Güncelleme: 15.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Marksist Tutum: Koşulsuz Eleştirel Destek Nedir?Marksistler için sömürüsüz ve sınıfsız bir topluma giden yol ancak ve ancak işçi sınıfının doğrudan, kendi bilinçli eylemiyle açılabilir. Dolayısıyla marksistler için işçi sınıfının bağımsız eylemi her zaman merkezde yer alır. Her soruna, mücadeleye, kazanıma, yenilgiye bu açıdan bakarlar. İşçi sınıfının kendi iktidarı, yani sosyalizm, ancak ve ancak işçi sınıfının büyük çoğunluğunun bu yönde eyleme geçmesiyle mümkündür. Başka bir yol, kestirme bir çözüm ne yazık ki yoktur. Marks'ın ısrarla "bütün ülkelerin işçileri birleşin" ve "işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" demesi bir rastlantı değildir. Üstelik Marks'ın bu tespiti yaptığı dönemde bütün dünyadaki sanayi işçilerinin toplamı bugünkü Türkiye'deki işçi sınıfı kadardı. Peki neden Marks toplumda bu kadar küçük bir azınlık olan işçilere bu kadar önem verdi. Neden yeni ve sömürüsüz, sınıfsız bir dünyayı yalnız ve yalnız işçi sınıfının mücadelesine bağladı? Çünkü Marks materyalistti. Ona göre toplumsal sistemler toplumsal güçler arasındaki mücadelelerle belirleniyordu. Ve yeni bir toplumu yaratabilecek yegane güç işçi sınıfıydı. Sınıflı ve sömürüye dayanan toplumların en önemli sorunu toplumun küçük bir azınlığın ihtiyaçlarına göre örgütlenmesi, üretime, dağıtıma bu küçük azınlık tarafından karar verilmesiydi. Peki nasıl olacaktı da bu durum tersine çevrilecekti. Köylülük bunu gerçekleştiremezdi. Çünkü bu sınıf eski toplumun bir kalıntısıydı ve yerini hızla yeni sınıflara bırakacaktı. Daha da önemlisi köylülüğün yaşamı bireysel mülkiyete ve bunun üzerinden sağlanan bireysel kazanca bağlıydı. Bu nedenle köylüler ya da benzer konumda olan küçük sermayedarların sayısı çok da olsa onların kuracağı sistem ancak kapitalizmi yeniden yaratmak olurdu. Ya da ilkel yaşama geri döner yoksulluğu paylaşırdık. İşçi sınıfını diğer bütün toplumsal güçlerden farklı ve özel kılan onun üretim sürecindeki özelliğiydi. Köylülüğü çuvaldaki patateslere benzeterek "çuval boşaltıldığında her biri bir tarafa dağılırlar" diyen Marks işçi sınıfını kapitalizmin mezar kazıcısı olarak görmüştü. Toplumcu olan yani çoğunluğun ihtiyaçlarını öncelik edecek tek sınıf işçi sınıfıydı. Çünkü işçi sınıfı çalıştığı yerde patrondan, yöneticilerden kurtulduğunda ya yeni patronlara boyun eğmek ya da hep birlikte demokratik biçimde o işyerini yönetmek zorundadır. İşte ikinci seçenek ve sadece ikinci seçenek, yani sosyalizm, insanlığın sömürüsüz sınıfsız bir dünyaya götürecek yolun başlangıcı olacaktır. Buradaki temel sorun işçi sınıfının ne yazık ki sadece çok çok küçük bir kesimi böyle birşeyin olabileceğini düşünmekte. Büyük çoğunluk günlük yaşamın ve egemen fikirlerin etkisiyle başka seçenek olmadığını düşünüyor. Nasıl olacak da büyük çoğunluğun fikri değişecek. Marks'ın buna yanıtı da çok açıktır. İşçi sınıfı kendi eyleminden öğrenir, yüzyılların pisliğinden kitlesel mücadeleler sırasında sıyrılma olanağı yakalar, yönetilmeye alışmış işçiler yönetme yetenek ve güveni kazanmaya başlarlar. Bu değişim ancak ve ancak işçi sınıfının kitlesel eylemlilikleri sırasında gerçekleşebilir. Ancak hayat her zaman doğrudan sınıf mücadeleleriyle geçmiyor. Sömürünün sonuçları işçileri biraraya getirirken başka bazı etkenler işçileri bölüyor. Kadın-erkek, işçi-memur, eşcinsel-eşcinsel olmayan, Türk-Kürt-Romen-Arap, Alevi-Sünni, madenci-tekstilci, dindar-dinsiz vb karşıtlıklar işçiler arasında var ve bu durum bizim birleşik gücümüzle karşı karşıya gelmek istemeyen yönetici sınıf tarafından kullanılıyor. Kapitalist sistem işçi sınıfını bölen, bizi birbirimize düşüren bu tür ayrılıkları körükler ve derinleştirir. Toplumdaki bu tür bölünmüşlükler nedeniyle bazı grup ve azınlıklar mağdur olurlar, ezilirler. Örneğin kadınlar, Aleviler, çingeneler, gayrimüslimler, Kürtler bu ezilmeden paylarını almaktadırlar. Marksistlere göre, ezilen grupları kurtaracak olan işçi sınıfının kitlesel mücadelesiyle ulaşılabilecek sosyalizmdir. Çünkü işçiler kazanmak için birlikte davranmak, birlikte davranmak için de bu ayrılıkları önemsememek zorundadırlar. Aksi takdirde başarılı olmak mümkün değildir. Çünkü sosyalizm ancak işçi sınıfının büyük çoğunluğunun bilinçli ve birleşik mücadelesiyle kazanılabilir. Marksistler bu nedenle bölünmüşlüğe karşı mücadele etmek zorundadırlar. Peki bunun Marksistler için pratikteki anlamı nedir? Marksistler işçi sınıfının birliğini sağlamak için ezilen her kesimin, hor görülen her grubun yılmaz ve militan savunucusu olmak zorundadırlar. Ezilenlerin mücadelesini koşulsuz olarak desteklemek, egemen sınıfa karşı onların yanında durmak Marksistlerin temel görevlerinden biridir. Ancak bu desteği veren Marksistler destek verdikleri kesimle hiç durmaksızın köklü çözümün ancak sosyalizmle sağlanabileceğini, sosyalizmin ne olduğunu, nasıl kazanılabileceğini ve dolayısıyla işçi sınıfının vazgeçilmez önemini ve bunun pratikteki anlamını tartışmak, bu perspektifte öneriler sunmak zorundadırlar. Mücadele eden ezilenlerle kol kola durmak, onların taleplerini desteklemek konusunda iyi bir sınav vermek bir Marksist için yeterli olamaz. Eğer köklü çözüme nasıl ulaşılacağını tartışmıyorsak ezilen kesimin mücadelesinin peşine takılmışızdır. O mücadele tıkandığında biz de tıkanırız. Bu durumun siyasi kavramlar sözlüğündeki adı "kuyrukçuluk"tur. Kuyrukçuluk madalyonun bir yüzü. Madalyonun diğer yüzü ise "sekterlik"tir. Yani ezilenlerin mücadelesini "işçi sınıfı merkezli olmadığı" ya da "yanlış strateji ve taktikler kullandığı" gerekçeleriyle yalnız bırakmaktır. Marksistler ezilen kesimlerin haklı talepleri ve mücadelesi karşısında sekterlik ve kuyrukçuluk tuzağına düşmeden koşulsuz ama eleştirel bir destek sunmalıdır. Yani egemen sınıfa karşı ezilen kesimin militanlarından daha da militan ve kararlı olurken köklü çözümü sağlayacak işçi sınıfı merkezli strateji ve taktikleri savunmak, ezilenlerin mücadelesinin bu yöndeki zaafını tartışmak zorundayız. F tipine karşı yaşanan eylemler sırasında "onlar hayatlarını koydular, bedel ödüyorlar, dolayısıyla yanlış yolda da olsalar eleştiremeyiz, yapabileceğimiz tek şey elimizden geldiğince onlara destek olmaktır" yaklaşımı kuyrukçu tutumun tipik bir örneğidir. "Maceracılar, cezaevinden devrim yapacaklarını sanıyorlar, bu nedenle eylemi kazanımlar elde edildiğinde bitirmediler" diye eleştirerek desteği çekmek de sekter tutumun tipik bir örneğidir. Marksistler için "koşulsuz ve eleştirel desteğin" buradaki anlamı, öncelikle F tipine karşı mücadele eden tutsakların ve onların yakınlarının direnişine destek vermektir. Bu birinci görevdir. Devlet terörüne karşı, egemen sınıfa karşı onları savunmadan Marksist kalınamaz. Ancak iş burada bitmiyor elbette. Gidilen her eylemde, egemen sınıfa karşı tutsakların yanında tutum alan herkesle "işçi sınıfı perspektifine sahip olma, maceracılık, toplumsal mücadelenin durumunu değerlendirme, eylemi en uygun anda bitirme, toplumsal desteğin yitirilmesine neden olan devrim anlayışı ve bunun taktikleri, sloganları vb" konularda tartışmak, bu konulardaki Marksist yaklaşımı ve önerilerimizi sunmak "birincil" görevimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Ezilenlerin mücadelesinde Marksistlerin tutumunu şöyle özetleyebiliriz: Egemen sınıfa karşı kol kola omuz omuza mücadele etmek ve bunu yaparken sosyalizmi, işçi sınıfının önemini, buna uygun taktikleri tartışmak. Antikapitalist; Sayı 4; Aralık 2000
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||