Faşizme Karşı Mücadele:
FAŞİSTLERİ NASIL DURDURABİLİRİZ?
Polis destekli ülkücü bir grup Kızılay'da F tipi protestocularına
saldırdı. Ardından Ölüm oruçlarında bulunan tutsak yakınlarıyla dayanışma
merkezi haline gelen ve ÖDP, TSİP, Pir Sultan, TAKSAV, Eğitim Sen bürolarının
bulunduğu binaya saldırdılar. Binaya girip içerdekilere saldırmayı da
deneyen bu faşist güruh eğer başarılı olsaydı tarihimizde ikinci bir Madımak
Oteli olayı daha girebilirdi.
Saldırgan grup oldukça küçüktü. Belli ki büyük bir organizasyondan yapmamışlardı.
Ülkü Ocakları ve MHP militanlarının örgütlü ve ciddi bir saldırısı değildi
yaşananlar. Ama böyle bir saldırı olursa ne kadar korkunç sonuçlara neden
olabileceği konusunda oldukça uyarıcı oldu.
Türkiye'de örgütlü ve saldırmaya hazır büyük bir faşist hareket var.
Şu anda hükümet ortağı olan MHP tek başına iktidar için egemen sınıfa
kendi gücünü kanıtlamaya çalışıyor. MHP lideri Bahçeli, "vur deyince
vuran, dur deyince duran" büyük bir gücü kontrol edebildiğini ve
bu gücün egemenlerin emrinde olduğunu her fırsatta ifade ediyor.
Ekonomik krizin derinleşmesi, faşist hareketin tabanı olan orta sınıfların
daha da öfkelenmesine neden oluyor. Böyle dönemler faşist hareketin güçlenmesi
için bulunmaz fırsattır. Kapitalizmin pislikleri ne kadar ortadaysa, yöneticilere
güven ne kadar azsa, bir şey yapmalı hissi ne kadar yoğunsa faşist hareket
için o kadar verimli bir ortam vardır.
Türkiye'de zaten oldukça büyük bir kitlesel güce sahip olan bu hareket,
bugüne kadar Alevi, dinsiz, Kürt ve komünist düşmanlığı üzerinden örgütlendi.
Bugün de bu yöndeki propaganda ve örgütlenmesi devam ediyor.
Büyüdükçe daha tehlikeli hale gelen bu mikrobu toplumdan söküp atmak,
mikrobun yayılmasını önlemek emekten yana, özgürlük, çeşitlilik, demokrasiden
yana herkes için hayatidir.
Son saldırı bir kez daha gösterdi ki, 1978'de Maraş'ta, 1980'de Çorum'da
Alevileri katledenler, Balgat, Bahçelievler, İstanbul Üniversitesi, SBF'de
solcu gençlere pusu kuranlar, Cavit Orhan Tütengil'i, Abdi İpekçi'yi ,
Doğan Öz'ü ve daha nice aydını öldürenler benzer saldırılar yapmaya hazır
bir şekilde beklemektedirler.
Onları durdurabilecek tek güç emekten yana olanların birliğidir. Faşistlerin
demokratik yaşamın bir parçası değil düşmanı olduğunu anlatan, onların
mezhepçi, ırkçı, emek düşmanı yüzünü açığa çıkaran bir birliğe ihtiyaç
vardır. Bozkurt işareti yapmanın ve "ülkücüyüm" demenin UTANILACAK
bir şey olduğu havasını bulunduğumuz her alanda sağlamaya çalışmalıyız.
Demokrasiden, özgürlüklerden, farklı kimliklerden, toplumsal örgütlülükten
bu denli nefret eden bir hareketin güçlenmesini engellemek için görev
başına.
Faşist Hareketin Özellikleri
"Faşizm" sözcüğü 1920'li yıllarda siyasi kavramlar arasına
girdi. Baskı, idam, işkence vb nedenler bir devletin faşist olması için
yeterli olsaydı Osmanlı İmparatorluğu, ya da Lenin dönemi Çarlık Rusyası
da faşist olarak tanımlanırdı. Oysa ne Lenin ne de diğer Marksistler için
böyle bir tanımlama sözkonusu değildi. Eğer karşılaştıracak olursak günümüz
Türkiyesi 100 yıl öncesinin Rusyasından kat kat daha demokratik ve özgürlükçüdür.
Peki faşizmi özel hale getiren, faşizmi diğer diktatörlüklerden ayıran
temel farklar nelerdir?
Faşist hareket devletin resmi kolluk kuvvetleri dışında bağımsız ve kitlesel
olarak örgütlenir.
Faşist hareket terör-şiddet kullanarak farklı olan fikirleri sindirerek-yok
ederek emir komuta zinciri içinde örgütlenir.
Faşist hareket ayrımcı bir ideoloji kullanarak toplumda farklı kimliğe
sahip bir azınlığı bütün sorunların nedeni göstererek, o azınlığı günah
keçisi yaparak güç toplar.
Faşist hareketin sınıfsal tabanı orta sınıflar (Küçük esnaf, küçük işletme
sahipleri, topraklı köylülük vb) ve işsizlerdir.
Orta sınıflar ve işsizler, ekonomik kriz zamanlarında kendilerini savunabilecek
kolektif güçleri çok az olduğu için çok sıkışırlar. İflas etme, küçük
sermayesini, toprağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Ekonomik kriz dönemlerinde çalıştırdıkları birkaç işçinin maaşlarındaki
küçücük artışlar bile onları iflasa götürebilecek durumdadır. Bu nedenle
ortalama ücretleri yükselten işçi eylemliliklerinin liderliğini yapan
örgütlü işçi sınıfı ve dolayısıyla sola karşı düşmandırlar. Sola düşmanlıklarının
bir başka önemli sebebi de günah keçisi olarak ilan edilen kesimlerin
solcular tarafından savunulmasıdır.
Büyük sermayedarlar ve onların kontrol ettiği devletin yöneticilerine
(generaller, TÜSİAD patronları, üst düzey bürokratlar) karşı kızgın ve
öfkelidirler. Kapitalist ekonominin en temel dinamikleri olan rekabet
ve tekelleşmenin sonuçlarına öfkelidirler. Bu nedenle anti kapitalist
bir söylemleri vardır. Örneğin Alparslan Türkeş'in Dokuz Işık, Hitler'in
Kavgam adlı kitapları faşist hareketin kapitalizme, büyük sermayedarlara
ve yönetici sınıfa olan öfkesini çok iyi ifade ederler.
Bu durum faşist hareketin içinde barındırdığı çelişkiyi de gösteriyor.
Ekonomik krizin köşeye sıkıştırıp öfkelendirdiği küçük bakkal sahibi bir
yandan Koç gibi büyük sermayedarlara öfkelidir, diğer yanda ise onlar
gibi büyük bir sermaye biriktirmek amacındadır. Yani faşist hareketin
tabanı egemen sınıfa hem öfkelidir hem de onlara öykünür.
Faşist hareketin tabanı olan bu sınıf işçi sınıfı gibi kolektif davranma
yeteneği ve büyük sermayedarlar kadar ekonomik gücü olmadığı için iktidarsızdır.
Bu nedenle devlet yönetimini ele geçirdiklerinde hayalini kurdukları ekonomik
programı gerçekleştiremezler. Her birinin amacı büyük sermayedar olmak
olan bu sınıfın temsilcisi olan faşist hareket, sonuç olarak mevcut büyük
sermayedarların ekonomik programını uygulayan demir bir yumruğa dönüşür.
Küçük burjuva ideolojisi olarak büyüyüp örgütlenen faşist hareket bu
sınıfın karakteristik bir başka özelliğini daha bağrında taşır. Faşistler
Troçki'nin deyimiyle "insan tozudur". Tek başlarına çok güçsüz
ve anlamsız hisseden bu insan tozları ancak büyük bir canavarın parçası
hissettiklerinde kendilerini güçlü hissederler. Güce taparlar. Bu nedenle
egemen sınıfa öfkeli de olsalar onların devletini daha da güçlendirmek
isterler. Egemen sınıfa kendilerini kanıtlamak için güçlerini göstermek
isterler; "sizin için işçi hareketini, sendikaları, PKK'yi, F tipi
protestolarını ezeriz, yeter ki bize izin verin" mesajı verirler.
Egemen sınıfa rağmen iktidara gelemeyeceklerini bildikleri için bu güç
faşist hareketin iktidarı açısından hayati öneme sahiptir. Bugün MHP'nin
içinde bulunduğu durum ve Hitler'in tek başına iktidara gelip parlamentoyu
fes etmesinden önce yaşananlar arasında büyük benzerlikler vardır. Bugün
egemen sınıftan tek başına iktidar vizesi almaya çalışan Bahçeli, "vur
deyince vuran, dur deyince duran" örgütlü gücünü arttırmaya çalışıyor.
Ancak faşist hareketin bu özellikleri onu alt etmenin yolunu da gösterir.
Kendinden daha büyük bir güç faşist hareketi hızla darmadağın edebilir.
Bu güç ise toplumsal olarak sadece iki kesimde vardır. Birincisi mevcut
egemen sınıf, ikincisi ise örgütlü işçi sınıfı. Faşist hareket egemen
sınıf için zorda kaldığında, mevcut devlet güçlerinin yetersiz olduğunu
hissettiğinde işçi sınıfına karşı kullanabileceği bir sigorta gibidir.
O nedenle egemen sınıf faşist hareketi hep kollayıp besler. Sadece onlara
ihtiyacı olmadığından emin olduğunda bir süre için zayıflatma yoluna gidebilir.
1950'lerde Turancılara, 1980'de ülkücülere yapılan operasyonlar bu çerçevede
ele alınmalıdır. Yönetici sınıf sömürü sistemi krize girdiği zamanlarda
bu fikirlere ve örgütlenme gücüne başvurur. Kriz dönemlerinde faşist hareketi
durdurabilecek yegane güç örgütlü işçi sınıfının mücadelesidir. İşçi hareketi
olmaksızın faşistler güçlenir, örgütlenir, toplumda kabul gören sıradan
bir siyasi hareket haline gelebilirler. Nitekim 1970'lerde DİSK ve Töb-Der'in
anti faşist mücadeleye katkıları faşistlerin toplumda azınlıkta kalmaları
ve toplumun gözünde hak ettikleri yerde olmalarına büyük katkı yapmıştır.
Faşizm, egemen sınıfın devlet yönetimine yukarıda en belirgin ve genel
özelliklerini saydığımız bir hareketin temsilcisi olan partinin gelmesine
kapıları açmasıyla ortaya çıkabilen özel bir burjuva diktatörlüğüdür.
Böylesi bir hareket işçi sınıfını ezer, sendikalar ve emekten yana partiler
başta olmak üzere her türlü örgütlülüğü dağıtır, sömürüyü artırmak için
işyeri disiplinini askerileştirir. Hiçbir aykırı sese ve renge izin vermez.
Bunları gerçekleştirirken toplumu terörize eder; günah keçisi ilan edilen
azınlığa ve sosyalistlere karşı sistematik bir kitlesel terörü yoğun olarak
kullanır.
Bu nedenle demokrasiden, çeşitlilikten, özgürlükten, örgütlü toplumdan
yana olan herkes, her sendikacı, her solcu, kısacası emekten yana her
güç faşizme karşı özel bir mücadele yürütmelidir. Bu büyük tehlikeyi,
"Türkiye zaten faşist, zaten iktidardalar" diye küçümsemek bir
inek için kasapla çoban arasında fark görmemek kadar vahimdir ve anti
faşist hareketi zaafa uğratmaktadır.
Türkiye Faşizmle Mi Yönetiliyor?
Türkiye'de yaygın olan bir yaklaşım vardır. Baskıcı, adaletsiz, hak tanımaz
her tutum "faşizm" olarak tanımlanır. Dayak atan öğretmene,
eşek şakası yapan en yakın arkadaşımıza, eve geliş saatimize kızan babaya,
yalan söyleyen politikacıya, grevi satan sendika yöneticisine "faşist"
damgasını yapıştırıveririz. Sık sık "Türkiye'nin faşizmle yönetildiğini"
söyleriz birbirimize. Oysa faşizm insanlık tarihinde çok önemli ve özel
bir yeri olan, mücadele ederken özel araçlar kullanmak zorunda olduğumuz
siyasi bir harekettir.
Türkiye'de büyük bir faşist hareketin olduğu doğru. Ancak ülkenin faşist
diktatörlükle yönetildiği yanlış bir saptamadır. Her baskıcı devlet için
"faşist" demek, terörü, yargısız infazı, adaletsizliği "faşizm"
diye tanımlamak çok önemli bir tehlikeyi küçümseyerek hayati bir hata
yapmamıza neden olur.
Kapitalizmde devletin işlevi
Kapitalist sistem, küçük azınlığın büyük çoğunluğu sömürüsüne dayanır.
Azınlık çoğunluğu kontrol altında tutmak için devlet mekanizmasını baskı
aracı olarak kullanır. Bugün bütün dünyada kapitalist sistem egemendir.
Devletler, her ülkede, egemen sınıfın büyük çoğunluk üzerindeki baskı
aracıdır. Biz bunlara burjuva diktatörlükleri diyoruz.
Burjuva diktatörlüklerin hepsinin temel özelliği azınlığın çıkarını korumak
ve kollamaktır. Hepsi ihtiyaç duyduğunda çoğunluğu bastırmak ve sistemi
korumak için baskı, terör, yargısız infaz, anti demokratik yasalar, hücre
tipi cezaevleri, işkence, vb yöntemlere başvururlar.
Burjuva demokrasisi
Burjuva diktatörlükleri kendi içinde farklılıklar gösterir. Örneğin ABD,
Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde burjuvazi için oldukça geniş
bir demokrasi vardır. İşçi sınıfı da bu ortamda kendi fikirlerini daha
özgürce ifade edebilir. Demokrasinin sınırını mevcut kapitalist sistemi
kabul edip etmemek belirler. Eğer azınlığın sistemi ve onu koruyan devlet
aygıtını yıkmak için doğrudan eylem yapmıyorsanız fikrinizi özgürce söyleyip
örgütlenebilirsiniz. En demokratik burjuva sistemde bile işçi sınıfının
sömürüsünü ve bunun garantisi olan devleti ortadan kaldıracak her kalkışma
karşısında diktatörlük bulur. Örneğin İngiltere'de madenci grevleri polis
ve askeri birliklerce kırılmıştır, Seattle'daki gösteriler ABD devleti
açısından tahammül edilemez noktaya gelince sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
Hücre tipi cezaevi, ölüm oruçlarına zorla tıbbi müdahale Avrupa'da yaygın
olarak kullanılmıştır.
Askeri diktatörlük, faşizm, oligarşi
Burjuvazinin hükmetmesinin tek yöntemi burjuva demokrasisi değildir.
Örneğin Pakistan'da askeri diktatörlük, Fas'ta krallık vardır. Bazı ülkelerde
oligarşik bir yönetim (birkaç sermaye grubunun bütün ülkeyi kontrol etmesi)
ya da tek kişilik diktatörlükler de olabiliyor. Buralarda demokrasi burjuvazi
için bile çok sınırlıdır. İşçi sınıfı için durum daha da ağırdır. Burjuva
demokrasilerde fikirleri özgürce ifade etme ve örgütlenme özgürlüğü varken
buralarda fikirlere bile tahammül yoktur. Burjuva devlet biçimlerinin
en baskıcı ve tahammülsüz olanı ise faşist diktatörlüktür. En bilinen
örneği Nazi dönemindeki Almanya'dır. Sendikalara, farklılıklara, itaatsizliğe,
disiplinsizliğe, örgütlenmeye, sınıf mücadelesinin ve marksizmin lafını
bile etmeye tahammül yoktur. Burjuvazinin kendi arasındaki demokrasisi
de ortadan kalkar. Bütün devlet gücü tek bir merkezde toplanmıştır ve
bu durum açıkça bütün topluma kabul ettirilmiştir.
Burjuva yönetim biçimleri arasında Çin Setti yoktur. Örneğin Türkiye'de
sınırları çok daraltılmış burjuva demokratik bir sistem vardır. Türkiye'deki
demokrasi, benzer bir sistemle yönetilen İngiltere'deki kadar geniş değildir,
ama yine benzer bir sistem uygulanan Güney Kore'deki kadar da dar değildir.
12 Eylül
Eğer her baskıcı devleti faşist olarak görürsek "bütün devletler
faşisttir" gibi yanlış bir sonuca ulaşırız. Böylece İngiltere ile
Türkiye, Türkiye ile Pakistan arasındaki farkları küçümsemiş oluruz. Özleri
aynı olsa da bu sistemler arasında fark olduğunu kabul etmek zorundayız.
Örneğin Türkiye'de 11 Eylül 1980 tarihinde de küçük bir azınlık için işleyen
kapitalist sistem ve onun devleti vardı, 12 Eylül 1980'de de. Sömürünün
varlığı ve egemen sınıf aynı kalsa da dar bir burjuva demokrasisi (11
Eylül) ile askeri diktatörlük (12 Eylül) arasında işçi sınıfı açısından
oldukça önemli farklar vardır. Eğer "bu iki sistem arasında fark
yok" diyorsak, sendikal örgütlenme, sosyalist yayın çıkarma, grev
yapma, gösteri yapma, işyerimizde, okulumuzda, mahallemizde, kahvede fısıldaşmadan
"sosyalizm mümkündür" tartışması yapabilme haklarının olup olmamasını
önemsemiyoruz demektir. 1 yıl içinde onbinlerce kişinin işkence tezgahlarından
geçirilmesine, yüzbinlere varan sayıda tutuklama yapılmasına, onlarca
kişinin idam edilmesine, sendika ve partilerimizin kapısına kilit vurulmasına,
gazetelerimizin yasadışı ilan edilmesine kayıtsız kalıyoruz demektir.
Şu anda "laik devletten", "vatanın bölünmez bütünlüğünden",
"sistemin devamından" yana olmak koşuluyla bir demokrasi var.
Zaten burjuva demokrasilerinin yetersizliği ve çoğunluk için diktatörlük
anlamına gelmesinin nedeni de bu. Türkiye'de aksak ve sınırlı da olsa
bu tür bir demokrasi var. 12 Eylül'de bu sınırlar içindeki bir demokrasi
bile egemen sınıf açısından kabul edilmiyordu. 12 Eylül askeri diktatörlük
dönemiydi, burjuvazi kendi temsilcisi olan partiler arasındaki demokrasiye
bile tahammül edemeyecek bir durumdaydı. Şimdi ise durum o kadar kötü
değil, demokrasinin, haklarımızın, özgürlüklerimizin sınırları biraz daha
geniş.
1920'lerin Almanya'sında da büyük burjuvazi iktidardaydı, Hitler döneminde
de. İki dönem arasındaki farkları küçümsemek, Nazilerce katledilen 6 milyon
Yahudi'nin, 1 milyon kadar komünist, sendikacı, eşcinsel, yaşlı ve bedensel
özürlünün hayatını önemsemiyoruz anlamına gelir.
FAŞİZM TÜM EZİLEN İNSANLARIN SORUNUDUR..!
Tarihte faşizmin ilk hedefi azınlıklar ve muhaliflerdi. Bugün de hala
böyle. Ancak faşist hareket güçlendikçe bu baskı çemberi genişlemekte
ve tüm çalışan kesimi etkisi altına almaktadır.
Hem tarih hem de yaşadıklarımız faşizmin ne yapmak istediğini ve neler
yapabileceğini çok iyi gösteriyor. 1933 Almanya'sında yapılan seçimlerde
Nazi Partisi 11 milyon oy alırken Komünist Parti 6 milyon Sosyal Demokrat
Parti ise 7 milyon oy almıştı. Sonuçta seçimi kazanan Hitler Almanya ve
tüm dünyadaki işçi sınıfına tarihte görülmemiş eziyetler çektirmiştir.
Ülkedeki toplumsal muhalefet bu tehlikeye karşı hep uyanık ve dayanışma
içerisinde olmalıdır. Sekter yaklaşımlardan uzak durmalı toplumsal muhalefeti
bir araya getirebilecek yapıcı politikalar üretmeliyiz
ANTİ NAZİ BİRLİK
Faşizme karşı mücadelede yakın tarihimizden alabileceğimiz en başarılı
örneklerden biri İngiltere'de yaşandı. Faşistler seçimlerde 1970'lerin
ortalarında %10'a yakın oy almışlardı. Kitlesel gösterilerle çalışan ve
ezilen kesimleri yıldırmaya çalışıyorlardı. Ancak işçi sendikalarının,
muhalif partilerin ve kitle örgütlerinin oluşturduğu Anti Nazi Birlik
(Anti Nazi League) faşist gösterilere karşı yapılan fiziki müdahalelerden
müzik festivallerine kadar her yöntemi kullanarak bu gidişi tersine çevirdi.
Faşistleri marjinal bir grup olarak toplumdan önemli ölçüde yalıtmayı
başardı. Bugün İngiliz faşist partiler seçimlerde %2'den fazla oy alamamaktadırlar.
1990'ların sonlarında benzer bir yöntem kullanan Fransız anti faşistleri
de faşist Le Pen'in partisinin ikiye bölünmesine ciddi katkı yaptılar.
Avusturya'da kitlesel gösteriler faşist Haider'i istifaya zorladı. Geçtiğimiz
günlerde İtalyan anti faşistleri Papa'yı ziyaret için İtalya'ya giden
Haider'e İtalya'yı dar ettiler.
Yaşamın her alanında, okulda, işyerlerinde faşizme karşı birlikte mücadele,
bizim yarınlara daha umutlu bakmamızı sağlayacaktır..! Emekten yana güçlerin
faşist harekete karşı birliği hayati bir öneme sahiptir.
Antikapitalist; Sayı 4; Aralık 2000
'Antikapitalist nedir' sayfasına
dön
sayfa başına dön |