türkiye'yle sınırlı değil. Son bir ayda gelişmekte
olan ülkelerden gelişmişlere doğru bir kaynak transferi söz konusu. Bunun
nedeni 1997'deki Asya-Rusya krizinden sonra toparlanmaya çalışan gelişmekte
olan ekonomiler, dış kaynakları kullanarak (sıcak para diye tabir edilen,
yatırıma dönüşmeyen, özellikle kısa vadeli borçlanma senetlerine ve borsaya
odaklanan kaynaklar bunlar) badireyi atlatmaya çalıştılar; büyüme rakamları
bir ölçüde düzeldi. Ancak artan petrol rakamları bu ekonomileri zorlamaya
başladı. Fakat dünya ekonomisinde bir başka büyük sorun daha var: ABD
ekonomisi.
ABD, 90lı yıllarda kredi faizlerini düşürerek hem tüketicilerin hem de
özel sektörün ucuz yoldan borçlanmasını sağladı. Böylece hem tüketim hem
de üretim düzeyleri arttı. Ancak dünyanın en borçlu ülkesi haline geldi.
Üretim düzeyi, artan talebi karşılamayınca ithalat rakamları da arttı.
2005'te ABD cari açığı (ihracat - ithalat) 760 milyar dolara ulaştı ve
artmaya devam ediyor. Bunun yanında artan enflasyon rakamları da ABD egemenlerini
kaygılandırıyor. Düşük faiz oranları yüzünden kaynak bulmakta zorlanan
ABD ekonomisi, son iki yılda faiz oranlarını yüzde 4 oranında artırarak
hem tüketim düzeyini düşürmeye, hem de kaynak bulmaya yöneldi.
Artan faiz hadleri küresel düzeyde kaynakların tekrar ABD ekonomisine
dönmesinin yolunu açtı.
Krizin nedeni sermaye
Marx, bir keresinde "kapitalist üretimin önündeki en büyük engel
kapitalin bizzat kendisidir" demişti. Sistem ne zaman bir adım atacak
olsa, kendi içinden kaynaklanan bir sorun nedeniyle (esas 'yapısal sorun')
kendi önünü tıkı-yor.
Kapitalizm, rekabete dayalı bir sistem. Rekabette ayakta kalabilmek için
firmalar ve devletler sürekli 'artırmak' zorundalar. Daha fazla üretim,
daha fazla sermaye birikimi.. Ancak sermaye dönem dönem üretim sektörünün
emebileceğinden fazlasını ortaya çıkarıyor. Böylece sermayenin bir kısmı
fazlalık haline heliyor. Bu fazlalık da kendisini reel ekonomi dışında
başka alanlarda büyütme yoluna gidiyor. Elbette bu alan da para spekülasyonu
- başka bir ifadeyle 'sıcak para'. 2000lerin başında dünya mal-hizmet
ticareti yılda 2 tril-yon dolar civarındayken, her gün 4 tril-yon dolar
civarında para küresel düzeyde el değiştiriyor. Bu rakam her geçen gün
artıyor; bu da dünya ekonomisinin istikrarı üzerindeki en büyük basıncı
oluşturuyor. Bu paranın ciddi bir kısmı ülkeden ülkeye akarken, girdiği-çıktığı
ülkelerin ekonomik dengelerini bozuyor. Üstelik 'sıcak para' üretime de
dahil olmadığı için ekonomi üstünde, yaratılan değerlerden beslenen 'sülük'ler
yaratıyor; kimi iktisatçılar dünya ekonomisinin ulaştığı son noktaya 'kumarhane
ekonomisi' diyorlar.
Türkiye'de durum
2001 krizinden sonra oluşturulan İMF istikrar paketi enflasyonu, faiz
oranlarını, işsizliği düşürmeyi ve ekonomik büyüme ve istikrarı yakalamayı
vaat ediyordu. Ekonomi büyüdü; ancak bu büyüme büyük cari açıklarla sağlandı;
2005 sonunda yaklaşık 30 milyar dolarlık bir açık söz konusu. ABD ve gelişmiş
piyasalardan Türkiye'ye bol miktarda gelen sıcak para, enflasyon çıkarıldığında
yüzde 5 civarındaki kazancın peşine düşmüştü. Yüzde 7'lere varan büyümenin
finansmanı bu para-larla gerçekleştirildi. Üstelik kullanılan kaynaklar
istihdam artırıcı yeni iş alanlarının açılması için değil, artan tüketim
masraflarını karşılamak için kullanıldı. Türkiye'de esas büyüyen ithalat
oldu. Gerçekten de ihracat son 4 yılda 2 kat artmasına rağmen, ithalat
daha fazla arttı.
İşte ABD ve peşinden diğer gelişmiş piyasalar, kaynak bulmak için faiz
hadlerini yukarıya çekince Türkiye'deki sıcak para o bölgelere aktı. Bizler
de büyüyen borçlarımız ve artan istihdam sorunlarıyla baş başa kaldık.
Görünüşe göre düşüş eğilimi daha devam edecek. Hükümet daha şimdiden enflasyon
hedeflerinin tutturulamayacağını ilan etti bile. Ancak bu seneki iş sözleşmeleri
hep yüzde 5'in altına düşeceği iddia edilen enflasyon rakamlarına göre
yapılmıştı. Kısacası bu ekonomi büyüse de, küçülse de bize hayrı dokunmuyor.
Neo-liberalizme Hayır!
Türkiye'de uygulanan İMF patentli, AB destekli neo-liberal program , bizi
daha da yoksulluğa itiyor. Mayıs ayındaki kriz sinyallerinden sonra, tüketimin
düşürülmesi, işçi ücretlerinin düşürülmesi (bunu doğrudan söylemi-yorlar
tabii ki) ve özelleştirmelere hız verilmesi gündeme getiriliyor. Kısacası
krizin esas nedenleri, krizden çıkış yolu olarak önümüze konuluyor.
Dünyada İMF ve Dünya Bankası gibi kurumların desteklediği/önerdiği hiçbir
istikrar programı orta ve uzun vadede başarılı olamadı. Türkiye'dekiler
bir yana, Asya Krizi'nden sonra Güneydoğu Asya ülkelerine önerilen paketler
bugün bu ülkeleri yine krizle baş başa bırakı-yor. 90lı yıllarda İMF'nin
örnek gösterdiği Arjantin ve diğer Latin Amerika ülkeleri büyük krizler
yaşadı. Ve bu yüzden Arjantin patladı; bugün neolibe-ralizme alternatif
ekonomik politikalar arayışında. Bolivya ve Venezüella'da devrimci kalkışmalar
sonucu İMF programları reddediliyor ve sosyal programlara öncelik veriliyor.
Bugün bizler için de başka çıkar yol yok. Daha fazla neo-liberalizm daha
fazla kriz, açlık ve yoksulluk demek.
Neo-liberalizmin kraliçesi Thatcher, yoksullaştırıcı politikaları savunurken
"başka alternatif yok" demişti.
Ama her zaman başka bir alternatif mümkündür…
Ekonomik büyüme bizim işimize yaramadı
Genel enflasyon oranı düştü. Ancak bu işçi ücretlerinin düşürülmesiyle
ve sosyal harcamalarının kısılmasıyla elde edilen bir sonuç olduğu için
refah artışına tekabül etmiyor. Gerçekte ortalama işçi ücretleri 1998'den
bu yana istikrarlı bir şekilde düşüyor.
Faiz oranlarının düşmesiyle devletin, daha ucuza borçlandığı iddia ediliyor.
Bu yalan; zira enflasyon oranları çıkarıldığında devlete borç veren Türk
ve yabancı zenginler yüzde 5 kar elde ediyorlar; dünyanın hiçbir yerinde
bu kadar yüksek bir kar yok. Devlet, bu işten zararlı çıkıyor; elbette
bu zararın faturasını da ödediğimiz vergilerle biz karşılıyoruz.
İşsizlik sorunu gün geçtikçe keskinleşiyor. Devlet kurumu olan TÜİK'in
(Türkiye İstatistik Kurumu) resmi rakamları bile işsizliğin artığını gösteriyor;
yüzde 11,5.
Yoksulluk ve gelir adaleti sorunu da keskinleşiyor. Dünya Bankası'nın
fakirlik araştırmaları Türkiye'de her 100 kişiden 25'inin günde iki doların
altında gelire sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Antikapitalist; Sayı 39; Haziran
2006
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|