Güncelleme: 08.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
İşgalin gerçek yüzüÇeviren: Dilan Gitmez Bu, Amerika’nın katlettiği şehre, geçen ay yardım götüren Dr. Selam İsmail’in hikayesidir. İlk çarpan şey kokuydu. Tarif etmesi zor ve beni asla terk etmeyecek bir koku. Ölümün kokusu. Yüzlerce ceset evlerinde, bahçelerinde ve Felluce’nin caddelerinde çürümeye bırakılmıştı. Bedenler –erkekler, kadınlar ve çocukların yarısı vahşi köpekler tarafından yenmiş bedenleri- düştükleri yerde çürüyorlardı. Bir nefret dalgası ev ve camileri; okul ve klinikleri yıkarak şehrin üçte ikisini yok etmişti. Bu Amerika ordusunun saldırısının korkunç ve korkutucu gücüydü. Sonraki birkaç gün içinde duyduklarım sonsuza kadar benimle yaşayacak. Belki Felluce’de neler olduğunu bildiğinizi düşünebilirsiniz ama gerçek muhtemel hayal edebildiklerinizden daha kötü. Felluce’yi çevreleyen geçici bir mülteci kampı olan Saqlawiya’da 17 yaşında bir kadın bulduk. Bana şunları anlattı: “Ben Felluce’nin Golan Bölgesi’nden Hudda Fawzi Selam İssawi. Kuşatma başladığında 55 yaşındaki komşumuz da dahil beşimiz Felluce’deki evimizde tuzağa düşürüldük”. “9 Kasım’da Amerikan denizcileri evimize geldiler. Babam ve komşumuz onları karşılamak üzere kapıya gitti. Biz savaşçı değildik ve korkacak bir şeyimiz olmadığını düşünüyorduk. Ben başörtümü almak için mutfağa koştum; çünkü evimize erkekler girecekti ve saçlarımı örtülmemiş görmeleri doğru olmazdı.” “hayatımı kurtaran bu oldu. Babam ve komşumuz kapıya yaklaştıklarında Amerikalılar onlara ateş açtı, oracıkta öldüler”. “Ben ve 13 yaşındaki erkek kardeşim mutfakta buzdolabının arkasına saklandık. Askerler eve girdi ve ablamı yakaladılar. Onu dövdüler daha sonra da vurdular; ama beni görmediler. Mobilyalarımızı parçalayıp babamın cebindeki parayı çaldıktan kısa bir süre sonra gittiler”. Hudda ablası ölürken onu Kuran’dan ayetler okuyarak nasıl rahatlattığını anlattı. 4 saat sonra ablası öldü. Hudda ve erkek kardeşi 3 gün ölen akrabalarıyla evde kaldılar; ama susuzlardı ve çok az yiyecekleri vardı. Askerlerin geri döneceklerinden korktukları için şehirden kaçmaya karar verdiler; ama bir Amerikan nişancısı tarafından fark edildiler. Hudda bacağından, kardeşi ise sırtından vuruldu ve hemen öldü. Sonra Hudda: “Kendimi ölüme hazırlamıştım; ama bir Amerikalı kadın asker tarafından bulundum ve o beni hastaneye götürdü”. Sonunda Hudda ailesinden kurtulanlara kavuştu. Golan Bölgesi’nden kurtulan başka bir aile ile de konuştum. Bana işgalin ikinci haftasının sonunda Amerikan askerlerinin Golan’ı nasıl yerle bir ettiklerini anlattı. Irak Ulusal Muhafızları megafonlarla insanların beyaz bayrak taşıyarak ve kişisel eşyalarıyla birlikte evlerinden çıkmalarını ve şehir merkezindeki Jamah al-Furkan Camii yakınlarında bir araya gelmelerini emrettiler. 12 Kasım’da Eyad Naci Latif ve ailesinin 8 üyesi –biri altı aylık bir bebek- kişisel eşyalarını toplayarak emredildiği gibi tek sıra halinde camiye yürüdüler. Caminin dışındaki anayola ulaştıklarında bir bağırış duydular; ama ne söylendiğini anlamadılar. Eyad’ın söylediğine göre İngilizce “now” (şimdi) olabilir. Hemen sonra ateş başladı. Amerikan askerleri evlerin çatılarında belirdi ve ateş açtılar. Eyad’ın babası kalbinden, annesi ise göğsünden vuruldu ve oracıkta öldüler. Eyad’ın kardeşleri de vuruldu; erkek kardeşlerinden biri göğsünden diğeri boynundan, kız kardeşlerinden biri elinden diğeri de bacağından. Nişancılar Eyad’ın kardeşinin karısını öldürdü. Kadının düştüğünü gören 5 yaşındaki oğlu ona doğru koştu ve annesinin bedeninin yanında durdu. Onu da ateş edip öldürdüler. Kurtulanlar çaresizce ateş etmeyi kesmeleri için askerlere yalvardı; ama Eyad’ın anlattığına göre ne zaman biri beyaz bayrak kaldırmayı denese onu vuruyorlardı. Birkaç saat sonra o da elinde beyaz bayrak kolunu kaldırmayı denedi ; ama onu kolundan vurdular. Elini kaldırmayı denediğinde ise elinden vuruldu. Kurtulan 5 kişi aralarında altı aylık bebek de olmak üzere 7 saat caddede yattılar. Sonra dördü bir barınak bulmak için en yakın eve doğru süründü. Ertesi sabah Eyad’ın boynundan vurulan erkek kardeşi de bu güvenli yere sürünmeyi başardı. Sekiz gün boyunca bu evde kaldılar. Onları kurtaran bitki kökleriydi, altı aylık çocuğu kurtaran ise ellerindeki bir bardak suydu. Sekizinci gün Irak Ulusal Muhafızları tarafından bulundu ve hastaneye götürüldüler. Amerikalıların tüm genç erkekleri tutukladığını duyan aile, hastaneden kaçtı. Sonunda tedavi olma olanağını şehrin yakınlarında bir yerlerde buldular. Camiye gitmiş olan diğer ailelere ne olduğuna dair detaylı bilgileri yoktu, tek bildikleri caddenin kanla yıkanmış olduğuydu. Ben Felluce’ye İngiltere’de toplanan bağışlarla kurulan sağlık yardım konvoyunun bir parçası olarak ocak ayında gelmiştim. Kamyonlar ve kamyonetlerden oluşan küçük konvoyumuz 15 ton un, 8 ton reçel, ilaç ve kimsesizler için dokuz yüz parça kıyafet getirdi. Biliyorduk ki şehrin varoşlarındaki 4 kampta mülteciler çok kötü durumdaydı. Orada duyduğumuz göre aileler evlerinde inanılması güç bir şekilde öldürülmüş, yaralı insanlar caddeye sürüklenmiş ve tanklar tarafından çiğnenmişti. Bir konteynırda 481 sivil cesedi vardı. Bu, tasarlanmış bir cinayet, yağmalama, vahşet ve zalimlikti. Yıkıntıların ArasındaFelluce’ye gitme ve orayı araştırma kararımızın nedeni de buydu. Şehre girdiğimizde neredeyse şehri tanıyamadım, ki 24 Nisan da ilk kuşatma sürerken burada doktor olarak çalışmıştım. İnsanları yıkıntılarda hayalet gibi başıboş dolaşırken bulduk. Bazıları yakınlarının cesetlerini arıyor, bazıları da yıkılmış evlerindeki değerli eşyalarını bulmaya çalışıyordu. İnsanlar orda burada yakıt ya da yemek için kuyruğa girmişti. Bir kuyrukta birkaç kişi bir battaniye için kavga ediyordu. Gözleri yaşlı ihtiyar bir kadının bana yaklaştığını hatırlıyorum. Beni kolumdan yakaladı ve bana Amerikan hava bombardımanı sırasında evinin nasıl yıkıldığını anlattı. Evinin tavanı 19 yaşındaki oğlunun üzerine çöktü ve iki bacağını da kesti. Kadın yardım alamıyordu ve caddeye çıkamıyordu; çünkü Amerikalılar bütün çatılara nişancılar koymuştu ve kim caddeye çıkmayı göze alırsa onu öldürüyorlardı, gece bile. Oğlunun kanamasını durdurmak için elinden geleni yaptı; ama işe yaramadı. Tek oğlunun yanında ölene kadar kaldı. Dört saat sonra oğlu öldü. Kuşatmanın ilk günü Felluce’nin ana hastanesine Amerikan askerleri tarafından el kondu. Tek klinik olan Hey Nazzal ise Amerikan füzeleri tarafından iki kere vuruldu. Bütün ilaçlar ve sağlık malzemeleri de yok edildi. Şehrin kuzeybatısındaki yoksul işçi sınıfının yaşadığı ve nisan ayındaki kuşatmada savunmanın merkezi olan Golan Bölgesi’ndeki evleri ziyaret ettik. Bu bölge sanki ikinci işgal sırasında cezalandırılmak için seçilmişti. Girdiğimiz her evde yataklarında, oturma odalarında ve mutfaklarında öldürülmüş insanlar bulduk. Her evde mobilyalar parçalanmış ve eşyalar dağıtılmıştı. Bazı yerlerde siyah giyinmiş ve cephane kemerleri olan savaşçıların cesetlerini de bulduk; ama çoğu evdeki cesetler sivillere aitti. Çoğu sivil ev kıyafetleri içindeydi. Çoğu kadın örtünmemişti –bunun anlamı başka aileden bir erkeğin evde olmadığıdır- ortalıkta ne silah ne de boş fişekler vardı. Bu da bize açıkça gösteriyordu ki yardımsız ve savunmasız sivillere yapılan acımasız bir kasaplık ve katliamın sonuçlarına tanıklık ediyorduk. Kimse kaç kişinin öldüğünü bilmiyor. Şimdi işgal güçleri suçlarını örtmek için mahalleleri yerle bir ediyor. Felluce’de olanlar barbarlıktı. Gerçekler bütün dünyaya söylenmeli. İşgalin yarattığı keder ve öfkeTanınmış kameraman ve prodüktör Michael Burke, Doktor İsmail’le birlikte 4. Kanal haberlerinde gösterilmek üzere güçlü materyaller hazırladılar. Bu, Felluce’deki Saqlawiya yakınlarındaki toplu mezarlarda çekilen filmi de içeriyordu. Cesetler genel olarak şehrin Golan Bölgesi’nde toplanmış ve gömülmüştü. Socialist Workers’tan Simon Assaf filmin yayına hazırlanmamış halini gördü ve içeriğini anlattı: Gelen ilk kamyonda 77 ceset vardı. Siyah ceset torbalarındaki parçalanmış cesetler teker teker kamyondan boşaltıldı. Bütün torbalar numaralandı. Hepsi aynı numarayı taşıyan ve mezar taşı görevi gören tuğlaların önüne sıralandı. Torbalar dikkatlice açıldı ve her biri teşhis için kontrol edildi. Sadece beş tanesinin ismi vardı. Çoğu ceset çürümüş ve morarmış, yüzleri ve organları köpekler tarafından yenmişti. Ölümlerinin üzerinden biraz zaman geçmişti. Onlar son yolculuklarına uğurlanırken dua edenlerin mırıltıları duyuluyordu. Hepsi dikkatlice uzun tabutlara yatırıldı ve mezarlara konuldu. Bir ceset tanındığında kalabalıktan bir ağıt, gözyaşı ve öfke dalgası yükseliyordu. Birkaç savaşçının bedeni mezara konulduktan sonra mezar kazıcılar onların fedakarlıklarını ödemek adına konuşma yaptılar. “Size terörist diyorlar”. Bir adam ağlıyordu. “Ama siz Felluce’nin oğullarısınız. Irak’ın şehitleri ve Allah’ın sevdiğisiniz. Siz bizim özgürlüğümüz ve ülkemiz için kendinizi feda ettiniz”. Küçük kalabalık ağıtlarla ve “Allah-û Ekber” nidalarıyla bir araya gelmeye başladı. Hep beraber mezarları örttüler. Başka bir kamyon geldi ve başka bir hendek hazırlandı. Şimdi kalabalık büyümüştü. Amerikalıların, sonunda savaşçıların cesetlerinin gömülmesine izin verdikleri haberi kampa ulaştı. Müslüman ve Arap geleneğine göre insanlar öldükleri gün yıkanmalı ve gömülmeliydi. Fakat bu insanlar günlerce hatta haftalarca düştükleri yerde yatıyorlardı. Çünkü Amerikan askerleri savaşçı diye hüküm verdiklerinin köpeklere bırakılması gerektiğini bildirmişlerdi. Savaşçıların cesetleri öldükleri kıyafetlerle gömüldü. Şimdi 22 ceset boşaltıldı. Her biri dikkatlice kontrol edildi, düzenlendi ve nazikçe tabutlara yatırıldı. Konuşmalar artık daha da öfkeliydi. Bir adam bağırıyordu: “Bunlar bizim oğullarımız, terörist değiller. Bugün şehitlerimizi gömüyoruz. Dün kendi ellerimizle bütün ailemizi gömdük”. “Dün 10 yaşında bir kız gömdüm. O da mı Amerikalıların ve Irak başbakanı Iyad Allavi’nin Felluce’de söylediği gibi teröristti? Bütün çocuklar, yaşlı erkek ve kadınlar terörist mi? Eğer öylelerse hepimiz teröristiz”. Kalabalık, şimdi yüzlerceydiler, hep beraber mezarlara toprak attı. Sonra bir kamyon daha geldi, bunda 33 ceset vardı. Fakat daha kötü bir haberle geldiler. Golan’da dörtte biri sivillerin cesetleriyle dolu olan bir cadde bulmuşlardı. Çoğu sivil öldükten hemen sonra şehrin içinde bahçelerine gömülmüştü yada konteynırlardan saklamak için şehrin dışına taşınmıştı. Yeni bulunan sivil cesetleri daha önce gözden kaçtığı için bulunamamıştı. “Bir caddede ailelerle dolu on ev vardı” diye açıkladı bir mezar kazıcısı, “Biz 22 tane ceset bulduk, ayrıca evler yağmalanmıştı”. Bazı insanlar “Irak Ulusal Muhafızları hain. Onlar Amerikalılardan daha kötü” diye bağırdı. Kalabalık yeniden slogan atmaya, meydan okumaya ve savunmayı devam edeceklerine dair ant içmeye başladı. Son gelen ve gömülen cesetlerin arasında, ancak 12-13 yaşlarında bir genç vardı. Onu Socialist Workers’a bastığımız bir resimden tanıdım. Amerikalıların savunmayı çökertmiş oldukları iddialarından bir hafta sonra öldürülmüştü. Gencin eline sarılı beyaz bir bayrak vardı. Yeni bir kot ceket giydirilmiş ve saçları güzelce taranmıştı. Kurtarma çalışanları onun Golan’ın caddelerinden birinde bulunduğunu söylediler. Kimse kim olduğunu bilmiyordu ve içinde adının yazdığı bir Kuran taşımıyordu –savunma savaşçıları eğer ölürlerse tanınmak için Kuran’a isimlerini yazarlar. Güneş batarken sivillerden oluşan küçük bir grup kişisel eşyalarıyla birlikte ortaya çıktılar. Onlara, Amerikan birlikleri ve Amerika’nın Irak’taki müttefikleri evlerini terk etmelerini söylemişti. Onların iddiasına göre Amerikan birlikleri mahallelerin yıkabilmek için evleri insanlardan arındırıyorlardı. Şimdi, yüzlercesi gibi, onlar da mahvolmuş şehrin etrafında çadırlarda yaşıyorlar. Antikapitalist; Sayı 31; Mart 2005
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||