Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


İSRAİL: İNKAR DEVLETİ

İsrail'i haklı ve meşru göstermeye çalışanlar, İsrail'in bölgedeki tek demokratik ülke olduğunu ileri sürüyorlar. İsrail'de yaşayan Filistinli azınlığın (nüfusun neredeyse % 20'sinin) oy ve siyasi parti kurma hakkı olduğunu, bu hakkın Filistinlilerin yaşadığı diğer bölge ülkelerinde olmadığını anlatıyorlar.

Ancak, 'demokrasi' kavramı açıktır ki, bir miktar da olsa sınıf, cinsiyet, cinsel tercih veya etnik kökenden bağımsız olarak yasalar önünde eşitlik ve katılımcılık fikrini içinde barındırmakta. İsrail, bu testten iki temelde geçemiyor. Birincisi, ülkedeki Yahudilerin çoğunluk haline gelmesi, 1948'de Filistinlilerin asker zoruyla topraklarından atılmasıyla başarıldı. İkincisi, 50 yıl boyunca İsrail devleti, kurumsallaşmış ırkçılık aracılığıyla Filistinli azınlığa karşı sistematik olarak ayrımcılık politikası uyguladı.

1947 Birleşmiş Milletler paylaşım planına göre, Filistin, Yahudi ve Arap devleti olarak ikiye bölündü. Yahudiler, toplam nüfusun % 30'unu (600.000) oluşturmaları ve toprağın sadece % 8'ine sahip olmalarına rağmen, bu tarihteki Filistin'in % 55'ini aldılar. 1.1 milyon Filistinliye ise toprakların % 45'i verildi. 400 bin kadar Arap, Yahudi devletinde yaşayacaktı.

Ancak bu, Siyonistler için yeterli olmadı. 1948'de silahlı milisler aracılığıyla 700 bin kadar Filistinli, topraklarından atıldı. İsrail'in bu müdahalesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ilk etnik temizlikti. Filistinliler İsrail terör ve katliamlarından canlarını kurtarabilmek için topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Siyonistler, Yahudi devletinin sınırlarını genişleterek, Filistin'in % 72'sini elde ettiler.

İsrail'in ırkçılığı, geri dönüş yasalarında kendisini açıkça ifade ediyor. Bu yasaya göre, dünyanın neresinde doğarsa doğsun her Yahudi İsrail'e göç etme ve vatandaşlığa otomatik olarak geçme hakkına sahip. Ancak 1948'de sürülen Filistinlilere dönüş hakkı tanınmıyor.

Filistinliler, kendi topraklarında bir azınlık ve yabancı hale getirildiler. 1948'den 1966'ya kadar, askeri bir hükümetin kontrolü altında yaşadılar. Filistinliler, Filistin bölgelerinde bile hareket özgürlüğünden mahrum, hapishane koşullarında yaşamak zorunda kaldılar. Süresiz tutukluluk ve ülkeden sürülme uygulamalarıyla karşı karşıyaydılar. Askeri hükümet, eğer bir ateş açıldığı şüphesi varsa, bir insanın evini yıkma hakkına sahipti. Bu ve diğer yasalara karşı gelen her birey, askeri mahkemede yargılanıyordu. Aynı zamanda Filistinliler, Siyonist partilere katılamıyorlardı.

Askeri hükümetin oluşturulmasındaki nedenlerden birisi, 1948 sonrası Filistinlilerin topraklarının ele geçirilmesi için İsrail otoritelerinin uygulamalarında yatıyor. Filistinlilerin topraklarının 2/3'ünden fazlasını ele geçirmek amacıyla özel olarak 6 yasa uygulamaya sokuldu. Böylece, Filistinliler, toprağı özel olarak işletebilme hakkını kaybetti ve İsraillilere ait çiftliklerde ve sanayide emekçi olmaya zorlandılar. 2000 yılına kadar Filistinliler yasal olarak İsrail'de toprak ve ev satın alma hakkından men edilmişti.

Bunlara ek olarak Filistinliler İsrail Devleti'nde iki farklı ayrımcılıkla karşı karşıyaydılar. Bunlardan birincisi, Yahudi ve Arapların geliştirilmesi ve zenginliği için ayrılan kamu fonlarındaki büyük farklılık. Yıllarca Filistinli belediyeler, Yahudi belediyelere ayrılan kamu kaynaklarının yarısından azını aldılar. 1948'den bu yana, Filistinlilere ait yeni bir şehir inşaa edilmedi. Varolan şehirler kalabalık ve pis. Sağlık, eğitim, konut ve kültür alanındaki bütçeye dayalı ayrımcılık, Filistinlileri üçüncü veya dördüncü sınıf vatandaşlar olan doğu veya Rusya kökenli Yahudilerden aşağı seviyeye indirdi. Örneğin, Barak döneminde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapan Rancohem, bütçesinden Filistinlilere giden oranın sadece % 0,5 olduğunu kabul etti. Devlet, Yahudi bir çocuğa harcadığı paranın sadece yarısını Filistinli bir çocuğa harcıyor. Filistinli toplumun ihtiyaçlarına rağmen Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı harcamalarının sadece % 12,5'i Filistinli nüfusa gidiyor. Politikaların bir sonucu olarak İsrail'deki Filistinli çocukların yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Filistinlilerin eğitimine giden kamu harcamalarındaki rakamlar, tüm resmi vermeye yetmiyor. İsrail Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenen okul müfredatı ile Filistinli öğretmenlerin öğrencilerine Filistin'in gerçek tarihini öğretmesi yasaklanıyor. Filistinlilere karşı istihdamdaki ayrımcılık da çok yoğun. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nda 540 çalışan arasında yalnızca 4 Filistinli var. Kamu çalışanları arasında Filistinlilerin oranı sadece % 5 ki bu, nüfusun % 20'sini oluşturan Filistinlilere göre çok düşük bir oran. İşsizliğin % 10'un üzerinde olduğu bölgeler çoğunlukla Filistinlilere ait.

İkinci tip ayrımcılıkta, Filistin kimliğinin inkarı. 20. yüzyıl boyunca Siyonistler, Filistin'de yerli bir halkın yaşadığını inkar ettiler. Siyonist hareketin ilk dönem sloganlarından biri "topraksız bir halka toprak, halksız bir toprağa da halk" idi. Filistinliler, basitçe, daha geniş Arap nüfusunun bir parçası olarak gösterilmekteydi. Toprakların, bu şekilde sistematik olarak ele geçirilmesinin arkasında sadece ekonomik nedenler yoktu. Aynı zamanda ideolojik bir motif vardı. Filistinlilerin toprakla olan tarihsel ilişkisi reddediliyordu. Ve nihayet 1967'den bu yana İsrail 1.5 milyon Filistinliyi Batı Şeria ve Gazze'de acımasız bir işgal altında tutuyor. İşgal ve demokrasi hiç de birbiriyle uyumlu şeyler olmasa gerek. Sonuç kaçınılmaz: İsrail kendi Yahudileri için bir demokrasi sunuyor, ancak Filistinliler için değil.

 

Filistin nasıl kurtulur

İsrail Filistinlilere yönelik saldırılarını iyice azgınlaştırdı. Bush'un sözüm ona barış planından da güç alan Sharon, işi Arafat'ın karargahını patlayıcılarla uçuracak kadar ileriye götürdü. Yaşananlar dünyanın bir çok yerindeki insanlara "Filistinliler nasıl kurtulacak" sorusunu sordurtuyor.

Kolay çözüm arayanlar barış anlaşmaları ile durumu halletmekten yana. Oysa bu koşullarda yapılan "barış" anlaşmaları, Filistinliler için esaret ve işgalin kabulünden başka anlam taşımıyor.

Filistinlilerin en temel taleplerinden biri, İsrail tarafından katliam ve terörle atıldıkları evlerine, topraklarına geri dönmek. Bölgedeki ülkelerde mülteci olarak ve çok kötü koşullarda sürdürdükleri hayatlarına kendi topraklarında insanca koşullarda devam etmek.

Onların yaşadığı evlerin, toprakların İsrailli yerleşimciler tarafından işgal edildiği ve İsrail devletinin temelinin bu işgale dayandığı ortadayken bu taleplerin kazanılması İsrail ile yapılacak barış anlaşmalarıyla mümkün değildir.

Filistinlilerin en temel, haklı ve tartışmasız meşru olan bu talepleri gerçekleşmediği sürece yapılacak her barış Filistinlilerin durumu kabul etmeleri anlamına gelir ki bunu da kimse Filistinlilere önerme hakkına sahip değildir.

Geri dönüşün olabilmesinin temel koşulu ise İsrail devletinin yıkılmasıdır. Yani Filistinlilerin kazanabilmesi ancak korsan İsrail devletinin parçalanmasıyla olanaklı hale gelecektir. Adil olan da budur.

"Reel politika yapmak", "acil duruma müdahale" vb gerekçelerle İsrail devletini çözümün bir parçası olarak görmek ve "barış" anlaşması istemek, Filistin halkının esaretine ve işgale onay vermek anlamına gelir.

Filistinliler için ne yazık ki kestirme bir çözüm yok. Filistinlilerin attığı taşlar, dayanışma mitingleri ve kınamalar, askeri ve ekonomik olarak bölgenin en büyük devleti olan İsrail'i yıkamaz. Bundan çok daha büyük mücadelelerle yaratılabilecek kökten değişimler olmak zorunda. Bölge ülkelerin işçi sınıfının toptan mücadelesi ve kalkışması gerekli.

 

Bush katliamı destekliyor

ABD Başkanı George Bush, İsrail'in Filistin'e uyguladığı korkunç baskıya tam destek veriyor. Bush'un Ortadoğu'da 'reform' planı barış getirmeyecek.

İsrail Başbakanı Ariel Sharon, Batı Şeria'daki Filistin bölgelerini 'süresiz' işgal etmek için tanklarını ve askerlerini yolladı. Bush ise utanmadan Filistinlilerin yeni bir lider seçmesini istiyor, "Filistinliler yeni bir lidere sahip olunca ABD, bir Filistin devletinin kurulmasını destekleyecektir" diyor.

Uzun süredir Arafat'ı Filistinli militanlara yeterince baskı yapmamakla suçlayan İsrail hükümeti bu açıklamadan çok memnun. Bush'un planı, Filistinlileri öfkelendiriyor. Bu, 'barış' da İsrail'in Filistin topraklarını çalmasının üstünü örten bir başka plan. 1993'te yapılan Oslo Barış Anlaşması, Filistinlilere barış ve adalet getirmedi; İsrail'in Filistinliler üzerindeki kontrolünü güçlendirdi. Barış süreci boyunca işgal altındaki bölgelerde yaşayan illegal İsrail yerleşimcilerinin sayısı ikiye katlandı.

Yaser Arafat, Bush'un konuşmasını "Barış sürecini ileriye götürmek için önemli bir katkı" diye değerlendirdi. Bu konuşma bile Arafat'ın ABD ve İsrail'in ortak politik ve askeri ağırlığı altında ne kadar ezildiğini açıkça gösteriyor. Arafat, ABD ve İsrail'in isteklerini Filistinlilere dayatmanın aracı haline geldikçe Filistinli kitlelerden daha da izole olacaktır.

Filistinliler, kendi topraklarını geri almayı, baskıdan kurtulmayı hak ediyorlar; daha azını değil.

İnsanları canlı bomba olmaya iten şey ne? Filistinlilerin toprakları çalındı. İsrail'in saldırılarına uğradılar ve öldürüldüler. 8 milyon Filistinlinin 5 milyonu mülteci. Topraklarının işgal edilmesine karşı mücadele ediyorlar. Bu mücadeleleri ve direnişleri meşru. İsrail tanklarına karşı Filistinli çocukların savaşmak için sadece taşları var. Elbette tanklara, füzelere, jetlere, helikopterlere taşla değil, benzer silahlarla karşı durmayı tercih ederler. Bu silahlara sahip olmayan Filistinliler ellerinden gelen her yöntemle İsrail'i geri püskürtmek için mücadeleye, bazıları da çaresizlik içinde canlı bomba olmaya devam edeceklerdir.

Antikapitalist; Sayı 17; Temmuz 2002

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön