Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


AB Genişledikçe Derinleşen Neoliberalizm

Avrupa entegrasyonu ve genişlemesine yaklaşımların ezici çoğunluğu entegrasyonun neo-liberal sosyal amaçlarını göz ardı etmektedir.
Avrupa entegrasyon incelemelerinin bir kısmı entegrasyonun doğal bir şeklide uluslar-üstü yeni bir devlet ile sonuçlanacağını var sayarken başkaları da AB’nin devletler arası müzakeler ve kurulan koncenüsler üzerinden ilerleyeceğini tartışmaktadır. Siyaset ve ekonomiyi birbirinden ayırarak entegrasyon sürecinin aldığı veya alacağı “şekil”e odaklanmak AB’nin “falına bakma” çabası ile sınırlı kalmaya mahkumdur.

Yeniden yapılandırma

Entegrasyon ve genişleme ancak “içeriği” ve tarihsel bağlamları ile ele alındığında genişlemenin hedefi daha net görülür.

AB entegrasyonu ve genişlemesinin “içeriği” sosyal üretim ilişkilerinin neo-liberal temelde yeniden yapılandırılmasıdır. Küresel rekabette güçlenmek için sermaye açısından gerekli olan bu yeniden yapılandırmada “devlet” iddia edildiği gibi ekonomiden elini çekmesi gereken bir “hedef” değil, sermaye gündemini ilerleten bir müttefiktir. Hedef ise sosyal üretim ilişkilerinin öbür tarafında kalan emektir.

AB küreselleşmenin başlıca aktörlerinden olduğu gibi genişleme süreci aracılığı ile uzandığı yerleri küreselleştirmek istiyor. Bu yolda kazandığı her mevzi AB’nin kurucu ülkelerinde ve son genişlemeden önce katılan ülkelerde neo-liberal yeniden yapılanma saldırsını güçlendiriyor. Burada kazanılan her mevzi de yenilere geri besleniyor. Fransız araştırmacı Suzan George’un neo-liberal küreselleşme konusunda söylediğini hatırlayalım: “Dibe doğru bir yarış!” Almanya’da görülmeye başlanan saat ücreti 1 Euro olan işler, heryerde sendikasızlaşma, “Yüzde O” zam, çalışma saatlerinin “toplusözleşme” ile arttırılması, kadınların, göçmenlerin ve “farklı” olan herkesin “ötekileştirilip” hedef hatası haline getirlmesi... Liste uzatılabilir

Siyasi onay?

Ancak yukarıda değindiğimiz gibi küreselleşme sadece ekonomi alanında yaşanan teknik bir gelişme veya mutlak bir dış basınç değildir. Sosyal üretim ilişkileri alanında meydana gelen dolayısyla da farklı güçler tarafından biçimlendirilmeye açık bir süreçtir. Küreselleşmenin mutlaklıktan çok uzak olması süreci daha da siyasallaştıran bir dinamik sunuyor. Sermaye, neo-liberal yeniden yapılandırma projesi için siyasi onay odakları yaratmak sorundadır. AB adayı devletlerin siyasi desteği de yeterli değildir. Sosyal üretim ilişkilerinde sistemin bütün zenginliğinin kaynağı emek üzerinde etkisi olan sendikalar ve siyasi partilerin seferber edilmesine ihtiyaç vardır. Bu da ancak ekonomik, siyasi ve ideolojik yönetimlerin birlikte kullanılması ile elde edilebilir. AB egemenleri vaatler ile satın alamadıklarını ideolojik araçlarla iknaya başvuruyorlar. Eski Doğu Avrupa ve Türkiye’de yaşam standardı ve demokrasi alanında çok sayıda sorunun varlığı egemenlerin işini kolaylaştırmaktadır.

DUR!

AB egemenlerinin küresel rekabet için neo-liberal yeniden yapılandırma projesi Eski ve Yeni Avrupa ile birlikte çevresinde yaşam standartlarının ve demokrasinin aşağı çekilmeden işlemesi mümkün değildir. Bu süreçte “kesin” olan tek şey budur. AB projesinin mimarı olarak adlandırılması gereken Avrupa Sanayiçileri Yuvarlak Masa’sı çevrelerinde “bir ekonomik model olarak kapitalizmin demokrasi olmadan da işleyebileceği” tartışmalarının yaygınlaşması da bu yöne işaret etmektedir.

Avrupa egemenlerinin projesi net olabilir ama mutlak değildir. Projeye eski, yeni ve aday üye ülkelerin işçi sınıfı ve ezilenlerinin birleşik mücadelesi bütün hesapları altüst edebilir. Yani sürecin ucu açıktır. Bugünden sürecin neresinde yer aldığımız ise geleceği belirleme mücadelesinde kritik bir rol oynayacaktır.

Yeni AB Üyeler: Kolaylaşan Ne?

Polonya, Litvanya, Macaristan, Letonya gibi birliğe yeni üye olmuş bütün Doğu Avrupa ülkelerinde yasal olarak sendikal haklar kayıt altına alınmış durumda. Fakat pratikte işverenlerin ve devletin sendika karşıtı tutumları esas belirleyici faktör.

Bu ülkelerde son dönemde AB’ye uyum için çıkarılan iş yasalarında sendika üyelerinin işten atılması kolaylaştırılıyor, sendika kurmak, greve çıkmak için çok yüksek sayılarda yeter sayı aranıyor ve sendikacılar veya işçiler haksız bir durumla karşılaştıkları için mahkemeye başvurduklarında prosedür çok çok yavaş işletiliyor.

Mahkemelerin grevleri bir aya kadar erteleme hakları var. Bunun yanında çoğunda grev yasağı olan sektörler bir hayli geniş bir şekilde tanımlanmış durumda. Örneğin Çek Cumhuriyeti’nde aksatılmaması gerekli olarak sunulan hizmetlere telekomünikasyon, petrol ve doğal gaz boru hatları da dahil edilmiş durumda. Bu sektörlerde grev yapmak yasak.

Ayrıca tüm dünyada olduğu gibi buralarda da oluşturulan serbest ticaret bölgelerinde düşük ücretler mevzu bahisken, sendikaların esameleri okunmuyor.

Türkiye’de, AB’ye “uyumlu” olarak yapılmak istenen Kamu ve Personel Rejimi Reformlarında da yer alan ve esas işlevi kamu sendikalarını budamak olan bireysel sözleşme mevzuatı Polonya’da uygulanıyor ve bireysel sözleşmeyle işe başlayanlara sendika kurma veya girme hakları tanınmıyor.

Sadece bu kadar da değil. Bütün bu ülkelerin yasal mevzuatları istihdamda ve ücretlendirmede cinsel ve ırksal ayrımcılığa karşı maddeler içeriyor. Fakat hepsinde kadın işçiler, aynı işi yapan erkek işçilere göre % 18’den % 35’e kadar varan düşük ücretler almaktalar, işyerlerinde cinsel taciz sıkça yaşanan ve cezalandırılmayan bir durum. Çoğunda kadınlar, erkeklere göre daha iyi eğitimli olsalar da istihdamda erkekler kadınlara göre daha “avantajlı”.

Bizde çingene olarak aşağılanan Roman halkı bu ülkelerin nüfusunun ciddi bir kısmını oluşturuyorlar. Romanlar, çoğunluğa göre daha fazla işsizlikle (%90’lara varan oranlar!), daha düşük eğitim standartlarıyla (örneğin Slovenya’da Roman çocukları, zihinsel engellilerin okullarında okuyabilmekteler ancak!) ve tabii daha düşük ücretlerle karşı karşıyalar.

Bu ülkeler kadınların başka ülkelerde zorla çalıştırılmak veya fahişelik yaptırmak üzere kullanıldıkları/kaçırıldıkları mafyanın cirit attığı ülkeler aynı zamanda.

Yorumsuz:

Sermayenin dergisi The Economist (22 Kasım 2003)

“Büyüme oranı biraz gerileyen bir Orta Avrupa ülkesi AB üyesi olmanın sevkinin hızla acıya dönüştüğünü görecektir.”



POLONYA

Ela - Pracownicza Demokracja (İşçi Demokrasisi-Polonya)

Polonya’nın AB üyeliği ile birlikte patronların kesinti politikaları Avrpa teminatı ile güç ve hız kazandı. Sosyal ve demokratik hakların ise hiçbir garantisi yok. Tek tek Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hakları ancak mücadele ile kazanılacak.

Polonya AB’ye katılmasıyla herkes fiyatlarda bir artış hissetti. Ancak işçi ücretlerinde benzeri bir artış görülmedi.

AB politikalar, direktifleri ve önerilen Anayasa ulusal hükümetler kamu hizmetlerinde kesintiye gitme bahanesi sunuyor. Bütçe açığının milli gelirin yüzde 3’ünü aşmaması hükmü egemenlere göre kamu harcamalarını kısmayı gerektiriyor.

Polonya’da bugün bunun anlamı sağlık hizmetlerine yeterince kaynak ayırılmamasıdır. Hemşeriler ve diğer sağlık personelin ücretleri düşük. Hemşeriler ayda 200 Euro alıyor ve dört yıl önceki grevden sonra onlara verilen ücret artışı sözü yerine getirilmedi. Bununla birlikte hastalar bir dizi sağlık hizmeti için para ödemek zorunda bırakılıyor.

Özelleştirmelerin önü açıldı

AB politikaları gereği özelleştirmeye hazırlanan ve kaynaksızlığa terk edilen hizmetlerden birisi de demiryollarıdır. Çok sayıda aktarma noktası kapatılırken, ulaşım sistemi bakımsız bırakıldı ve demiyolu çalışanlarına dört yıldır zam yapılmadı. Demiryolları sendikaları geçenlerde greve gitti. Bundan sonra da eylemlerini sürdüreceğini açıkladı.

Bu gelişmeler AB’ye katılımdan önce başlamıştı ancak üyelik ile birlikte AB politikaları Polonyalı patronların istediği kesintilere arka çıktı, güç ve hız verdi.

Batı’ya ucuz emek göçü

Polonya’da işsizlik resmi rakamlara göre yüzde 19’a ulaştı. İşsizlerin yüzde 80’inin işsizlik sigortası yok. 4 milyon insan aşırı yoksul.

AB üyeliği öncesinde “Avrupa’da iş bulacaksınız” deniliyordu. Ancak Polonyalı işçiler bir dizi AB ülkesinde serbest dolaşım hakkından yararlanamıyor. Polonyalıları kabul eden ülkelerde de iş bulmak o kadar kolay değil. Çok sayıda Polonyalı genç Londra’nın tren istayonlarında yatıp kalkıyor. Buldukları işlerde ücretler ise zengin AB ülkelerindeki hayat pahalılığına hiçbir şekilde yetişemeyecek kadar düşük.

Hak garantisi yok

Sosyal Demokrat ve sol reformist partiler Polonya’nın AB’ye katılımını desteklemişti. Çoğu Batı Avrupa ülkesinde geçerli olan sosyal hakların AB üyeliği aracılığı ile Polonya’da geçerli kılınacağı düşünülüyordu. Aynı argüman kadın ve eşcinsel hakları için kullanılmıştı.

İşçi Demokrasisi çevresi ise hakların AB nedeniyle değil AB’ye rağmen var olduğunu tartıştı. AB’nin temelinde ise rekabet, serbest piyasa ve bütçe disiplini yatıyor. Bugün ise kazanılmış haklar AB’nin saldırısı altındadır.

Batı Avrupa ülkelerinde daha iyi kadın ve eşcinsel haklarının varlığı onların AB’ye üyeliğine dayanmıyor. Örneğin 30 yılı aşkın bir süredir AB üyesi olan İrlanda’da kürtaj hala yasaktır. Polonya Hükümeti’nin kürtaj yasağını kaldıracağına dair bir işaret görmüyoruz. Bu hakkı elde etmek için aşağıdan güçlü bir mücadele örgütlememiz gerekiyor.

Polonya’nın Mayıs ayındaki üyeliğinden sonra eşcinsel hakları için Varşova’da bir gösteri örgütlenilmişti. Gösteri Varşova Valisi tarafından yasaklandı. AB üyeliği ayrımcılığa karşı mücadele gibi en temel demokratik hakkın kullanılabilmesi için bir garanti teşkil etmedi.

Avrupa’da varolan haklar mücadele ile kazanılmıştı ve bugün AB’nin saldırısına karşı yine mücadele ile korunmaya çalışılıyor. Haklara ulaşım yolu da bu mücadelelerden geçiyor.



Danimarka

Jakob Nerup - Uluslararası Sosyalistler Danimarka

Avrupa Birliği hiç bir zaman çalışan insanların çıkarına olmadı ve olmayacak.

AB’nin kuruluşu hükümetlerin sermayeyi destekleme hedefine dayanmaktadır. O günden bu yana da aynı yoldu ilerliyor. İnsan ihtiyaçları ve sosyal güvenlik AB’nin önceliği değil. Piyasa her zaman önce gelir.

AB bürokrasisi içinde çıkarlarının desteklenmesi için hükümeti kullanan Maersk, Carlsberg, Group4securicor ve ISS gibi Danimarka merkezli Çok Uluslu Şirketler, AB’nin genişlemesini işçilerin ve çevrenin sömürüsünü arttırma fırsatı olarak değerlendiriyorlar. Şirketler eski Doğu Almanya’da fabrikalar satın alarak şeker gibi bir dizi sektörde tekel oluşturdular. Bir süre sonra fabrikaların çoğunu kapatıyor ve binlerce işçiyi işten atıyorlar. Yada Danimarka’da yasak olan bazı faaliyetlerini eski Doğu Avrupa ülkelerine taşıyorlar. Polonya’da kurulan deva domuz üretim çiftlikleri buna bir örnektir.

Danimarka 1972’deki referandum sonrası AB üyesi oldu. Peki sonuç ne? AB yasaları işçi sınıfını sıkıştırıyor ve Danimarkalı egemen sınıfın özelleştirme ve kamu hizmetlerinde kısıntıya gitmesini kolaylaştırıyor. AB son dönemde ulaşımın özelleştirilmesine yoğunlaşmış durumda.

Danimarka Hükümeti ırkçı ve İslam düşmanı. Parlamentoda aşırı sağdan destek alıyor. Göçmenler ve mülteciler çok sıkı yasalarla mağdur ediliyor. Birçok açıdan Danimarka daha kapalı ve düşmanca bir hale geldi. Hatta evliliklere bile karışıyorlar. 24 yaşını aşmamış gençlerin yabancıyla evlenmesi yasak. İşi olmayan göçmen ve mülteciler sınır dışı ediliyor.

Yabancı düşmanlığı ile birlikte aşırı sağın ve reformist Solun milliyetçiliğini görüyoruz. Reformist Sol AB ye demokratik değil de büroktatik olduğu için karşı çıkıyor. Bu tabiki doğru ancak tartışma sağı ve milliyetçiliği güçlendiriyor. Bizler ise antikapitalist ve enternasyonlist bir örgütlenme olarak AB nin neoliberalizmi ve emperyalizmine karşı birleşik bir mücadele ön görüyoruz. Bununla birlikte özelleştirmelere ve kamu hizmetlerindeki kesintilere karşı sosyal mücadelelerin içindeyiz.

İsveç

E. M. Börjesson - Uluslararası Sosyalistler (İsveç)

Avrupa Birliği Batı sermayesinin Batı Avrupa’yı ABD liderliği altında entegre etme projesi oarak başladı. Soğuk Savaş sırasında bu entegrasyon İkinci Dünya Savaşı’nda dünya egemenliğini kaybeden Avrupa sermayesini güçlendirmek için gerekliydi.

İlk başta entegrasyon süreci yavaş işlediği için işçi sınıfı da çok fazla etkilenmedi. Ancak Soğuk Savaş’ın bitimiyle süreç hızlandı. Neo-liberalizm Maastricht Anlaşması Euro ve şimdi de Anayasa ile birlikte işçi haklarına saldırılar yoğunlaştı. İstikrar ve Büyüme Anlaşmasıyla sendikal haklara, emeklilik haklarına ve kamu hizmetlerine saldırı yoğunlaştı.

İşçilerin dışındaki kesimlerde olumsuz etkileniyor. Avrupa çapında kadınlar alınıp satılıyor. “Komünizm” çökmesi ve Batı kapitalizminin Doğu Avrupa’ya girmesiyle birlikte bu kadını aşağlayıcı ticarette bir patlama yaşandı. Avrupa Birliği bu olumsuzluğu gidermek için parmağını kıpırdatmıyor.

Bunula birlikte Avrupa bir kale olarak inşa ediliyor. Başka ülkelerin vatandaşlarının AB ye girmesi ciddi bir şekilde zorlaştırıldı. Nesillerdir avrupada yaşayan göçmenler de iş olanaklarından dışlanarak giderek daha fazla baskı altına alınıyorlar. Sosyal konum olarak lümpen proletarya düzeyine itiliyorlar.

AB, Avrupa sermayesini ortak bir çatı altında toplayarak ABD, Japonya, Çin gibi rakipler karşısında güçlendirmeye çalışıyor. Avrupa sermayesi bir Avrupa devleti yaratmayı başarırsa diğer kapitalist güçlerle rekabet bir silahlanma yarışına ve emperyalist savaşlara dönüşmesi tehlikesi ortaya çıkar.

Kapitalizm altındaki ulus devlet gibi AB de demokratik değildir. AB tümüyle anti-demokratik bir temelde çalışır. Bütün bu gerçekliğe rağmen AB konusu Solun kafasını karıştırmaktadır. Kimi AB yi desteklerken başkaları da karşı çıkıyor. Bizler ise sistemin içerden dönüştürülemeyeceğini yıkılması gerektiğini düşünüyoruz. AB yıkılmalıdır.

Antikapitalist; Sayı 30; Ocak 2005

'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön