Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Arjantin’de Geleceği Kazanma Mücadelesi

Saat 20.00 ve Buenos Aires'in parkları, caddeleri ve meydanlarında insanlar tartışmak, konuşmalar yapmak ve örgütlenmek için toplanmaya başlıyorlar. Mahalli meclisler bu ılık yaz gecesinde açık havada buluşuyorlar. Gazeteci Stella Calloni, mahalli meclis toplantılarının en popüler TV programlarının reytinglerini bile aştığını söylüyor.

Arjantin'de hükümeti istifaya zorlayan isyanın altı hafta sonrasında geleceği şekillendirme kavgası çok şiddetli bir şekilde sürüyor. Hükümet çoğunluğun yararına olmayan çözümleri empoze etmeye çalışıyor. Aşağıdan gelen ve gittikçe büyüyen hareket ise krizin olası sonuçlarına karşı pozisyon alıyor. Protestoların yaşanmadığı tek bir gün geçmiyor. Geçen haftalarda onbinlerce insan yine Plaza de Mayo Meydanı'na akın etti. Bu gösteri başkentin mahalli meclislerinin buluşma noktasıydı.

Arjantin'i vuran hareket içinde bir çok toplumsal grup var. Bunlardan biri 'piqueteros'. Bu hareket, hükümetin hızlı özelleştirme yaptığı 1990'larda yaşanan toplu işten çıkarmalara bir cevap olarak ortaya çıktı. Bugün ülkeyi vuran kriz, işsizlik oranını yaklaşık %25'e çıkarttı. Son zamanlara kadar yaşama standardı, sağlık ve eğitim sisteminde Avrupa ile yarışır durumda olan Arjantin'de işsizlerin durumu hep çok kötüydü.

'Ekmek ve iş' piqueterosların sloganı haline geldi. "Biz ekmek ve etten yapılan bir ülkede insanları açlığa ve sefalete sürükleyen bir rejimi yeterince yaşadık" diyordu protestoculardan biri. Bir yıl önce tüm profesyonel ve orta sınıf insanlar piqueteroslardan korkuyorlardı. Şimdi Arjantin'in geniş orta sınıfı büyük ölçüde yoksullaştı. Hükümet banka hesaplarını dondurdu. Bu orta sınıfı mahvetti. Mahalledeki perakendeci, dişçi, gözlükçü ya da müzik öğretmeni birikimlerini kullanamıyorlar ve kriz yalnızca birkaç müşteri anlamına geliyor.

Böyle gruplar arasındaki öfke, 'cacerolazos'un -yani tencerelere vurmak ile sembolleşen ve hükümetleri deviren kitlesel gösterilerin- kilit güçlerinden biriydi.

Kriz, geçmişte birbirine karşı olan grupları biraraya gelmeye zorluyor ve onları radikalleştiriyor.

Geçen hafta işsizler Buenos Aires'in federal bölgesine yürüdüklerinde neler olduğunu anlatan bir raporda, yüzlerce bölge sakininin piqueterosları sokakta yiyecek ve içeceklerle karşıladıklarını anlatıyordu. Bu çok az işçinin yaşadığı bir bölge.

En heyecan verici gelişme ise kurulan mahalli meclisler. Belirli bir bölgede yaşayan insanlar tartışmak ve örgütlenmek için açık forumlarda biraraya geliyorlar.

İşçi sınıfı bölgelerinde toplananların çoğunluğunu işçiler ve işsiz işçiler oluşturuyor. Ama toplumsal olarak daha karışık bölgelerde de bu meclisler var. Bu meclislerin büyüklüğü de değişiklik gösteriyor ama hala bir azınlık ile sınırlılar. Buenos Aires raporlarına göre düzenli olarak yüzlerce kişi toplanıyor. Geçen hafta Villa del Parque'da bu sayı 300'ü,Tartagal bölgesinde ise 1000'i bulmuştu.

Buenos Aires'in merkezindeki birleşik meclis Pazar günleri binlerce insanı biraraya getiriyor. Bir başka raporda, meclislerin yalnızca başkentle sınırlı olmadığından bahsediliyor. Küçük kasabalarda ve daha iç bölgelerde insanlar biraraya geliyor ve doğrudan eyleme geçebiliyorlar. Meclisler, hesapların dondurulmasına son verilmesi, bankaların ve özel sektörün kamulaştırılması, istihdam yaratılması ve yiyecek sağlanmasını içeren uzun bir talep listesi oluşturuyorlar. Raporlar acil taleplerin arkasında daha geniş bir hoşnutsuzluğun olduğunu gösteriyor.

Bahia Balanca'daki protestoda bir konuşmacı "Her şeyi değiştirmeliyiz" derken, Cordoba'nın sanayi bölgesinde bir diğeri, "Biz yeni bir cumhuriyet istiyoruz, daha fazla siyasetçi istemiyoruz" diyordu.

Başkentin Portagal bölgesindeki popüler bir toplantıda, en çok alkışlanan konuşmacı çok tanınan yerel bir doktor olan Dr. Negri'ydi. Negri, 'Bankaları ve petrol şirketlerini kamulaştırmalıyız' dediğinde oradaki herkes alkışlarıyla ve bağrışlarıyla onu destekliyordu. Bazı meclislerde, ortak taleplere farklı vurgular yapılıyordu.

Eskiden Buenos Aires'in lüks bir semti olan Belgrano bölgesinde, -ki burada yaşayan işçi ya hiç yok ya da çok az- her gece buluşan canlı bir meclis var. Dış borcun silinmesi, bankaların ve özel sektörün kamulaştırılması için oy verdiler. Ama 'yurtseverlik' çağrıları ve yabancı malların boykotu talepleri taşıdıkları milliyetçiliği de hissettiriyor.

San Cristobal ve Boedo meclislerinde ise farklı bir duygu var. Bültenlerinde, bölgedeki herkesin neler olup bittiğinden haberdar olabilmesi için bültenlerinden ve posterlerinden binlerce dağıttıklarını belirtiyorlar. Taleplerinin içinde, işsizler ve 12 saat çalışmaya zorlananlar arasında paylaşılmak üzere ücret kaybı olmaksızın herkes için iş isteği var. 'Meclisimizde iç bölgedeki meclise katılmak üzere temsilciler seçiyoruz' diye belirtiyorlar. Ve önceki Cuma şehir merkezinde düzenlenen büyük gösteride, Boedo'nun ve San Cristobal'ın öğrencileri, velileri ve işçileri Plaza de Mayo'ya yürümek üzere büyük bir kortej oluşturdular. 'Gururluyuz, tarihi yapıyoruz' diyorlar. Meclisler ve tabandan gelen bu hareket, sıradan insanların nasıl aşağıdan yukarıya doğru demokratik örgütlenmeler yaratmaya başlayabileceğini gösteriyor.

Bu tüm toplumu çoğunluğun çıkarları için tekrar düzenleyebilir. Ama kazanmak için bu hareketin üstesinden gelmesi gereken önemli engeller var.

Hükümet, zenginler ve büyük sermaye, hareketin toplumun temelinde bir değişiklik yapmaması için ellerinden geleni yapacaklardır. Uluslararası şirketler ve Amerika'dan Avrupa'ya kadar birçok hükümet onlara arka çıkacaktır. Bu zorlukların üstesinden gelmek için Arjantin'deki hareket, ofislerde ve fabrikalardaki örgütlü işçi sınıfının büyük gücüne ihtiyaç duyacaktır.

Büyük oranlardaki işsizliğe rağmen Arjantin'de hala çok büyük ve güçlü bir işçi sınıfı var ve üretimleriyle tüm toplumu döndürüyorlar. Bu meclisler gibi örgütlenmelerin yardımıyla kendi işyerlerini ele geçirebilirlerse, bu gücü kullanabilirler. Onlar çoğunluğun, toplumun üst sınıflarından gücü ve zenginliği koparıp almalarının garantisi olabilirler. Bunun gerçekleşmesinin önünde bazı engeller var.

İşçiler protestolarda ve meclislerde yer almalarına rağmen bunu şu ana kadar örgütlü bir şekilde yapamadılar. Bunun temel sebebi işçilerin üstünde büyük bir etkisi olan sendika liderleri ve bu liderlikler şu ana kadar birliğin ve çalışma yerlerindeki grupların, meclislerle ve protestolarla biraraya gelmesinin önüne geçmeye çalışıyorlar.

Büyük sendikalardan biri bazı zamanlar protestoları destekledi. Ama diğer iki kilit sendika Peronist partiye bağlı ve hükümeti destekliyorlar. Sendika liderlerine rağmen harekete katılmaya niyetli örgütlü işçilerin olduğuna dair sinyaller de var.

Cordoba'da belediye işçileri sendikasından önemli bir grup geçen haftaki gösterilere katıldı ve Santa Fe'de binlerce öğretmen yürüdü. Bir öğrencinin söylediğine göre geçen haftaki iç bölge meclislerinin toplantısında ilk kez demir yolu çalışanlarının ve telekom işçilerinin temsilcileri yer alıyordu. Arjantin'de geleceği kazanmak için bir savaş var. Aşağıdan gelen bu hareketin işçi sınıfıyla bağlarını kurmada gösterdiği başarı bu savaşın sonucunu belirleyecek.


Arjantin'de hükümet toplumsal öfkeyi kontrol etmek, krize yönelik kendi çözümlerini empoze etmek için sürekli manevra yapıyor. Başkan Duhalde kriz yüzünden yoksullaşan ve gösterilere katılan orta sınıfı kazanmak için banka hesaplarına ve kredi kartı işlemlerine getirilen kısıtlamaları azaltıyor. Aynı zamanda Peronist partisiyle kilit sendikalar arasındaki bağları kullanarak işçi hareketini kontrol etmeye çalışıyor. Sendika federasyonları liderlerinin çoğunluğu ya aktif olarak ya da protesto gösterilerine katılmayarak hükümete destek veriyor.

Ama bu arada yeni popüler örgütlülükler oluşuyor. Birçok bölgede politik ve sendikal yapıların büyük oranda dışında kaldığı mahalli meclisler ortaya çıkmış durumda. Bazı bölgelerde bu meclisler kendi eylemlerini koordine etmeye başladılar.

Aşağıdan gelen bu hareket krize çoğunluğun yararına olan çözümler üretilmesi yönünde talepler ortaya atıyor. Bunlar arasında şöyle talepler var: “Dış borcun silinmes, yoksullar için asgari bir ücretin garanti altına alınması, zenginlerin vergilendirilmesi, çoğunluğun kontrolü altında özel işletmelerin kamulaştırılması, yiyeceklerin üretimi ve dağıtımı gibi temel endüstrilerde çoğunluk kontrolünün sağlanması”

Aşağıdan gelen bu kendiliğinden örgütlenmeler Arjantinlilerin geleceklerini şekillendirmek için üzerine yükselecekleri bir temeldir. Ancak tek başına zaferi kazanmak için yeterli olmayacaktır. Hükümet, zenginler, bankerler ve büyük sermaye çoğunluğun geleceği şekillendirmesinin önüne geçmek için fiziksel ve ekonomik olduğu kadar politik ve ideolojik anlamda da mümkün olan her yolla savaşacaklardır.

Hareketi bastırmak veya önüne geçmek için çabalayacak olan sendika liderleri bu savaşta onlara yardımcı olacaktır. Hareket, sıradan insanların toplumu şekillendirmesini engellemeye yönelik her türlü girişimin karşısında durabilecek birleşik bir güce ihtiyaç duyuyor. Kesinlikle doğru olan bir şey varsa o da ülkede, krizin sonuçlarını kararlı bir şekilde şekillendirmeye başlayacak, ne büyüklük, ne gelenek ne de etki alanı açısından bir sosyalist örgütlenmenin henüz varolmadığıdır.

Yerel meclislerin taleplerini bir araya getirip tek bir birleşik program oluşturacak ve ülke genelindeki çoğunluğun desteğini yönlendirecek bir güç gerekli. Ayrıca bu taleplerin nasıl gerçekleştirileceklerine dair somut hedeflerle birleştirilmesi gerekiyor.

Ayrıca hükümet ve sendika liderlerini destekleyenlerin hareket içindeki etkilerine karşı argümanlar geliştirilmek zorunda. Toplumun devrimci dönüşümü hiçbir zaman böylesi örgütlü bir güç olmaksızın mümkün olmadı.1789 Fransız Devrimi'nde bu rolü Jakobenler üstlenmiş ve başarıya ulaşmışlardı. 1917 Rus Devrimi'nde ise Bolşevik Parti başarılı bir devrim için zorunlu koşul olan işçi konseyleriyle birlikte bu rolü oynamayı başardı.

Tek başına hareket de kendi önüne dikilen engelleri aşmakta yeterli değildir. Kolektif ve demokratik bir şekilde kökleri hareketin içinde olan ve ilerisi için en iyi yolun hangisi olduğunu anlamakta geçmişin derslerini kullanan bir örgütlenme olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır.


“ONLAR ENRON; BİZ ARJANTİNLİ’YİZ”
New York sokaklarını dolduran 20.000 gösterici, anti-kapitalist hareketin ABD'de hala devam ettiğini kanıtladı. Ülkenin dört bir yanından gelen genç göstericiler, patronların ve siyasi liderlerin klübü olan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarını protesto ettiler. Göstericiler, eylemlerinin öneminin farkındaydılar.

New York, 11 Eylül saldırılarına maruz kalan şehirlerden biri. ABD medyası, bu nedenle şehirde 'Başka bir dünya mümkün' eylemlerini örgütleyenleri sert bir dille eleştiriyordu. New York Times gazetesi, eylemlerle ilgili olarak şu başlığa yer veriyordu: "New York'un bir başka uçak saldırısına ne kadar ihtiyacı varsa bir protestoya da ancak o kadar ihtiyacı var" Ancak, protestocular, George W. Bush'un savaşını ve çokuluslu şirketlerin iktidarını deşifre etmekte kararlıydılar.

Bostonlu bir öğrenci olan Julia Steinberg, eylemlerle ilgili olarak şöyle diyordu: "Burada protestoların örgütlenmiş olması önemli, çünkü sert bir hava esiyor. Hükümet, 11 Eylül'den bu yana sosyal haklarımızı kısıtlamak için elinden geleni yapıyor. Ben, Dünya Ekonomik Forumu toplantılarını, bir avuç tefecinin yağmalama eylemlerini örgütledikleri yer olarak tanımlıyorum ve buna karşı açıkça direnmek zorundayız.'

Colombia Üniversitesinden 10 arkadaşıyla birlikte eylemlere katılan Ben Weinkove "Adaletsizliğe son ver, terörizmi ve savaşı durdur" yazılı pankart taşıyor ve görüşlerini şu şekilde ifade ediyordu: "Biz buraya savaşa ve bu konuda medyanın tutumuna karşı olduğumuz için geldik." Cadı avcılarına rağmen eylemciler, yoldan geçenler tarafından düşmanca karşılanmadılar. Bazıları, gökdelenlerin pencerelerinden eylemcilere el sallıyordu. Gösterilerin sonuna doğru 'George Bush teröristtir' diye slogan atılıyordu.

Dev enerji şirketi Enron, insanların öfkesinin odağı halindeydi. Enron'un geçen Kasım ayında iflas edişi, binlerce çalışanın işsiz kalmasına yol açmış ve başkan Bushla ilgili bir skandal ortaya çıkmıştı. Bir grup eylemcinin taşıdığı devasa maketlerde, George Bush Enron'un Frankenstein canavarı olarak sergilenirken, Savunma Bakanı Rumsfeld'in fotoğrafı üzerinde "3.000 Afganlının katili" yazılıydı. Eylemciler ayrıca Arjantin'de IMF'nin yarattığı yoksulluğa karşı mücadele edenlerle de dayanışma gösterdiler. Yürüyüşün en önünde, üzerinde "Onların hepsi Enron, bizler Arjantinliyiz" yazılı bir pankart taşınıyordu.

New York Times Gazetesi, eylemlerin ertesi günü konuyla ilgili haberlerinde şu cümlelere yer vermek zorunda kalıyordu: "Eylemlerde bayram havası vardı, güleryüzlü liderler kapitalizm karşıtı şarkılar söylüyor, bir yandan da eski plastik ve teneke kutular kullanılarak trampet çalınıyordu." Eylemlerden ayrılmak üzere olan bir gösterici "zafer kazandık" diyordu.

Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının yapıldığı Waldorf- Astoria Oteli, geniş güvenlik önlemleriyle korunurken, eylemcilerin otele yaklaşması önlendi. Ancak, zenginlere ve iktidar sahiplerine rağmen New York sokakları göstericilere aitti. Öyle ki eylemden önce binlerce kişinin katıldığı iki toplantı örgütlenebilmişti.

Yaklaşık 2000 sendikalı ve eylemci, küçük işyerlerinde sigortasız, sendikasız, kuralsız işçiliğe karşı şehrin merkezinde bulunan bir deponun önünde eylem yaptı. Elektrik İşçileri Sendikası üyesi Jeff Crosby, ABD'de ve dünyanın diğer yerlerinde çalışan işçilerin durumları arasında şöyle ilişki kuruyordu:

"Hepimiz küresel ekonominin kurbanıyız. Çalıştığım işyeri General Elektrik, Meksika'ya taşınmanın yollarına bakıyor; çünkü orada iş gücü daha ucuz. Birçoğumuz bu durumda işsiz kalacağız. Bu arada Kolombiya'da şirketlere karşı eylem yapan hatta bu nedenle öldürülen işçilerin haberini alıyoruz. Ortak düşmanımız çokuluslu şirketlerdir, onlar her yerde işçileri tehdit ediyor. Porto Alegre'deki toplantılarda söylendiği gibi 'Başka bir dünya mümkün' demeliyiz."

Colombia üniversitesi'nde Dünya Ekonomik Forumu'na alternatif olarak düzenlenen iki günlük foruma yaklaşık 1.500 öğrenci katıldı. Öğrenciler geniş bir konuşmacı topluluğunu dikkatle dinliyordu. New Yorklu bir yapı işçisi olan Ricardo, konuşması sırasında "Bize tarihin 11 Eylül'de başladığını söylüyorlar, fakat bence tarih geçen sene Cenova eylemleriyle ve Arjantin'deki mücadeleyle başladı. Çünkü biz, neo-liberalizme ve şirketlerin dünya görüşlerine alternatif koyabiliyoruz" dediğinde yoğun alkışlarla desteklendi.

İsyan, Devrime Döner Mi?
Arjantin'deki isyan, modern dünyada devrimlerin hala mümkün olduğunu gösteriyor. Aşağıdan yükselen bir kitle hareketinin nasıl hükümetler devirip, büyük patronların politikalarını yenilgiye uğratabileceğini açıkca gösteriyor.

Daha önceleri, toplumu değiştirmeyi hayal bile edemeyen kitleler, sokakları doldurarak kapitalizme meydan okudular.

Arjantin'deki isyan, insanların düzen tarafından satın alındığı ve bu nedenle mücadele etmeyecekleri fikrini de çürütüyor.. Arjantin, tarıma bağımlı bir üçüncü dünya ülkesi değil, Latin Amerika'nın en sanayileşmiş ülkesi. Bir çok Arjantinli, İngiltere işçi sınıfı gibi otomobilli, videolu bir yaşam standardına sahip.

Arjantin, egemenlerin medya üzerindeki kontrolü nedeniyle toplumun çoğunluğunun düzeni kabul etmekten başka çaresi kalmadığı iddiasını da yalanlıyor.

Hükümetlerin devrilmesine neden olan Arjantin'deki gazete ve televizyonların çağrısı değildi. İnsanların kapitalizm altında edindikleri deneyimler; medya, hükümet ve patronlar tarafından pompalanan fikirlerle ters düştüğünde eyleme geçebiliyorlar.


Bir anda gelişen isyanlar

Arjantin, son yıllarda aşağıdan yükselen hareketlerle hükümetlerin devrildiği tek yer değil. İki yıldan daha kısa bir süre önce, Sırbistan'da Miloşeviç rejimi halk tarafından devrilmişti. Bir milyon insan, silahlı polislerle yüzleşmek pahasına sokakları doldurdu. Parlamento ve medya binaları göstericiler tarafından basıldı. 12 yıllık Miloşeviç rejimi birkaç gün içinde devrildi. Yine iki yıl önce Ekvator'da IMF'nin serbest piyasa ekonomisini destekleyen başkan Jamil Mahaud, işçi ve köylülerin birlikte mücadelesi sonucu devrildi. Endonezya diktatörü Suharto Mayıs 1998'de yükselen devrimci dalgayla indirildi. 32 sene boyunca baskı altında sessiz kalan bir ülke, öğrencilerin ve hemen peşinden gelişen işçilerin ayaklanmasıyla sadece birkaç hafta içinde dünyadaki en güçlü diktatörlüklerden birini devirdi. 1997'de Arnavutluk'ta , serbest piyasa ekonomisinin yol açtığı yıkıma karşı birleşen işçi ve yoksullar Sali Barisha hükümetini devirdiler.

Son dönemde tanık olduğumuz bütün bu devrimler, en baskıcı rejimlerin bile kitlesel protestolar sonucu nasıl darmadağın edilebileceğini kanıtlıyor. Devrimler genelde beklenmedik zamanlarda ortaya çıkıp, hızla kitleselleşebiliyor. Toplumsal devrim soyut bir kavram ya da düş olmaktan çıkıyor ve aniden gerçek bir olasılığa dönüşüyor. Toplumu değiştirmek üzere biraraya gelen insanlar eski fikirlere karşı bir bilinç sıçraması yaşıyorlar. Kitleler, kapitalist düzenin çarkları içinde öğütülen yetenek ve potansiyellerinin farkına vararak, önceleri hayal bile edemedikleri şeyleri gerçekleştirebiliyorlar. Kolektif mücadele ve örgütlenme sırasında kapitalist toplumda en fazla ezilen ve sömürülen kesimler (kadınlar, siyahlar, etnik azınlıklar vs.) genellikle yükselen devrimci hareketin liderleriği olarak ortaya çıkıyorlar.

Devrim kıvılcımı

Rus devrimcisi V.İ. Lenin'e göre, devrimci durumun gelişebilmesi için iki koşul gerekiyor. Bunlardan birincisi işçi sınıfı ve ezilenlerin artık eskisi gibi yaşamak istememesi gerekiyor. İkinci olarak yönetici sınıfın da kriz içinde olması gerekiyor. ''Devrimin başarıya ulaşabilmesi için, işçilerin ve ezilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemediklerinin farkına varmaları yeterli değildir. Alt sınıfın eskisi gibi yaşamak istememesinin ötesinde, üst sınıfın da eskisi gibi yönetemez hale gelmesi gerekiyor.”

Bu iki faktörün birleşimi sonucu gelişen toplumun geleceği üzerine savaş müthiş bir sosyal kriz yaratıyor. Devrimci krizi tetikleyen kıvılcımının tek ve öngörülebilir bir nedeni yok. Bu bazen bir hükümet krizi, bzen yöneticilerimizin başlattığı bir savaş yada ekonomik kriz veya çöküş olabilir.

Devrim anlık bir olay değildir. Gel-gitleri, ileri sıçrayışları ve geri çekilişleriyle bir mücadele sürecidir. Mücadele birden ortaya çıkarak herkesi şaşırtır. Örneğin, Endonezya'da General Suharto veya Sırbistan'da Miloseviç'in böylesi bir hızla devrileceğini hiç kimse beklemiyordu..

Bu devrimler kapitalist sistemin kriz ve istikrarsızlığından kaynaklandığı kadar, bir önceki dönemin zafer veya yenilgiyle sonuçlanan gündelik mücadelelerinden kaynaklanır

Devrimci sosyalist Rosa Lüxemburg 1905 Rus Devrimi kitabında bu süreci çok çarpıcı bir şekilde tarif eder: "İlk genel ve doğrudan eylem sayıları milyonlarla ifade edilen kitlelerin hissiyat ve bilincinde elektrik şoku etkisi yarattı. Sınıfsal duyguların uyanışı ile birlikte, milyonlarla ifade edilen işçi sınıfı kitlesi, kapitalizm ile zincirlenmiş bir şekilde on yıllardır sabırla çektikleri sosyal ve ekonomik koşulların ne denli dayanılmaz olduğunu ani ve keskin bir şekilde fark etti."

Kritik tercih

Her devrimci mücadele sırasında yönetici sınıf eski düzenin temel taşlarının yerinden oynamasını önlemek için birkaç reform yaparak durumu idare etmeye çalışır. Toprak, fabrika, sanayi ve bankaların eski sahiplerin elinde kalması için savaşırlar. Ordu ve polis gücünü kontrol edenlerin işlerine devamını garantiye almaya çalışırlar. Son yıllarda gerçekleşen isyanlarda ne yazık ki hep böylesi sonuçlar yaşadık.

Sırbistan'da Miloseviç'in yerini alan liderlik "düzeni" korudu. Yani patronların fabrikalara, polisin de sokaklara hakimiyetini sağladı. Endonezya'da iktidara gelen eski muhalefet de "düzeni" yeniden kurdu ve milyonlarca insanı yoksullaştıran politikaları uygulamaya devam etti.

Son yüzyılda patlak veren devrimler sırasında işçi sınıfı devrimi derinleştirmek, toplumsal dönüşümü sağlamak için farklı bir rota çizen örgütlenmeler oluşturdu. İşyerinde doğrudan işçiler tarafından seçilen delegelerin oluşturduğu konseyler kuruldu. Bunlar, işçi sınıfı mücadelesinde kökleri olan delegelerin hemen geri çağırılarak hesap sorulabildiği tam anlamıyla demokratik örgütlenmelerdi.

İşçi konseyleri devrimin ortaya attığı sorunları kitlelerin çözmesine yardımcı oluyordu. Aldıkları rol nedeniyle üretimin ve bütün toplumun kar temelli değil de insan ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak yeniden örgütlenmesinin embriyonu olduklarını kanıtladılar.

1917 Rus Devrimi bunun en iyi örneklerinden biridir. Benzeri örgütlenmeler 20. yüzyılın çoğu devriminde ortaya çıktı. Rus örneği bir istisna değildir. 1956'da Macaristan Devrimi sırasında kent ve köylerde, fabrika ve bürolarda, hükümet bakanlıklarında ve kırdaki tarlalarda işçi ve devrimci konseyler kuruldu.

Başkent Budapeşte'de işçiler merkezi bir işçi konseyi oluşturarak fabrikalardaki üretimi, gıda maddelerinin ve ilaçların dağıtımını, ulaşımı ve gazetelerin çıkmasını örgütlediler. Devrimler patlak verdiğinde genellikle işçi konseyleri gibi örgütlenmelerle eski devlet örgütlenmeleri yan yana varlığını sürdürmektedir. Bu "ikili iktidar" sürecinde zayıflamış devlet kurumları ile yeni işçi örgütlenmeleri karşı karşı karşıyadır. Ancak ikili iktidar uzun süre devam edemez. Toplumsal kriz ya devrim ve onun organları lehine ya da eski egemenlerin düzeni sağlamalarıyla sonuçlanacaktır.

Egemen sınıf kendisine sadık kalan ordu ve polis içindeki kesimlerle birlikte devrimi ezmek için savaşacaktır. Örneğin 1919'da Alman Devrimi sırasında ve 1973 Şili'de egemen sınıf binlerce işçiyi öldürerek eski düzeni yeniden kurdu.

Devrim ve toplumsal dönüşümün kalıcı olabilmesi için tam da bu nedenle eski devlet aygıtının parçalanması gerekiyor. Bunun anlamı sadece eski düzenin öne çıkan liderleri değil eski yönetici sınıfın tüm kesimleri yani fabrika sahipleri ve yöneticiler, yargıçlar, generaller ve polis şeflerinin tasfiye edilmesi gerekiyor..

İşçi sınıfı ancak böylesi bir devrimle toplumun ekonomik temellerini eline geçirerek üretimi herkesin ihtiyaçları için kontrol etmeye başlayabilir.

Antikapitalist; Sayı 14; Mart 2002

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön