Güncelleme:
12.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


CHP: Dünden bugüne

Cem Uzun

CHP Kurultayı sırasında gerçek koltuklarla yapılan koltuk kavgası, CHP’ye hiç de sıcak bakmayan sosyalistlerin bile canını sıktı.

AKP hükümeti fabrika kapatmalar, özelleştirmeler ve sosyal sigorta talanı ile işçi sınıfına saldırırken ana muhalefet partisinin kendi kendini yemesine tanık olduk. Dahası başkanlık için kavga eden adayların bu saldırılar ve AKP Hükümeti’nin nasıl durdurulacağı konusunda edecek tek bir lafları bile yoktu.

CHP, her ne kadar Solun ciddi bir kesimi tarafından “düzen partisi” olduğu gerekçesi ile Sol dışında tutulsa da, hem Sağ çevrelerde hem de işçi ve yoksullar arasında hala yaygın olarak en büyük Sol parti olarak görülür. Dolayısıyla, “satılmış” damgasıyla CHP’nin defterini kapatmak, yeterli olmadığı gibi ön açıcı da olmuyor. CHP’nin yaşadığı sürecin politikalarını anlamamız ve sola çeken bir muhalefetin örgütlenmesinde ön açıcı politikalar geliştirmemiz gerekir.

CHP reformist bir parti mi?

CHP, Mustafa Kemal diktatörlüğünün bir aracı olarak kuruldu. Halk Fırkası’ndan sonra Cumhuriyet Halk Fırkası adını aldı. Resmi tarih HF’nin kuruluşunu 1919 Sivas Kongresi’ne dayandırır. Halbuki Sivas Kongresi, İttihat ve Terakki tarafından kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri tarafından yapıldı. HF’nin asıl kuruluşu TBMM’nin açılması ve bütün adayların Mustafa Kemal tarafından belirlendiği seçimler sonrasına rastlar. Bir grup milletvekili Ağustos 1923’de HF’yi kurdular. Mustafa Kemal bu şekilde hem Meclis üzerindeki egemenliğini sağladı hem de bağımsızlık savaşının bütün mirasına el koydu.

HF ile parti dışında bırakılanlar arasında herhangi önemli bir fikir ayrılığı olmamıştır. Daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuranlar da aynı ideolojik formasyona sahiptiler. HF programının ikinci umdesi (ilkesi) “Hilafetin en yüksek dini makam olarak korunacağı”nı belirtir. Bu madde 1927’ye kadar değiştirilmemiştir!

Kuruluşundan sonra CHP ve Mustafa Kemal’in Türk Devletini yönetimi bir ve aynı şey olmuştur. CHP, köy muhtarlığı seçimlerini bile belirliyordu. 1930’lara gelindiğinde bölge genel müfettişleri hem parti teşkilatının hem de devlet işlerinin denetçisiydiler. Parti başkanı ve Cumhurbaşkanı aynı kişiydi.

CHP ve çok partili dönem

1908 sonrası ilk (göreceli) serbest seçimler 1950’de yapıldı. CHP seçimlerden büyük bir yenilgi ile çıktı. Yine resmi tarih bu genel seçimleri bir tür karşı-devrim gibi sunmaktadır. Ne var ki Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti oyların yüzde 54.4’ünü aldı. CHP’nin çıkarttığı 69 milletvekilinin nerdeyse hepsi Doğu Anadolu aşiretlerinin oyları ile seçilmişti. Seçim öncesinde grev hakkını vaat eden Demokrat Parti idi. İktidara gelince bu vaadini unutmasına rağmen CHP iktidara geldiği 1924’den beri işçi örgütlenmelerine karşı baskı uyguluyordu.

Menderes Hükümeti’nin bir sağa kayışı temsil ettiği fikrinin temel dayanakları olarak şunlar söylenir: Türkiye’nin NATO üyeliği, ekonomik liberalizasyon, ağır sanayi yatırımlarını teşvikten tarıma dayalı üretime geçiş. Halbuki, CHP Hükümeti bütün politikaların adımlarını 1950 öncesinde atmıştı. Türkiye’nin IMF üyeliği 1947’ye dayanır. CHP bu amaçla devalüasyona gitmişti. İnönü Hükümeti, NATO 1948’de kurulur kurulmaz katılım yollarını aradı. CHP, serbest piyasacı önlemler alınması ve tarıma dayalı üretimin geliştirilmesi kararlarını 1947 Kongresi’nde almış ve bunların Kalkınma Planı’na dahil edilmesini onaylamıştı. Bu önlemler 1948’de yapılan 2. İktisat Kongresi’nde onaylandı.

Menderes Hükümeti iktidara gelince CHP’nin muhalefeti, NATO üyeliği gibi “gerici” adımlara karşı değildi, çünkü bunlar zaten CHP politikalarıydı.

Demokrat Parti’nin CHP’nin sağında değil hatta solunda yer aldığı tartışılabilir. Ancak gerçekte iki partinin temel politikaları arasında hemen hiç bir fark yoktu. Buna karşın, Türkiye’deki demokrasinin sınırlığını göz önünde alınırsa Demokrat Parti döneminin, CHP tek parti diktatörlüğünden daha demokratik olduğu söylenebilir.

27 Mayıs 1960

1960 darbesi Menderes Hükümeti’ni düşürdü. Ordu yönetimi devraldı ama bunun dışında herhangi bir değişiklik olmadı. 27 Mayıs darbesini yapanlar, ilk açıklamalarından birinde NATO’ya bağlılıklarını ifade ediyorlardı.

CHP geleneğine yakın olan aydınların çoğu 27 Mayıs darbesini desteklediler. Darbenin Türkiye politik hayatına bıraktığı tek kalıcı ve anayasal kurum Milli Güvenlik Konseyi oldu. Bununla birlikte kurulan OYAK, orduyu Türkiye’nin en büyük üçüncü sermaye grubu haline getirdi.

1960’lardaki diğer ciddi gelişmeler darbenin değil gelişen sınıf mücadelesinin eseri olacaktı. Kendinden önceki ve sonraki anayasalara göre daha demokratik olan 1961 Anayasası, grev hakkını vaat etmişti. Ancak bu vaadi gerçekliğe dönüştüren fiili olarak yapılan grevler oldu.

CHP’nin oyları 1961 seçimlerinde yüzde 36.7’ye çıkarken 1965’de yine yüzde 28.7’ye geriledi. Demokrat Parti’nin devamcısı olan Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi ise oyların yüzde 52.9’unu aldı.

CHP’de 1965 seçim yenilgisinden sonra bir değişim süreci yaşandı. Bülent Ecevit yenilgiyi açıklayan bir dizi ders çıkarmanın yanı sıra yeni bir strateji önerdi. Yükselen sınıf mücadelesi ve Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerindeki başarısı Ecevit’i, CHP’yi bir sosyal demokrat partiye dönüştürmeye itti. Ecevit seçim sonrasında, ünlü “Ortanın Solu” kitabını yayınladı. Ecevit, “CHP'yi ortanın solu yolunda reformculukta yeteri kadar cesur, kararlı ve ileriyi görmeyen bazı CHP'lileri” seçim yenilgisinden sorumlu tutuyordu.

Süleyman Demirel Hükümeti yükselen grev dalgasına karşı sendikalara saldırdı ve DİSK’i kapatma kararı aldı. İşçi sınıfı ise 15-16 Haziran 1970’de sokağa dökülerek Türkiye sınıf mücadele tarihinin en önemli direnişini gerçekleştirdi.

CHP lideri İnönü 12 Mart 1971 darbesinin yanında yer aldı. Bülent Ecevit’in darbeye karşı çıkşı ise yaygın bir saygı kazandı. Ecevit Mayıs 1972’de CHP’nin yeni parti lideri seçildi.

Artık karakteri değişen CHP, tek parti diktatörlüğünün CHP’si değildi. İşçi sınıfı için yeni bir politik ev haline gelmişti. İşçilerden destek ve oy aldığı gibi işçilerin umutlarını temsil ediyordu. 1970-76 arasında 658 yasal grev yapıldı.

Bülent Ecevit 1976’da yaptığı bir konuşmada, ”Kurtuluşun tek yolu vardır. İşçilerin bir demokratik sendika hareketiyle birleşmesi ve işçi hareketinin bir demokratik sol hareketle bütünleşmesi” diyordu. Bu sözler değişimin ne yöne doğru olduğunu ifade ediyor.

Ecevit liderliğindeki CHP yükselişe geçmişti. CHP Haziran 1977’de yapılan genel seçimleri oyların yüzde 41.4’ünü alarak kazandı. Ecevit’in faşist terörü durduracağına dair de yaygın umutlar söz konusuydu. O dönemde Ecevit’e “Karaoğlan” türkülerinden plak yapılması, giydiği mavi gömleğin, bıyık şeklinin Sol’un simgeleri haline gelmesi, umudun ne denli yükseldiğini gösteriyor.

Ne var ki bütün reformist hükümetlerde olduğu gibi CHP Hükümeti tam bir hayal kırıklığı yarattı. Faşist saldırılara karşı Ecevit’in tek geliştirdiği taktik, üniversitelere bir gün Solcu öğrencilerin diğer gün de Faşist öğrencilerin gitmesi şeklinde oldu. Ecevit bu şekilde Solu hedef haline getirdi. Faşistler üniversiteleri hangi gün bombalayacaklarını biliyorlardı. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’ne yapılan bir bombalı saldırıda yedi öğrenci öldürüldü.

Ecevit, işçi ücretlerini yüzde 22.8 azaltan IMF İstikrar programını da imzaladı. 1970’lerdeki en büyük ücret kesintileri Ecevit Hükümetleri sırasında yaşandı. Bu dönemin yarattığı hayal kırıklığı ve demoralizasyon 12 Eylül 1980 darbesine giden yolun taşlarını döşedi.

12 Eylül darbesinin yarattığı baskı dönemini kıran ve yeni bir mücadele dalgasıyla yolu aydınlatan 1989 Bahar eylemleri oldu. İşçi mücadeleleri 1980 darbesinin çaldıklarını sadece geri almakla kalmadı, CHP’nin devamcısı olan SHP’yi de siyasi bir odak haline getirdi.

SHP 1989’da yerel seçimlerin birinci partisi oldu. Başarının en önemli göstergelerinden biri, İstanbul ve Ankara belediyelerini kazanmasıydı. 1991 genel seçimleri 12 Eylül’ün çocuğu olan ANAP’ın yenilgisini beraber getirdi. Genel Seçim sonunda SHP lideri Erdal İnönü ve DYP lideri Süleyman Demirel bir koalisyon hükümeti kurdular. Yükselen sınıf mücadelesi ve umutla iktidara çıkan sosyal demokratlar yine hayal kırıklığı yaratacaktı.

1994’de SHP lideri Murat Karayalçın, IMF istikrar paketine imza attı. 6 Nisan kararları işçi sınıfına ve yoksullara ciddi bir saldırıyı temsil ediyordu. SHP’nin iktidarına gelmesinde HEP ile ittifakının önemli bir rolü olmuştu. SHP liderliği, aralarında Leyla Zana’nın da bulunduğu HEP’li milletvekillerini hızla yalnız bıraktılar. SHP/DYP Hükümeti sırasında faili meçhul cinayetler ve işkence olaylarında çok ciddi bir tırmanış yaşandı. HEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve hapse atılmaları karşısında SHP liderliği sesiz kaldı.

SHP’nin IMF’ci politikalarına karşı yanıt işçilerden geldi. Yaygın bir grev dalgası IMF istikrar programını çöpe attı. Bu gelişmeler sonunda koalisyon hükümeti krize girerken 1995 seçimlerinde Refah Partisi “Adil Düzen” söylemi ile seçimlerden zaferle çıkıp DYP ile koalisyon kurarak iktidara geldi.

Yeniden CHP’ye dönüşen SHP kaybolmuştu. CHP, Deniz Baykal liderliğinde sert bir sağ dönüş yaptı. Kasım 2002’de Dünya Bankası eski yöneticilerinden Kemal Derviş ile seçimlere giren CHP asıl olarak laik cepheci seçmene yöneldi.

“Solcu” Ecevit ve Karayalçın, IMF programlarına imza atarak işçi sınıfından uzaklaşmışlardı. “Yeni CHP” ise küreselleşmeci, özelleştirmeci bir eksene oturmuştu ancak yine açıkça işçi sınıfının karşısında konumlanmıyordu.

CHP, tek parti diktatörlüğünden sosyal demokrasiye oradan da Tony Blair ve Gerhard Schröder’in peşinden sosyal liberalizme kaydı. Herhalde tek fark CHP’nin son dönemde iktidara bile gelememiş olmasıdır.

Baykal’a alternatif var mıydı?

Deniz Baykal’a kafa tutan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve bu kurultayda başkanlık yarışına girmeyen Livaneli liberalizme doğru sağa kayışa bir alternatif değildiler. Baykal’ın savunulacak hiç bir tarafı yok ve zaten amacımız da onu savunmak değil. Ama Sarıgül’ün Baykal’ın bile sağına düşmeyi başardığına dikkat çekmemiz gerekiyor. Sarıgül, CHP’nin 1 Mart 2003’de teskereye karşı oy kullanmasını eleştirecek kadar ileri gitti. CHP liderliği konusundaki kavganın vahameti adaylar arasında gerçek bir farkın olmamasından da kaynaklanıyor. Benzeri bir çatışma şu sıralar İngiltere İşçi Partisi içinde Tony Blair ve Maliye Bakanı Gordon Brown arasında sürmektedir. Bu ikisi de aralarında politik bir farklılık ortaya koyamadıkları için birbirine çamur (veya sandalye) atmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

“Sosyal” kısmı bile tartışma konusu edilebilecek “sosyal liberal” CHP’nin hizip savaşlarında bir umut yok. Irak işgaline karşı muhalefet yok olmadı. SSK hastanelerinin kapatılmasına karşı yapılan gösteriler, işçiler arasında mücadele isteği olduğunu gösteriyor. Solun yeniden canlanması, bu mücadeleler ile farklı mücadeleler arasında bağ kurmasından geçiyor. Neo-liberalizme ve savaşa karşı alternatif olmak istiyorsak mücadeleleri ve birliği esas almalıyız.

CHP ve liderliği bu yolda bir katkı sunmayacaktır. Dolayısıyla çözümün değil aslında sorunun bir parçasıdır.

Antikapitalist; Sayı 31; Mart 2005

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön