Güncelleme:
06.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Ekonomi, İkiz Kulelerden Önce Çökmeye Başlamıştı

Chris Harman, dünya ekonomisinde yaşananları ve 11 Eylül saldırısının etkilerini tartışıyor.

Dünya ekonomisi büyük bir resesyonun eşiğinde. Sadece 11 Eylül'den sonra Atlantik'in her iki yakasında 110.000'den fazla kişi işten atıldı.

Bu durum, patronların sözcüleri tarafından Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerini yıkan saldırının bir sonucu olarak anlatılıyor. Saldırının ABD borsasının çöküşünü hızlandırdığı doğru ama ekonomik krizin boyutu çok daha büyük.

Saldırıdan bir gün önce, 10 Eylül'de patronların Financial Times gazetesi bir Avrupalı sanayicisinin şu sözlerine yer verdi: "Avrupa iş dünyasının liderleri korkuyor. En kötü dönemin hızla atlatılacağı iddiasına rağmen hiç birisi derin bir karamsarlığı gizleyemiyorlar."

Fiat'ın fahri başkanı ve banker Gionvanni Agnelli, "mali piyasalar kontrolden çıktı" diyerek sanayinin uluslararası genişleme fikrini şimdilik unutması ve kendini daralmaya hazırlaması gerektiğini ifade etti.

Yine Financial Times saldırıdan birkaç gün önce telekomünikasyon alanındaki krizi inceliyordu. Sektörde, bir milyar dolar değerindeki yatırımın çöpe atılmak zorunda kaldığı belirtiliyordu. Bu meblağ, dünyanın en fakir 40 ülkesinin borçlarını ödemeye yeter de artar bile. Fatura yine bu sektörde çalışan işçilere çıkarıldı. GEC Marconi, Motorola ve Viasystems gibi telekomünikasyon firmalarından çıkarılan işçi sayısı 500 bini geçti.

Petro-kimya sektörü patronları kriz alarmı vererek işyeri kapanmalarının yaygınlaştığını söylüyorlar.

Krizin kökeninde 11 Eylül saldırısı değil kapitalist sistemin büyüme-daralma kısır döngüleri yatıyor. Daha geçen yıla kadar dünya patronları ABD borsası, telekomünikasyon sektörü ve internet üzerinden faaliyet gösteren dot.com şirketlerine yatırım yaparak devasa kârlar elde edeceklerini düşünüyorlardı. Ancak aşırı üretim sorunu ortaya çıktı. Patronların tepkisi ise işyerlerini kapatmak ve işçileri işten atmak oldu. Telekomünikasyon sektöründeki bu çöküş diğer sektörleri de vurdu ve kriz bütün sanayiye yayıldı.

Bu yılın ilk yarısında krizi gizleyebildiler çünkü tüketim, kredi kartı ve farklı borçlanma yöntemlerine dayansa da devam ediyordu. Borç-tüketim-daha fazla borç döngüsünün noktalanacağı bir an kaçınılmazdı. Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırının yarattığı panik Amerikan tüketicileri için bu anı oluşturdu.

Çok sayıda Amerikan firması panikten yararlanarak saldırı öncesinde de krizde olduklarını ifade etmeye başladılar. Observer gazetesinin belirttiği gibi: "Amerikan iş dünyası bütün kötü haberleri bir anda duyurmaya karar verdi."

Japonya

Gözler daha çok ABD'ye dikilmiş durumda ama Japon ekonomisi de iyice kötüye gitmekle meşgul. Hitachi, Fujitsu ve Tashiba gibi elektronik devleri Eylül ayı başında onbinlerce işçiyi işten atacaklarını açıklamışlardı. Otomobil üreticileri de önümüzdeki dört yılda 140 bin işçi çıkartacaklar.

Telekomünikasyon grubu NTT ise hayat boyu istihdam politikasını çöpe atarak 110 bin işçinin yan sanayilere aktarılmasını istiyor. Perakendeci Mycal iflas etti ve 11.8 milyar dolarlık borcuyla bankaları zor duruma düşürdü. 300 milyar dolar civarında bir batık borç sorunu yaşayan Japon bankacılık sisteminin topyekun çöküşün eşinde olduğu uyarıları yapılıyor. Deutsche Bank'ın baş stratejisti Ryoji Musha, "tek çıkış yolunun büyük bankaların kamulaştırılması olduğunu düşünüyorum" diyor.

Sadece borsa çökmüyor

Derinleşen ekonomik kriz hisse senedi fiyatlarında devasa bir düşüşü beraberinde getiriyor. Dünyanın efendilerinin en fazla bu düşüşe hayıflanmalarının nedeni kendi kişisel zenginliklerinin bir kısmının borsada silinmesindendir. ABD'nin en büyük şirketlerini bir araya getiren Dow Jones endeksi dört dün içinde yüzde 13 düştü.

Geçen yılın başından bu yana ise borsa yüzde 30 civarında değer kaybetti. Financial Times gazetesi bu düşüşü yüzyılın en büyük çöküşleri olan 1929 ve 1932 ile karşılaştırıyor. Bu tarihlerde Dow Jones yüzde 89 değer kaybetmişti.

Borsalar inişe geçince ille de sanayiyi beraberinde götürmezler. 1929 sonrası sanayi de çöktü ancak Dow Jones'ın yüzde 40 değer kaybettiği İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi sonrasında sanayi etkilenmedi. 1930'lar kadar derin olmamakla birlikte 1973-74 ekonomik krizi Dow Jones'ın yüzde 45 değer kaybetmesi ile başladı. Ekim 1987'de borsa değerinin üçte biri silinince ekonomide iki yıl süreyle bir genişleme yaşandı.

Borsa, faaliyette olan şirketlerin hisse senetleri üzerinden zenginlerin kumar oynadıkları bir yerdir. Borsa kendi başına bir şey üretmez ama üretimin sırtında bir parazittir. Borsadaki bir çöküşün neler getireceği reel ekonomide ne olduğuna bağlıdır. Bugün reel ekonomide ciddi sorunlar yaşanıyor, çünkü patronlar yıllardır belirli sektörlere devasa yatırımlar yaparken işçi ücretlerini kıstılar ve kâr hadleri konusunda yalan söylediler. Sonuç: Devasa bir aşırı üretim…

Borsanın çöküşü reel ekonomiyi olduğundan daha derin bir krize itebilir. Büyük şirketler hesaplarını borsadan elde edecekleri kârâ göre yapmışlardı. Borsa kumarında yitirdiklerinin faturasını ise yine işçilere ödetmeye çalışacaklar.

Devlet müdahalesi

Yıllardır neo-liberal politikalarla devletin ekonomiye müdahalesine ve sübvansiyonlara karşı çıkan sanayici ve bankerler krizle karşı karşıya kalınca devlete sığınmaya çalışıyorlar. ABD ve İngiltere'de, başta özel havayolları olmak üzere dev şirketler devlet desteği istiyorlar. ABD hükümeti Wall Street bölgesinin yeniden inşası için 40 milyar dolar, havayolu şirketleri için de 15 milyar dolar verdi.

Ortanın solundaki ekonomistlerin bazıları bu değişimi alkışlıyor ve devlet müdahalesi ile kapitalizmin işçiler lehine işletildiği döneme geri dönüldüğünü iddia ediyorlar.

Hükümetin verdiği paralar işçilere yardım etmek için değil daha da fazla işçiyi işten atmakla sonuçlanacak yeniden yapılanma programları için kullanılıyor.

Hükümet, şirketler istediği anda milyarlarca doları bulup çıkartabiliyorsa sistemde para var demektir. Bu para dev havayolu şirketlerinin kârlarını korumak için değil işten çıkarmaları önlemek için kullanılmalıdır. İşten çıkarmaların gündeme geldiği her işyerinde buna karşı çıkmalıyız. Şirket işçi atmadan ayakta kalamayacağını iddia ediyorsa kamulaştırılmalıdır. Grev ve işyeri işgalleriyle bu talepler için dünyanın her yerinde mücadele edebilir ve kazanabiliriz.

Antikapitalist; Sayı 10; Ekim 2001

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön