Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Savaşlar, İstikrarsızlık ve OlasılıklarHer toplum, çoğu zaman günden güne çok az farklılık gösteren rutinler üzerinden yürür. İnsanlar çalışmak için yemek yer, dinlenir, uyur ve yemek yemek, dinlenmek, uyumak için tekrar işe giderler. Genellikle neyin mümkün olduğuna dair fikirlerini bu rutin içinde oluştururlar. Sistemi kökünden değiştirmek isteyenler bile bu durumun değişmeyeceğini yarım kabul eder hale gelebilirler. Yarattığı acı, Afganistan'da olduğu gibi binlerce kilometre ötede olsa bile savaş bu rutini bozar. Sosyal ve politik gelişmeler inanılmaz bir şekilde hızlanır. Birkaç gün önce akla bile gelmeyen şeyler düşünülmeye, planlanmaya başlanır. Sınıflı toplumlarda özellikle de kapitalist toplumlarda savaşlar korkutucu bir düzenlilikle ortaya çıkarlar. Kuzey İrlanda'yla uzunca zamandır süren savaşa yakın çatışmaları dışında tutarsak, sadece geçen 19 yıl içinde İngiltere'nin parçası olduğu dört savaş yaşandı. Savaşın garip mantığı, kapitalizmin genel mantığının bir parçası. 19 yy. Alman askeri teorisyenlerinden Von Clausewits'in de ifade ettiği gibi, savaş, politikanın diğer araçlarla devamıdır. Öncesinde fiyat kırma, teknik gelişmişlik, reklamlar, açıkça ayak oyunları metotları kullanarak egemenlik mücadelesi veren aynı yönetici gruplar şimdi ulusal onur ve insan hakları gibi laflar kullanarak kaba güç kullanırlar. Araba modellerini veya ürettikleri malları göndermek yerine tanklarını ve bombalarını yollarlar. Aynı amaçları, farklı yöntemlerle hayata geçirirler. Ancak savaş yöntemi her şeyin çok daha hızlanmasına yol açar ve bu süreç büyük bir belirsizlik yaratır. Birbirleriyle ekonomik rekabet içindeyken kapitalist gruplar genellikle pazarı dikkatli bir şekilde test ederek kendi satış alanlarını hazırlayarak yeni ürünleri piyasaya sürerler. Bazen korkunç yanlış hesaplar yaparlar. Son dönemde Marconi'nin tam piyasa doygunluğa ulaşırken yüz milyonlarca doları telekom ve ileri teknoloji yatırımlarına akıtmasında olduğu gibi. Ancak süreç çark etmeye ve bütçelerini yeniden toparlamaya yetecek kadar yavaş ilerler. Buna karşın kapitalist devletler silahlı bir çatışmaya girmeksizin silahlarının etkinliğini ve ordularının manevra yeteneğini gerçekten test edemezler. Yalnızca gerçek bir savaş durumunda kendi güçlerini rakipleriyle karşılaştırma durumuna sahiptirler. Bir keresinde Napolyon'un da ifade ettiği gibi, "Düşmanla ilk karşılaşmadan sonra ayakta kalan hiçbir savaş planı yoktur." Bunun anlamı büyük yanlış hesapların kaçınılmaz olduğudur ve bu yanlış hesapların bedeli mutlak bir yenilgi olabilir. Bir hükümet tarafından gücünü arttırmak üzere önceden hesaplanmış bir girişim olarak başlayan durum, sahip olduğu gücü ciddi bir şekilde tehdit eder hale gelebilir. Bu nedenle bir kez savaş başladığında orijinal savaş hedefleri neredeyse unutulabilir. Askeri eylemin hızını sürdürebilmek kendi başına bir amaç halini alır. Bu hızı sürdürmenin yollarından birisi ulusal ekonomi üzerinde çok ciddi bir basınç oluştursa da savaşa aktarılan kaynakların çok yoğun bir şekilde arttırılmasıdır. ABD'nin Vietnam'a karşı savaşı sırasında bu süreç 'hedef sapması' olarak adlandırılmaya başlandı. Önce birkaç yüz askeri 'danışmanın' gönderilmesiyle başladı ve 500 bin kişilik bir işgal ordusu ve askeri bütçede korkunç bir artışla sonuçlandı. Diğer yol ise savaşı gerçekleştirmek için eski düşmanlar da dahil olmak üzere bir ittifaklar koalisyonu oluşturmak. Ancak ittifaklar politikası arttıkça, savaşın yürütülmesi konusundaki günlük kararlar üzerindeki kontrol azalır. Çünkü, ne zaman ilerleneceği veya geriye çekileceği ya da çatışmaya girilip girilmeyeceği gibi konularda bu ittifak güçleri kendi bağımsız kararlarını alabilirler. Dahası, koalisyona katılmak için talep ettikleri, savaştan nihai olarak elde edilen kazanımdan daha büyük olabilir. Savaşlar genellikle freni çalışmayan bir arabanın dağdan aşağı inmesine benzer. Direksiyondakiler korkunç bir kazadan kaçmak için amansız bir çaba sarf ederken, asıl amaçlarının ne olduğunu unuturlar. Olaylar çok hızlı gelişir, beklenmedik dönüşler ve engellerle karşılaşılır, bunlar da riskleri artırır. Geçen aylarda bunların çoğunu gördük. ABD emperyalizmi 11 Eylül sonrası savaşa karar verdi. Çünkü biliyordu ki küresel prestijine büyük bir saldırı olarak gördüğü bu duruma karşı verilecek başka tepki yoktu. Dünyadaki herkese ve heryere kendisine karşı çıkanların korkunç bir şekilde cezalandırılacağını göstermek zorundaydı. Son 15 yıl boyunca Grenada, Nikaragua, Panama, Irak ve Sırbistan'a yaptığı saldırılarda olduğu gibi küresel hegemonya iddiasını yeniden kabul ettirmek üzere bir adım daha attı. Ancak çok sayıda çelişkiyle karşı karşıya kaldı. Diğer güçlerin yardımı olmaksızın Afganistan'da hızlı bir başarıyı bile garantileyemedi. Taliban'a kuzeyden saldırabilmek için Rusya'yı aynı tarafa kazanmak zorunda kaldı. Böylece Orta Asya'nın tümü üzerinde Putin'le stratejik bir anlaşma yapmaya çalışarak bazı çıkarlarından olası bir şekilde vazgeçti. Keşmir üzerindeki çıkar çatışmalarına ve birbirlerine nükleer silahları çevirmiş olmalarına rağmen bir şekilde Hindistan ve Pakistan'ın desteğini kazandı. İsraillileri de üzmeden Arap devletlerini yanına çekmek için Filistinlilere destek verecek gibi davrandı. Ve nihayet Kabil'de Taliban'ı bitirmek için Afganistan'da istikrarsızlığın yeniden yaratılması korkusuna rağmen ağırlığını Kuzey İttifakı'ndan yana koydu. Böylece Taliban'ı Kabil'den çıkarmak için yapılanlar başka yerlerde çok sayıda komplikasyonlar yarattı. Atlantik'ten Bengal'e kadar bütün bölgeler öncesinden daha istikrarsız. Ancak ABD, New York ve Washington'a karşı intihar saldırılarına yol açan öfkenin büyüdüğü toprakların Afganistan değil; dünya petrol rezervlerinin yüzde 25'inin üzerinde oturan bir kaç yüz kilometre uzaktaki Suudi Arabistan olduğu gerçeğinden kaçamaz. Bu arka plan dahilinde Washington'daki önemli sesler ABD'nin gücünü gerçekten gösterebilmesinin yolunun, savaşı Somali veya Irak'a doğru genişletmesi olduğunu söylüyor. Hedef sapmasının mega ölçekteki bir versiyonu, istikrarsızlığın çok daha fazla artmasına neden olacaktır. Yaşadıklarımız kapitalist savaşın tuhaf ve yıkıcı mantığının son örneği olmayacak gibi görünüyor. Antikapitalist; Sayı 13; Ocak 2002
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||