Güncelleme: 15.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Ulusal Sorun ve SosyalistlerKimliğimiz ile ilgili en temel bilgiler arasında hangi ulusun üyesi olduğumuz var. Futbol maçlarında, tarihi olaylarda, silahlanma yarışında, uluslararası düzeyde ekonomik rekabette, yaşam tarzında basınç hep aynı, Türkiye’lilerle, Türk olanla kendimizi tanımlamak, Türkün tarafını tutmak. Dünyanın neresinde doğmuş olursa olsun her çocuk yaşadığı ülkenin kimliğini almakta ve aslında ülkesinin diğer ülkelerden ne kadar üstün olduğuna ikna edilmeye çalışılmakta. Bizim açımızdan durup düşündüğümüzde çok anlaşılmaz olan bu durum, yöneticilerimiz için çok zorunlu bir ihtiyaca yanıt veriyor. Yurtseverlik bizleri diğer ülkelerin işçi ve patronlarından ayırmakta, Türkiye’deki patron ve işçinin, sömüren ile sömürülenin kaderini birleştiren ortak çıkarlar olduğu fikrini güçlendirmektedir. Vatanseverlik sömürenin sömürülen üzerindeki iktidarının devamını sağlayan en temel güç olan devletin otoritesini güçlendirmeye yaramaktadır. Bu nedenle marksistler ulusalcı değil enternasyonalisttir. Bizler dünyaya uluslar açısından değil, sınıflar açısından bakarız. Bu konu devrimcilerle reformistler arasındaki en temel bölünmeye işaret etmektedir. Bu bölünme ulus devlet çerçevesini kabul edenlerle, onu yıkmak isteyenler arasındadır. Sağ veya sol farketmez hangi reformisti dinlerseniz dinleyin şu lafları duymadan edemezsiniz ‘sanayimizi korumalıyız’ veya ‘ülkemizi yeniden canlandırmalıyız’. Ancak sanayi de, ülke de “bizim” değildir. Her ikisi de yönetici sınıfın sahipliği ve kontrolü altındadır. Reformistler böyle konuşdukları vakit kendilerini yönetici sınıfın ideolojisine teslim etmekte ve bu fikirlerin işçi sınıfı içinde güç kazanmasına yol açmaktalar. Nasıl yönetici sınıfın işçi sınıfını kendisine bağlamak üzere ulusalcılığa ihtiyacı varsa, işçi sınıfının da politik olarak bağımsızlığını sağlayabilmesi için enternasyonalizme ihtiyacı var. Rusya örneği devrimin tek ülkede izole olursa yaşayamayacağını gösterir. Ya uluslararası kapitalizm onu doğrudan güç kullanarak devirecek ya da Rusya’da olduğu gibi askeri ve ekonomik basınç devrimci ülkeyi kapitalizmle kapitalizmin koşulları içinde rekabet etmeye zorlayacaktır. Bu sömürünün resterasyonu, sınıflara bölünme ve emeğin sermayeye bağımlı kılınması anlamına gelmektedir. Enternasyonalizm günlük sendikal mücadele açısından bile giderek artan bir zorunluluk. Uluslararası şirketlerin farklı ülkelerdeki işçileri birbirine karşı kullandığı bir dönemde en etkili savunma noktası tabandaki işçiler arasındaki uluslararası dayanışmadır. ‘Bütün dünyanın işçileri birleşin’ sloganı sadece kulağa hoş gelen bir istek değildir. Marksist enternasyonalizm gümrük duvarı politikalarını reddetmek anlamına gelir. Diğer ülkelerin tepkisi nedeniyle ekonomik yönden yıkıcı olması bir tarafa kendi yönetici sınıfımızın saldırılarına karşı işimizi korumak ve işsizliğe karşı mücadele etmek yerine Irak, Hong Kong, Yunanistan işçilerine karşı yönetici sınıfımızla saf tutamayız. Gerçek enternasyonalizm kaba ulusal ve ırksal önyargıları atıp yerine dünya halklarına saygılı liberal bir tutum adapte etmekten daha fazla şeyi içerir. Marksist enternasyonalizm bir idealist ‘kardeşlik’ fikri yerine tüm erkek veya kadınların kardeş olmadığı fikrini temel alır. Bunun nedeni toplumun uzlaşmaz çelişkilerle sınıflara bölünmüş olmasıdır. Marksist enternasyonalizm dünyayı bir ulus devletin diğer ulus devlet ile rekabeti noktasından ele almaktansa dünya işçi sınıfının dünya kapitalizmine karşı mücadelesini başlangıç noktası alır. Bizler bu mücadele içinde sınıfın herhangi bölgesel veya ulusal seksiyonunun geçici veya kısa vadeli çıkarlarına karşı uluslararası düzeyde en genel çıkarları öne çıkarırız. Böylesi bir enternasyonalizm işçi hareketi içindeki “ulusal çıkarlar”dan bahseden diğer politikalarda çok keskin bir ayrıma denk düşmektedir. Sosyalistler ve Ulusal Kurtuluş HareketleriMarksistlerin enternasyonalist olması, işçi sınıfının uluslararası düzeyde birliği için mücadele ediyor olmaları ulusların ezilmesine göz yummaları anlamına gelmez. Aksine en keskin bir şekilde karşı çıkarız. Örneğin, Marks, Rusya tarafından ezilen Polonya’nın ve Biritanya tarafından ezilen İrlanda’nın bağımsızlığının sürekli savunucusuydu. Enternasyonalistlerin uluısal kurtuluşu desteklemesinde bir çelişki var gibi görülebilir. Ancak asıl sorun uluslararası birliğin nasıl sağlanacağıdır. Marksistler öncelikle zora değil gönüllülüğe dayalı bir uluslararası birliği savunur. Gönüllülük ayrılma hakkını içerir. Ulusal baskı ezen ulusun işçi sınıfı ile ezilen ulusun işçi sınıfı arasında bir bölünme yaratır. Bu bölünme ancak ezen ulusun işçi sınıfı ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı için mücadele ederse yokolabilir. Aynı zamanda ulusal olarak ezme-ezilme ilişkisi hem ezen hem ezilen ulustan işçiler ve yönetici sınıflar arasında ideolojik bir bağ yaratır. İşçi sınıfı özellikle de kendi devleti tarafından gerçekleştirilen ulusal baskıya karşı çıkarsa bu ilişki kırılabilecektir. Bütün ulusal baskılara karşı çıkmak gerçek enternasyonalizmin vazgeçilemez bir parçasıdır. Emperyalizmin yükselişi bu sorunu sosyalist stratejinin merkezine koymuştur. 19. Yüzyılın sonlarına kadar bir avuç gelişmiş kapitalist ülke Afrika’nın çoğunluğunu, Asya ve Latin Amerika’yı sömürge veya yarı sömürge haline getirmişti. O zaman Avrupa sosyalist hareketinin büyük çoğunluğu sömürgeciliği ya açıkca destekledi ya da bunu pasif bir şekilde kabullendi. Emperyalizmin kaçınılmaz olarak ulusal kurtuluş hareketlerine neden olacağını gören Lenin’di. Lenin gelişmiş ülkelerin işçilerinin emperyalist yönetici sınıflara karşı ulusal kurtuluş hareketleriyle ittifak yapmaları gerektiğini tartışıyordu. Bugün emperyalizmin biçimi değişti. Genelde bu sömürgeler resmi düzeyde bağımsızlaştılar ancak dünya pazarının basıncı ekonomik düzeyde sömürünün devam etmesini sağlamaya devam ediyor. Ancak ulusal kurtuluş hareketleri kesinlikle geçmişe ait bir durum değil. Endonezya’da, El Salvador’da, Çeçenistan’da, İrlanda’da, İsrail’de, Lübnan’da, ve Türkiye’de ulusal baskıya karşı mücadele devam etmektedir. Tüm buralarda Marksistler özgürlük savaşçılarına koşulsuz destek vermektedirler. Bununla birlikte desteğimizin koşulsuz olması eleştirel olmamakla aynı şey değildir. Ulusal kurtuluş için destek önemini abartmak anlamına gelmektedir. Ulusal bağımsızlığın elde edilmesi sosyalist değil burjuva demokratik bir görevdir ve ulusal devrim işçi sınıfı liderlik yapmadıkça sosyalist bir devrim değildir. O zaman bile uluslararası bir devrim sürecinin parçası olmazsa yaşayamaz. Bu özellikle önemli çünkü 1945’lerden bu yana geçen süreç içinde kendilerine komünist veya sosyalist diyen burjuva veya küçük burjuva güçlerin liderliğinde bir dizi ulusal devrim gerçekleşti. Çin, Küba, Vietnam, Angola, Mozambik ve Zimbabve bunlardan bazıları. Bunların hiçbirinde işçi sınıfı gerçekten iktidara gelmedi. Ancak hem gelişmiş ülkelerde hem de Üçüncü Dünya ülkelerinde solun büyük bir kesimi anti-emperyalist hareketleri işçi sınıfı hareketi yerine ikame etmeye çalıştı. Bu rejimlerin başlangıçta verdikleri sözleri tutmadığı görüldüğünde tekrar tekrar hayal kırıklıkları yaşandı. Bu nedenle marksistler her türlü ulusal baskıyı reddederl ve ulusal bağımsızlık mücadelelerini desteklerler. Ancak bunu ulusalcı değil enternasyonalist olarak yaparlar. Bizler ne burjuva milliyetçiliğiyle birleşir ne de ulusal kurtuluş hareketlerinin sınırlılıkları hakkındaki eleştirilerimizi elden bırakırız. Bunun yerine uluslararası işçi sınıfının bir parçası olarak işçi sınıfını ulusal devrimin lideri olarak öne çıkarmak için çalışırız. Kapitalizmden ve emperyalizmden gerçek kurtuluşu sağlayacak, insanlığı birleştirecek olan tek güç işçi sınıfıdır. Kendi kaderini tayin hakkı ne anlama geliyor?Marksistlerin ulusal kurtuluş hareketinin liderliğini yapan örgütlere karşı tavrı ne olmalı? Yanıt açıktır. Bizler ilk olarak bu örgütü, ezen devlete karşı koşulsuz bir şekilde destekleriz. Ulusal kurtuluş hareketinin baskıcı devlete karşı aynı yöntemlerle mücadele etme hakkını savunuruz. Tüm siyasi mahkumlarının salıverilmesini talep eder, yürekliliklerini ve başarılarını kutlarız. Aynı zamanda bu hareketin siyasi çizgisini ve pratiğini eleştiririz. Bizler ulusal hareketin sınıflarüstü ittifak anlayışlarını ve kendi ülkesi işçi sınıfının rolünü inkar ediyor olmasını eleştiririz. Demokratik haklar için baskıcı devlete karşı yapılan mücadeleyi sosyalizm mücadelesinden ayıran ‘aşamalı devrim’ teorisine karşı çıkarız. Bu teori sermayenin temsilcileriyle tartışma ve uzlaşma isteğinin önünü açmaktadır. Dünyanın diğer taraflarındaki deneyimler göstermektedir ki böylesi durumlarda orta sınıfa politik haklar verilirken işçi sınıfının durumunda pek bir değişiklik yaşanmamaktadır. Bu tutum genel politik -koşulsuz ancak eleştirel destek- duruşumuzun bir örneğidir. Marksistler bugün dünyada bir dizi harekete bu tutumu almaktadır. Örneğin Nikaragua’da Sandinist gerillalar. Onları ABD ve Kontra müdahalesine karşı destekledik ancak Nikaragua burjuvazisiyle ittifak yapmalarını ve kapitalizmi devam ettirmelerini eleştirdik. Diğer bir örnek IRA. IRA’yı Biritanya emperyalizmine ve Orange gericiliğine karşı mücadelede sonuna kadar destekledik ancak işçi sınıfını mobilize etmekteki başarısızlıklarını eleştirdik. Bu yaklaşım çelişki olarak görülebilir. “Eğer bir hareketi destekliyorsan onu eleştiremezsin” diye düşünmek mümkündür. Ya da tam karşıtı bir fikir gelebilir: “Eğer eleştiriyorsan gerçekten destekleyemezsin.” Bu nedenlerle bir çok açıdan eleştirel destek pozisyonunun savunulması ve uygulanması zordur. Sağdan gelen basınç, ulusal bir kurtuluş hareketinin yanlış diye gördüğümüz (bomba koymak gibi) eylemleri ya da taktikleri kullanmasının kınanmasını talep eder. Aşırı soldan gelen basınç ise “Marksistlerin ulusal bağımsızlık hareketleriyle çok önemli farklılıkları olduğunu”, bu nedenle bu hareketlere hiçbir destek verilmemesi gerektiğini vaaz eder. Solun diğer kesimlerinden (özellikle romantik, popülist sol) gelen kahramanlığa dayalı argüman ise bu hareketin liderlikleri çok büyük bir özveri ve gözüpeklik gösterdiğine göre bizlerin onları eleştirme hakkı olamayacağını anlatır. Tüm bu argümanlar yanlıştır. Sağ kanattan gelen argümanlar yanlış; çünkü hareketler ve mücadeleler öncelikle belli bir eylem veya taktik ile değil temsil ettikleri sosyal güçlerle değerlendirilmelidir. Ezilenlerin bir hareketini taktikler temelinde (bu taktikler çok açıkca yanlış bile olsa) kınamak ezene gizli veya açık bir şekilde destek vermek anlamına gelecektir. Aşırı sol arguman da yanlış çünkü farklı amaçlarla da olsa ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemeyi reddetmek sağ ile aynı nesnel pozisyona düşmektir. Ve kendine zarar verir hale getirmektedir. Sınıf mücadelesinde tarafsızlık mümkün değildir. Marksistler işçi sınıfının, ezilenlerin ve solun bir parçasıdır. Liderlikleri kim olursa olsun, taktikleri ne olursa olsun onların başarıları bizim başarımız, onların yenilgileri bizim yenilgimizdir. Ulusal hareketleri eleştirel olmayan biçimde desteklemek gerektiği argumanı da yanlış. Cesaret ve kahramanlığın hakkını her zaman vermeliyiz. Ancak cesaret ve kahramanlık işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmenin ya da kazanmanın garantisi değildir. İranlı kitleler baskıcı Şah rejimini yıkacak kadar cesurdular ancak yerini Ayetullah Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti aldı. Eleştiriyi bırakmak marksist prensiplerimizi terketmek anlamına gelir, böylece işçi sınıfının çıkarlarını da terkederiz. “Koşulsuz ancak eleştirel destek” marksistler için hayati bir öneme sahip. Sadece ulusal kurtuluş hareketlerine ilişkin değil, tüm politik faaliyetlerimiz ve sınıf mücadelesi açısından olmazsa olmaz bir tutum. 4 Mart’ta KESK’in parlamentoya karşı yaptığı Kızılay Eylemi’ni tüm kalbimizle destekledik, ancak KESK liderliğini kazanacak bir staratejiye sahip olmadığı için eleştirdik. Eğer yarın Türk İş lideri Bayram Meral iş yasalarını çiğnediği için mahkemelik olursa ona destek veririz ancak sendika bürokratı olarak eleştirilerimizi bırakmayız. Hem destek hem eleştiriyi birleştiremeyen marksistler pürüpak kalmaya çalışan sekterlere ya da kaba oportunistlere dönüşmeye mahkumlar. Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 7; Ağustos 1998
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||