Güncelleme: 08.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Nazilere geçit yokLCR (Devrimci Komünist Birlik) üyesi Daniel Bensaid ile yapılan ropörtaj: Sonuçlar ne anlama geliyor?Geleneksel olarak hükümet kuran partiler oyların sadece üçte birini aldılar, insanların üçte biri sandığa gitmedi, yüzde yirmi aşırı sağa oy verdi, yüzde on devrimci sola oyunu verdi. Bu durum hem geleneksel sağ hem de merkez sol hükümetler tarafından yirmi yıldır sürdürülen neo-liberal politikalara karşı yıkıcı bir darbe oldu. İşçiler özelleştirmeleri, işten atmaları, sosyal güvenlik ve refaha yapılan saldırıları hatırladılar. Ve en son Barcelona'da yapılan Avrupa zirvesi ile elektriğin özelleştirilmesinin ve emeklilere yapılan saldırıların önü açıldı. Tüm bunlar 1995'ten buyana hoşnutsuzluğun artmasına yol açtı ve kendisini daha önce yapılan Avrupa, belediye ve bölgesel seçimlerde hissettirdi. Bu durum Beşinci Cumhuriyetin (son dönem Fransız politik sistemine verilen ad) kurumlarında yaşanan yoğun krizde de kendisini ifade etti. Le Pen'den gelen tehdit ne kadar ciddi?Oy verenlerin yüzde yirmisi açıkça ırkçı ve gerici adayları desteklediğinde kesinlikle endişe verici ve ciddi bir uyarıdır. Ama söylenmesi gerekli olan şey panik yapmamak ve 1930'larla benzerlikleri kullanmak gerekir. İlk turdaki başarıları belki Ulusal Cepheyi yüksetebilir. Bunu ikinci turda ve Haziranda yapılacak olan parlemanto seçimlerinde göreceğiz. Ama şu anda aşırı sağ 1995'teki oylarını korudu. Çöken, geleneksel sağ ve geleneksel sol oldu. Aynı zamanda Le Pen'in seçim kampanyası daha önceki seçim kampanyalarından çok farklıydı. Ve şu an için sermayenin değil önemli bir kısmının, marjinal bir kesiminin bile desteğini almış durumda değil. Le Pen'in büyüyüşünün yanısıra solun vermeyi başarabileceği cevabın belirsizliğine ilişkin bir tehlike var. Toplumsal bir içeriği olmayan ahlaksal bir anti-faşizme dayalı bir 'korku cephesi' ortalama seçmenlerin geri kazanılmasını sağlamayacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu Chirac için bir referanduma dönüştürmek de meseleleri çözmeyecektir. Bazıları Le Pen'in ikinci tura kalması nedeniyle Jospin'den oyları alan aşırı solu suçladı.Sol mu? Hangi sol? Onlardan en az iki tane var: Biri beş yıldır hükümette olan 'çoğulcu sol' diğeri kendini neo-liberalizme karşı bir alternatif olarak tanmlayan devrimci sol. Eğer Jospin'in birinci turdaki başarısızlığının sorumlusu soldaki bölünmeyse bu hükümetteki sol partiler arasındaki bölünmedir. Eğer bir tarafta solun diğer tarafta sağın olduğu sadece iki partiden oluşan bir sistem kurmak istemiyorsan iki-turlu bir seçimde programını savunduğu için sol muhalefete saldıramazsın. Aksine kafası açık demokratlar, Le Pen'e giden popüler oyları engelleyen sol bir muhalefet olduğu için sevinmeliler. Aşırı solun oyları ne kadar önemli?ÇOK ÖNEMLİ. Bu 1995'ten bu yana büyüyen bir eğilimi ve Komünist Parti'nin çöküşünü gösteriyor. Lutte Ouvriere (LO- İşçilerin Mücadelesi) bizimle ortak aday çıkarmayı reddetti. Olivier Besancenot LCR adayıydı. Asında seçimden birkaç hafta öncesine kadar hiç tanınmamasına rağmen devrimci solda bir şeyleri değiştirdi. Onun kampanyası gençler arasındaki radikalleşmeyi, küreselleşme ve savaş karşıtı hareketleri LO'dan çok daha iyi yansıtıyordu. Geleceği temsil ediyor. Le Pen'in altını oyabilmesi için merkez partilerin suç ve göç konularında daha sert olmaları gerektiği tartışılıyor.Aslında tam TERSİ. Chirac ve Jospin güvensizlik duygusu karşısında daha fazla 'güvenlik' ve baskı önlemleri ile yanıt verirken Le Pen'in zeminine kaydılar. Güvensizlik, asıl olarak gelecek hakkında güvensizlik; iş, sağlık ve konut sorunu hakkında güvensizlik. Popüler endişelere göçmenleri günah keçisi yapanlara katılarak yanıt veremezsin. Ancak sosyal adaleti hedefleyen net politikalarla cevap verebilirsin. Ve hatırlamalıyız ki Sosyalist Parti'nin başkanı François Mitterand 1981'de göçmen işçilere oy hakkı sözünü tutmuş olsaydı seçim sonuçları çok farklı olabilirdi. Şimdi, Le Pen karşıtı hareketlerin ışığı altında Fransa'daki solun görevleri ne?Tabii ki ona karşı tüm merkez partilerden oluşan bir cepheyle değil, kaybedilen popüler güveni yeniden kazanarak karşı çıkmalıyız. Bunun anlamı Le Pen'e karşı hem sokakta hem de sandıkta bir hareket yaratmaktır. Ancak bu hareket başka bir Avrupa, Fransız İşverenler Örgütüne karşı çıkan sosyal politikalar, farklı bir küreselleşme ve savaş karşıtı bir program üzerine kurulmalı. Böyle bir program olmaksızın, Le Pen'in çok istediği 'yöneticiler karşısındaki yanlız adam' rolü güçlenecektir. Seçim sonuçlarının anlamı acil olarak gerçek bir sola, 'solun soluna', kızıl ve devrimci bir sola ihtiyaç olduğudur. LCR bu sorumlulukla yüzleşmeye hazır. Umarız Lutte Ouvrire, Komünist Parti'nin akvitistleri, Yeşiller ve sosyal hareketlerin içindekiler de aynısını yapacaklardır.
Seçim sonuçlarına gösterilen tepki nasıl oldu?Sonuçların açıklanmasının hemen ardından onbinlerce insan geceyarısı sokaklara çıktı. Paris'te 30.000, diğer büyük şehirlerde binlercesi. 'N naziler için' 'f faşistler için' 'kahrolsun nf (ulusal cephe)' ana slogandı. Bir sonraki gün binlerce lise öğrencisi ulusal cepheye karşı boykot yaptı ve perşembe günü birçok üniversitede NF'ye karşı boykot oylaması yapıldı. Birçok mahallede anti-faşist birlikler kurulmaya başlandı ve bir çok eski nf karşıtı ağ lar tekrar çalışmaya başladı. İnsanların çoğu 5 mayıs'ta yapılacak olan seçimleri demokrasi taraftarları ile karşıtları arasında yapılacak bir referandum olarak görüyor ve chirac'ı destekliyor. Ancak merkez sağ anti-faşist gösterileri kınadığında yüzlercesi o akşamki gösteride 'le pen defol! Chirac hapse!' diye şarkılar söyledi. Sendikalar işçi hakları için ve ulusal cephe'ye karşı gösteriler düzenlemek üzere çağrı yaptı Bugüne kadarki le pen karşıtı protestolar nasıl özelliklere sahip?Göstericilerin çoğunluğunu 25 yaş altı insanlar oluşturuyor, gösteriler güven ve enerji dolu. Le pen'i 5 mayıs'ta alt ettikten sonra duracak olan liderlikle, sadece faşizme değil kapitalizme karşı da gösteri yapanlar arasında yoğun bir politik rekabet var. Örneğin bazıları sloganları 'yurttaşlar! Gitmeli ve oy vermelisiniz' sloganlarıyla sınırlamak isterken, bir çoğu da daha ileri gitmek, oturma eylemi yapmak yolları kapatmak istiyor. Önümüzdeki günlerde ve aylarda solun neler yapmaya ihtiyacı var?Herşeyden önce sokaklarda olması gerekiyor. 1997 ve 1998'deki büyük anti-nazi gösterilerinden sonraki üç yıl geri çekildiler ve boyunları eğik dolaştılar. Şimdi güvenlerini yeniden kazanma ihtimalleri var. Bu ihtimalin egrçekleşmesine izin vermemek gerekiyor. Bunun anlamı görünür hale gelmelerini engellemek, afişlerini parçalamak. Hareketin bunu yapacak gücü ve sayısı var. Le pen'in kendisini takdim etmeye çalıştığı ı gibi yoksulların adayı olmadığını, bir nazi olduğunu açıkça ifade etmeliyiz. Son olarak da lağımı kurutmadan fareleri yok edemeyiz. Bugün anti-kapitalist hareketten, seattle ve cenova gösterilerinden ilham alanlar ulusal cephe'ye karşı oluşturulan hareketin içinde merkezi güçler. Bu aynı zamanda bu pislik sisteme karşı oluşturmamız gereken alternatifin de tabanı. Seçimde üç milyon insan devrimci sol için oy kullandı. Bu bize bu kavgayı daha ileriye doğru ittirecek güçlü bir devrimci sosyalist örgütlenmeyi inşa etmenin mümkün ve çok daha acil olduğunu gösteriyor.
Hollanda’da anti-faşist mücadeleFransa, faşizme karşı birleşik kitlesel mücadelenin mümkün ve sonuç alıcı olduğunu gösterirken Hollanda'da faşist lider Pim Fortuyn'in vurulması ve ölümü faşizme karşı mücadelenin yanlış taktiklerine bir örnek oldu. Pim Fortuyn medya tarafından ulusal bir kahraman haline getirildi ve her türlü sola karşı histeri havası estiriliyor. Faşistler Fortuyn'un ölümünü önümüzdeki seçimlerdeki oy oranını arttırmak için yoğun bir şekilde kullanmaya başladılar. Bu histeri havasında sol felç oldu ve bütün kampanyalarını durdurdu. 11 Mayıs Cumartesi günü "Fortuyn, Hollanda'nın Haideri'dir" diyen anti-faşist bir gösteriye yoğun bir katılım beklenirken gösteri iptal edildi. Ancak Fortuyn taraftarı gösteriler yapıldı. Hollanda Uluslararası Sosyalistleri, Fortuyn'un ölümünü kınarken Fortuyn'un bir ırkçılık ve nefret ortamı yaratmaktan sorumlu olduğunu, faşizme karşı birleşik ve kitlesel bir mücadelenin inşasının her zamankindan daha acil olduğunu açıkladılar ve yaklaşan genel seçimden önce anti-faşist mücadeleyi birleştirmek için çalışıyorlar. Internationale Socialisten Hollanda
AVRUPA'DA SAĞA KAYIŞ
1999 Belçika: Neoliberal eğilimli merkez sağ Flaman Demokratlar , aşırı sağ partilerin desteğiyle iktidara geldi. 1999 İsviçre: İsviçre Halkının Partisi, neoliberalizm, AB ve BM karşıtı bir söylemle ikinci büyük parti oldu. 2000 İspanya: Jose Marie Aznar ikinci kez seçildi. Sosyalistler son 20 yılın en büyük yenilgisini aldı. 2001 Danimarka: Sağ partiler koalisyonu seçimleri kazanarak iktidara geldi. "Hıristiyan bir ülkede bu kadar çok Müslüman'ın yaşaması büyük sorundur" diyen aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi seçimlerde üçüncü oldu. 2001 İtalya: Medya kralı, milyarder iş adamı Silvio Berlusconi ve partisi Forza İtalya, aşırı sağcı Kuzey Birliği ve Mussolini'nin mirasçısı Ulusal İttifak ile koalisyon oluşturarak iktidara geldi. 2001 Norveç: Merkez sağ koalisyon, aşırı sağcı, yabancı düşmanı İlerleme Partisi'nin desteğiyle İşçi Partisi'ni devirdi. 2002 Portekiz: Merkez sağ sosyal demokrat parti, Sosyalist Parti'yi seçimlerde devirdi. 2002 Almanya: Nisan sonu Doğu Saksonya eyalet seçimlerinde Schröder, ağır bir yenilgiye uğradı. 2002 Hollanda: Aşırı sağcı, kadın ve yabancı düşmanı Pim Fortuyn'un partisi, Roterdam'da yerel seçimlerde %35 oy aldı. Fransa'daki başkanlık seçimlerinin birinci turunda ortaya çıkan manzara, Avrupa'da başlayan sağa kayışın en son örneği. Avrupa sol kamuoyu, Fransa'daki sonuçların, sağa kayış trendini hızlandıracağı kaygısını taşıyor. İtalya'da Mussolini'nin mirasçısı partilerle işbirliği yaparak iktidara gelen Silvio Berlusconi de "Fransa seçimleri sol partilerin Avrupa çapında yenilgisi anlamına geliyor" diyerek bu sonuçları bir anlamda kutluyor. Aşırı sağcı Jörg Haider'in Özgürlükçü Partisi 1999 seçimlerinde %33 oy alarak hükümete ortak olunca sağa kayış trendinin başladığı ortaya çıktı. 1999'dan bu yana Avrupa'da sosyal demokrat partiler birer birer seçimleri kaybetmeye, iktidarlar muhafazakarların eline geçmeye başladı. Bu, sağ ve sol arasında olağan bir nöbet değişiminden öte bir anlama sahip. Arkasında daha sinsi ve tehlikeli bir gelişme daha var. Muhafazakarlarla birlikte aşırı sağcı partiler de yükseliyor, muhafazakar partiler ancak bu aşırı sağcı faşist eğilimli partilerle ittifak yaparak hükümet kurabiliyor. Sosyal demokrat partiler muhafazakarların eteğine tutunarak ya iktidara tırmanıyorlar, ya da dışarıdan verdikleri destekle siyasi etkinliklerini artırıyorlar. Sosyal demokratlar ise geriliyorlar. Avrupa'da aşırı sağ neden yükseliyor? Geçen 15 yıl boyunca sosyal demokratlar giderek neoliberal politikalarla daha çok içli dışlı oldular. Bu trend boyunca sosyal demokratlar emekçi sınıfların ve yoksulların ekonomik taleplerine asla yanıt veremedi. Özellikle örgütsüz yoksul beyazlar arasında aşırı sağ partiler güç kazanıyor. Sosyal demokratların ikinci marifetleri ise iş çevreleriyle içli dışlı olmaları, sık sık mali skandallara karışmaları, emekçi yoksul sınıfların bu partilere güven kaybetmelerine yol açtı. Bizzat sosyal demokrat partiler refah devletinin sosyal haklarını kısıyor, kapitalizmin dünya çapında yarattığı toplumsal, ekonomik çöküşler, savaşlar giderek artan bir ölçüde sığınmacıların Avrupa'ya yönelimini sağlıyor. Sosyal demokratların neoliberal politikalarıyla birlikte artan yoksulluk, işsizlik, azalan sosyal haklara aşırı sağcılar yabancı düşmanlığıyla cevap veriyor. Can ve mal güvenliğine aşırı vurgu yapıyor, orta sınıflardan taraftar topluyor. Sosyal demokrat partiler oy kaybetmemek için sağa kaydıkça da sağın söylemlerinin toplum içindeki etkisini daha da güçlendiriyor. Aşırı sağın yükselişinde AB'den kaynaklı hoşnutsuzluk da önemli bir rol oynuyor. İşçi sınıfı ve yoksullar, AB sürecinden çekinirken, sosyal demokratların hararetli bir biçimde AB yanlısı olmaları, onları tabanlarına yabancılaştırıyor. Aşırı sağcı partiler de bu hoşnutsuzluğu sonuna kadar kullanıyor. ABD'de Bush'la birlikte sağcı/dinci bir kadronun iktidara gelmesinin aşırı sağın yükselişinde etkili olduğu kesindir. Özellikle 11 Eylül'den sonra ABD'nin başlattığı 'terörizme karşı savaşta' her an bir terörist saldırı korkusuna aşırı vurgu yapılıyor ve bu bir histeri haline getiriliyor. Bu da sonuç olarak her Ortadoğulunun, koyu renklinin potansiyel bir terörist olarak algılanmasına, dolayısıyla yabancı düşmanlığının meşrulaşmasına büyük ölçüde katkıda bulunuyor. Volkan Gümüş
30’ların ağır çekimi; dünyada politik kutuplaşma: fırsatlar ve tehlikelerTony Cliff'in, yaklaşık 12 yıl önce "1990'ların 1930'ların ağır çekimine benzediğini" söylemişti. Birbiri ardına patlayan ekonomik krizler ve yaşanan politik kutuplaşma açısından yapılan bu benzetme dünyayı anlamamız için oldukça önemli bir araç sundu. Bir yanda faşist ve ırkçı hareketlerin büyümeyi başarıp politik hayata müdahale edebildikleri, diğer tarafta çok sayıda genç ve işçinin politik olarak sola kayışın yaşandığının belirtileri bugün de var. İşyerlerinde hızla yükselen eylemler bu duruma eşlik ediyor. Ancak Cliff, 1930'larda 10 yıla yayılan bu sürecin 1990'larda daha uzun bir zaman dilimine yayılacağını anlatıyordu. Bugün ekonomik kriz 1929-34 bunalımındaki kadar derin değil, henüz orta sınıflar 1930'larda olduğu gibi açlık sınırına düşmüş değiller. Bu nedenle aşırı sağa doğru radikalleşme de 1933'de Hitler'i iktidara getiren boyutlarda değil. Faşist partilerin aldıkları oy şimdilik sokakların kontrolü için savaşan silahlı çetelere dönüştürülemiyor. Soldaki radikalleşme de henüz 1930'lar seviyesinde değil. 1931 ve 1936 İspanya devrimlerinde, 1936 Fransa fabrika işgallerinde ve 1936-37 yıllarında ABD'de kitle sendikacılığının hızla yükselmesine benzer örnekler yaşanmıyor. Ancak bunların hiçbirisi milyonlarca insanın yaşadığı öfkeyi ifade edişindeki benzerlikleri ortadan kaldırmıyor. Milyonlarca kişi çelişkili bir biçimde sağa ve sola doğru radikalleşme eğiliminde. Eğer devrimciler çok daha geniş kitlelere liderlik yapabilecek kapasitede örgütler inşa etmezlerse bu hoşnutsuzluktan kazançlı çıkacak olan faşist partiler olacak. Cliff, sisteme karşı muhalefetin yeniden ortaya çıkmasına neden olan yeni bir çalkantılı döneme girdiğimizi gördü. Sistemin görünürdeki dönemsel istikrarı, hızla ekonomik ve politik krizlere yol açacaktı. Sağ sosyal demokrat politikacılar bu radikalleşme dalgasıyla ilk yükselenler olabilir. Ancak onların daha solunda güçlü dalgalar yaratabilir, yeni bir anti-kapitalist muhalefet ortaya çıkar. Bütün bu süreç 1930'lardan çok daha yavaş bir hızla gerçekleştiği için sistemin istikrarlılık kazandığını düşündürten zaman ve yerler olacaktır. 1990'ların sonuna gelindiğinde yeni muhalif sesler duyulmaya başlandı. Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı Seattle'da gerçekleştirdikleri gösterilerle dünya çapında bir etki yarattılar. 1990'lar bir çok yönden çok istikrarsızdı. 1980'lerde dünyanın yükselen ekonomik gücü olan Japonya, 1990'larda karaya oturdu ve sekiz yıldır süren ekonomik daralmadan kaçış yolu bulamıyor. Birleşme sonrası Almanya çok marjinal bir iyileşme yaşasa da bu ülkedeki işsizlik Avrupa çapında işsizlik oranlarının yüzde 10'un üzerine çıkmasına yol açtı. Sadece on yıl öncesinde dünyanın ikinci büyük süper gücü olan eski SSCB ekonomisi 1930'ların başlarında ABD ve Almanya'yı vuran krizden de daha derin bir ekonomik düşüş yaşadı. 1990'lar, Latin Amerika'da "kaybedilen on yıl" olarak adlandırılıyor. 1997'de Doğu Asya "mucizesi" ani bir çöküş yaşadı. Afrika ülkelerinin çoğunda son 30 yıldır kişi başına üretim düşmesi, yetersiz beslenme, arka arkaya yaşanan kıtlıklar ve bazı anahtar ülkelerdeki ortalama yaşam süresinde büyük düşüş yaşanıyor. 90'ların sonunda burjuva ekonomistlerinin ABD'deki ekonomik genişlemeyi abartmalarının en önemli nedeni ABD'nin kapitalist dünya haritasındaki tek parlak nokta olmasıydı ama artık bu ışık da sönmeye başladı. Dünyanın bir çok yerinde politik istikrarsızlık ekonomik istikrarsızlığın hiç de aşağısında kalmadı. Geçen on yıl batılı güçlerin Irak'a karşı savaşıyla başladı, Sırbistan'a karşı savaşıyla son buldu. Afrika'nın çoğunluğu, Balkanlar ve eski SSCB'nın güney kuşağı iç savaşlarla kasıp kavruldu. Afganistan'a atılan bombalar, nükleer güç sahibi iki ülke olan Hindistan ve Pakistan'ın sık sık topyekün bir savaşın eşiğine geldiği, Irak'a saldırı hazırlıkları savaşların ve istikrarsızlığın ne boyutlarda olduğunu sergiliyor. Eğer dünyada sadece ekonomik ve politik istikrarsızlık yaşanmış olsaydı Cliff'in 1990'ların başında yaptığı benzetme doğrulanmış olmazdı. 1930'ları karakterize eden sadece korku ve dehşet değildi; İspanya ve Fransa gibi ülkelerde, nihai olarak yenilmiş olsa da, işçi sınıfının bu dehşet karşısında direncinin yükselmesiydi. Ne mutlu ki 1990'lar bazı önemli ülkelerde mücadelenin yeniden doğuşuna şahit oldu. İşçi hareketinin yeniden canlanışı1990'ların başı ve ortalarında Almanya'da 1960'lar ve 1970'lerde görülmeyen büyüklükte yeni grev hareketleri yaşandı. İtalya'da bir genel grev ve kitlesel gösteriler Berlusconi hükümetini düşürdü. Bir günlük genel grevler Kanada'nın bir kentinden diğerine sıçrayarak yayıldı. Yunanistan ve Güney Kore'de grev dalgaları yaşandı. Endonezya'da kendiliğinden gelişen ve bir ayaklanma noktasına çok yaklaşan hareket Suharto rejimini devirdi. Fransa'da 1995 Kasım-Aralık aylarında, Juppe hükümetinin neo-liberal programına karşı çok büyük grev ve gösteriler yaşandı. Arjantin'de isyan, İtalya'da 2 milyon işçinin sokağa dökülmesi ve 12 milyon kişinin katıldığı genel grev... Cliff'in metaforunda vurguladığı gibi her ne kadar 70 yıl öncesine benzer güçler süreç içinde işliyor olsa da bizlerin bu güçlerle baş etmek ve farklı bir sonucu garantilemek için daha fazla zamanı olması bir şans. Ancak bu dönemin sunduğu fırsatları değerlendirememenin bedeli daha da ağır olabilir. Antikapitalist; Sayı 16; Mayıs 2002
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||