Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Devrimin Kalp Sesleri: Kitle Grevi“Kah büyük bir dalga gibi bütün imparatorluğu kaplar, kah küçük çaylardan oluşan devasa bir ağ gibidir. Kah kaynak suyu gibi yeraltından fişkırır, bazen de yeraltında tümüyle kaybolur. Politik ve ekonomik grevler, kitlesel ve kısmi grevler, bir sektörü ya da şehri kaplayan grevler, ücret için barışçıl grevler,... sokak katliamları,... barikatlarda mücadele... Bütün bunlar birbirinin içinden geçiyor, yanyana akıyor, yolları kesişiyor, birbirine doğru akıyor, birbirinin içinden çıkıyor. Durdurak bilmeden hareket eden, değişime uğrayan olağanüstü bir olaylar (fenomen) denizi.” 1891 ve sonrasında Belçika işçi sınıfının oy hakkı etrafında verdiği kitlesel mücadeleleri ve 1905 Rus Devrimi’ni yakından inceleyen Rosa Lüksemburg, bu edebi benzetmelerle kitle grevlerinin sınıf mücadelesi için ne kadar önemli olduğunu ifade ediyordu. İşçi sınıfının devrim silahıRosa Lüksemburg’un yaşadığı dönemde yaygın olan anlayış, grevi, işçilerin haklarını savunmak için zaman zaman kullanacağıi bir araç olarak görüyordu. Grev, sendika yetkililerinin karar vereceği ekonomik taleplerle sınırlı bir mücadele aracı idi. Düzene karşı politik mücadelenin işçi sınıfını temsil eden partiler tarafından verilmesi doğal görülürdü. Bu mücadelenin platformu da parlamento idi. Sosyalizme parlamentodan yasalar çıkararak ulaşılacaktı. Alman sosyal demokrat partisi SPD ve sendikalarda hakim olan reformist yaklaşım, işçi sınıfının kendiliğinden eylemini, kaçınılması gereken korkutucu bir olgu olarak görüyordu. Lüksemburg tüm bu anlayışlara karşı tartışmaktaydı. İşçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olabileceğindan hareketle baktığı yer parlamento değil işçi sınıfıydı. Kapitalizmi yıkacak, sosyalizmi kuracak güç ancak sınıfın kitlesel eyleminde saklıydı. Kitle grevini kapitalist düzene karşı işçi sınıfının silahı olarak görmekteydi. Burjuva devrimlerinin aksine işçi sınıfının iktidar alması barikatlarda birkaç günlük çatışma ile gerçekleşmiyor. Çatışma ile politik erki ele geçirmek devrimin bir parçası ancak patronlardan ekonomik gücü koparmak bir mücadeleler sürecini gerektiriyor. Bu devrimci süreç içinde kitle grevleri işçi sınıfının iktidar mücadelesinin merkezi ve belirleyici bir faktörüdür. Rosa’nın ifadesiyle kitle grevi “devrimin kalp sesleri ve aynı zamanda en güçlü çarkı”dır. Lüksemburg 1906’da kaleme aldığı Kitle Grevi kitabında bu durumu şöyle ifade ediyor: “İşçi sınıfının kendisini eğitmesi, örgütlemesi ve devrimci mücadelenin seyrinde kendine önderlik etmesi gerektiği, devrimin sadece kurulu devlet gücüne karşı değil kapitalist sömürüye karşı yöneldiği günümüzde, kitle grevi en geniş proleter yığınları mücadeleye çekmenin onları devrimcileştirmenin ve örgütlemenin doğal yöntemidir... Kitle grevi proleteryanın devrimci mücadelesinin aldığı ilk kendiliğinden şekildir. Emek ve sermaye arasındaki çelişkiler geliştikçe, kitle grevinin gücü ve belirleyiciliği de artar.” Lüksemburg burda hareketin kendiliğindenliğine dikkat çekiyor. Kitle grevleri doğrudan sendika yetkililerinin ya da başkalarının iradesine bağlı değildir. Arzulandığı anda şapkadan tavşan gibi çıkarılamaz. Aksine sınıf mücadelesinin kendiliğinden bir patlamasıdır. Sendika yöneticilerinin elinde istemeselerde kullanabildikleri bir piyon değildir. “Proleter kitlelerin hareket biçimidir.” Ekonomi ve politikanın birliğiLüksemburg, işçi sınıfın ekonomik ve politik mücadelesi arasında bir çin setti örmeye çalışanlara karşı şunları yazar: “Hareket sadece bir yöne yani ekonomik mücadeleden politik mücadeleye doğru gitmez, tam tersi bir yöne doğru da akar. Her önemli politik mücadele doruğa ulaştıktan sonra bir dizi ekonomik kitle grevlerine yol açar... Ekonomik mücadele işçi sınıfının devamlı güç aldığı bir kaynaktır ki politik mücadeleler tam da bu kaynaktan yeniden beslenir... Kısaca ekonomik mücadele bütün hareketi bir politik odaktan diğerine ilerleten faktördür. Politik mücadele de tekrar tekrar ekonomik mücadele toprağına gübre atar. Neden ve sonuç her an yer değiştirir.” Ekonomik ve politik mücadelelerin birliği ve birbirinden beslenmeleri tüm devrimci sürece damgasını vuran diyalektik bir ilişkidir. Kitle grevi silahı, sistemi temelinden sarsıp yıkarken, silahı taşıyan işçi sınıfını da dönüştürüyor. Mücadelesi ile kendisi arasındaki ilişki sınıfın bilinçlenme sürecidir. “Devrimci dalgasının keskin medceziri arasında en kalıcı olan, bu nedenle de en değerli olan proleteryanın manevi (yani bilincinin) gelişimidir.”Bu mücadele sırasında,“kendisi için sınıf olma” sürecini yaşamaktadır. İşçi sınıfı kurulu sömürü düzene kafa tutarken sistemle birlikle bütün zorlukları yenme gücü ve güveni kazanır. Geleceğe ışık tutuyorRosa Lüksemburg’un devrimci sürecin ekonomik ve politik kitle grevleriyle şekilleneceği tartışması 1906’ya ait veya geçmiş bir çağa ait bir tez değildir. Marks’ın “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” öngörüsü kadar geçerli ve günceldir. Kazanılsa da kaybedilse de işçi sınıfı mücadelelerinde, devrimci durumlarda kitle grevlerini görüyoruz. En belirgin örnek başarıyla sonuçlanan 1917 Rus Devrimi’dir. Ücret artışı ve sekiz saatlik işgünü etrafında başlayan kitlesel grevler, Şubat’ta Dünya Kadınlar Günü kutlamaları sırasında Çar’ın devrilmesine yol açtı. Bu mücadeleler Bolşevikler için bile bir süpriz oldu. Hareket kendiliğinden patlak vermişti. Ekmek isteyen kitleler mücadeleyi savaşa karşı genelleştirdiler. Fabrikaları ele geçirirken, ordu darbesini durdurdular ve iktidara yöneldiler. Başka ülkelerde gelişen kitle grevleriyle şekillenen devrimci süreçler kapitalist sistemi tekrar tekrar sarstı. Almanya 1918-23, İtalya 1920, Fransa 1936 ve yine 1968, Macaristan 1956, Portekiz 1974, İran 1979, Polonya 1980, Rusya ve Doğu Avrupa 1989. Kapitalizmin yeniden krize girdiği günümüzde Lüksemburg’un tarif ettiği süreç Endonezya’da ve Güney Kore’de işlemekte. Bugün kitleler özne olarak tarihi yapıyorlar. Endonezya’da Şubat ayında 25 kentte ayaklanan, Mayıs ayında kitlesel greve giden işçiler, parlamentoyu işgal eden öğrenciler Suhartoyu devirebileceklerini bilmiyorlardı. Devrim bir süreçtir. Endonezya’da bu devrimci sürecin Şubat’ta fiyat artışlarına karşı ayaklanmalar ile başladığını ancak geriye dönük olarak söyleyebiliyoruz. Başka bir coğrafyada bu süreç işten atılmalara, savaşa, özelleştirmelere, ordu müdahalelerine, çetelerin pisliğine karşı daha fazla demokrasi mücadeleleriyle başlayabilir. Bu nedenle, işçi sınıfının en bilinçli unsurları, Rosa Lüksemburg’un deyişiyle:“Devrimci bir durumun oluşmasını, kendiliğinden bir hareketin gökten inmesini, ellerini kollarını bağlayıp, kaderci bir edayla bekleyemezler. Tam tersine, şimdi gelişmeleri hızlandırmak için çabalamaları gerekiyor.” Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 1; Ocak 1999
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||