|
KENDİ İŞİMİZİ
KENDİMİZ GÖRMEK ZORUNDAYIZ;
BAŞKA YOL YOK!
AB konusundaki en yaygın görüşlerden birisi de, “bu memlekette iyi
bir şeyler olacaksa ancak AB sayesinde olacak, başka bir çıkış yolu da
yok” şeklinde özetlenebilir.
Bu yaklaşımın bu kadar yaygın olmasının arkasında yatan toplumsal gerçekleri
anlamadan AB konusunda işe yarar politika üretmek de mümkün değil.
Yıllardır düşük ücretler, işsizlik ve yetersiz kamu hizmetleri nedeniyle
canından bezen milyonlarca kişi, güvenip oy verdikleri partiler tarafından
aldatılmaktan bıktılar. Koşullar kötüleşirken dar bir tabakanın lüks yaşamları
her akşam televizyon aracılığıyla oturma odalarında boy gösterdi. Hortumcular,
rüşvetler, parti değiştiren vekiller, hep zengine veren hükümetler… Milyonların
umudu eridi. Ne partisi, ne sendikası, ne meslek örgütü, hiç birinden
hayır beklemez hale geldi. İşte bu milyonlar şimdi yüzlerini kendilerine
hayrı dokunur belki umuduyla bu kez Avrupalı politikacılar ve AB kurumlarına
döndü.
Kürt halkı yıllarca bağımsız bir devlet, eşit ve özgür bir ülke için
canları pahasına mücadele eden gerillaları destekledi. Ancak silahlı mücadelenin
kazanmalarına yetmediği görüldü. Bölgedeki egemenliğini yeniden kazanarak
Kürt gerillalara soluk aldırmayan devlet, en temel insani talepleri dahi
zorbalıkla bastırırken Türkiye işçi sınıfı, sendikal hareketi, bir bütün
olarak Türk halkı, devleti onayladı, destekledi. Bir avuç muhalif ses
çıkarmaya çalışsa da güçsüz kaldı, onların da sesi kısıldı. Kürt hareketi
liderliği, bu yeni durum karşısında politikalarını daha fazla uluslar
arası dengeler üzerinden belirlemeye başladı. Yıllarca süren savaş sırasında
Avrupa toplumsal muhalefetinin haklı sempatisini kazanan Kürt hareketi,
Türk devletini Avrupa egemen sınıflarının kontrolündeki kurumlar aracılığıyla
sıkıştırma politikalarına her geçen gün daha fazla bel bağladı. Sonuçta
Kürt hareketi ve etkisi atındaki Kürt halkı AB konusunda en az Türk yönetici
sınıfı kadar istekli olma noktasına sürüklendi.
28 Şubat muhtırasıyla yönetici sınıfın “haddini bildirdiği” İslami hareket
ise, büyük bir güvenle “iktidara yürürken” Türk yönetici sınıfının o kadar
da güçsüz olmadığını hızla anladı. Kürt hareketi gibi taleplerini yumuşatan
bu kesimin oldukça heterojen olan tabanı için, radikal ve mücadeleye dayalı
çözümler gerçekçi olmaktan çıktı. Hatta “takiyye” yaparak hükümet olunsa
bile iktidar olunamayacağı kavrandı. Talepler yumuşadı, demokrasi ve adalet
ihtiyacı arttı. Hatta hatırı sayılır bir bölümünde ezilen diğer kesimlerle
dayanışma duyguları güçlendi. Merkeze doğru yola çıkan Tayip Erdoğan’ın
AKP’si başta bu kesim olmak üzere toplumun ciddi bir kesimi için yeni
bir umut oldu. Ancak AKP hükümeti, sermayenin bir dediğini iki etmezken
islami hareketin tabanından gelen seçmenlerini tatmin etmiyor. Bu kesimin
en önemli ve simgesel talepleri AKP hükümetince geçiştirilmeye devam ediliyor.
AKP ise bu kesimi, ordu ve diğer güçlerin kendilerini engellediğini, yeni
bir 28 şubat’a yol açmadan bu işi halletmeye çalıştıklarını söyleyerek
oyalamaya çalışıyor. İslami hareketin tabanında AB konusuna eskiyle kıyaslanamayacak
kadar “evetçi” bir yaklaşım olmasının arkasında taleplerinin ancak bu
süreçle elde edilebilir olduğu hissinin önemi küçümsenemez.
Türkiye’de toplumsal mücadele alanının en önemli üç unsuru olan işçi
sınıfı, Kürt hareketi ve İslami hareketin tabanları açısından özetlediğimiz
durumun bu noktaya gelmesindeki en büyük etken, toplumun büyük çoğunluğunun
daha iyi bir yaşam için kendisine değil başka birine güvenmesi ve umut
bağlamasıdır. Kısmi yenilgiler alan, ya da fikirsel nedenlerle (milliyetçilik,
laik cephecilik, neo liberalizmin alternatifi olmadığı vb) hareketsiz
kalan Türkiye toplumsal muhalefeti, sıradan insanların hükümete, devlete,
sisteme müdahale etme gücünü unutmuş görünüyor. Oysa bizim tek gücümüz
bu.
İnsanların kendilerini ezen ve sömüren koca bir sistem karşısında bireysel
düzeyde yalnız ve güçsüz hissetmesi çok normal. Bu yalnızlık ve güçsüzlüğün
tek ilacı ise birbirine benzer koşullarda yaşayanların ortak hareket etmesidir.
Bugün Türkiye’deki toplumsal muhalefetin en önemli sorunu da bu noktadan
bakarak anlaşılabilir: Kendine ve kendi gibi olanların ortak mücadele
edebileceğine güven düzeyi çok düşük. AB konusundaki umutların bu kadar
yaygın olmasının arkasında esas olarak bu güvensizlik var.
Toplumsal mücadelede bu zaafı ortadan kaldırmak, ezilenlerin ve sömürülenlerin
esas gücünün birlikten geçtiğini bilen sosyalistlerin en önemli görevidir.
Rengi, dini, ırkı, cinsiyeti, cinsel yönelimi, mezhebi farklı da olsa
yaşamı birbirine benzeyenlerin ortak sınıf çıkarlarının ancak birleşik
mücadelelerle kazanılabileceğini bilenler umutsuzluğa kapılmazlar. Çünkü
esas güvendikleri şey ne kendileri, ne partilerinin gücü, ne de kendileri
gibi düşünenlerdir; güvendikleri şey, kendileriyle aynı koşullarda yaşayan
sınıf kardeşlerinin birliğinden doğacak güçtür, bu gücün ortaya çıkması
için mücadele ederler.
İşçi sınıfından, toplumdan, halktan, bizim gibi olanlardan umudumuzu
kestiğimiz an AB yolu “kötünün içindeki en iyi” olarak kendini dayatıyor.
Umut ve güvene sahip değilsek, sisteme teslim olmuşuz demektir. İşte o
zaman AB’ci olmak dışında bir seçeneğimiz kalmaz.
Oysa bunun dışında bir seçenek var: işçi sınıfının kolektif gücü. Biraz
iddialı bir seçenek ama, başka da yolu yok. Eğer refahı, demokrasiyi,
özgürlüğü, adaleti, insanca yaşamı istiyorsak, bunu kalıcı olarak elde
etmenin garantili ve insanca yolu aynı arzuyu paylaşan milyonların harekete
geçmesidir.
Antikapitalist; Sayı 30; Ocak 2005
'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön |
|