Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Ekonomi kriz sinyalleri veriyor:

Neo-liberalizmden kurtulalım!

Mesut Çelebioğlu

AKP hükümeti işbaşına geldiğinden beri ortalama yüzde 7'lere varan GSMH büyüme hızıyla, iki katına çıkan ihracat gelirleriyle, yüzde onların altına düşen enflasyon rakamlarıyla övünüyordu. Tayyip iktidarı, ekonominin düze çıktığı, enflasyonun da istikrarlı bir şekilde düşeceği ve hepimizin zenginleşeceği propagandası yapıyordu… ki mayıs başında dolar 1,5 YTL'nin, Euro 2 YTL'nin üstüne çıktı, borsa 5-6 bin puan kaybetti, faiz oranları yüzde 20'lere yaklaştı. Bankacılar, yirmi günde 6 milyar dolar civarında paranın Türk ekonomisinin dışına çıktığını söylüyorlar.

Sinyal dünya ekonomisinden
Bu yaşananlar, sadece Türkiye'yle sınırlı değil. Son bir ayda gelişmekte olan ülkelerden gelişmişlere doğru bir kaynak transferi söz konusu. Bunun nedeni 1997'deki Asya-Rusya krizinden sonra toparlanmaya çalışan gelişmekte olan ekonomiler, dış kaynakları kullanarak (sıcak para diye tabir edilen, yatırıma dönüşmeyen, özellikle kısa vadeli borçlanma senetlerine ve borsaya odaklanan kaynaklar bunlar) badireyi atlatmaya çalıştılar; büyüme rakamları bir ölçüde düzeldi. Ancak artan petrol rakamları bu ekonomileri zorlamaya başladı. Fakat dünya ekonomisinde bir başka büyük sorun daha var: ABD ekonomisi.
ABD, 90lı yıllarda kredi faizlerini düşürerek hem tüketicilerin hem de özel sektörün ucuz yoldan borçlanmasını sağladı. Böylece hem tüketim hem de üretim düzeyleri arttı. Ancak dünyanın en borçlu ülkesi haline geldi. Üretim düzeyi, artan talebi karşılamayınca ithalat rakamları da arttı. 2005'te ABD cari açığı (ihracat - ithalat) 760 milyar dolara ulaştı ve artmaya devam ediyor. Bunun yanında artan enflasyon rakamları da ABD egemenlerini kaygılandırıyor. Düşük faiz oranları yüzünden kaynak bulmakta zorlanan ABD ekonomisi, son iki yılda faiz oranlarını yüzde 4 oranında artırarak hem tüketim düzeyini düşürmeye, hem de kaynak bulmaya yöneldi.
Artan faiz hadleri küresel düzeyde kaynakların tekrar ABD ekonomisine dönmesinin yolunu açtı.

Krizin nedeni sermaye
Marx, bir keresinde "kapitalist üretimin önündeki en büyük engel kapitalin bizzat kendisidir" demişti. Sistem ne zaman bir adım atacak olsa, kendi içinden kaynaklanan bir sorun nedeniyle (esas 'yapısal sorun') kendi önünü tıkı-yor.
Kapitalizm, rekabete dayalı bir sistem. Rekabette ayakta kalabilmek için firmalar ve devletler sürekli 'artırmak' zorundalar. Daha fazla üretim, daha fazla sermaye birikimi.. Ancak sermaye dönem dönem üretim sektörünün emebileceğinden fazlasını ortaya çıkarıyor. Böylece sermayenin bir kısmı fazlalık haline heliyor. Bu fazlalık da kendisini reel ekonomi dışında başka alanlarda büyütme yoluna gidiyor. Elbette bu alan da para spekülasyonu - başka bir ifadeyle 'sıcak para'. 2000lerin başında dünya mal-hizmet ticareti yılda 2 tril-yon dolar civarındayken, her gün 4 tril-yon dolar civarında para küresel düzeyde el değiştiriyor. Bu rakam her geçen gün artıyor; bu da dünya ekonomisinin istikrarı üzerindeki en büyük basıncı oluşturuyor. Bu paranın ciddi bir kısmı ülkeden ülkeye akarken, girdiği-çıktığı ülkelerin ekonomik dengelerini bozuyor. Üstelik 'sıcak para' üretime de dahil olmadığı için ekonomi üstünde, yaratılan değerlerden beslenen 'sülük'ler yaratıyor; kimi iktisatçılar dünya ekonomisinin ulaştığı son noktaya 'kumarhane ekonomisi' diyorlar.

Türkiye'de durum
2001 krizinden sonra oluşturulan İMF istikrar paketi enflasyonu, faiz oranlarını, işsizliği düşürmeyi ve ekonomik büyüme ve istikrarı yakalamayı vaat ediyordu. Ekonomi büyüdü; ancak bu büyüme büyük cari açıklarla sağlandı; 2005 sonunda yaklaşık 30 milyar dolarlık bir açık söz konusu. ABD ve gelişmiş piyasalardan Türkiye'ye bol miktarda gelen sıcak para, enflasyon çıkarıldığında yüzde 5 civarındaki kazancın peşine düşmüştü. Yüzde 7'lere varan büyümenin finansmanı bu para-larla gerçekleştirildi. Üstelik kullanılan kaynaklar istihdam artırıcı yeni iş alanlarının açılması için değil, artan tüketim masraflarını karşılamak için kullanıldı. Türkiye'de esas büyüyen ithalat oldu. Gerçekten de ihracat son 4 yılda 2 kat artmasına rağmen, ithalat daha fazla arttı.
İşte ABD ve peşinden diğer gelişmiş piyasalar, kaynak bulmak için faiz hadlerini yukarıya çekince Türkiye'deki sıcak para o bölgelere aktı. Bizler de büyüyen borçlarımız ve artan istihdam sorunlarıyla baş başa kaldık. Görünüşe göre düşüş eğilimi daha devam edecek. Hükümet daha şimdiden enflasyon hedeflerinin tutturulamayacağını ilan etti bile. Ancak bu seneki iş sözleşmeleri hep yüzde 5'in altına düşeceği iddia edilen enflasyon rakamlarına göre yapılmıştı. Kısacası bu ekonomi büyüse de, küçülse de bize hayrı dokunmuyor.

Neo-liberalizme Hayır!
Türkiye'de uygulanan İMF patentli, AB destekli neo-liberal program , bizi daha da yoksulluğa itiyor. Mayıs ayındaki kriz sinyallerinden sonra, tüketimin düşürülmesi, işçi ücretlerinin düşürülmesi (bunu doğrudan söylemi-yorlar tabii ki) ve özelleştirmelere hız verilmesi gündeme getiriliyor. Kısacası krizin esas nedenleri, krizden çıkış yolu olarak önümüze konuluyor.
Dünyada İMF ve Dünya Bankası gibi kurumların desteklediği/önerdiği hiçbir istikrar programı orta ve uzun vadede başarılı olamadı. Türkiye'dekiler bir yana, Asya Krizi'nden sonra Güneydoğu Asya ülkelerine önerilen paketler bugün bu ülkeleri yine krizle baş başa bırakı-yor. 90lı yıllarda İMF'nin örnek gösterdiği Arjantin ve diğer Latin Amerika ülkeleri büyük krizler yaşadı. Ve bu yüzden Arjantin patladı; bugün neolibe-ralizme alternatif ekonomik politikalar arayışında. Bolivya ve Venezüella'da devrimci kalkışmalar sonucu İMF programları reddediliyor ve sosyal programlara öncelik veriliyor.
Bugün bizler için de başka çıkar yol yok. Daha fazla neo-liberalizm daha fazla kriz, açlık ve yoksulluk demek.
Neo-liberalizmin kraliçesi Thatcher, yoksullaştırıcı politikaları savunurken "başka alternatif yok" demişti.
Ama her zaman başka bir alternatif mümkündür…

Ekonomik büyüme bizim işimize yaramadı
Genel enflasyon oranı düştü. Ancak bu işçi ücretlerinin düşürülmesiyle ve sosyal harcamalarının kısılmasıyla elde edilen bir sonuç olduğu için refah artışına tekabül etmiyor. Gerçekte ortalama işçi ücretleri 1998'den bu yana istikrarlı bir şekilde düşüyor.
Faiz oranlarının düşmesiyle devletin, daha ucuza borçlandığı iddia ediliyor. Bu yalan; zira enflasyon oranları çıkarıldığında devlete borç veren Türk ve yabancı zenginler yüzde 5 kar elde ediyorlar; dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yüksek bir kar yok. Devlet, bu işten zararlı çıkıyor; elbette bu zararın faturasını da ödediğimiz vergilerle biz karşılıyoruz.
İşsizlik sorunu gün geçtikçe keskinleşiyor. Devlet kurumu olan TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) resmi rakamları bile işsizliğin artığını gösteriyor; yüzde 11,5.
Yoksulluk ve gelir adaleti sorunu da keskinleşiyor. Dünya Bankası'nın fakirlik araştırmaları Türkiye'de her 100 kişiden 25'inin günde iki doların altında gelire sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Antikapitalist; Sayı 39; Haziran 2006

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön