Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Dersim Direnişi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda onu en çok rahatsız eden konulardan birisi, bugün de olduğu gibi Kürt sorunuydu. Merkezi hükümetin isteklerine karşı meydana gelen Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı gibi direnişler yöneticileri oldukca zor durumda bırakıyordu. Bütün bu direnişlerin ortak özellikleri yerel aşiretler etrafında ve birbirinden kopuk olarak gelişmeleriydi.

Haziran 1934’te çıkarılan 2510 no’lu yasa “Türkiye topraklarını” üç parçaya bölüyordu. 1- Türkçenin anadil olduğu ve Türk kültürünün yaşandığı bölge. 2- Nufusunn Türk olmadığı Türk diline ve kültürüne asimile edilmek üzere yer değiştirilecek nüfusun yaşadığı bölge. 3- Tamamıyla boşaltılacak bölge. Bunların yeterli olmuyacağı düşünülerek Dersim için özel bir yasa çıkarılıyor. 25 Aralık 1935 yılında çıkarılan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun’a göre Dersim adı Tunceli olarak değiştirilip muazzam yetkilerle donatılan Abdullah Alpdoğan vali olarak atandı. Vali, gerekli gördüğü taktirde ili oluşturan ilçelerin ve bucakların sınırlarını ve merkezlerini değiştirebişlecek, kişiyi ailesiyle beraber istediği yere sürebilecek yetkilere sahipti. Bu kanunla birlikte yürürlüğe giren sürgünler ve katliamlar 1938’e kadar devam etti.

1936 yılında Atatürk mecliste yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “İçişlerimizde önemli bir şey varsa o da Dersim meselesidir. İçerde bulunan bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır.” (Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim)

Dersim bugün Tunceli, Kiği, Kemah, Tercan, Peri, Arapkir, Eğin ve Zara bölgelerinin oluşturduğu alanın adı. Dersim, Osmanlı döneminde kimi zamanlar hariç çoğunlukla bağımsızlığını korumayı başarmış. Halkı Alevi olduğu için Osmanlının sunni İslam dayatmasına sürekli karşı koymuş, bu nedenle de Osmanlının bu politikasına karşı duran kesimlerin sığınma merkezi olmuştur. Bu özelliğini 1938 yılına kadar korumuştur. 1915 yılındaki Ermeni jenosidinde de benzer bir rol oynamıştır. Toplumsal yapısı aşiret örgütlenmesi şeklinde olan Dersim diğer Kürt bölgelerinde de olduğu gibi ulusal birliğini sağlayamamıştır. Aşiretlerarası kavgaların devam etmesi, tek bir aşiretin hakimiyet kuramaması, Kürt ulusallığının en büyük handikapı olmuştur. Bunun etkileri günümüzde de devam etmektedir. Devlet, Dersim harekatını aşiret liderlerinin halk üzerindeki baskısı, halkın okuma-yazma ve Türkçe bilmemesi, karakol ve okul yapımına izin verilmemesi, daha önceki Kürt isyanlarına katılanların korunması gibi gerekçelere dayandırmıştır. Buna karşı Dersimliler daha önce kendilerine vaad edilen özerkliğin bir an önce hayata geçirilmesini istemişlerdi. Bu gerekçeler bölge halkı için anlamsızdı çünkü aşiret liderlerinin kendi üzerindeki hakimiyeti zor ve şiddet yoluyla kurulan bir hakimiyet değil, varolan toplumsal yapının bir yansımasıydı. üstelik devlet gerçek anlamda aşiret liderlerine karşı değildi. Bölgede devletin jandarmalığını yapan aşiretler, örneğin Bucak’lar günümüze kadar yaşatılmışlardır. Tek kelime Türkçe bilmeyen insanlar Türk olarak ilan edilip zorla Türk okullarına yollanmış, anadilleri unutturulmaya çalışılmıştır.

Egemen sınıfın Misaki-Milli sınırları içinde gördüğü Kürt bölgelerindeki hakimiyet sağlamasında Dersim en son noktaydı. Daha önce direnen bölgeler dağıtılmıştı. 1937’de başlayan, 1938’in sonuna kadar süren bu harekat çok şiddetli geçti. Operasyon sırasında halkın yaklaşık üçte ikisi ya sürgün edildi ya da öldürüldü. Bu sürgün ve katliamın etkileri günümüze kadar devam etmektedir. Bugün Türkiye’nin hemen her ilinde Dersim sürgünlerinin oluşturduğu mahalleleri görmek mümkün.

TKP devleti destekledi

Dersim katliamına aydınların ve o dönemin sosyalist örgütü olan TKP’nin yaklaşımı devlet büroklatlarından çok farklı değildi. Stalinizmin hegomonyasındaki Komintern belgeleri arasında “Yeni bir Kürt ayaklanması” adı altında 27 Temmuz 1937’de yayınlanan yazıda TKP sözcüsü partisinin görüşünü şöyle anlatır:

“İki ayı aşkın bir zamandan beri, Ankara Hükümeti, Dersim bölgesinde Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim hakim tabakaları yürürlükteki yasalara rağmen yasa dışı ayrıcalıklarınını koruyabilmişlerdir.” (Komünist Enternasyonal Belgelerinde Türkiye Dizisi-2, Kürt Milli Meselesi)

Bu söylemin altındaki TKP sözcüsünün imzasını çıkarıp herhangi bir Türk generalin veya bürokratın imzasını koyarsak generalin veya bürokratın buna itiraz edeceğini zanetmiyorum. Türk solundaki hakim anlayış, direnişin yerel aşiret liderlerinin kontrolünde olmasından dolayı hareketi gerici olarak nitelendirmiştir. Bütün Kürt direnişleri için bu geçerlidir.

1935’te hükümet Dersim’in adını Tünceli’ye çevirdi ve geniş yetkilerle General Alpdoğan’ı vali olarak atadı ve Dersim civarında garnizonlar kurma kararı aldı. Bu durum Dersim’in aşiret liderlerini bir araya getirdi. Seyid Rıza Alpdoğan’la alaşmak için görüşmeye gitti fakat bir sonuç alamadı. Bunun üzerine bölge halkı garnizon inşaatlarını basarak askerlerin silahlarına el koydu. Hükümet bölgeye hemen çok sayıda asker gönderdi. Böylelikle Dersim direnişi başlamış oldu. Temmuz ayında Seyid Rıza yardım istemek üzere İngiliz Dışişleri bakanına göndrediği mektupta şöyle yazıyordu: “Türk devleti yıllardır Kürt halkına Kürtçe yayınları yasaklayarak, Kürtçe konuşanları mahkum ederek, Anadolu’nun diğer yerlerine sürerek baskı yapıyor. Hapishaneler savaşa katılmayan-sivillerle dolu; aydınlar öldürrülüyor, asılıyor yada sürülüyorlar. 3 milyon Kürt kendi ülkelerinde özgürce ve barış içnde yaşamak istiyor”. Fakat “uygar dünya” bu katliamı görmemezlikten geldi zaten başka türlüsüde beklenemezdi.

Fakat Kürt aşiretleri aralarındaki çıkar savaşları yüzünden bölünmüşlerdi. Yanlız kalmaktan ve kışın ağır şartlarından dolayı Seyid Rıza’nın da aralarında olduğu 7 lider teslim oldu ve hemen idam edildiler. 1938’te teslim olmayı reddeden isyancılara karşı operasyonlar devam etti. Operasyonlar tamamlandığında Dersim’de 50 bin asker bulunmaktaydı.

Dersim direnişi sırasında 40 bin Kürdün öldürüldüğü ve pek çoğunun da sürüldüğü tahmin ediliyor.

Türkiye’de ise Dersim Direnişi yada katliamı neredeyse hiç yaşanmamışçasına sansür edildi. Son Posta gazetesi muhabiri Osman Mete 1948’te Olağanüstü Hal Uygulamasının kaldırılmasının arkasından gittiği Dersim hakkında şöyle yazıyordu:

“...Bölge terkedilmiş. Polis ve vergi memurları hala insanların görmüş olduğu tek devlet memurlarıydı... Ne okul var ne de doktor. İnsanlar ilaç kelimesinin ne anlama geldiğini bile bilmiyorlar. Eğer insanlara hükümetten bahsedersen onlar bunu derhal vergi memuru ve polis olarak algılıyorlar. Biz Dersim’e hiçbirşey vermedik sadece aldık. Bizim bu insanlara böyle muammele etmeye hakkımız yok.”

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 8; Eylül 1998

'Kürt Sorunu' sayfasına dön
sayfa başına dön