|
Susurluk
Neden Aydınlanmadı?
23 milyon kişinin katıldığı dev bir “Sürekli Aydınlık İçin Bir
Dakika Karanlık” eylemlerinin neden Susurluk olaylarını tam olarak aydınlatmadığını
anlamamız bugünkü mücadeleye ışık tutacaktır.
Türkan Uzun
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen kaza toplumdaki çürümüşlüğü
su yüzüne çıkardı. Kaza yapan arabada Interpol’ün kırmızı bültenle eroin
kaçakçılığından aradığı faşist Abdullah Çatlı, kirli savaşta hükümete
yakınlığı ile bilinen bir Kürt aşiret reisi Sedat E. Bucak, emniyet yetkilisi
Hüseyin Kocadağ, çok sayıda makineli tüfek ve özel suikast silahları vardı.
Derin devlete karşı bir toplumsal mücadele patlaması yaşandı. 23 milyon
kişinin “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerine katılmış
olması öfkenin ve mücadele isteğinin büyüklüğünü gösteriyor. İnsanların
evlerinde bir dakika ışıkları açıp kapamasıyla başlayan eylemler, hızla
balkonlarda tava ve tencerelere vurmaya ve her gece sokakların gösterilerle
dolup taşması haline dönüştü. Bu kadar birleşik ve kitlesel bir mücadele
karşısında egemenler sıkışmaya ve çare aramaya başladılar. Günün sonunda
egemenleri kurtaracak olan bu dev hareketin içindeki farklı eğilimler
olacaktı.
Farklı eğilimler ve fikirsel boşluk
Mücadeleye hızlı atılan bu kadar kitlesel bir hareketin Susurluk’un aydınlığa
kavuşturulması dışında fikirsel düzlemde homojen olması mümkün değildi.
Daha sonra Abdullah Çatlı’yı tanıdığı ve hatta imzalı bir kitabını hediye
ettiği ortaya çıkan Sakıp Sabancı bile saat 21.00 olunca ışıklarını yakıp
söndürüyordu. Eyleme katılanların bir kısmı en çok devletin mafya ilişkileriyle
kirlenmesinden rahatsızken, bir kısmı faşist çetelerin saçtığı dehşet
ve kirli savaştaki kullanımına öfkeliydi. Bir başka kesim ise iktidardaki
Refah-Yol hükümetinin ülkeyi şeriata sürükleyeceğinden korkuyor ve “Türkiye
laiktir, laik kalacak” sloganlarıyla bunu ifade ediyordu. Bir diğer kesim
de Kürtlere fazla ılımlı davrandığını düşünerek Erbakan’a diş biliyordu.
Ancak Susurluk’u aydınlığa kavuşturmak için hangi fikirlerin işe yaradığı,
ön açıcı olduğu konusunda hareketin içinde bir tartışma yaşanmıyor, özendirilmiyordu.
Harekete liderlik yapan kesimin kendisi de “laiklik” konusunda çok hassastı.
Devlet-toplum sorunu üzerinde gelişen bir hareketin laiklik-şeriat ikilemine
doğru ittirilmesine karşı tartışma yürütmediler. Bununla da kalmayıp anti-faşist
sloganlar sıkça bastırılıyor, ancak “laiklik” üzerine sloganlardan rahatsızlık
duyulmuyordu.
Egemenler hareketin içindeki bu gedikten kendilerine bir çıkış yolu buldular.
Kampanya fiziki olarak durdurulamaz gibi görünürken, ordu Refah-Yol Hükümeti’ne
muhtıra verdi. Bu şekilde derin devlete olan öfkenin hedefi saptırılarak
Refah Partisi’ne yönlendirmeye çalıştılar. Derin devlet her yönüyle Kemalist
olmasına rağmen fatura Refah Partisi’ne çıkarıldı. Karanlık güç derin
devlet iken, “Bizi ortaçağa geri götürmek isteyen karanlık güç” olarak
Refah Partisi lanse edildi.
Kendi altını oydu
Medya da ordunun baskısıyla bir dakika karanlık eylemlerini İslamcılara
karşı yapılmış gibi gösterdi. Hareketin politikası konusunda gedikler
bırakan, zaten kendi kafası karışık liderlik ise asıl olarak bu hedef
saptırmasına ses çıkarmadı. Böylece 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi Susurlukçuların
imdadına yetişti. Ordunun artık tek yapması gereken, bir dakika karanlık
eylemlerini bitirmesi için kampanya liderleri üzerine basınç kurmaktı.
Türkiye tarihinin en geniş tabanlı protesto hareketi olan eylemler bir
hafta içinde sonlandırıldı. Böylece Susurluk’un ne kadar aydınlatılacağının
kontrolü de diğer birçok şey ile birlikte devletin eline geçti.
Sol, muhtıra karşısında da tutum belirlemekte zorlandı. Bir dakika karanlık
eylemlerine liderlik yapanlar “Ne Refah-Yol, ne Hazır-Ol” dediler. Tarafsız
gibi görünen bu tutum, ordunun demokrasiye müdahale ettiği bir ortamda
ancak “Refah-Yol’u buyurun devirin” anlamına gelebilirdi.
Asıl mesele demokrasi
Susurluk’un aydınlatılması mücadelesinde kitlesel özneler vardı, ama doğru
politikalar konusunda net değillerdi. Bu sorun sol ve sendikal hareketin
Kemalizm ile göbek bağını bir türlü koparamamış olmasından kaynaklanıyordu.
Sol ve sendikalar laiklik-şeriat gibi sanal bir ikilem arasında kendilerini
sıkıştırınca, hareket hiçbir mücadele vermeksizin darbeye yenildi.
Asıl mesele ordu karşısında demokrasiyi savunabilmekti. Ancak seçim demokrasisi
bile savunulmayınca, bırakın Susurluk’u tam olarak aydınlatmayı, en temel
demokratik haklardan büyük ödünler verilmek zorunda kalındı. Beş yıl içinde
İslami hareketin bir kanadı yeniden iktidar koltuğuna oturdu. Bu beş yıl
içinde ise bütün emek, barış, demokrasi güçleri önemli mevziler kaybettiler,
zayıflayıp parçalandılar.
28 Şubat 1997 darbesi sonrası toplumsal muhalefetin başına gelen bütün
olumsuzlukları bir dakika karanlık eylemlerindeki fikirsel sorun ve hareketin
bitiriliş biçimlerine bağlamak tabii ki doğru değil. Ancak hareketin içinde,
hedeflere ulaşmak için ön açıcı fikirleri güçlendirme mücadelesi vermiyorsak,
egemenlere açık kapı bırakıyoruz demektir. Bu açıklar bizi başlangıç mevzisinden
de daha geriye ittirebilecek tehlikeleri içinde barındırıyor.
Küresel hareketin dönemeç alma deneyimleri
Seattle’de 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’nü hedef alarak başlayan ve küreselleşen
hareket bize bir dizi olumlu ipucu veriyor. Çok büyük ve heterojen olan
bu hareket içinde fikirsel yönelimlerin ve bu düzlemde netleşme mücadelesinin
hareketlerin geleceği açısından ne denli önemli olduğunun da bir kez daha
altını çiziyor.
Hareketin ilk karşılaştığı sorun, Cenova’da 2001’de G-8 karşıtı eylemlerde
bir göstericinin polis tarafından öldürülmesiydi. Hareket ya geri çekilecekti
ya da polis baskılarına karşı demokrasiyi savunacaktı. Hareketin içindeki
mücadele öznelerinin bir kısmının geri çekilmeyerek demokrasi savunusuna
liderlik etmesi bu önemli virajın alınmasını sağladı.
Yine 2001’de New York İkiz Kulelere yapılan saldırı “terörizm” çatalını
yarattı. Hareketin içinde şiddetin kaynağının emperyalist-kapitalist düzen
olduğu, “terörizmin” denilen şiddetin tepkisel ve ikincil olduğu konusunda
bir netleşme süreci işletilmeseydi savaş karşıtı hareketin ortaya çıkma
olasılığı çok azalacaktı. Nitekim Fransa gibi ülkelerde savaş karşıtı
hareketin çok cılız kalmasının önemli nedenlerinden biri de İslam ve terör
sorununda süren kafa karışıklığıdır.
Londra’da bu yılın Temmuz ayında yaşanan bombalama olayları savaş karşıtı
hareketin en güçlü olduğu coğrafyada aynı ikilemi yarattı. Savaş karşıtı
hareketin içinde İslam ve terörizm sorununu büyük ölçüde tartışılmış olması,
Müslüman azınlıklarla birlikte mücadele ve seçim ittifaklarının kurulmuş
olması hareketin Londra’daki bombalamaların açtığı döneme daha güçlü girmesini
sağladı. “Bombalar patlıyorsa bunun nedeni Irak savaşıdır. İşgali sonlandırın,
askerleri geri çekin” tartışması daha da derinleştirerek sürdürüldüğü
için hareket eylül ayında yine kitlesel bir şekilde sokağa çıkabildi ve
yıllardan beri yarattığı basınç nedeniyle Başbakan Tony Blair’in anti-terör
yasaları Meclis’te yenilgiye uğratıldı. ABD’nin yanında Irak savaşına
giren Tony Blair’in politik geleceği de belki bu şekilde noktalanacak.
'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön
|
|