Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Ne İstiyoruz; Ne Yapmalı?Büyük bir hedefimiz var: Sömürüsüz, sınıfsız, ezen-ezilen olmayan, sınırların olmadığı bir dünya istiyoruz. İnsanların özgürce kendilerini gerçekleştirebilecekleri, birbirlerini ezmeden, sömürmeden yaşayabilecekleri, devlet, polis, ordu, cezaevleri gibi kurumlara ihtiyaç kalmayacak bir toplumsal sistem hayal ediyoruz. Her insanın temel ihtiyaçlarının kolaylıkla karşılandığı, insanların bireyci değil kolektif, çıkarcı değil paylaşmacı, rekabetçi değil dayanışmacı, saldırgan değil uzlaşmacı olmasını sağlayacak bir dünya istiyoruz. Ya barbarlık, Ya sosyalizmBöylesi bir toplum yaratmak için gerekli kaynaklara, bilgiye, üretim kapasitesine sahibiz. Ancak hayal ettiğimiz toplumu yaratma yolunda önümüzde büyük bir engel var: Kapitalizm. Birleşmiş Milletler'e göre, bugün sahip olduğumuz teknoloji, tarım alanları, emek gücü ve makineler kullanılsa dünya nüfusunun 11 katını besleyecek kadar yiyecek üretmek mümkün. Oysa her yıl birkaç yüz milyon insan yeterli yiyecek bulamadığı için ölüyor. Türkiye dünyanın en büyük 16'ıncı ekonomisi olmasına karşın insani gelişmişlik düzeyinde 174 ülke arasında 85'inci sırada bulunuyor. Ama yine de Türkiye'de silahlanmaya ayrılan para eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanlarına ayrılan paradan kat kat fazla. Peki kaynakların nasıl kullanılacağına kim karar veriyor? İçinde yaşadığımız sistemde kaynaklar, bilgi ve üretim bir avuç azınlık tarafından kontrol ediliyor, kararları onlar veriyorlar. Dolayısıyla sistem çoğunluğun değil, azınlığın çıkarlarına uygun olarak çalışıyor. Her şey yönetici sınıfın kâr etme önceliğine göre kararlaştırılıyor. Kâr ve rekabete dayalı kapitalist sistem işsizlik, açlık, yoksulluk ve savaşların ortaya çıkmasına neden oluyor. Zenginliği üreten büyük çoğunluk ürettiğinden gittikçe daha az pay alıp yoksullaşırken bir avuç yönetici zenginleşiyor. Kapitalistlerin uluslararası rekabeti, milyonlarca kişinin ölümüne neden olan savaşlara, ambargolara yol açıyor. Bu durum, Alman devrimci Rosa Lüksemburg tarafından geçtiğimiz yüzyılın başlarında şöyle özetleniyordu: "Ya barbarlık, ya sosyalizm." Sosyalizm, yani işçi sınıfının kolektif olarak bütün zenginliği, üretimde kullanılan her şeyi, üretimi ve dağıtımı kontrol etmesi, bu barbarlığın tek alternatifidir. Sosyalizm, işçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlediği toplumsal sistemdir. Bu sistemde bütün güçler (yasama, yürütme, yargı) ve üretim araçları (makineler, ofisler, bilgisayarlar vb) aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmiş işçi konseylerinin denetimindedir. İşçilerin konseylerdeki temsilcileri, ortalama bir işçinin ücretinden daha fazla ücret alamazlar. Sahip oldukları olanaklar ve yaşam koşulları ortalama bir işçinin sahip olduğundan daha fazla olamaz. Temsilciler, onları seçenler tarafından her an görevden alınabilirler. Bu sistemde düzenli ordu ve polisin yerini milisler alır. Yargıçlar da tıpkı temsilciler gibi seçimle işbaşına gelirler ve her an görevden alınabilirler. Sosyalist ekonomide öncelik insan ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. İhtiyaçlar, konseyler aracılığıyla belirlenirler. Bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için merkezi plan yapılır. İhtiyaçların belirlenmesi aşağıdan yukarıya doğru demokratik bir şekilde yapılacağı için mal ve hizmet çeşidi şimdikinden çok daha fazla olacaktır. Eğitim, bireylerin kendini gerçekleştirebilmesine yardımcı olacak şekilde düzenlenecek, rekabetin yerini dayanışma, sınavların yerini ortak projeler alacaktır. Aşağıdan sosyalizmİnsanlığın yarattığı zenginliğin çoğunluğun ihtiyaçları için kullanılmasını sağlayabilecek tek güç işçi sınıfıdır. Çünkü işçi sınıfı el koyacağı üretim araçlarını kolektif kullanmak zorundadır ve sınıfsal pozisyonundan vazgeçmeye hazır olan tek sınıftır. Sosyalizm ancak ve ancak işçi kitlelerinin kendi eylemiyle, bizzat bu kitleler tarafından kurulup korunabilir. Bunun dışındaki her çözüm, yine bir azınlığın iktidarıyla sonuçlanır. Bir toplumdaki günlük yaşamı kontrol eden güç o toplumdaki hakim fikirleri de belirler. Yüzyıllardır sömürü ve ezme ezilme ilişkisi içinde yaşayan, birbiriyle savaşan, bencil, çıkarcı, rekabetçi duygularla donatılmış insanların bir günde sütten çıkmış ak kaşık olması beklenemez. İşçiler de, tıpkı diğer toplumsal kesimler gibi, ırkçı, milliyetçi, mezhepçi, cinsiyetçi vb fikirlerin etkisi altındadırlar, yüzyılların pisliğini, yanlış fikirleri taşımaktadırlar. Bu pislik ancak günlük yaşamdaki altüst oluşlar sırasında kırılabilir ve hızlı bir değişime uğrayabilir. Marks, şöyle der: "Devrim zorunludur. Çünkü yönetici sınıfı başka yolla yıkmak mümkün değildir. Ancak devrimin zorunlu olmasının nedeni sadece bu değildir. Yönetici sınıfı alaşağı eden sınıf, kendisini yüzyılların pisliğinden temizlemeyi ve yeni bir toplum kurmaya uygun hale gelmeyi yalnızca devrim sırasında başarabilir." İşçilerin kendisini değiştirebilmesini sağlayacak kitlesel işçi mücadeleleri olmaksızın yeni bir toplum yaratmak mümkün değildir. Bu nedenle işçi sınıfının aktif katılımının olmadığı (destek vermesi yetmez!) devrimlerle sosyalizm kurulamaz. Marks ve Engels, 1848 yılında kaleme aldıkları Komünist Manifesto'da şöyle derler: "Daha önceki bütün tarihsel hareketler, azınlık hareketleri, ya da azınlıkların çıkarına olan hareketlerdi. Proleter hareket, büyük çoğunluğun, büyük çoğunluk çıkarına olan öz-bilinçli, bağımsız hareketidir." Küba, Çin, Nikaragua ve Doğu bloğu ülkelerinde, kendilerini "sosyalist" olarak tanımlayan grupların iktidarı ele geçirmeleri ile sosyalist devrim arasında büyük ve önemli bir fark vardır. İşçi iktidarı, ancak ve ancak işçi sınıfının kendi eseri olabilir; bir grup kahraman gerilla, bir grup fedakar aydın ya da tek hedefi sosyalizm olan bir partinin iktidara gelmesi işçi sınıfının (ve dolayısıyla insanlığın) kurtuluşunu sağlayamaz. İşçiler sosyalizmi ancak aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmiş işçi konseyleri (sovyetler) aracılığıyla gerçekleştirelebilirler. Reform değil devrimMarksistler toplumları anlamak için alt yapı ve üst yapı kavramlarını kullanırlar. Eğitim, kültür, devlet, din, gelenek, yargı, parlamento, sanat, yasalar vb toplumun üst yapısını oluşturur. Üretimde kullanılan araç gereçler, makineler, teknoloji, emek (üretici güçler) ile üretici güçleri kullanan toplumsal grupların (örneğin işçiler ve patronlar) birbirleri ve üretici güçlerle olan ilişkileri (üretim ilişkileri) alt yapıyı oluşturur. Yani alt yapı, üretimde kullanılan araç gereçlerin kimin kontrolünde olduğunu, neyin ne kadar, ne zaman, üretileceğine kimin karar verdiğini, yaratılan zenginliğin paylaşımının nasıl yapıldığını bize gösterir. Materyalist yaklaşımın temelinde, idealist felsefi yaklaşımın tam tersine, "alt yapının üst yapıyı belirlediği" görüşü hakimdir. Elbette ki alt ve üst yapılar karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler, ama belirleyici olan alt yapıdır. Eğer yeni bir toplumsal sistem kurmak istiyorsak hem alt hem de üst yapının kökten değişmesi gerekmektedir. Sadece üst yapının bazı kurumlarını değiştirerek (örneğin parlamentoda çoğunluk olarak, ya da devleti ele geçirerek) yeni bir toplumsal sistem yaratılamaz. Kaldı ki, bu sistemin bütün kurumları işçi sınıfına karşı patronları, yönetici azınlığı korumak için çoğunluğu denetim altında tutmak amacıyla oluşturulmuştur. Bu kurumlar işçi sınıfı tarafından ele geçirilse bile işçi sınıfının çıkarlarına uygun olarak kullanılamaz. Sistemin temeli (alt yapı) tamamen değiştirilmedikçe yapılacak iyileştirmeler (reformlar) hep saldırı altında olacaktır. Sosyalizm için işçilerin kitle eylemleri, bir işçi devrimi zorunludur. Ancak unutmamak gerekir ki devrimciler reformlar mücadelesinin en sağlam militanları olmak zorundadırlar. Bizler iyileştirmelere karşı değiliz, aksine iyileştirilmelerin yetersiz olduğunu, kalıcı çözüm için devrim gerektiğini savunuyoruz. EnternasyonalizmEnternasyonalizm (uluslararasıcılık) fikri kapitalizmin işleyişinden çıkmaktadır. Marks, Birinci Enternasyonal'in (ilk uluslararası işçi partisi) tüzüğünde bu konuya şöyle işaret ediyordu: "...işçi sınıfının kurtuluşu ne yerel ne de ulusal bir sorundur; modern dünyanın bütün ülkelerini kapsayan toplumsal bir sorundur." Enternasyonalizm, sınıfsal çıkarların her zaman en önde, ulusal çıkarların önünde tutulmasıdır. Toplumdaki temel ayrım işçi sınıfı ile yönetici sınıf arasındadır. Türk işçileri için, örneğin Yunan ve Arap işçiler dost, Türk yönetici sınıfı düşmandır. Enternasyonalizmin özünü, Birinci Dünya Savaşı çıktığında Alman devrimci Karl Liebknecht'in "asıl düşman evdedir" şeklindeki tutumu özetlemektedir. Rosa Lüksemburg'un "bizden Fransız veya başka yabancı kardeşlerimizi öldürmemizi bekliyorlarsa onlara kesinlikle 'hayır' yanıtı vermeliyiz" şeklindeki çağrısı ise enternasyonalizmin gerçek yaşamda ne anlama geldiğinin mükemmel bir örneğidir. Komünist Manifesto şöyle der: "Komünistler vatan ve milliyeti kaldırmayı istemekle suçlanıyorlar. İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız." Hangi ulus, ırk, mezhep ya da cinsten olursa olsun bütün dünya işçileri kardeştir. Çeşitli uluslardan işçileri bölerek birbirine kırdırtan, dünya işçilerini karşı karşıya getiren (başta savaşlar olmak üzere) her şeye karşı çıkmak gerekir. Tek ülkede sosyalizm mümkün değilİnsanlığın gelişimi önünde engel haline gelen kapitalist sistem dünyayı bir ahtapot gibi sarmıştır. Kapitalizmin alternatifi olan sosyalizm ancak bir dünya sistemi olarak gerçekleşebilir. Tek ülkede bırakın sosyalizmi, kapitalizm bile mümkün değildir. Herhangi bir ülkedeki bir işçi devrimi diğer ülkelere yayılamaz, yalnız kalırsa yaşayamaz. Sosyalizmin temelinde insan ihtiyaçlarını giderme amacı yatar. Kapitalizmin temelinde ise kâr ve rekabet. Dünya kapitalist sistemi içinde yalnız kalan bir sosyalist ülke yaşamını sürdürebilmek için askeri ve sanayi alanlarındaki uluslararası rekabetin bir parçası haline gelecektir. Bu rekabet nedeniyle kaynakların kullanımında "insan ihtiyaçlarını giderme amacı" belirleyici olmaktan çıkacak, rekabet için ne gerekiyorsa o yapılmaya başlanacaktır. Tony Cliff'in benzetmesi bu durumu anlamakta çok işe yarıyor: Çılgın bir köpekle bir insanı aynı odaya kapatırsanız ne olur? İnsan, keskin dişleri ve pençeleri olmadığı için eline ne geçirirse kullanmaya başlar. Yani saldırgan köpek simetrisini yaratır. Eğer insan köpeği öldürürse bu simetri biter, mutlu son. Köpek insanı öldürürse simetri yine biter, kötü son. Ama ya insan da köpek de birbirini yenemezse? İşte böylesi bir durumda insanın karşısındaki çılgın köpekten farkı kalmayacaktır. Rus işçi sınıfı 1917 Ekiminde iktidara gelince hem içeride hem de dışarıda bulunan kapitalist sistem taraftarlarının saldırısına uğradı. 1920'lerin başında bu çatışma bitti. Rusya'daki işçi devleti yenilmemiş ayakta kalmıştı. Ama işçi devletine savaş açan dışarıdaki kapitalist güçler de yenilmemişti. Açık çatışmaların yerini "soğuk savaş" almıştı. Artık Rusya'daki her şey bu savaşın gereklerine uygun olarak planlanıyordu, insan ihtiyaçlarının karşılanması, daha iyi yaşam koşullarının sağlanması öncelik olamazdı. Rusya'da 1917'de gerçekleşen devrim ve işçi iktidarı ne yazık ki diğer ülkelerdeki devrimler başarılamadığı için 1928-29'daki karşı devrime yenik düşmüştür. SSCB'dekine benzer rejimler kurulan Çin, Küba, Kamboçya, Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan sosyalizm değil, bürokratik devlet kapitalizmiydi. Ulusal sorunSosyalizmin zaferi, her ülkede işçi sınıfının iktidarı alması, ulusal bölünmüşlüklerin ve sınırların ortadan kaldırılmasıyla garantilenebilir. Yani dünyanın bütün işçilerinin birleşmesini amaçlıyoruz. Ancak ne yazık ki günümüzde halen başka bir ulus tarafından ezilen uluslar var. Örneğin Çeçenler, Kürtler, İrlandalılar, Filistinliler ezilmektedir. Eğer bizler her ulustan işçileri birleştirmek istiyorsak ezilenlerin kürsüsü olmak zorundayız. Her halkın kendi kaderini tayin hakkını, ezenlerin milliyetçiliğine karşı ezilenlerin kurtuluş mücadelesini koşulsuz desteklemeli ama gerçek kurtuluş için işçi iktidarı gerektiğini anlatmaktan bir an bile vazgeçmemeliyiz. Bir erkek, kocasından ayrılmak isteyen evli bir kadınla evlenmek istiyorsa öncelikle kadının boşanma hakkını savunmak zorundadır. Sınırların kalktığı, ulusların barış içinde kardeşçe yaşadığı bir dünya özlemi içinde olan sosyalistler için halkların kendi kaderini tayin hakkını savunmak vazgeçilemez bir ilkedir. Başka yöntemler kullanılarak kurulacak birlikler yine -ilk evlilikte olduğu gibi- zora dayanacaktır. AzınlıklarRus devrimci lider Lenin, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz olduğunu anlatırken şöyle der: "İşçiler, hangi sınıfı etkilediğini gözetmeksizin zorbalığın, baskının, şiddetin ve kötü muamelenin her türlüsüne cevap vermek üzere eğitilmedikçe -üstelik herhangi bir bakış açısıyla değil, sosyal demokratik (sosyalist) bakış açısıyla cevap vermek üzere eğitilmedikçe- işçi sınıfı bilinci gerçek siyasi bilinç olamaz." Lenin'in söz ettiği "gerçek siyasal bilinç" insanlığı sınıfsız topluma götürmeyi hedefleyen işçi iktidarını hedefler. Bu ise ancak işçi sınıfının birlikte mücadele etmesi, değiştirmesi ve değişmesi ile mümkündür. Toplumda ezilen azınlıkları savunmayan bir devrimci, işçi demokrasisinin burjuva demokrasisinden çok daha ileri ve tercih edilmesi gereken bir sistem olduğunu anlatamaz. Bu nedenle sosyalistler ezilen, aşağılanan her türlü etnik, cinsel, dinsel, mezhepsel azınlığın demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük mücadelesini destekler, bu grupların örgütlenme haklarını savunur. CinsiyetçilikEmek gücünün yeniden üretimi (esas olarak çocukların yetiştirilmesi) toplum için çok önemlidir. Ne var ki bu toplumsal yük sınıflı toplumlarda kadının sırtına bindirilmiştir. Kapitalizm de, feodalizmden devraldığı bu durumu, kendi çıkarlarına uygun olduğu için, koruyup beslemektedir. Yaşadığımız dünyada kadınlar ezilmektedirler. Cinsiyetçi (kadınları ikinci sınıf gören, aşağılayan, sadece cinsel doyum aracı olarak tanımlayan) fikirler toplumda genel kabul görmüş durumdadır. Hangi sınıftan olursa olsun kadınlar cinsiyetlerinden dolayı dezavantajlıdırlar. Sosyalistler, kadınların ezilmesi, ikinci sınıf muamele görmesi ve aşağılanmasına karşı bulundukları her alanda tutum almak zorundadırlar. Bu ezilmeye karşı kadınların mücadelelerini desteklemeli, toplumda kadınlara karşı varolan negatif ayrımcılığa karşı pozitif ayrımcı (örneğin sendika, dernek, oda vb kitle örgütlerinde kadın kotası uygulamasına destek) olmalıdırlar. Kadınların ezilmesini kökten ortadan kaldırmak için, çocuk bakımı ve ev işleri yükünün toplumsal olarak taşınmasını sağlamak gerekir. Ancak kapitalizm buna kaynak ayırmaz. Bu nedenle kadınların kurtuluşu da işçi sınıfının kurtuluşuna bağlıdır. Sosyalistler insanların cinsel tercihleri nedeniyle ezilmesine, eşcinsellere yönelik saldırı ve aşağılamalara karşı da mücadele etmek zorundadırlar. Devrimci partiBir toplumda egemen olan fikirler o toplumu yönetenlerin fikirleridir. Kapitalist toplumda yaşayan insanlarda hakim olan fikirler kapitalistlerin fikirleridir. Günlük yaşamı, maddi hayatı kontrol edenler, o toplumun fikirlerini de kontrol ederler. Ancak kapitalist ekonomi içinde taşıdığı hastalık nedeniyle krizlere girer. Bu krizler işsizliğe, düşük ücretlere, bazen de savaşlara neden olur. İşçi sınıfı bedelini ödediği sürece kapitalizmin aşamayacağı kriz yoktur. Ancak bazen işçi sınıfı direnir. Bu direnç yaygınlaşıp yöneticilerin günlük yaşamdaki kontrollerini ortadan kaldıracak boyuta gelebilir. Yönetenler eskisi gibi yönetemezken, yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemezler. İşte böylesi durumlarda devrim mümkün hale gelir. Rusya 1917, Almanya 1918-23, İspanya 1936, Macaristan 1956, Portekiz 1974, İran 1979, Endonezya 1999 bu gibi durumlara örnektir. Ancak bu durumların sadece bir tanesi sosyalist bir devrime dönüştü. Rusya 1917. Diğer ülkelerle Rusya arasındaki belirleyici fark, Rusya'da devrimci bir durumu işçi iktidarına yönlendirebilecek güç ve deneyime sahip devrimci bir işçi partisinin bulunmasıydı. İşçi sınıfının kendiliğinden mücadelesinin bir işçi devletiyle sonuçlanabilmesi için devrimci parti zorunludur. Bu parti, bugünden işçilerin ve ezilen grupların her mücadelesini destekleyip genelleştirmeye, tek tek mücadeleleri birleştirmeye çalışmalıdır. Sosyalistler, sistemin her türlü pisliğine karşı tepki gösteren, her adaletsizliğe, zorbalığa, baskıya karşı duran; kapitalizmin bu görüntülerini birleştirip genelleştirerek sistemin genel bir tablosunu çizebilen; sosyalist inançlarını, demokratik taleplerini yaygınlaştırabilmek ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin dünya tarihindeki önemini herkese açıklayabilmek için her olaydan yararlanan liderler olmak zorundadırlar. Bunun için örgütlülüğe, devrimci bir partiye ihtiyaçları vardır. Rus devrimci Troçki kendiliğinden işçi hareketini buhara, devrimci partiyi de pistona benzetir. Buhar (kendiliğinden kitlesel hareket) olmadan piston (devrimci parti) işe yaramaz. Ancak buharı hareket enerjisine dönüştüren bir piston yoksa, buhar dağılır gider. Sosyalistler günlük mücadele içinde yer alıp en militan, en bilinçli işçileri sosyalizm ve devrimci partinin gerekliliği fikrine ikna etmeli, devrimci bir parti inşa etmelidirler. Parti içi demokrasiKapitalist sistem burjuva demokratik bir yönetim yerine askeri diktatörlükle, faşizmle ya da tek kişinin yönetimiyle de işleyebilir. Ancak toplumun çoğunluğunun çıkarı için çalışacak sosyalizm demokrasisiz olamaz. Demokrasi, sosyalizmin kalbidir. Sosyalist politikanın temelinde işçi sınıfından öğrenmek yatar. Marks işçi devletinin neye benzeyeceğini, nasıl olacağını kütüphanede öğrenmedi. Marks'ın öğretmeni Komün'ü yaratan Paris işçi sınıfıydı. Keza Rusya'daki işçi devletinin üzerinde yükseldiği işçi sovyetlerinin kurulması Lenin'in ya da Bolşeviklerin fikri değildi. Hatta 1905 Devrimi sırasında, sovyet tipi örgütlerin ilk ortaya çıktığı anlarda, bir çok bolşevik sovyetlere karşıydı. Ancak Lenin mücadele eden işçilerin yaratıcılığından öğrendi, sovyetlerin işçi iktidarının nüveleri olduğunu anladı. Tartışma özgürlüğü sosyalistlerin işçi sınıfından ve birbirlerinden öğrenmelerinin vazgeçilmez koşuludur. Ancak, tartışmanın amacı birlikte hareket etmek, dünyayı değiştirmektir. Ayrıca değiştirilmek istenen sistemin yöneticileri çok merkezi hareket etmektedirler. Bu nedenle demokratik merkeziyetçilik devrimci parti için bir zorunluluktur. Devrimci görevYukarıda anlattığımız fikirlere katılan, devrimci bir parti inşa etmek gerektiğine inanan herkesi İşçi Demokrasisi Parti'si kuruluşu çalışmalarının bir parçası olmaya çağırıyoruz. İşçi sınıfının insanlığın kurtuluşunu sağlayacak tek güç olduğunu ancak işçilerin kendiliğinden eyleminin kapitalist sistemi değiştirmek için yeterli olmadığını düşünen herkes bu partinin inşasına katkıda bulunmalı, geleceğimizi birlikte kurmak için bir adım atmalıdır. Yoksulluğumuzdan, işsizliğimizden, gelecek hakkındaki endişelerimizden, hastane kuyruklarından, sınavlardan, adaletsizlikten, baskılardan, çetelerden, savaşlardan başka kaybedecek neyimiz var ki! İşçi Demokrasisi'nin hedefi sınıfsız, sömürüsüz bir toplum. Böyle bir toplumun yaratılması için öncelikle kapitalizmin yıkılıp yerine sosyalizmin getirilmesi, yani işçi iktidarı gerekiyor. İşçi iktidarı için de iki temel koşul var: Birincisi işçi sınıfının kitle eylemleri, ikincisi ise bu eylemleri bir işçi iktidarına yönlendirebilecek devrimci bir işçi partisi. Kapitalist sistem işçileri mücadele etmek zorunda bırakır. Bazen bu mücadeleler bir fırtınaya dönüşüp bütün toplumu saran ve sarsan bir düzeye ulaşır. İşçi sınıfının mücadele tarihi bu tür kalkışmalarla doludur. Ancak böylesi devrimci durumların sosyalist bir devrime dönüştüğü tek örnek vardır: 1917 Rus Devrimi. Tarihimizdeki diğer devrimci kalkışmaların başarısızlıkla sonuçlanmasının temel nedeni yeterince güçlü ve deneyimli, doğru politikalara sahip devrimci bir işçi partisinin olmayışıdır. Kitle grev ve eylemleri, yani milyonlarca işçinin eskisi gibi yönetilmeye karşı çıkması sosyalizm için yeterli değildir. İşçi sınıfının en militan, en bilinçli kesiminin, sosyalist işçi liderlerinin sınıfımızın geçmiş deneyimlerinden dersler çıkararak ortak hareket etmesini sağlayacak bir örgütlülük zorunluluktur. İşçi Demokrasisi şimdiden böyle bir örgütlülük yaratmak için mücadele ediyor. Eşitsiz bilinçToplumda yaşayan insanların bilinçleri eşitsizdir. Politik tercihler bu eşitsizliğin göstergesidir. Türkiye'de toplumun büyük kesimi sağ partileri destekler. Kimisi faşist MHP'nin, kimisi islamcı FP'nin, kimisi DYP ve ANAP gibi merkez sağ partilerin fikirlerini benimser. Daha solda olanlar ise DSP ve CHP'nin fikirlerini desteklerler. Siyasi yelpazenin en solunda duran sosyalistler ise (ne yazık ki) toplumun ancak yüzde 1-2 kadarının benimsediği fikirleri temsil ederler. Bu genel tablo işçi sınıfı için de (üç aşağı beş yukarı) aynıdır. İşçi sınıfı içinde faşistlerin ve islamcıların fikirleri biraz daha az, sosyal demokratların fikirleri ise biraz daha fazla etkilidir. Ama işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını ve fikirlerini savunan sosyalist görüşler ne yazık ki işçi sınıfı içinde de çok küçük bir azınlık tarafından benimsenmektedir. Peki neden durum böyle? Neden işçi sınıfının büyük bölümü, kendi çıkarına olmayan bu sistemin açık savunucusu olan sağ partilerin fikirlerinin etkisi altında? İşçi sınıfının çıkarlarının yılmaz savunucusu olan sosyalistler neden küçük bir azınlık? Neden kendisini "solcu" olarak tanımlayan işçiler bile sosyalist partilere değil de sosyal demokrat partilere rağbet ediyorlar? Egemen fikirlerMarks, "toplumdaki egemen fikirlerin egemen sınıfın fikirleri" olduğunu söyler. Materyalist yaklaşım, insanın toplumsal bir yaratık olduğunu, insanı içinde yaşadığı toplumun belirlediğini savunur. Buna göre, bir toplumdaki fikirsel egemenlik o toplumdaki maddi egemenlikten bağımsız olamaz. Günlük yaşamı kontrol edenler toplumun genelinin fikirlerini de belirleme olanağına sahiptirler. Eğitim sistemini, gazete ve televizyonları, işyerlerini, okulları, mahalleleri kontrol edenler toplumun fikirlerini de kontrol ediyorlar. Günlük sertifika satarak cep telefonu pazarlayanların sertifikanın yanı sıra bizi 20-30 sayfalık gazetelerini (fikirlerini yani) almaya zorlamalarının nedeni budur. Eğer büyük babanız, büyük anneniz, babanız ve anneniz sömürülmüş, ezilmişlerse ve siz de onlar gibi sömürülmeye, ezilmeye maruz kalıyorsanız çocuğunuzun büyüyünce sizin gibi sömürülüp ezilmeyeceğini düşünmeniz oldukça zordur. Eğer yaşamınızı doğrudan ilgilendiren bir çok önemli karar hep küçük bir azınlıkça alınıyor, büyük çoğunluk ise buna uygun davranmak zorunda kalıyorsa başka türlü bir sistemi hayal etmek bile zordur. "Böyle gelmiş, böyle gider" dersiniz. Çelişkili fikirlerMarks, "işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" diyor. Eğer işçiler egemenlerin fikirlerinin etkisi altındaysa nasıl olacak da kendilerini kurtarabilecekler? Hemen umutsuzluğa düşmemek gerekiyor. Günlük yaşamı kontrol edenlerin, yani yönetici sınıfın fikirleri hepimizi aynı oranda etkileyemiyor. Çünkü genel olarak aynı sistem içinde benzer koşullarda yaşasak da her bireyin kendi yaşam deneyimi (günlük yaşamı yani) birbirinden farklılaşıyor. Bu da tek tek bireylerin farklı bilinçlerine neden oluyor. işyerinizde her seferinde sendikalaşma çabası içine girenler işten atılmışsa orada sendikanın kurulabileceğini düşünmeniz zordur. Ancak işyerinizdeki sendika kurma çabası başarıyla sonuçlanmışsa bunun tersini düşünürsünüz. Alevi, Kürt, Çingene veya gayri-müslim bir ailedenseniz, kadınsanız ya da eşcinselseniz bu sistemin baskıcılığını ve adaletsizliğini diğer insanlardan daha hızlı görmeniz mümkün olur. Bu durumu görmek ise (toplumsal mücadelenin durumuna göre) sizi daha çok mücadele etmeye ya da daha çok sinmeye itebilir. Aslında tek tek işçilerin fikirleri oldukça çelişkilidir. Bunun nedeni onların kafasının karışıklığı değil, hayatın kendisinin çelişkili olmasıdır. Örneğin Sabancı'nın işçilerini ele alalım. Çoğunun kafasında "Sabancı'nın onlara ekmek kapısı açan iyi birisi olduğu" fikri ile "Sabancı'nın onları sömürerek zenginliğine zenginlik katan bir asalak olduğu" fikri birlikte vardır. Her iki fikir de temelini maddi yaşamdan alır. Çelişkili fikirlere bir başka örnek de medya konusunda verilebilir. Karşımızı ilk çıkan 1000 kişiye "medyaya yalan söyler mi?" diye sorsak büyük çoğunluk çok kararlı biçimde "evet" yanıtını verir. Ancak aynı 1000 kişiye o gün gazete ve televizyonlarda çıkan bir habere ilişkin sorular sorsak yine büyük çoğunluğun o haberin etkisi altında olduğunu görürüz. Nasıl değişir?Marks'ın "insan sarayda başka, kulübede başka düşünür" sözü yolumuzu aydınlatır. Eğer işyerinde, okulda, mahalledeki kontrol patronun, müdürün, polisin elindeyse kitlelerin egemen fikirlerin etkisinden sıyrılması olanaksızdır. Ne zaman bir grev olsa, ne zaman bir işgal ya da direniş olsa, yani ne zaman günlük yaşamın kontrolü olağan güçlerin (yönetici sınıfın) elinden kaçsa orada sol fikirler için büyük bir olanak doğar. Örneğin Kocaeli'deki SEKA fabrikası işçileri genellikle sağ fikirlere sahiptirler. İçlerinde bir iki sosyalist, biraz da sosyal demokrat vardır. Çoğu aşırı milliyetçidir ve HADEP'i PKK'nin uzantısı olarak görürler. Ama fabrikayı kapatma kararına karşı direndikleri günlerde onları desteklemeye gelen HADEP'lileri coşkuyla karşılayıp alkışladılar. Fikirlerdeki bu tür kırılma anları değişimi mümkün hale getirir. Eğer bütün ülke grevlerle gösterilerle sarsılıyorsa, milyonlarca işçi bizzat bu eylemlerin içindeyse günlük yaşamın kontrolü ve dolayısıyla fikirlerin kontrolü artık önemli ölçüde egemen sınıfın elinden çıkmış demektir. Rus devrimci lider Lenin, devrimin "yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediği koşullarda" mümkün olduğunu söyler. İşçilerin bazıları (toplumsal altüst oluşlar yaşanmasa da) kendi yaşam deneyimleri nedeniyle sosyalist fikirlere ulaşabilirler. Ne var ki milyonlarca kişiden oluşan işçi sınıfının sosyalist fikirlere ikna olması ancak kitle eylem ve grevlerinin yaygınlaştığı koşullarda mümkündür. İşçilerin kitleler halinde sosyalist fikirlere kaymasını sağlayacak olan şey kendi kitlesel, kolektif eylemleridir. Oturup bekleyecek miyiz?Eğer sosyalizm ancak işçi sınıfının çoğunluğu tarafından kurulup korunabilecekse ve eğer işçi sınıfı ancak kitle grevleri sırasında sosyalist fikirlere ulaşabilecekse İşçi Demokrasisi oturup o günü beklemek yerine neden çırpınıp duruyor? Devrimci bir durumun sosyalizmin zaferi ile sonuçlanmasını kafaya koymuş, işçi sınıfı içinde azınlık da olsa kökleri olan ve bugünden ideolojik, politik, ekonomik her mücadelede yer alan, birlikte hareket etmesini becerebilen devrimcilere bağlıdır. Böylesi bir devrimciler ağının yaratılması ise tek tek insanların ikna edilmesiyle mümkündür. Bugün İşçi Demokrasisi'nin yapmaya çalıştığı şey budur. Kimleri kazanacağız?İşçi sınıfı içinde sağ fikirlerin ağırlıkta olduğunu, solda duran işçilerin ise sosyal demokrat fikirlerin etkisi altında olduğunu biliyoruz. Ancak fikirsel olarak bize en yakın duran işçiler sol sosyal demokratlardır. Bu işçiler bu sistemin işleyişinden rahatsızdırlar, iyileştirmeler yapılması için mücadeleye hazırdırlar ama devrimin mümkün olduğuna inanmazlar. Daha sağdaki işçiler ise egemen fikirlerin etkisi altında tutucu, sistemi savunur haldedirler. Eğer sosyalizm işçi sınıfının kendi eseri olacaksa işçi sınıfının çoğunluğunun sosyalist fikirlere sahip olması gerekmektedir. Peki bunu nasıl başaracağız? Bilmemiz gerekir ki MHP sempatizanı, DYP taraftarı bir işçiyi etkileyip kazanabilmemiz için öncelikle işçi sınıfının oldukça büyük bir kesimini yanımıza çekmiş olmak zorundayız. Yani sosyal demokrat partilerin tabanlarındaki işçileri sosyalizme ikna etmeden daha sağda duran kitleleri kazanmak mümkün değildir. Sosyalistler, fikirsel olarak aşırı uçta olduklarından devrimci durumlar dışında işçi sınıfı içinde azınlıkta olmayı peşinen kabul etmek zorundadırlar. Devamlı olarak "devrim ve sosyalizm mümkün, birleşirsek kazanabiliriz" propagandası yapan, milliyetçiliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, eşcinsel düşmanlığına (homofobiye) , emperyalizme, her türlü zorbalık ve baskıya karşı çıkan sosyalistler işçi sınıfı içinde bir anlamda "mahallenin delisi"dirler. Eğer işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaksa bunun için de işçi kitlelerinin devrimcileşmesi gerekiyorsa mücadele etmek isteyen ama devrimi mümkün görmeyen sosyal demokrat tabanın ikna edilmesi, onlar sayesinde de geri kalan sağ fikirli işçilerin sola çekilmesi gerekiyor. Demek ki sosyalistlerin sosyal demokrat işçileri sosyalist politikalara kazanmadan başarı elde etmesi mümkün değil. Dolayısıyla, işçilerin çoğunluğunun sosyalist bir bilinçle hareket etmesini istiyorsak, öncelikle verili durumu, yani işçiler içinde eşitsiz bilinç olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu nedenle sosyalistlerin en önemli işi, işçilerin çoğunun "aşırı" bulduğu devrimci fikirleri usanmadan anlatmak, pratikte uygulamaya çalışmak ve diğer insanları yaptığımız şeyleri birlikte yapmaya ikna etmeye çalışmaktır. Bunu yaparken bizi bekleyen iki tuzak vardır. Fırsatçılık ve sekterlikEğer fikirleriniz işçi sınıfı içinde azınlıktaysa kendinizi işçi sınıfının "kurtarıcısı" olarak görüp geri bilinçlerinden dolayı işçi kitlelerini aşağılayabilirsiniz. Bu büyük bir tehlikedir. Verili durumu anlayıp, ona uygun politika üretemediğinizde kazanmak zorunda olduğunuz işçilerden kopmaya başlarsınız. "Doğrusu bu. Gelen gelir" diyerek sosyalizmi kurmak mümkün değildir. Çoğunluğu ikna etmek sosyalistlerin görevidir. Örneğin İstanbul'daki tersane direnişi. Tersanenin kapatılmasına karşı mücadele eden işçiler işyerlerine "tersaneyi kapatma, Yunan'ı sevindirme" pankartı astılar. Tersanede çalışan ya da dayanışmaya giden bir sosyalist, "bu işçiler milliyetçi, bunlar devrim yapsa da sosyalizmi kuramaz, benim bunlarla bir işim yok" dememelidir. Böyle derse sekter davranmış olur. İkinci büyük tehlike ise fırsatçılıktır (oportünizm). Bu pankartı gören bir sosyalist, "işçiler direniyorlar, eylem yapıyorlar, şimdi anlaşamadığımız noktaları tartışmanın zamanı değil, nasıl olsa ilerde halledilir" diyerek sanki hiçbir şey görmemiş gibi davranırsa fırsatçılık yapmış olur. DiyalogDevrimciler sekter ya da fırsatçı olmamalı her fırsattan yararlanarak diyalog kurmalı ve sosyalist fikirleri yaygınlaştırmak, bilinci yükseltmek için mücadele etmelidir. Yukarıdaki örneğimize dönersek, doğru tutum, diyalog yoludur. Yani bir yandan eylemin kendisini sonuna kadar desteklemek, onun bir parçası olmak, çekip gitmemek, ama aynı zamanda da eylemcilerin yanlış bulduğumuz fikirlerini tartışmak gerekiyor. Bilmeliyiz ki bir çok işçi eylemi basit, günlük talepler etrafında başlar. Eylemlere neden olan şeyler genellikle ücret, sosyal hak, iş güvencesi, yöneticilerin davranışları, işten atma vb konulardır. Eylemler bazen de sadece bir tek patronu değil de hükümet politikalarını, bir yasayı vb hedef alır. Kalıcı değişikliklerin, köklü çözümün devrimle, işçi iktidarıyla sağlanabileceğini düşünen ve bunun propagandasını yapan sosyalistler bu eylemleri küçümsemezler. İşçilerin değişim ve kendini savunma mücadelelerinin yanında yer alıp bu mücadelelerin kazanması için çaba gösterirler. Ufak tefek mücadeleleri kazanamayan, iyileştirmeler (reformlar) gerçekleştiremeyen bir işçi sınıfının çok daha büyük ve zorlu bir mücadele gerektiren devrimi başarmaları ve korumaları mümkün değildir. Bu nedenle sosyalistler toplumdaki zorbalığa, baskıya, ezilmeye, adaletsizliğe karşı her mücadeleyi kucaklayıp asıl sorunun kapitalizm olduğunu, gerçek kurtuluşun sosyalizmde olduğunu anlatmaya çalışırlar. Bunu başarabilmek için de diyalog şarttır. Ortak talepler etrafında mücadele ederken farklılıklarımızı saklamak, yani fırsatçılık yapmak, mücadele etmek için her şeyde yüzde yüz anlaşma aramak, yani sekterlik diyalog yolunu tıkayan iki büyük tehlikedir. Eğer diyalog yoksa ikna etmek ve kazanmak (dolayısıyla sosyalizm) mümkün değildir. Nitelik ve nicelikİşçi Demokrasisi sekterlik ve fırsatçılıktan kaçınarak işçi sınıfının sola bakan kesimiyle diyalog kurmak istiyor. Onları sosyalist fikirlere ikna etmek istiyor. Çünkü işçi sınıfının (ve dolayısıyla insanlığın) kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Dolayısıyla işçi sınıfı merkezli politika yapmak asla taviz verilmeyecek bir konudur. Amaç kapitalist sistemi alaşağı edip yerine sosyalizm kurmaksa ve bunu ancak işçi sınıfı başarabilecekse sosyalistlerin bütün politikaları işçi sınıfının birliğini sağlamayı hedeflemelidir. Bu nedenle sosyalist parti toplumun diğer ezilen kesimlerinin kürsüsü olmak, ırkçılığa, milliyetçiliğe, mezhepçiliğe, cinsiyetçiliğe karşı tavizsiz olmalıdır. Ancak partinin nitelik olarak (ürettiği politikalar, teorisi vb açısından) sağlam olması yeterli değildir. Çok iyi fikirlerinizin olması tek başına işe yaramıyor. Bu fikirlerin hayatı etkileyebilmesi için güç olmanız, yani bu fikirleri yayan, tartışan insan sayısının yeterli olması zorunludur. Yani nicelik (sayı) de önemlidir. Arzuladığımız, inşa etmeye çalıştığımız devrimci partinin işçi sınıfı içinde sağlam kökleri olması, her işyerinde, mahallede, okulda üyelerinin olmasını sağlayamazsak devrimci durumda sosyalizmin zaferini garantileyemeyiz. Lenin'in Bolşevik partisi Şubat 1917'de çarlığı yıkan devrimden hemen sonra böyle bir köke sahipti Bolşeviklerin en güçlü olduğu yerlerden biri olan Petersburg'daki sovyetin 1600 delegesinden sadece 40'ı bolşevikti. Halen küçük bir azınlıktılar. Ama sola bakan işçilerin tanıdığı, dinlediği, saygı duyduğu bir azınlık. Bu nedenle yıllarca "mahallenin delisi" muamelesi gören sosyalistler 7-8 aylık bir süre sonra işçi sınıfının ve sovyetlerdeki delegelerin çoğunluğunu kazanmayı başarabildiler. Ne var ki sayısal güç tek başına yeterli değil. Örneğin 1979'da İran'da sayısal olarak yeterli bir komünist parti vardı ama fikirsel olarak yeterli olmadıkları için mollalar iktidarı ele geçirdiler ve devrim yenilgiye uğradı. 1918-23'de Almanya'da her şey hazırdı. Ancak devrimci parti esas olarak yeterince deneyime, birlikte hareket etme yeteneğine sahip olmadığı için fırsat kaçırıldı. Kısacası nitelik ve nicelik birlikte olmak zorunda. Liderler örgütüİşçi sınıfının liderlerinin partisini inşa etmeye çalışıyoruz. Ama hangi liderlerinin? Türk-İş, DİSK, Hak-İş yöneticileri de işçi sınıfının liderleri değiller mi? Onları da mı örgütlemeye çalışıyoruz? Hayır. Biz, işçi sınıfının sosyalist liderlerinin partisini inşa etmeyi hedefliyoruz. Amacı sınıfsız, sömürüsüz toplum olan, bunun için sosyalizmin zorunlu olduğunu düşünen, sosyalizm için işçi sınıfının birleştirilmesi gerektiğini bilen, bu nedenle kapitalizm tarafından ezilen her kesimin kürsüsü olmakta kararlı ve dolayısıyla işçi sınıfının uluslararası düzeyde bağımsız çıkarlarını savunanların partisini kurmayı hedefliyoruz. Biliyoruz ki bu niteliklere sahip olanlar toplumda azınlıktalar ve devrimci bir duruma kadar da azınlıkta kalacaklar. Ama devrimci bir durumu zafere taşıyacak böyle bir örgüt olmaksızın gittikçe barbarlaşan kapitalizme mahkumuz. Umutluyuzİşçi Demokrasisi, Türkiye'nin bolşevik partisini kurmak istiyor. Bu parti, 1) İşçi sınıfı merkezli politika yapmalı, 2) Sekter ve fırsatçı olmamalı, diyalog kurmayı bilmeli, 3) İşçi sınıfı içinde kökleri olmalı, 4) Sosyalist işçi liderlerinin örgütü olmalı. İşçi Demokrasisi ilk iki koşulu yerine getirdiği kanısındadır. Ancak 3 ve 4'üncü koşullara sahip olmadığının bilincindedir. Nasıl olacak da işçi sınıfı içinde kök salıp sosyalist işçi liderlerini çatımız altında toplayacağız? Bunun için öncelikle politik arenada güç olmak, görünür olmak, yani en azından birkaç bin kişilik bir parti olmak gerekiyor. Elbette bunu sağlarken niteliklerimizden ödün vermememiz zorunludur. Peki nasıl olacak da sıfır noktasından işe başlayan, 1980 öncesinden gelen örgütsel bir mirasa sahip olmayan bir hareket birkaç bin kişilik güce ulaşacak? Her şey kararlı, enerji ve kapasitesi olan, uzun zaman alacak olsa da, koşullar zor da olsa devrimci parti inşasına ikna olmuş, kökleri devrimci geleneğe dayanan, sert-sağlam bir çekirdeğin yaratılıp yaratılamamasına bağlı. İşçi Demokrasisi'nin bugün yapmaya çalıştığı şey, moral cesaretle ve daha da önemlisi inatla, her şeye karşın devrimci parti inşa etmeye kararlı bir çekirdek yaratmaktır. Biz iyimseriz. Bir işçi devrimi yenilgiye uğrarsa gelecek kuşaklar mücadeleye devam edecekler. Onlar da kaybederlerse ondan sonraki kuşak devam edecek. Bugün Türkiye işçi sınıfı Marks'ın öldüğü andaki bütün dünya işçi sınıfından daha büyük. Evet, iyimseriz, çünkü gelecek her yerde işçi sınıfına aittir. Bu iyimserliğimizi paylaşan, bu hedefe ulaşmak için katkıda bulunmak isteyen herkesi İşçi Demokrasisi Partisi kuruluş çalışmalarına katılmaya çağırıyoruz. Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 18; Temmuz 2000
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||