Güncelleme:
14.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Çevre Sorununu Sosyalizm Çözer Mi?

Birçok doğa dostunun sosyalizm fikrine uzak durmasının anlaşılır bir nedeni var. 1989-90’da çökmelerinden önce “sosyalist” olarak bilinen Doğu Bloku ülkelerinin yaratmış olduğu çevresel yıkım bu ülkelere sosyalist diyen ve çevre konusuna duyarlı olanları çelişkiye düşürdü. Günde 5 bin 265 ton atıkla dünyanın en fazla su kirleten ülkesi olan Çin ya da Çernobil patlamasının sorumlusu olan SSCB’nin çevre politikaları “sosyalizm”in bir sonucuysa çevre dostlarının sosyalist olmasını beklemek elbette ki hayaldir.

Bu çelişkiyi yaşamak istemeyenler için en kestirme yol kendisini sosyalizm fikrinden ve dolayısıyla sınıf politikalarından uzak tutmak olacaktır. Ancak bu ülkelerde yaşanılan sistemlerin (adları hariç) sosyalizmle ilgisi yoktur. SSCB, Çin, Küba gibi ülkeler bürokratik devlet kapitalizminin yaşandığı, herşeyin uluslararası düzeydeki kör rekabete uygun olarak belirlendiği sistemlerdi.

İnsanlık kurtulamadan doğa kurtulamayacak!

Sosyalizm çoğunluğun iktidarı olacaktır. Üretim ve organizasyonu kar için değil insanlığın ihtiyaçları için yapılacaktır. Dolayısıyla insanın çevreyle olan ilişkisinde azgın kar hırsı, rekabet güdüsü değil, kollektif ihtiyaçlarımız belirleyici olacaktır.

Bankalar, sigorta şirketleri, borsa gibi gereksiz şeyler olmayacak buralarda emek ve kaynak israf edilmeyecektir. Otomobil endüstrisi, pazarlama şirketleri ya da otoyol çalışmaları yerine çok daha güvenli ve konforlu, gezegenimize ve içinde barındırdıklarına zarar vermeyen tren gibi toplutaşım araçlarının geliştirilmesi için çaba sarfedilecektir. Yeterince boş vaktimiz olacağı için de acele etme sorunumuz da olmayacaktır.

En büyük yıkım kaynağı olan savaş endüstrisi, ordu, ve polis olmayacak dolayısıyla savaşlar yüzünden hem insanlar ölmeyecek hem de ormanlar yanmayacaktır.

Bir avuç azınlığın çıkarları için siyanürlü altın üretilmeyecek, deprem hattı üzerine nükleer santral yapmaya kalkışılmayacaktır.

“Sürdürülebilir yaşam” hayellerimiz böylesi bir sistemde bizlere yeni yöntemler, yeni deneyler ve yeni icatlar bağışlayacaktır. Her yıl türleri yok olan yüzlerce canlı daha fazla yok olmayacaklardır.

Yeni bir patronumuz olmayacak. Patronsuz bir dünya, yöneten azınlığın olmadığı bir dünya da doğa çalışmaları için onların “lütfetmesini” beklemeyeceğiz ve kendimiz bunlar için uğraşabileceğiz.

Sosyalizm eşitsizliklerin, hatalı önceliklerin terkedilmesini sağlayacak insanlığı özgürleştirecek ve doğanın kurtuluşu için gerekli olanakları yaratacaktır.

Böylesi bir dünya için mücadele etmeye değmez mi!

Sorun sanayileşme mi?

Bazı çevreci gruplar sorunun endüstrileşmeden kaynaklandığını savunmaktalar. Böylesi bir savın çeşitli eksiklikleri var. Sanayileşme kendi başına ve her zaman çevreye ve insana zarar vermez. Teknoloji atom bombası olarak da kendisini ifade edebilir rüzgar ve güneş enerjisinin kullanımı olarak da... Buradaki esas nokta teknolojinin kimin için, ne için kullanıldığıdır. Kısacası sanayileşme ve teknoloji ekolojik dengeleri altüst etmeye de düzeltmeye de hizmet edebilir.

Sanayileşmeye karşı çıkmak yanlıştır. Ancak yıllık 53 milyon otomobil üretimi ve bu arabaların yaydığı egzos gazlarını da savunmuyoruz. Buradaki kritik nokta sanayileşme değil, kapitalizmin “üretim için üretim, birikim için birikim” mantığıdır. Herşeyini kara endeksleyen bir sistemden çevreyi ve gelecek kuşakları düşünmesini beklemek akılcı değildir. Nitekim yöneticiler daha fazla otoyol ve otomobil için hep çok iştahlı davranırlar ama konu örneğin raylı sisteme gelince yada her yıl ormanların yanmasına rağmen yangın söndürme uçağı alımına gelince yan çizerler.

Bu konuda verilebilecek en acı örnek bu kış yaşanan Amazon ormanları yangındır. Dünyanın Kanada ormanlarından sonra diğer ciğeri olan bu bölgede Marmara bölgesinin 2 katı kadar orman yandı. Brezilya hükümeti ve diğer devletler yangın söndürme uçakları için gerekli olan 2 milyon doları (540 milyar TL) harcamamak için bu yangını seyretmeyi tercih ettiler. Yöneticiler için para, yanan milyonlarca ağaçtan, yok olan binlerce canlıdan ve topraklarını terketmek zorunda kalan insanlardan daha önemlidir.

Sorun nüfus mu?

Diğer bir yaklaşım ise kaynakların aşırı kullanıldığına ve nüfusun çokluğuna vurgu yapar. Üretimin çok fazla olduğu ve sınırları zorladığı doğru değil. 1970’lerde yapılan bir araştırmaya göre insanlık tarihi boyunca tarım yapılan alanın toplam tarım yapılabilen alan içindeki oranı sadece yüzde 44. Şu an ekili alansa bundan çok çok daha az, yüzde 15. Böyle bakıldığı zaman gezenimiz daha fazla insanı besleyebilecek durumda. Bu noktada da tabii ki “niye hala açlık var?“ sorusunu sormak gerekiyor. Soruyu şöyle de sorabilirsiniz: Kaynakları en fazla sömüren, en sanayileşmiş ülke olan ABD’de 30 milyon insan açlık sınırında yaşıyor?

Mısır halkının tarım ürünleri ihtiyacını karşılayan alan sadece dört bin kilometrekarelik Nil deltasıdır. Bu alan 50 milyondan fazla insanı beslerken ülkenin yüzölçümünün sadece yüzde 4’ünü oluşturuyor. Dünya ölçeği ile bakarsak bile bu manzara değişmeyecektir.

Sınıf politikaları çevre yıkımını açıklar mı?

Bazı doğa kuramcıları, çevresel bozulmanın “yüzyıllardır süren ‘herşey insan için’ anlayışının sonucu” olduğunu söylüyorlar. Ancak 1,5 milyar insanın temiz su bulamadığı gezegenimizde “yüzyıllardır herşeyin insan için“ yapılmadığının açık kanıtıdır. Gezegenimizin kaynakları yüzyıllardır insanlık için değil sadece insanlığın küçük asalak bir azınlığının çıkarı için kullanılmıştır. Ve insanlığın bu asalak kesiminin ortak özellikleri vardır. Örneğin-en fakir ülkeler de içinde olmak üzere- hiçbir ülkenin başbakanı, genelkurmay başkanı, üst düzey yargıçları, bürokratları, işadamları açlık ya da temiz su sıkıntısı çekmezler. Temiz su sıkıntısı, yiyecek sıkıntısı çeken, işsizlikle, yoksullukla boğuşanlar toplumun ezilen kesimleridir. Kısacası sınıflı toplumlarda yaşıyoruz. Temiz suya ulaşıp ulaşamamak konusu, sınıfsal ilişkilerle açıklanmak zorundadır.

Bir çok doğa dostu çevre ve insanlığın karşı karşıya olduğu sorunları Kuzey-Güney ayrımı olarak açıklamaya çalışmaktadır. Onlara göre, zengin Kuzey fakir Güney’i sömürmektedir. Bu yaklaşımın ihmal ettiği şey, hem Güney’de hem de Kuzey’deki ülkelerde sınıfsal sınıfsal çıkarın ve ekonomik sistemin belirleyici olduğudur. Zengin Kuzey ülkeleri işçi sınıfının da sömürüldüğü, bu ülkelerin kimyasal bombardıman altında olduğunu gözardı eder.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 7; Ağustos 1998

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön