Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Halklar Kardeştir!

Türkiye'nin AB'ye aday üye olmasıyla Avrupa standartlarında bir demokrasi beklentisi arttı.

Kürt illerinde bu talep kendisini sokaklarda ifade ediyor. Temeli 1970'te, yani 30 yıl önce atılan bir hastaneyi açmak üzere Van'a giden Demirel "OHAL kalksın", "barış buraya" sloganlarıyla karşılandı.

Demirel, Vanlıların barış çığlıklarını "insanlar ümitlerini yitirmiş değil; hayatiyet var, çaba var, çırpınma var" diye değerlendirdi.

Rahatsız oldular

Bu "hayatiyet ve çaba"yı tehlikeli gören Başbakan Ecevit ise "HADEP'li belediyeler, bölücü akımların siyasallaşmasına destek oluyor" diyerek HADEP'li il belediye başkanlarının randevu talebini geri çevirdi. Göç ve imar konusunda görüşme talebinde bulunan yedi belediye başkanını geri çevirme küstahlığında bulunan Ecevit, bölgedeki barış ve demokrasi taleplerine ne kadar kapalı olduğunu bir kez daha gösterdi.

Ecevit'in açıklamasını takip eden günlerde HADEP'li üç belediye başkanı apar topar gözaltına alınıp cezaevine gönderildiler. Aynı günlerde HADEP'in eski ve yeni bazı yöneticilerinin aralarında bulunduğu 18 kişi üç yıl dokuzar ay hapse mahkum edildi. Milli Güvenlik Kurulu da Olağanüstü Hal uygulamasını uzatma kararı aldı.

Saldırının hedefi

Bütün bu saldırıların hedefi, onbeş yıl içinde resmi rakamlara göre 23.500 çocuğunu devlete karşı savaşta kaybetmiş olan bölge halkının insan hakları, barış ve demokrasi talepleridir. İstikrar paketini, yoksulluğu, açlığı kabul ettirmek için "AB ile demokrasi geliyor, dişinizi sıkın" söylemini kullanan egemen sınıf, yükselen beklentilerden rahatsız olmuştu. Bu beklenti ve umut havasını kırmak için HADEP'e yönelik operasyon gerçekleştirildi. Amaç bu havayı ve bölge halkının kendine güvenini dağıtmaktı.

Tepki büyük oldu

Ancak egemenler bu kez beklediklerinin üzerinde bir tepki ile karşılaştılar. Sendika liderlikleri ve CHP örgütleri yıllardır ilk kez OHAL'deki bir gelişme karşısında tutum aldılar. Basın açıklamaları düzeyinde bile olsa bu tepki önemliydi. Ayrıca Fazilet Partisi bile meclis kürsüsünden devleti teröristlikle suçladı. Doğuda ise halk, başkanları için sokağa çıkmış, coplanmaya, gözaltılara rağmen sesini duyurmuştu. İçerdeki bu tepkiler uluslararası düzeydeki yoğun baskılarla birleşince devlet, başkanları serbest bıraktı ve görevlerine iade etti.

AB aldatmacası

Ancak başkanlar hakkındaki dava devam ediyor. Bu dava ve benzeri baskı araçları HADEP ve bu partinin temsil ettiği barış talepleri üzerinde Demokles'in kılıcı gibi kullanılmaya devam ediyor.

HADEP'e yönelik son saldırılar, demokratik hakları genişletme söyleminin sahteliğini, yöneticilerin özgürlükleri daraltmak için ne kadar hevesli olduklarını açıkca gösterdi.

Yaşanan gelişmeler aynı zamanda Batıda bu saldırılara karşı çıkan küçük de olsa önemli bir güç olduğunu gösterdi, demokrasi güçlerinin de ne kadar etkili olabileceğini bize hatırlattı.

Bu güç, uzun bir süredir hakim olan milliyetçi dalganın etkisiyle moralsiz ve örgütsüz durumda. Bu gücün kendini hissettirmesinin önündeki en büyük engel, ezen ulus milliyetçiliğine karşı ısrarla tutum alan, barış ve demokrasi mücadelesinde kararlı, ezilenlerin kürsüsü olan bir liderlikten yoksun olmasıdır.

Barış yanlılarının Diyarbakır'da olduğu gibi sokağa çıkmamasının nedeni liderlik yaparak barış ve demokrasi taraftarlarını alanlarda birleştiren bir örgütlenmenin olmamasıdır.

İşçi Demokrasisi gazete satıcıları "Belediye Başkanları'na Özgürlük" imza metnini kullanırken sokakta, işyerinde, okulda, ÖDP kongresinde, CHP tabanında barış ve demokrasi talebinin ne kadar yoğun olduğunu gördüler. Batıda barış ve demokrasi için mücadeleye hazır önemli bir güç var. Bu güç kullanıldığında depremzedenin, işçinin, öğrencinin, köylünün öfkesine de liderlik yapılabileceği açık.

Ne yapmalı?

Değiştirmek için istemek yetmiyor, örgütlenmek ve mücadele etmek gerekiyor. İnsan hakları, barış ve demokrasi talebi sadece doğunun talebi değil, batıdaki önemli bir kesimin de talebi. Ancak bu taleplerin karşısına çıkan en büyük engel ülkücüler, MHP ve genel olarak milliyetçi fikirlerdir. Ülkücü çetelerin iktidar ortağı olduğu bir hükümetin Kürtlerin de kabul edebileceği bir barışa engel olacağı, her türlü özgürlük talebine sırtını döneceğini biliyoruz. Bu nedenle bugün barış isteyen, daha çok özgürlük ve demokrasi isteyen herkesin her yerde milliyetçi fikirlerle tartışması, Kürtlerin demokratik taleplerini savunması gerekir. Bu faaliyetlerin düşmanı olan ülkücü çetelerin toplumda egemenlik kurmasını engellemek için özel bir çaba harcamak zorunludur.

Kısacası batıda bir barış hareketi oluşturmak zorundayız. Barış hareketi, bütün demokrasi ve barış yanlısı güçleri kucaklamalı, savaşın nedeni olan yönetici sınıfa (büyük sermayedarlar, generaller, üst düzey devlet yöneticileri) karşı ortak bir cephe yaratmalıdır.

Demokrasiyi Kim Getirecek?

HADEP Genel Başkanı Ahmet Turan ÖDP Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada ÖDP'nin kongrede kullandığı "istersek, değişir" sloganına gönderme yaparak "biz onbeş yıldır istedik ancak değiştiremedik, değiştirmek için başka şeylere de ihtiyaç var" diyordu. Turan, değiştirmek için istemekten daha fazla birşeyler yapmak gerektiği konusunda haklıydı. Ne var ki Turan'ın "ne yapılacağı" sorusuna verdiği yanıt Kürt hareketinin bugün içinde bulunduğu fikirsel çıkmazı açıkça ortaya koyuyor.

HADEP Genel Başkanı Turan, Türkiye'nin burjuva anlamda bir demokratik devrime gebe olduğunu, demokrasinin genişletilmesine ihtiyaç duyulduğunu, herkesin "nihai hedeflerini bir kenera bırakarak" ortak talepler etrafında mücadele etmesi gerektiğini söylüyor. Turan'a göre, TÜSİAD da demokrasi istediğine göre TÜSİAD'la ittifak yapmak gerekiyor. TÜSİAD'ı da demokratik mücadele cephesinin bir parçası olarak görüyor.

Önceleri herşeyi "silahlı mücadelenin başarısına" bağlayan Kürt hareketi, gerilla yönteminin istenen sonuçları almakta yetersiz olduğunu gördü. Silahlı mücadeleyi siyasi mücadeleye dönüştürme kararı alan hareket mücadelesini yönetici sınıflarla ittifak üzerinde şekillendiriyor. Kürt hareketi, büyük sermayedarlar ve onların girmeye çalıştığı patronlar kulübü AB'den demokrasi, insan hakları, refah ve barış beklentisi içinde.

Kürtlerin insan hakları, barış, demokrasi talepleri ve kendi kaderini tayin hakları koşulsuz desteklenmelidir. Ancak bu talepleri destekleyecek olan güç yönetici sınıflar değil, bu taleplerin gerçekleşmesinden çıkarı olan emekçilerdir.

TÜSİAD'dan demokrasi beklemek mevcut durumu kabul edip, devam ettirmekten başka bir anlama gelmez. Türkiye'de TÜSİAD sermayesinin egemenliği var. Ve bu bir avuç azınlığın demokrasisi büyük çoğunluğun esareti anlamına geliyor. Herşeyi ulusal ve uluslararası düzeyde kâr merkezli rekabete endeksli olan bu bir avuç sermayedarın bizim yaşadığımız sefalet ve umutsuzluktan çıkarı var. Onların zenginlikleri ve gücü bizim yoksulluğumuzdan ve güçsüzlüğümüzden besleniyor. Ezilenlerin demokrasi talebini TÜSİAD'cıların talepleriyle uyumlulaştırmaya çalışmak, taleplerimizden vazgeçmemiz anlamına gelir. Demokrasi mücadelesi ancak TÜSİAD'a ve onun icra organı olan devlete karşı verildiğinde ezilenler için anlam taşıyacaktır.

Kürt halkının kalıcı kazanımlar elde edebilmesi ve bunları koruyabilmesi ancak doğuda ve batıdaki kitlesel işçi mücadeleleriyle mümkündür. İşçi sınıfı, değişimin esas gücüdür. Kürt halkının gerçek müttefiki TÜSİAD, yargıçlar, bürokratlar, generaller, ABD, AB değil; milliyetçilik zehirinden kurtulmuş, barış için mücadele eden işçi sınıfıdır.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 14; Mart 2000

'Kürt Sorunu' sayfasına dön
sayfa başına dön