Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Zamanların en iyisi…Türkan Uzun 1999 Seattle. İşçiler ve gençler Dünya Ticaret Örgütü'nü kuşatarak eşitsizliğe, yoksulluğa, küresel adaletsizliğe başkaldırdılar. Seattle'daki onbinler, 15 Şubat 2003'de milyonlara ulaştı, dünyanın her yerinden bağırdık: "Irak'ta Savaşa Hayır". Zamanların en kötüsü… Dünyanın efendisi ABD'nin kan ve petrol karışımı kimyası tüm dünyayı havaya uçuracakmış gibi… Tayyip, "al, sat, işten at" dan sonra şimdi de Irak'a asker gönderme yolunda. Ben zamanların en iyisinde ve zamanların en kötüsünde yaşıyorum. Her şeyden önce yaşadığım sistemden memnun değilim. Ekonomik, siyasi, cinsel, ulusal, bireysel vb. sorunları bir bütün olarak değerlendiriyorum. Bütünsel bir alternatif projenin sıradan insanların kendi eylemine dayanmadan başarılı olamayacağını -tarihin acı derslerinden- öğrenmiş bir sosyalistim. İnsanlık daha önce de çok kötü ve iyi zamanlar gördü. Ama yoksulluk, savaş ve ayrımcılık yeni binyıla taşındı. Acı dersler de burada saklı zaten. Bugün, çözüme giden yolu örmek için ne yapmalı? Kiminle yapmalı? Nereden başlamalı? Etrafıma bakınıyorum. Bazı sosyalist arkadaşlar çok umutsuz. Zamanların en kötüsünü görüyorlar. Bir kesim daha var. Zıplayan, davul çalan, yeni sloganlar atan, çok renkli görüntüleriyle ünlü bir kesim. Ama asıl önemlisi coşkulu ve umutlu. Seattle'a, 15 Şubat'a bakıyorlar. Onlarla birlikte "başka bir dünya mümkün" diye bağırırken, başka bir dünyanın mümkün olduğunu hissediyorum. Onlarla birlikte zıplarken dünyayı yerinden oynatabilme güvenim artıyor. Fakat onların bu renkli ve coşkulu halleri bazı sosyalist arkadaşları nedense çok rahatsız ediyor. Marakasını, davulunu alıp "Teskereyi durdurmadan alandan ayrılmayalım" diye gelenlere "apolitik", "zıpır" suçlamaları ile "davar" gözüyle bakıldığını, ciddiyet, disiplin gibi kavramlar üzerinden sorgulanıp dışarıda bırakılmak istendiklerini gördüm. Zıpırlar da beşli kortej halinde ellerinde kızıl bayraklarla yürüyenlere "tek tipçi" diye sırt çeviriyor. İki kesim arasında bir zıtlaşma var. "ABD askeri olmayacağız"cılar "Kimsenin askeri olmayacağız"cılara karşı; sanki geleneksel sol yeni radikalleşenlere karşı maça çıktı!? Bu tartışmanın renk, şekil ve slogan üzerinden yapılması o kadar can sıkıcı ki… Aslında bu tartışmanın önemi, şekil ve sloganların arkasındaki anlayış farkında yatıyor. Yeni radikalleşenler geleneksel sola bakınca işlemeyen, 1989'da duvarların altında kalmış ve yenilgilerin basıncı altında muhafazakarlaşan, kalıpçılaşan bir kesim görüyorlar. Sendika ve parti bürokratlarına gıcık oluyorlar. Geleneksel sol ise kendisini bu kadar by-pass eden bu yeni kesimi ciddiye bile almak istemiyor. Toplumsal arenadaki etkisinin sınırlılığı bilinen solun "savaşa hayır" diye sokağa çıkan bu genç insanları küçümseyip aşağılaması ne kadar da içler acısı. Bu durumun bir çıkmaz oluşturduğunu düşünüyorum. Sendikaların ve solun örgütlü gücü olmaksızın büyük mobilizasyonların, istikrarlı bir mücadelenin mümkün olmadığı çok açık. Yeni radikalleşenlere alan tanımayan mobilizasyonların arzu edilen güce ulaşamayacağı da bir o kadar açık. Bu durumda her iki kesim de sıkışıyor. Solun harekete ihtiyacı var Bence yeni radikalleşen kesimler mücadele sahnesine çıkmadıkça verili güçlerle Irak'a asker gönderilmesini durduramayacağız, hatta durdurmayı denemeye bile cesaretimiz olmayacak. 1 Mart eyleminin TBMM kararı bile beklenmeden bitirilmesi bu cesaretsizliğin bir sonucu değil miydi? Solun ve sendikaların hızla evlerine geri dönmeleri böylesi bir umutsuzluğun ve hissettiği zayıflığın ürünüydü. Solun büyük kesiminin -durumu yanlış analiz etmesi nedeniyle- kazanma umudu yoktu. Daha çok "devrimci onuru" korumak" için boy gösterilmişti. Oysa böyle bir dönemde insandan, barıştan, emekten yana bir havanın yükselmesi her zamankinden daha gerekli ve daha mümkün. Sosyalistler, dünyada egemen olan olumlu havada bugün mücadeleyi kitleselleştiremiyorlarsa "devrim ve sosyalizm" yolunda değiller demektir. Bugünün “ciddi” sosyalistleri, ciğerlerini geçmişin yenilgileriyle ya da zafer hikayeleriyle değil; "zamanların en iyisi"nin havasıyla doldurmalıdır. Bugün yeni radikalleşenlerle dalga geçerek "devrimcilik" yaptığını zanneden bir sosyalist, Türkiye'de solun bu kadar trajik olmasa komik olacak halini değiştirebilecek bir şey yapamadığının farkında olmalıdır. O beğenilmeyen, dalga geçilenler, Bush ve Blair'in çınar ağaçlarını sallıyorlar. Sen ne yapacaksın? Hareketin sola ihtiyacı var Evet, birlikte bir şeyler yaptık. 1 Mart'ta "umuda" birlikte ses verdik. “Teskereyi durdurmak için alanı terk etmeyelim" dedik, zaferi birlikte kutladık. Keşke alandaki 100 bin kişinin hepsi orada olsaydı. Bizler (antikapitalist grubu), eylem duyurmaktan başlayan, katılım organizasyonundan geçen, teskereyi nasıl durdururuz tartışmalarına, sonuç değerlendirmelerine kadar her süreçte aktif olmaya çalıştık. Hem eylemi inşa ettik hem de eylemin nasıl başarılı olacağını tartıştık. Yeni insanların mücadeleye adım attığı bir ortamda hareketin böyle bir sola ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Irak savaşı ve işgalinin son bulmasını istiyoruz. Bunun için eylemlere kaldığımız yerden, aynı coşku ve umutla, çoğalarak devam etme zamanı. Türkiye'nin Irak'a asker göndermesini durdurmak için birlikte mücadele ederken nasıl kazanacağımızı ve hiçbir savaşın olmadığı bir dünyaya nasıl ulaşacağımızı da birlikte tartışmalıyız. Yazılı sözlü tartışmadan kaçış yok. Yaptığımız işin nasıl başarılı olabileceği tartışmasından kaçma çabası, sadece boy göstermeye dayanan bir eylemciliğe dönüşebilir. Bugün "zamanların en iyisi" kısmını egemen kılmak için hem çok yürüyüp hem çok tartışacak mıyız? Tarihi zıplatmak için birlikte yürüyelim, tartışalım. Bunu sürekli ve daha verimli bir şekilde yapabilmek için yeni solu birlikte inşa edelim. Antikapitalist; Sayı 25; Eylül 2003
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||