Güncelleme:
10.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


“Üçkağıtçıların Son Sığınağı”

Yazar Samuel Johnson, muhafazakar İngiliz politikacı Edmund Burke’a yönelik şunları söylemişti: “Yurtseverlik üçkağıtçılığın son sığınağıdır”. Buna yurtseverliğin sıkışmış bir egemen sınıfın son sığınağı olduğunu da ekleyebiliriz.

1982’de Margaret Thatcher İngiltere tarihinin en nefret edilen başbakanıydı. Thatcher İngiliz bayrağına sarıldı, 900 genç Arjantinli ve 350 İngiliz askerinin hayatına mal olan Falklands Savaşı’nı açtı ve 1983 genel seçimini kazandı. Bu savaş galibiyetini İngiliz işçi sınıfına da savaş açarak sürdüren Thatcher bir yıl süren bir grevden sonra madencileri ve bir dizi başka sınıf mücadelesini yenilgiye uğrattı.


Aşırı sağ besleniyor

Türkiye’de de hükümetler sıkıştıkça milliyetçiliği özendiriyorlar. Demokrat Parti 1950’de büyük bir farkla seçildi. 1955’de hükümet ekonomi alanında sıkıntılar yaşayınca Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde bir bomba patladı. Bu bombanın hükümet ajanları tarafından yerleştirildiğine kesin gözüyle bakabiliriz. Bu patlama 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’daki Rum kökenli vatandaşlara karşı etnik temizliğin bahanesi yapıldı. Demokrat Parti’nin provokasyonu ne ilk ne de son olacaktı. İster sosyal demokrat ister sağ hükümetler olsun milliyetçiliği körüklemekten geri kalmadılar.

Bülent Ecevit’in Abdullah Öcalan’ın tutuklanması etrafında körüklediği milliyetçi histeriden kazançlı çıkan güçler de hep aynı olmuştur: Aşırı sağ. MHP 1999 seçimlerinde tarihinin en iyi sonucunu aldı. %19’luk seçim sonucu Ecevit’in MHP’ye bir hediyesiydi.

Şu anda bayrak etrafında yaratılan kriz Mersin’de başlamadı. Mersin olayından önce Orhan Pamuk’a karşı ve Ermeni sorunu konusunda kampanyalar vardı, Metal Fırtınası kitabı da yayınlanmıştı.

Orhan Pamuk 30 bin Kürt ve 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü söylediği için hışma uğradı. Türkiyeli tarihçiler dahil çok sayıda tarihçi aynı şeyi söylemiştir.

OHAL bölgesindeki çatışmalardaki resmi ölü sayısı 30 bin olarak gösterilmekte. Bunun 5 bini güvenlik gücü veya köy koruyucusudur. Tabi ki köy koruyucularının da büyük bir kısmı Kürttür. 1. Dünya Savaşı’nda Anadolu’da 1,5 milyon Ermeni vardı. Savaş sonunda bu rakam sıfırlanmıştı.

İstikrarsızlık

Pamuk etrafında yaratılan fırtına yazarın söylediklerinden kaynaklanmıyor. Türkiye egemen sınıfının içinde bulunduğu istikrarsızlık nedeniyle egemen sınıfın bir kesimi milliyetçi bir kampanya başlatma ihtiyacını hissediyorlardı, bunu da bir fırsat olarak kullandılar.

Yeni TCK da aynı sorunun bir belirtisidir. Uzun bir süreden beri hazırlanmaya çalışılan TCK “derin devletin” yeniden güçlenme çabasına denk düşüyor.

Kasım 2002 seçimlerinden sonra geleneksel partilerin uğradığı ağır yenilgi derin devleti savunma pozisyonuna geri itmişti. Seçim sonucu AKP hükümetine bir dizi yasal düzenleme (AB’ye uyum) yapma fırsatı verdi. Ordunun, bürokrasinin ve bunlarla ilişkili kapitalistlerin çıkarları bu değişimlerden etkilendi. 2002 seçim sonucu 2001 krizine bir tepkiydi. Ancak AKP zaferi bir dizi çelişkiyi de içinde barındırıyordu. AKP’nin tabanını oluşturan yoksullar yaşamlarında bir değişim beklentisi içine girdiler. Ancak AKP kendisine oy verenleri daha da yoksullaştıracak olan neo-liberal ekonomik programları uyguladı.

AKP ekonomi ve siyaset alanında iç içe geçmiş bir krizin içinde. Bütün toz pembe senaryolara rağmen devasa bir ticaret ve bütçe açığı, iç ve dış borç yeni bir krizin ancak habercileri. Yaratılan iyimser hava sadece krizi erteliyor. YTL aşırı değerliyken Türkiye’ye sıcak para girişleri yaşanıyor. Ufak bir değişim bile bütün bu faktörlerde bir çöküş yaratabilir. Bu kriz uzunca bir süre ertelense bile hükümet IMF ve AB’nin basıncı altında. AKP işçi sınıfı kazanımlarına saldırmaya devam etmek zorunda. Derin devletin çıkarlarına da dokunmak zorunda. Hükümet aynı zamanda geniş Orta Doğu ve Güney Afrika projesini daha etkin bir şekilde destekleme konusunda ABD’den baskı görüyor. AKP’nin barındırdığı çelişki 1 Mart 2003 tezkeresinde su yüzüne çıktı. AKP burada tabanının baskısını hissetti. Şimdi ABD daha fazlasını istiyor. AKP de daha fazlasını veriyor, ancak bunun politik sonuçlarından da korkuyor.

AKP’ye rakip

AKP bir süre bu farklı basınçlar arasında denge politikası izleyebildi. Ancak artık aldığı desteğin de kayıp gittiğini görüyor. Egemen sınıf içinde AK partiye rakip olan güçler milliyetçi kartı oynayarak hükümetin altını oymaya umut ediyorlar. Avrupa’da da sık sık olduğu gibi hükümet milliyetçilerden daha milliyetçi olarak kendini savunmaya çalışıyor. Bu süreçten ancak aşırı sağ güçlenir. Fransa’da da yaşanan budur.

Yukardan milliyetçi dalganın yaratılmak istenmesi kriz korkusuna bir tepkidir.

Milliyetçi dalga kendiliğinden gelişmiyor bilinçli bir şekilde yukarıdan körükleniyor. Derin devlet medyanın düğmesine bastı, askeri yetkililer de bir dizi beyanatta bulundu. Aşırı sağın geleneksel partisi MHP bu fırsatı değerlendirerek 2002’de kaybettiği desteği geri kazanmaya çalışıyor. DYP de aynı yolu izliyor.

Bayrak krizine histeriyi körükleyen medyanın çarpık aynasından bakmak hatalıdır. “milliyetçi tepki” polisin esnafı bayrak asmaya zorlaması örneğinde görüldüğü gibi ya doğrudan baskıyla yada her zaman hazır ve nazır olan MHP’liler tarafından oluşturuldu.

Solun tepkisi ise çok sınırlı ve zayıf kaldı. 200 aydının deklarasyonu bir dizi zaafı içermesine rağmen önemli bir adımdı. Ancak sol bunu bir kampanya olarak başlatıp sürdürmedi.

Bayrak neyi temsil ediyor?

ABD, İngiltere ve İsrail bayraklarının bir baskı sembolü olduğunu herkes kabul ediyor. Dünya’nın her tarafında yapılan gösterilerde bu bayrakların yakılması kimseyi şaşırtmıyor. Ancak bir Filistin bayrağı yakılacak olsa rahatsız oluruz. Filistin hükümeti ne kadar uzlaşmacı da olsa bayrak ulusal bir kurtuluş mücadelesini temsil ediyor. Milliyetçi sağın işinin bu kadar kolay olmasının nedeni Türkiye bayrağını ikinci kategoride algılama eğiliminin yaygın olmasından kaynaklanıyor.

Türkiye bayrağı bir kurtuluş mücadelesini mi temsil ediyor? Resmi ideoloji Türkiye’nin yabancı düşmanlar tarafından tehdit edildiği ve kurtuluş mücadelesinin devam ettiği şeklinde. Halbuki Türkiye egemen sınıfı 1923 sonrasında emperyalizmle uzlaştı ve emperyalist hiyerarşinin içinde kendine yer açmaya girişti. Türkiye tam da bu nedenle kurulur kurulmaz NATO’ya ve Dünya Bankasına katılmak için başvurdu.

Türkiye bir sömürge veya yarı sömürge değil. Egemen sınıf Türkiye’yi komşuları üzerine egemenlik kurmaya çalışan bölgesel bir güç haline getirdi. Sadece son dönemde defalarca Irak’ta operasyon yapıldı, Kıbrıs işgal edildi, Azerbaycan’da darbe girişiminde bulunuldu, Suriye’nin suyu da sürekli kesilmekle tehdit ediliyor. Dolayısıyla komşularımız açısından Türkiye bayrağı bu girişimleri temsil ediyor.

Bu ülkenin vatandaşları açısından bayrak devleti temsil ediyor. Bayrak etrafında yaratılan histeriye karşı çıkanlar bayrağın üstüne bir çocuğun bastığına vurgu yaptılar. Peki ya bir yetişkin yapsaydı bunu? Bu yetişkin Kızıltepe’de öldürülen Uğur’un annesi olsaydı? Ya da yakıp yıkılan bir Kürt köyünün sakinleri? 12 yaşında bir çocuk bayrak için öldürülüyorsa, Kürt köyleri bayrak için yakılıp yıkılıyorsa bu bayrağa karşı bir tepkinin gelişmesi hiç de şaşırtıcı değildir.

Mersin’de bayrağın üstüne basanın bir çocuk olmasının önemi ne yaptığını bilmiyor olması değil, yaratacağı sonuçları doğru hesap edememesidir. Başkalarının sessiz kaldığı noktada bir çocuğun “anne bak kral çıplak” demesi sadece çocuğun bu gerçekliği görmesinden değil (ki herkes görüyor) çocuğun henüz doğruyu açıklamanın yaratacağı sonuçlardan korkacak bir deneyiminin olmamasındandır.

Durdurulamaz bir dalga mı?

Milliyetçi dalga ne kaçınılmaz ne de durdurulamazdır. 2002’de geleneksel partilerin çöküşü bunu gösterdi. Seçmen şimdi AKP’den de hayal kırıklığına uğradığı için ya milliyetçiliğe geri dönecek yada daha radikal bir alternatife doğru ileri atılacak. Ancak böyle bir alternatifin olması gerekiyor.

Murat Belge gibi aydınlar sadece bilinçli bir aydın kesimin gerici dalgaya karşı çıkacağını söylüyorlar. Bu çok elitist bir yaklaşımdır. Doğrudur, sendikal liderlikler ve üyelerinin büyük bir kısmı milliyetçi dalgayı kabul ediyorlar. Ancak bu ne kaçınılmazdır ne de kalıcı.

Karl Marks işçilerin vatanı yoktur derken ulusal bir bayrağının da olamayacağını işaret ediyordu. Bayrak sallayanlar, işçi sınıfını ve solu Türkiye egemen sınıfının ve milliyetçiliğin etrafında toplayarak, geri itmeye çalışıyorlar.

Romen işçiler Çavuşesku diktatörlüğüne karşı ayaklandıklarında ilk yaptıkları iş ulusal bayraklarının ortasında diktatörlüğü temsil eden sembolü kesip çıkarmak oldu. Bu eylem de çelişkiliydi. Çünkü diktatörlük simgesi kesilip çıkarıldıktan sonra bayrak işçi sınıfı bayrağı haline gelmedi. Çavuşesku’yu deviren isyanın Timosoara’daki etnik Macarlarla bir dayanışma hareketi olarak başladığını unutmamamız gerekiyor.

Şu anda Irak’ta 100 bini aşkın kardeşimizin ölümüne neden olan emperyalist işgale karşı mücadele bir aciliyet sergilemektedir. Bizim için emperyalizme karşı mücadele evimizde başlıyor. Bunun anlamı da bölgede emperyalizmin jandarmalığını oynayan egemen sınıfın hırsına karşı çıkmaktır. Bu karşı çıkışın gereği de çok nettir. Türk milliyetçiliği, yurtseverlik yada başka adlar altında sunulan Türk milliyetçiliği ile hiçbir şekilde ilişkimiz olamaz.

Antikapitalist; Sayı 32; Mayıs 2005

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön