Güncelleme: 09.11.2006 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Sandıkta ve Sokakta Alternatif OlmakSosyal liberalizme sandıkta ve sokakta alternatif oluşturma çalışmaları yer yer ivme kazanırken, bazıları da alternatifsizliğe güç katıyor. Dünya çapında sosyal demokrasinin sosyal liberalizme kayışı ve neo-liberalizm karşı hem sınıf mücadelesi hem de sosyal hareketler olarak kendini ifade eden toplumsal gerginlik işçi sınıfının politik “evi” konusunda bir temsiliyet krizi yarattı. Dünyanın her yerinde sosyal demokrasinin solunda farklı geleneklere sahip, zayıf yada da güçlü radikal veya devrimci partiler bulunmaktadır. Bu partilerden herhangi birinin şu anda tek başına sosyal liberalizme alternatif olmasının nesnel koşulları bulunuyor. Ancak krizin derinliği yeni Sol alternatifleri hem zorunlu hem de olanaklı kılıyor. İşleyen dinamik, neo-liberalizme ve savaşa karşı emekten ve ezilenlerden yana hem seçim sandığı hem de mücadele alanları eksenli yeni siyasi ittifak ve oluşumları ortaya çıkardı. Son olarak Almanya’da İş ve Sosyal Adalet Partisi(ASG) kuruldu. Yakın dönemde Brezilya’da İşçi Partisi’nin (PT) İMF ile anlaşması üzerine P-Sol; İngiltere’de ise Respect Koalisyonu oluşturulmuştu. Fransa’da Devrimci Komünist Birliği (LCR) ve İşçi Mücadelesi (LO) arasında Haziran ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde tanık olduğumuz bir ittifak çalışması yapıldı. Danimarka, İspanya ve Portekiz’deki ittifaklar da birkaç yıllık deneyime sahipler. Sağa kayış mı?Bu ittifak çalışmaları birbirinden çok farklı özelliklere sahipler ama öncellikle radikal ve devrimci Sol’un seçimlere katılmasının peşinen sağa doğru bir kayışı anlamına gelmediğini tespit etmek gerekiyor. Bu tehlike tabii ki bütün girişimler için söz konusudur ancak seçimlere katılma adımının kendisi reformizm anlamında gelmiyor. Geleneksel reformist partiler işçi sınıfı mücadelesinde ikameciliği ve dolayısıyla ataleti temsil eder. 4-5 yılda bir yapılan seçimlere bir dizi vaat sunarak işçiler ve toplumsal olarak işçi sınıfı etrafında kümelenmiş sosyal gruplardan oy isterler. “Bize oy verin biz de durumunuzu düzeltelim” derler. Burada seçmenden sadece sandığa gitip oy vermesi beklenir. Reformist akım asıl olarak aktif katılımdan hoşlanmaz ve bunu kendi konumuna tehdit olarak algılar. Sosyal liberalizmin solunda kurulan ittifakların hedefi ise tam tersi yönde. Yükselen mücadele dalgası ile birlikte ortaya çıkan ve bununla ilişkilenerek ilerleyen oluşumlar, sistem mağdurlarının “etkinleşmesi”nin önünü açma ve örgütlülüğünü sağlama merkezli duruyorlar. Seçim döneminde de neo-liberalizm ve savaş karşıtı “mücadeleden yana” oy talep ediliyor. Kapitalizm içi bir iktidar hedefi yerine, parlamentonun da sisteme karşı mücadelede aracı olarak değerlendirilmesi üzerinde duruluyor. Son dönemde kurulan ve seçimlere de katılan ittifakları işçi ve ezilenlerin mücadelelerinin sadece yanında değil örgütleyici güçleri arasında görüyoruz. Kapitalist sistemin yarattığı ve reformist akımların sürdürdüğü ekonomi ve politika arasındaki kopukluğun giderilmesi üzerinde duruluyor. Sosyal liberalizme kayışın yarattığı temsiliyet krizini, seçimlere katılma oranlarındaki azalmada da görüyoruz. Devrim sürecinde burjuva demokrasisinden kopuş anlamına gelen bu gelişme neo-liberal saldırılar altında tehlikeli bir depolitizasyona doğru da gidebilir. Sandıkta da alternatif inşa etme mücadelesi, siyasi karamsarlığa ve depolitizasyona karşı gerekli ve önemli bir adım olarak görülmelidir. Mücadele testi1970’lerin ortalarından bu yana dünya işçi sınıfı ve diğer sistem mağdurlarının yaşadığı yenilgi durumunun aşılması, ancak aktif ve etkin mücadeleler ile gerçekleşebilir. Bu mücadelelerin örülmesinde de siyasi öznelerin ve bunların büyük kitleler tarafından “alternatif” olarak görülüp görülmemesinin önemi ortadadır. Örneğin, SEKA’daki direniş her ne kadar siyasi öznelerin istemi üzerine gerçekleşmeyecek olsaydı da öznelerin olan direnişe yaklaşımı ve bunların ne denli “alternatif” olduğu kritik bir öneme sahip. SEKA ile dayanışmanın her kentte her ilçede örgütlenmesini sağlayacak, gerektiğinde sendikal bürokrasiden bağımsız davranabilecek siyasi öznelerin varlığı direnişin gidişatına ciddi bir etki yarattığı gibi dayanışma çalışmalarının kendisi de başka çevreleri etkinleştirir. Bunu gerçekleştirebilecek güçler var. Ancak burada siyasi yönelimler önem kazanıyor. “Devlet kağıt üretmez”, “SEKA zaten statükoyu temsil ediyor, kapatılsın”, “SEKA’yı bırak AB’ye bak” gibi neo-liberal veya “zaten hiç şansları yok” şeklindeki peşinen yenilgici yönelimlere sahip olanlar dayanışma faaliyetlerini ciddiye almayacaktır. Dayanışma faaliyetlerinin örgütlenmesi süreci “SEKA nasıl kazanır?”, “devlet nedir?”, “neo-liberalizme karşı sınıf dengeleri nasıl değişir?”, “AB demokrasi mi yoksa daha fazla neo-liberalizm mi getirir?” gibi tartışmaları kaçınılmaz kılacaktır. İşçi sınıfı ve diğer sistem mağdurlarının 4-5 yılda bir oy veren edilgen kitlelerden çıkıp tarihi belirlemesi ve kendisi için bir sınıfa dönüşme süreci bu mücadelelerden olduğu kadar tartışmalardan da geçecektir. Dolayısıyla “alternatif” olduğunu iddia eden bir ittifakın, mücadeleye ve Sola mı; yoksa reformizm ve liberalizme mi çektiği bu anlarda test edilecektir. Sol parçalanıyor mu?Bir dizi yeni Sol alternatif girişim liberalleşmiş sosyal demokrat partilerin bölünmesi sonucu ortaya çıktı ve gelişim süreçlerinde de bu partiler üzerinde parçalayıcı bir etki oluşturuyorlar. Alman SPD’den ASG’ye, İngiltere İşçi Partisi’nden Respect’e, daha sol sosyal demokrat bir noktadan gelse de sistem ile yaptığı büyük uzlaşma nedeniyle Brezilya İşçi Partisi’nden P-Sol’a doğru bir kayış söz konusu. Bu eğilim, sağ muhafazakar partilerin iktidarda olduğu veya iktidara gelme olasılığı olduğu ülkelerde Sol’un bölünmüşlüğüne ve buradan sağın kazançlı çıkmasına dair bir dizi kaygılar yaratıyor. Bu soruya yanıt verebilmek için sağ olarak bilinen bir parti ile sosyal liberalizme kaymış sosyal demokrat partinin iktidara gelmesi arasında ne gibi bir fark olacağına bakmak gerekiyor. Ekonomi-politika alanında iki gücün arasındaki fark eridi. İngiltere’de İşçi Partisi’nin saldırganlık düzeyine Muhafazakarların demir yumruğu Margaret Thatcher bile cesaret edememişti. Lula’nın İşçi Partisi, IMF ile anlaştıktan sonra yerel yönetimlerde “katılımcı bütçe” politikalarının demokrasi konusunda hiçbir anlamı kalmıyor. Türkiye’de de Murat Karayalçın ve Bülent Ecevit gibi sosyal demokrat kredisi olanların IMF ve sağ ile yaptıkları uzlaşmalar işçi ve ezilenler üzerinde sadece “yıkıcı” bir etki yarattı. Dolayısıyla, sosyal liberalizm ve genel olarak da kapitalist sisteme alternatif siyasetlerin gelişimi geleneksel sosyal demokrat partilerin bölünmesine de tekabül ediyor. Bu süreç yaşanmadan işçi sınıfı kendi bağımsız siyasi “evini” kuramaz. Ancak; kimin seçimi kazandığı neo-liberalizme, savaşa ve genel olarak kapitalist sisteme karşı mücadele edenlerin morali ve mücadeleciliği üzerinde yaratacağı etkilerin göz önüne alınması gerekiyor. İspanya’da Zapatero’nun iktidara gelmesi bir balayı etkisi yarattı ama Avrupa Anayasası da referandumla onaylandı. Diğer taraftan İtalya’da yıl sonunda yapılacak genel seçimlerde yeniden Berlusconi’nin seçilmesinin ciddi bir şekilde moral bozacağı ve özellikle 2001 Cenova Direnişi’nden sonra yükselen mücadele dalgasını kesintiye uğratma tehlikesi olduğu tartışılıyor. Avrupa radikal Solu’nun en büyük partisi PCR, bu nedenle seçimleri sosyal liberal Zeytin Dalı Koalisyonu’nun kazanması için ittifak yapmanın ötesinde, hükümet ortağı olacağını karara bağladı. Berlusconi’nin tekrar iktidara gelmesinin yıkıcı bir etki yaratıp yaratmayacağı tespitini buradan yapamayız. Bu tespiti bir veri olarak kabul etsek ve Zeytin Dalı Koalisyonu’nun sandıkta desteklenmesi gerektiği sonucuna varsak bile, bu adım ile hükümete katılmak arasında belirleyici bir fark vardır. Birincisi; sosyal liberalizme bir alternatif inşa etme sürecinde mücadelenin hayrı için atılmak zorunda kalınan taktiksel bir adım iken hükümete katılım, bir PCR konferans delegesinin de ifade ettiği gibi “alternatifi inşa etmekten vazgeçmek” ve liberalizm ile iç içe geçmektir. Sol’un liberalizmde birleşmesi ise mücadele açısından ön açıcı olmayacaktır. Devrim perspektifi?Sandıkta ve mücadelede neo-liberalizme ve savaşa karşı tarif edilmiş bir zeminde bir araya gelen alternatif ittifaklar devrimci veya radikal Sol gruplar tarafından kurulmuş olsalar da, çoğu kapılarını mücadele içinde radikalleşen ama devrimci kimliği olmayanlara açmış durumda. Fransa’da LCR-LO ittifakı ise devrimci bir programda bir araya gelen ve dışarıya kapalı bir çalışmadır. İttifakların programlarına veya programı olmasa da öne çıkarttıkları taleplere bakarsak bunların kendi başlarına geleneksel ve sistem içi “reform”larmış gibi görünür. Ancak kapitalizmin “karşı reform” döneminde “parasız eğitim sağlık”, “emeklilik maaşlarının ortalama ücretlerin düzeyine çıkartılması”, “kadınlara, azınlıklara ve eşcinsellere bütün ayrımcı uygulamalara son verilmesi” “emperyalist saldırganlığın durdurulması” “bütün özelleştirmelerin durdurulup hizmetlerin kamulaştırılması” gibi talepler mücadele içinde devrimcileştiren bir etki yaratma potansiyeli taşıyor. Bu taleplerin arasında duran bir mücadele kapitalist sistemin verili paradigmalarını çatlatmak zorundadır. Son dönemde kurulan ittifakların önemli bir kısmı da mücadele süreçleri içinde devrimci bir kanat oluşturma ve buradan sola çekme hedefini içinde barındırmaktadır. Bu çalışmaların ne kadar başarılı olacağı ve süreç içinde daha net devrimci partilerin ortaya çıkıp çıkmayacağı mücadele içinde görülecektir. Sol ittifaklar, kapitalist sistemin, sosyal demokrasinin ve mücadele düzeyinin içinde bulunduğu dönemin ortaya çıkarttığı alternatif ihtiyacının ürünüdür. Tarihsel olarak devrimci parti ihtiyacı da bu süreçler içinde test edilerek inşa edilebilir.
İngiltere’de Respect Koalisyonu“Umudu İnşa Etmeye Başladık”John Rees (Respect Sekreteri) Son genel seçimlerde düzen partilerine karşı duyulan yabancılaşma, genel oy hakkı kazanıldığından bu yana seçimlerde görülen en düşük katılıma neden oldu. 10 Haziran 2004’de yapılan Avrupa Parlamentosu ve yerel seçimlerde gerek İşçi Partisi gerekse de Muhafazakarların desteği eridi. İşçi Partisi Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük oyu alırken, Muhafazakar Parti’nin de oy tabanı UKIP’ye (sağa) doğru bölündü. Halbuki İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Britanya seçim sisteminin istikrarı bu iki partinin aldığı kitlesel desteğe dayanmaktaydı. Bu tür yekpare güçlerin tabanının çözülmesi ise ne bir gecede ne de pürü pak bir halde yaşanır. Milyonlarca işçi, İşçi Partisi’ne bağlılıklarını sürdürüyor. İşçi sınıfının kitlesel örgütlenmeleri de İşçi Partisi’ni nesillerdir destekliyorlar. Düzen partilerinin yarattığı hayal kırıklığı ve öfke çok farklı yerlere akabilir. Sosyal Demokratların bir kesimi Irak Savaşı’na karşı hissettikleri öfkeyi Liberal Parti’ye oy vererek gösteriyorlar. Başkaları da Muhafazakarlardan hayal kırıklığına uğrayanlara katılarak aşırı sağ UKIP ve hatta Nazi BNP’ye oy verdiler. Merkeze desteğin çürüme belirtileri gösterdiği bir ortamda Birlik Koalisyonu olan Respect’in (Saygı) varlığı kritik bir önem taşımaktadır. Respect olmasaydı, milyonların Irak Savaşı, özelleştirmeler, sosyal devlet, sendikalar ve emeklilik konusunda hissettikleri kaygının sağa doğru kanalize olma olasılığı yüksekti. Respect ile İşçi Partisi’ne Sol bir alternatif yaratmaya başladık. Respect’in aldığı 250 bin oy ulusal düzeyde oyların yüzde 2’sine tekabül ediyor. Ancak oy dağılımı bu kadar dengeli değil. Respect Londra Belediye Başkanlığı Seçimlerinde beşinci parti oldu. Yerel seçimlerde de Merkez ve Doğu Londra’da oyların yüzde 20’sini, Preston’da yüzde 30’unu, Birmingham’ın bazı seçim bölgelerinde de yüzde 39’unu aldı. Respect, Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Yeşiller Partisi’ne ortak liste çıkarma teklifini götürdü. Yeşiller, bu teklifi, Respect’e verilen “Müslüman oylar” nedeniyle geri çevirdi. Halbuki Müslümanlar siyasi olarak bölünmüş durumdalar. Çoğu İşçi Partisine veya Liberal Demokratlara oy veriyor. Respect adayı beyaz sosyalist, Asyalı sendikacı, radikal bir Yahudi ve Afrika kökenli bir kampanyacı olabilir. Respect’e oy veren Müslümanlar bu farklı kökenler arasında bir ayrım yapmıyorlar. Müslümanlara sadece “dini” bir açıdan bakamayız. Bu “medeniyetler çatışmasının” bakış açısıdır. Respect’in, saldırılar karşısında Müslümanların yanında olması son derece önemlidir ancak yeterli değildir. Müslüman kökenden gelenlerin çoğu diğer herkes gibi eğitim, emeklilik, işgüvenliği, sağlık hizmetleri veya öğrenci harçları konusunda kaygılılar. Respect adayları arasında sendikacı olanlar da var. Respect’in üç kurucu kesimi var. Sosyalistler, sendikal hareketteki Sol ve Afganistan, Irak, Filistin’deki savaş nedeniyle radikalleşen Müslümanlar. Respect, Müslümanlar olmadan gelişmek istemez ama sadece Müslümanların desteği ile de gelişmez. Nasıl ki Müslümanlar arasında örgütlenme konusunda sosyalistlerin ve sendikacıların sorumluluğu varsa, sendikalarda örgütlenme konusunda da Müslümanların sorumluluğu vardır. Sendikalar ve İşçi Partisi ilişkilerindeki kriz yeni bir düzeye ulaştı. İtfaiyeciler Sendikası (FBU), Demiryolları Sendikası (RMT) ile birlikte İşçi Partisi ile olan bağını kopardı. Komünikasyon İşçileri Sendikası (CWU) da İşçi Partisi dışındaki siyasi yapılara bağış yapma ve posta hizmetlerini özelleştirmeye gitmesi durumunda parti ile bağlarını koparma kararı aldı. Respect’in önünde bir dizi önemli görev durmaktadır. Verili politik sistemden yabancılaşma çok sayıda insanı çaresizliğe sürüklüyor. Sağ popülist UKIP ve Nazi BNP gibi partiler bu çaresizlikten besleniyor. Respect ise umut politikalarının ve İşçi Partisi’ne kitlesel bir Sol alternatifin başlangıcıdır.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||