Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Kapitalist ekonomi nasıl işler?İçinde yaşadığımız sistem zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Dünyadaki üretim kapasitesi ve zenginlik artmasına rağmen sokaklarda yaşayan çocukların, işsizlerin, yoksulların sayısı azalmıyor, aksine artıyor. Yani toplum olarak daha çok üretmemize karşın daha çok yoksullaşıyoruz. Bugün dünyadaki toplam üretim 1960'lara göre 8 kat daha büyük. Ancak üretimdeki bu artış ne yazık ki çok adaletsiz paylaşılmakta. 1950'lerde dünya nüfusunun en zengin yüzde 20'lik kesimi toplam gelirin yüzde 30'unu alırken bu gün bu kesimin payı yüzde 60'ı geçti. Küçük bir azınlık gittikçe zenginleşirken biz çalışanlar daha fazla yoksulaşmakta, hayatlarımız bu adaletsizlik yüzünden daha da çekilmez hale gelmekte. Türkiye'de dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 425 milyon lirayı bulmasına karşın asgari ücret sadece 80 milyon lira. Türkiye'de en zengin yüzde 20'lik dilimin payı 1984'de yüzde 49'du. Bu oran 1994'e gelindiğinde yüzde 55'e yükseldi. Yoksulların durumu ise daha da kötüleşti. Türkiye'de nüfusun en yoksul yüzde 20'lik dilimi 1994'de toplam gelirin yüzde 5'inden bile azına sahipti. Bu dağılımın geçtiğimiz yıllarda daha da kötüleştiği kuşku götürmez. İnsanlık bu kadar yüksek bir teknolojiye ve zenginliğe sahipken hâlâ her yıl yaklaşık 30 milyon kişi açlık nedeniyle ölüyor. Türkiye'de her 10 bin kişiye 1 sağlık ocağı düşerken 2 tank düşüyor. Peki neden böylesi akıl dışı bir durumla karşı karşıyayız? Neden elimizdeki olanakları insan ihtiyaçları için kullanamıyoruz? Neden sahip olduğumuz yüksek teknolojiyi, birikimi, bilgiyi, malzemeyi toplumun yararına değerlendiremiyoruz? Sistemin DinamiğiBu akıl dışı işleyiş kapitalizmin doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü kapitalizmde öncelik insan değil kârdır. Hiçbir girişimci şunları düşünerek fırın açmaz: "Elimde epeyce bir sermaye var. Bari ben bu sermayeyi bir fırın açmak için kullanayım. Böylece insanlar rahat rahat karnını doyurur." Yatırım yapacak bir girişimcinin kafasında öncelikle kâr vardır. Şöyle düşünür: "Elimdeki bu sermayeyi nasıl kullanırsam kâr eder, daha fazla sermaye sahibi olurum?" Girişimci, eğer ekmek üretmek kâr getirecekse fırın açar, aksi halde açmaz. Ekmeğe ihtiyaç olup olmaması girişimcinin yatırım kararında belirleyici olamaz. Üretimde kâr olgusunun varlığı kapitalist ekonominin tıkanmasına, sistemin insanların ihtiyaçlarına yanıt verememesine neden olur. KrizlerKapitalist ekonominin bir problemi de krizlerdir. Kapitalizmin krizleri de insanlık tarihindeki hiçbir ekonomik sistemde görülmemiş türden krizlerdir. Kapitalizm öncesinde de ekonomik krizler olurdu. Bunların ortak yanı üretim yetersizliğiydi. Kuraklık, sel vb. nedenlerle üretim ihtiyacın altında gerçekleşir, bunun sonucunda da insanlar açlık ve sefalete mahkum olurdu. Oysa kapitalizmin krizleri de olağanüstü akıldışı. Kapitalizmde üretim yetersizliği değil, tam tersine aşırı üretim krizleri olmaktadır. Bu durumu çok iyi anlatan bir öyküyü aynen aktaralım. Kış ortasıdır. Ev soğuk. Küçük kız annesine "neden sobayı yakmıyoruz" diye sorar. Anne, "kömürümüz yok" der. Küçük kız sormaya devam eder, "neden kömür almıyoruz?" Annesi paraları olmadığını çünkü babasının işten atıldığını anlatır. Küçük kız babasının neden işten atıldığını da merak eder. Anne yanıtlar: "Kızım baban bir madenci ve stoklarda çok kömür olduğu için artık babana ihtiyaçları kalmamış" Piyasanın belirsizliğiÖyküde anlatılanlar kapitalizmin krizlerine ayna tutuyor. Her girişimci kâr elde etmek için yatırım yapar. Kâr ise ancak üretilen şeyin satılmasıyla elde edilir. Oysa piyasada aynı tür mal ya da hizmet üreten birden çok girişimci vardır. Toplumun o mal ya da hizmetten ne kadar ihtiyacı olduğu bilinse de bilinmeyen bir şey vardır. İnsanların bu ihtiyaçlarını hangi firma ya da firmalardan karşılayacakları. Her firma ileriye dönük bir tahmin yaparak üretim planı yapar. Buna göre bina tutar, makine ve hammadde alır, işçi kiralar vb. Üretimi gerçekleştirdikten sonra da satışa başlar. Ancak üretim planını yaptığı anla malı üretime soktuğu an arasında geçen zamanda bir çok şey değişmiş olabilir. Ve tahmin ettiği satışı yapamaz hale gelebilir. İşte bu nokta krizin başlangıcıdır. Bir sektörün bir firmasında başlayan bu gelişme çığ gibi büyüyerek önce o sektörü ardından diğer sektörleri ve sonunda bütün ekonomiyi sarabilir. Hammadde alımını durduran, işçilerini işten çıkartan firma batarken başkalarını da batırır. Sektörün önemi, batan firmanın piyasadaki payı gibi faktörler krizin derinliğini, genişliğini ve uzunluğunu belirler. İstikrar dedikleriÜrettiklerinin elinde kalacağı ve iflas edecekleri kabusu her kapitalistin uykusunu kaçırır. Kapitalistler bu nedenle "istikrar" için çırpınıp dururlar. Onlar için istikrar demek her şeyin aynen planladıkları gibi olması, böylece ürettiklerinin kârlı biçimde satılabilmeleri, birbirini izleyen iflaslar yaşanmaması demektir. Oysa piyasa ekonomisinde istikrar istisnai bir durumdur. Marks, kapitalist sistemde denge halinin mucizevi bir durum olduğunu söyler. Birbirinden bağımsız karar veren ve birbiriyle rekabet halindeki yüzbinlerce girişimcinin hepsinin planlarının tutması neredeyse imkansızdır. Bu nedenle kapitalist sistem düzenli olarak kriz üretmektedir. Kapitalist ekonomi kurallarını kabul ederek bu krizlerden kaçmak bugüne değin mümkün olmamıştır. Her kriz iflas eden firmalar, batan bankalar, hurdaya dönüşen fabrikalar, depolarda çürüyen mallar olarak insanlık için büyük bir kayıp yaratır. Sadece bununla da kalmaz. İflaslar işsizliği, işsizlik de yoksulluğu körükler. Sermaye ve zenginlik daha az sayıda kişinin elinde toplanırken yoksulluk içinde yaşayanların sayısı artar. Rekabet ve kâr oranıKapitalist sistemin düzenli olarak krizlere girmesinin arkasında kâr oranlarındaki düşme eğilimi vardır. Her girişimci diğer girişimcilerle rekabet halindedir. Kâr elde etmeyi sürdürmek isteyen, iflas etmek istemeyen her girişimci rakipleriyle rekabet etmek zorundadır. Rekabet edemeyen zaman içinde iflas ederek piyasadan silinir. Aynı malı daha ucuza üreten firma zaman içinde diğer firmaları yutar. Diğerleri de daha ucuza üreten firmayı taklit etmeye zorlanır. Bu nedenle firmalar daha çok makine ve daha yüksek teknoloji kullanmaya zorlanırlar. Yani bir işçi başına düşen sermaye miktarı hızla artar. Tek bir firma açısından bakıldığında kârlı ve kaçınılmaz olan bu durum ekonominin genelindeki kârlılığı düşürür. Her firma eskiye göre daha fazla sermaye kullanmasına karşın ancak eskisi kadar kâr elde edebilecektir. Yani daha çok para yatırılmasına karşın aynı miktarda kâr sağlanabilecektir. Kendiliğinden çöker mi?Yukarıda anlatılanlardan "kapitalizmin kendi kendini yıkacağı" ya da "kapitalizmin çöküşünün kaçınılmaz olduğu" sonuçlarını çıkarmak yanlıştır. İşçi sınıfı bedelini ödediği sürece kapitalist ekonominin aşamayacağı kriz yoktur. Dünyanın her tarafındaki yöneticilerin sürekli bizlerden fedakarlık istemelerinin nedeni budur. Türkiye'de de "istikrar için" biraz daha dişimizi sıkmamızı istemeleri, daha fazla kemer sıkma talebiyle karşımıza dikilmeleri bu yüzdendir. İstikrar diye tutturdukları bildik şarkının nakaratı hep aynı: Ücretlerin düşürülmesi, işten çıkarmalar, temel tüketim maddelerine zamlar, sosyal haklarda kısıtlamalar, özelleştirmeler, IMF reçeteleri, tarımsal desteklerin kalkması vs. Kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan krizlerin bedellerini bizleri daha kötü yaşama koşularına iterek çözmeye çalışıyorlar. Kapitalizmin 1900'lerin başındaki sözcüleri yeni yüzyılın refah yüzyılı olacağını söylüyorlardı. Fakat 20. Yüzyıl adaletsizliğin daha da arttığı, milyonlarca insanın açlıktan, savaşlardan ve kötü yaşam koşullarından öldüğü, doğal dengenin bozulduğu bir yüzyıl oldu. Sorun nerede? Üretim yapmaktaki tek amaçları kâr olan bu kan emiciler sistemi binlerce belirsizliği, karmaşayı, anarşiyi içinde taşıyor. Bu akıl dışı sistemle yaşamak zorunda mıyız? Örneğin buzdolabı. Türkiye'de kaç aile yaşadığı ve her ailenin ne tür buzdolabı tercih ettiğini belirlemek oldukça kolay. Buna göre istenen çeşit ve miktardaki buzdolabı üretmek de mümkün. Öyleyse neden piyasanın, kâr ve fiyat mekanizmasının tutsağı oluyoruz? Neden ihtiyaçlarımızı, tercihlerimizi belirleyip sahip olduğumuz zenginliği bu doğrultuda kullanmak için planlama yapamıyoruz? Ne yazık ki insanlığın sahip olduğu olağanüstü büyük üretim kapasitesini bizler kontrol etmiyoruz. Üretim yapmak için kullanmak zorunda olduğumuz bütün araç-gereçler, makineler, hammaddeler, teknoloji, sermaye çok küçük bir azınlığın elinde toplanmış durumda. Kararları, üretimi yapan çoğunluk değil, üretim araçlarını kontrol eden azınlık alıyor. Bu azınlığın üretim araçları üzerindeki kontrolüne son verip çoğunluğun iktidarını sağlamadıkça bu akıldışı sistemin yarattığı pislikle yaşamak zorundayız. Azınlığın ihtiyaçlarına uygun olarak örgütlenmiş olan bu sistem yukarıdan aşağıya doğru bürokratik bir şekilde yönetiliyor. Neden çoğunluğun ihtiyaçları için örgütlenmiş, aşağıdan yukarıya doğru demokratik şekilde yönetilen bir sisteme sahip olmayalım? Alternatifi Var mı?Dünya Ticaret Örgütü'nün Seattle'daki toplantısını protesto eden onbinler "kapitalizm öldürür" diye haykırıyordu. Kapitalizmin iğrenç yüzüyle her an karşı karşıya kalan milyarlarca insan için bu sistem her geçen gün biraz daha çekilmez oluyor. Açlığın, savaşların, sömürünün ve ezilmenin olmadığı bir dünya yaratmanın yolu, azınlığın iktidarı olan kapitalizmi yıkmakla mümkündür. Kapitalist sisteminin alternatifi, önceliği kâr değil insan ihtiyaçlarını karşılamak olan sosyalizmdir. Sosyalizmde üretim araçları azınlığın değil, üretimi yapan işçilerin kontrolündedir. Neyin üretileceği, ne kadar üretileceği çoğunluk tarafından ve dolayısıyla toplumun genelinin çıkarları doğrultusunda belirlenir. İnsan ihtiyaçlarının karşılanması piyasa anarşisinin tesadüflerine bırakılmaz, her alanda insan ihtiyaçlarını öne çıkaran merkezi ve demokratik bir planlama ile düzenlenir. Amaç kâr olmadığı için bu toplumda yaratılan zenginlik, insanlığın daha iyi koşullarda yaşaması ve gelişimi için kullanılır. Geçen ay ABD ve dünyanın bir çok yerinde kapitalizm karşıtları IMF'yi ve kapitalizmi protesto gösterileri düzenledi. Bugün Türk yönetici sınıfı istikrar paketi adıyla daha fazla yoksullaşma demek olan özeleştirmeleri ve düşük ücretleri bize dayatıyor, sosyal haklarımızı budamaya çalışıyor. Patronlar, dünyanın her tarafında işçi ve yoksullara aynı yalanlarla saldırıyorlar. Bu saldırılara karşı dünyanın dört bir yanındaki sınıf kardeşlerimizle birlikte dur demeliyiz. Biz işçilerin, yoksulların, ezilenlerin birleştirmekten ve "kapitalizme hayır" demekten başka kurtuluşu yok. Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 16; Mayıs 2000
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||