Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Barış, Demokrasi, AB

Kürt halkı ve onun siyasi temsilcisi HADEP, bir süredir demokrasi, refah ve barış taleplerinin gerçekleşebilmesi için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi gerektiğini ifade ediyor.

Daha fazla demokrasi, insan hakları ve refah isteyen hemen herkesin hem fikir olduğu şey, AB'nin Türkiye'deki baskıcı ve hortumcu devleti biraz da olsa frenleyeceği yönünde.

Oysa, AB'ye Uyum Yasaları çerçevesinde gösteri ve basın özgürlüğüne ilişkin yasal düzenlemelerin Meclis'ten geçmesi üzerinden aylar geçmesine karşın geçen ay barış talebiyle düzenlenen Newroz eylemlerinin çoğuna izin verilmedi. İzinli gösterilerin bazılarında ise pankart ve döviz taşımak yasaklandı. Mersin'de düzenlenen eylemde iki kişi panzerin duvara sıkıştırması sonucu öldürüldü.

Sadece bu bile daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyenler için yasal düzenlemelerin yeterli olamayacağını bir kez daha açıkça gösterdi. AB'ye giriş için gerekli yasa değişiklikleri, arzu ettiğimiz demokrasi ve insan hakları düzeyine ulaşmanın garantisi değil. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yöneticilere ve onların yasalarına güvenemeyeceğimiz ortada.

AB egemenlerinin demokrasi ve refah konusundaki yaklaşımlarının ne olduğunu ise sadece Afganistan savaşı, İsrail vahşeti, Irak ambargosu gibi konulardaki tutumlarına bakarak anlamak bile mümkün. İtalya'da bir göstericiyi öldüren, İspanya'da AB protestocularına gaz bombalarıyla saldıran, Fransa'da azınlık Cezayirlilerin "şeriat gelecek" bahanesiyle türbanla okullara girmesini yasaklayanlar, hücre tipi izolasyon cezaevlerini kullananlar, İngiltere'de emeklilerin haklarını budayanlar AB'nin yöneticileri değil mi?

AB egemenlerinin bu tür uygulamaları Türkiye'deki kadar sık ve pervasızca yapmalarını engelleyen AB kriterleri değil; onlar da tıpkı Türkiye yöneticileri gibi yasaları, insan hakları ve demokrasiyi bir kenara atmayı çok istiyorlar. Ne var ki bu o kadar kolay olmuyor, karşılarında Cenova'da sokakları dolduran 300 bin, Roma'da toplanan 3 milyon, Barselona'da "Emeğin Avrupa'sı" diye haykıran 500 bin, Londra'da "Irak'a saldırma" diye gösteriler yapan onbinler buluyorlar. Eğer böylesi kitlesel ve güçlü eylemler olmasa AB ülkeleri yönetici sınıfları Türkiye'deki egemenler gibi pervasız davranmak istemezler mi!

AB umudu

Biraz geçmişe bakarsak Kürt ulusal hareketinin müttefik olarak Türkiye işçi sınıfı ve solunu tercih ettiğini görürüz. Daha doksanlı yılların başında, SHP ile ittifak yaparak meclise sokulan Kürt milletvekillerini görebiliriz. DEP, HEP ve HADEP gibi partilerin neredeyse bütün işçi eylemlerinde pankartlarına rastlayabilir, barış ve demokrasi taleplerini dile getirdikleri her tür platformda solla yan yana olmak istediklerini anlayabiliriz. 95 seçimlerinde Ekmek-Barış-Özgürlük bloğu ile gerçekleştirilen ittifaklar, barış treni kampanyaları vs. aslında Kürtlerin bu konuda ilk tercihi kimden yana yaptığını gösteriyor.

Peki ne oldu da bir süredir Kürtler Tüsiad'la bile ittifak yapabileceklerini söylüyorlar? Bu sorunun yanıtını ihanet teorilerinde ya da yenilgi edebiyatında aramak kestirmecilik ve haksızlık olur. Çünkü gerçekler Türk solunun çeşitli dönemeçlerde yaptığı politik yanlışların altında yatıyor. Kürt milletvekilleri meclisten kovulup hapse atılırken tutarsız demokratlar tavrıyla seyreden sosyal demokratların, Apo yakalandığında mitinglerini iptal ederek alanı faşistlere bırakan sendikaların, barış talebini sahiplenmeyen sosyalist solun, Kürtleri kendilerinin kurtaracağını iddia ederek 'kendi kaderini tayin hakkı'nı savunamayan gerillacı grupların Kürt halkına güven vermesi beklenebilir mi? Asıl sorun burada. Türkiye solu üzerine düşeni yapamayıp sağa kayışın bir parçası olurken Kürt ulusal hareketinin kendisine yeni müttefikler araması kadar doğal bir şey yok.

Bugün Kürt halkının kazanımlar elde etmesi, Türkiye'de "krizin faturasını ödemiyoruz" diyebilen bir işçi hareketinin varlığına bağlı. "Yaşasın halkların kardeşliği" sloganına sahip çıkanların, Kürt halkının barış talebine destek verenlerin Kürt halkı için yapabileceği en önemli şey, dün olduğu gibi bugün de, Türkiye'deki milliyetçiliğe karşı mücadele etmektir.

Türk işçilerinin çıkarlarının ezilen Kürtlerle ortaklaştığı nokta budur. Bizi "vatan-millet" edebiyatıyla yoksullaştıran, AB'ye girince her şey düzelecek yalanıyla avutmaya çalışanlarla Kürt halkının barış talebine sırtlarını dönenler aynı kişilerdir. Vatan da, yurt da, ulus devlet de onların vatanı , onların yurdu, onların devletidir. Bu ayrımı yapamayan Türkiye solu ne yazık ki kötü bir sınav verdi ve Kürtler umutlarını daha çok AB'ye ve AB'ci Türk sermayedarlarına bağlamaya başladılar.

Bugün Türkiye'de yapabileceğimiz şey bu gerçekten yola çıkan ve işçi sınıfının uluslar arası dayanışmasından güç alan ve Kürt halkına işçi sınıfından başka güvenebileceği başka bir tutarlı müttefiki olmadığını kanıtlamak için mücadele etmektir. Avrupa ülkelerinde demokrasi mücadeleyle kazanılıp korunuyor. Bu dünyanın her yerinde böyle ve Türkiye'de de barış ve özgürlük isteyenler için başka bir yol yok!

Antikapitalist; Sayı 15; Nisan 2002

'Kürt Sorunu' sayfasına dön
sayfa başına dön