Güncelleme:
27.10.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


21. Yüzyılda ENTERNASYONAL SOSYALİZM

21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm, Antikapitalist'in yeni teorik yayın organı. İlk sayısı bu yılın nisan ayının sonunda çıktı. Aşağıda, 21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm'in giriş yazısı ve dergide yer alan 6 makaleden biri olan İngiltere'deki Socialist Workers Parti'nin üç aylık teorik dergisi International Socialism dergisinin editörü Chris HARMAN'ın 'Devrim İçinde Devrim' yazısı var.
Teorik yayınımızı almak için bize yazın..
İyi okumalar..

Merhaba…
Latin Amerika kaynıyor. Neo-liberalizmin ‘başarısı’na bir dönem örnek gösterilen Latin Amerika, yıllardır mayalanan, büyüyen, kapitalist sistemin savaş dahil bütün önceliklerini hedef alarak milyonları seferber eden küresel bir hareketin en ileri düzeyini temsil ediyor.
21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm’in yayın hayatını bu noktadan başlatmayı, bu umudu ve barındırdığı potansiyeli paylaşarak yola çıkmayı özellikle tercih ettik.
Bu ilk sayımızda, Türkan Uzun Latin Amerika’da neo-liberalizmin ekonomik ve sosyal etkilerini inceleyerek hegemonyasının kırılıp kırılmadığı sorusu üzerine duruyor.
Mike Gonzales’in “Bolivya: Bir Halk Ayaklandı” ile Venezüella için yazdığı“Daha Yürünecek Yollar Var” makalelerini aktararak toplumsal süreçlerin nasıl geliştiği, ne tür fırsatlar yarattığı ve ne gibi sorunlarla karşı karşıya kaldığını anlamlandırma çabasına katkıda bulunmayı hedefledik.
Chris Harman’ın “Venezüella’da Devrim ve Reform” yazısı, mücadele öznelerinin süreci nasıl algıladığına ve bunu nereye taşımak istediklerine odaklanıyor.
Alfredo Saad Filho ve Sue Branford, Brezilya’da İşçi Partisi’nin yükselişi ve girdiği krizi inceleyerek, sol hükümetlerin neo-liberalizmi kucaklamasının acı sonuçlarına dikkat çekiyorlar.
21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm’in bu sayısını Chris Nineham’ın “Anti-kapitalizm, Sosyal Forumlar ve Politikanın Geri Dönüşü” makalesi ile Alex Callinicos ve John Holloway’in “İktidarı almadan bu dünyayı değiştirebilir miyiz?” sorusunu tartıştıkları DSF toplantı metni ile noktalıyoruz.



Devrim İçinde Devrim (*)
Chris Harman

Venezüella, son otuz yıldır dünya sisteminin saldırganlığı altında insanların en fazla acı çektiği ülkelerden biri. Ama şimdi milyonlarca insanın daha iyiye doğru bir değişim yaratabileceklerine inandıkları da bir ülke.
Venezüella’nın Latin Amerika’nın en zengin ülkelerinden birisi olduğu dönemin üstünden çok zaman geçmedi. Nüfusun önemli bir oranının yaşam standardı yüksek olduğu için 1950’lerde Güney Avrupa’dan ciddi bir göç aldı.
Ne var ki bu refah düzeyi istikrarsız bir dünya sisteminin iniş çıkışlarına bağlı olan petrol gelirlerine dayanıyordu. Petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemlerde hükümetler hem yoksulları memnun edecek hem de dev projeler yürütecek kaynaklara sahip oluyordu.
Petrol fiyatları düştüğünde ise; ülkenin zenginleri ve üst orta sınıf kendi payını aldıktan sonra geriye pek bir şey kalmıyordu. Devlet elindeki petrol şirketi PDVSA’nın seçilmemiş yöneticileri ve çok uluslu şirketler (Venezüella’nın en zengin aileleri tarafından işletilen iki şirkette bunlara dahil) petrol gelirlerinin aslan payına el koyuyordu.
Halkın çoğunun yaşam standardı düştükten sonra iyileştirme vaatleriyle iş başına gelen hükümetlerin İMF ile yaptığı anlaşmalar sonrasında daha da kötüleşti. Reel ücretler yarı yarıya düştü ve işsizler ancak kayıt dışı sektörlerde ekmek parasını çıkarır hale geldi. Çok sayıda insan amele pazarlarında garantisi olmayan işler için, daha kötü durumdakiler ise otel çevrelerinde pahalı arabalarıyla kadın avcılığı yapanlara vücutlarını satmak için bekleşiyorlardı.
Modern apartmanlarda yaşayacaklarını umut eden aileler boş buldukları araziler üzerine kurdukları gecekondularda yaşamak zorunda kaldı. Yıllar geçtikçe bir çoğu bu betonarme binalar haline getirmeyi başardılar. Dağların yamaçlarına kurulmuş olan gecekondular sürekli sel baskını tehdidi altındalar.
İşportacıların hem hırsızlardan hem de birbirlerinden korunmaya ihtiyacı var. Rüşvetçi polislerin ihtiyaçları olan korumayı sağlamayacaklarını hızla öğrendiler. Böylece beyzbol sopalarına sarıldılar; o da işe yaramazsa kaçak malları onlara sağlayan mafyaya başvurdular. Barriolarda (yarı yerleşik gecekondu bölgeleri) yaygın olan çaresizlik uyuşturucuyu ve mafyayı beraberinde getirdi. Dolayısıyla Caracas’ın, şiddetin en yaygın olduğu kentler listesinde olması şaşırtıcı değildir.
İnsanlar böylesi koşullarda yaşamayı kabullenemez. 1989’da otobüs bileti fiyatlarının iki katına çıkartılması üzerine barriolarda yaşayan halk kent merkezlerine hücum ederek lüks mağazaları ve zengin apartmanları talan etti. Polis ve ordu büyük bir vahşetle saldırdı. İki gün süren çatışmanın sonunda binlerce kişi ölmüş, yoksullar da yaşadıkları tepelere geri sürülmüştü. Üst sınıflar ise rahatlayarak lüks yaşantılarına geri döndüler.
Ancak 1989 isyanından sonra bir şeyler değişti. Dokuz yıl boyunca halkı yoksullaştıran ve ezen hükümetler bütün meşruiyetlerini kaybettiler. 1992 yılında başarısız bir darbe girişimine liderlik yapan Hugo Chávez adındaki albay, 1998 seçimlerinde başkanlık için adaylığını koydu. Dışardan biri olmasına rağmen, oyların büyük çoğunluğunu aldı. Zenginler ilk önce kaygılanmadılar. Yeni başkan, zenginlerle ve arkalarındaki ABD ile çatışmadan halkın koşullarını iyileştirebileceğine inanıyordu.
Ancak kısa bir süre içinde Chávez ile işbirliği politikasının sınırlılığı ortaya çıktı. Chávez, devlet elindeki petrol şirketini yeniden yapılandırarak hortumculuğun önüne geçmeye çalıştığında zenginleri karşısında buldu. Chávez’in kaçırılmasına yol açan askeri bir darbe yaşandı ve işverenler örgütünün başkanı, 11 Nisan 2002’de kendisini kısa bir süre için kendisini başkan ilan etmesi oldu. Ancak yoksulların tepkisini hesap etmemişlerdi. Binlerce insan barriolardan başkanlık sarayına doğru aktı. Böylece orduyu böldüler ve Chávez’i geri getirdiler.
Sekiz ay sonra Chávez’i devirmeyi tekrar denediler. Bu kez petrol sanayinde lokavt ilan ettiler. Örgütlü işçiler tesisleri açık tutmak için mücadele ederken yoksulların kitlesel gösterileri de lokavtı çökertti. 2004’te referandum aracılığıyla Chávez’i indirme planları da boşa çıktı. Chávez aralık ayında yapılan seçimleri yeniden kazandı. Bu süreç Chávez hükümetinin kontrol ettiği petrol zenginliğinin bir kısmını gerçek reformları uygulamak için kullanmasını sağladı.
Bu bir paradoks olarak görülebilir, ancak Chávez öncesi Venezüella’da ters giden her şeyin sembolleri bugün de varlığını sürdürmektedir. Zenginler hala lüks içinde yaşıyorlar ve işsizlik hala yüksek (yüzde 9). Sokakta işportacılık yaparak ya da kendini satarak ayakta kalmaya çalışanların sayısında bir azalma görülmüyor. Ne var ki son dört yıldır eski ve yeni arasındaki mücadele gerçek anlamıyla başladı. Ancak daha yürünecek çok yollar var. Çok sayıda aktivistin de ifade ettiği gibi eskinin, yeniyi savunduğunu iddia eden bazı güçleri de kirletme tehlikesi var.

Barriolar
“23 Ocak Barriosu, başkanlık sarayından sadece üç blok ötede” diyor, koordinasyonlarda (yerel kampanya birlikleri) liderlik yapan bir aktivisit olan Juan Contreras. Barriolarda yaşayan aktivistler misionesların (hükümetin kurduğu sosyal programlar) ilk defa iyi bir ilk ve orta öğretim hizmeti sunduğunu söylüyorlar. Geçmişte okuma yazma öğrenme fırsatı hiç olmamış yetişkinler için de eğitim veriliyor. Küba ile yapılan petrol anlaşması karşılığında Kübalı doktorlar sağlık merkezlerinde çalışıyorlar. Kırk yıldır barrioda yaşayan yetmiş yaşındaki Felicita, “hasta olduğumuzda hemen tedavi görebiliyoruz. Buna ileri düzeyde dişçilik hizmetleri de dahil” diyor.
Bu barrionun direniş tarihi 23 Ocak 1958’e dayanıyor. Buralardan yükselen kitlesel hareket diktatör Jiminez’i devirdi. Ayaklanma diktatör tarafından orta sınıf konutları olarak inşa edilen sitelerin çevresinde başladı. Barriolardan gelen halk daha sonra başkanlık sarayını bastıkları gibi sitelere de el koydular. Bu ayaklanmadan sonra barrionun ismi 23 Ocak olarak anılmaya başladı.
Gerilla grupları da bu barriolarda bir taban edindi. Her türlü ağır silahla donatılmış polis istasyonlarından yoksulları kontrol etme çabasına karşı mücadele ettiler. Juan, “dört nesildir bir mücadele geleneğimiz var” diyor. Dolayısıyla 23 Ocak Barriosu’nun 1989 ayaklanmalarına bütün gücüyle katılmış olması çok normaldi. 2002’de Chávez’i devirme çabasına karşı mücadelenin de yine en önünde yer aldılar. Gustavo, “darbe günü olan 11 Nisan 2002’de başkanlık sarayına yürümeye çalıştık. Ancak güvenlik güçleri halk üzerine ateş açmaya hazırdı. Biz de iki gün sonra çok daha büyük kalabalıklar halinde tekrar yürüdük ve Chávez’i savunmayı başardık” diyor.
Chávez’i devirmek için yapılan üçüncü girişimin çökmesi sonrasında barrioda sembolik ama büyük önem taşıyan bir değişiklik yaşandı. Yoksullara ateş açan ve işkence eden eski polis istasyonu bir halk evine dönüştürüldü. Artık buradan bir yerel radyo istasyonu yayın yapıyor ve toplumun bir parçası kabul edilen askerler tarafından korunuyor.
Ancak barrioların dışında polis hala ciddi bir sorun teşkil ediyor. Gustavo, “güvenlik güçleri yıllardır sosyal konularla ilgilenen herkese baskı uyguladı ve ne yazık ki radikal bir değişim yaşanmadı. Artık polis güçlerinin kontrolü belediyelerde, ancak bunların çoğu da sağın elinde. Belediye başkanı eskisine göre daha iyi olmasına rağmen Caracas polisinin tutumunda hala bir değişiklik yaşanmadı. Benzeri bir durum medya için de söz konusu. O da sağın elinde. Peki bu sorunla nasıl baş edeceğiz? Şu anda kongrede ulusal bir polis gücü kurma tasarısı tartışılıyor. Bu şekilde polisin kontrol altına alınacağını umut ediyoruz” diyor.
23 Ocak Barriosu’nda kırk farklı grup faaliyet gösteriyor. Hepsi de gevşek bir örgütlenme biçimine sahip. Konuştuğumuz aktivistler Hugo Chávez’e çok güveniyor. Gururla devrimci olduğunu söyleyen Felicita “bizi onun gibi anlayan başkası hiç olmadı” diyor. Gustavo da şunları söylüyor: “bazen bir şeylerin ters gittiğini düşünüyorum ve aynı hafta içinde Chávez’in bu sorunu televizyondan gündemleştirdiğini görüyorum. Bürokrasi tarafından ciddi bir biçimde çevrelenmiş olmasına rağmen Chávez halkın neler düşündüğünü anlıyor. Pazar günleri yayınlanan TV programu ‘Merhaba Başkan’ Chávez’in halk ile iletişim kurmasını sağlayan temel araç. Bu nedenle programın yedi saatten fazla sürüyor. Ancak başkanın bize ne yapılması gerektiğini söylemesini beklememiz gerekmiyor. Biz bunları kendimiz için yapıyoruz.”
Görüştüğümüz aktivistlerden aldığımız en önemli mesaj çaresizliğin yerini umudun aldığıdır. Aynı zamanda bu aktivistler genellikle hükümet içinde ve diğer kurumlarda çalışan hareketin liderliğine hayli eleştirel yaklaşıyorlar. Gustavo bu konuda şunları söylüyor: “biz buna sessiz mücadele diyoruz. Tabandan basıncın olması çok önemlidir. Belediye başkanları gibi toplumsal kesimler kitlelere açılan alanlar konusunda çok kaygılılar ve bunları geri alma noktasına geldiler. Elde edilen kazanımlarımızı geri almak istiyorlar. Dolayısıyla biz, bürokratikleşmeye ve yolsuzluklara karşı aşağıdan bir mücadele içindeyiz. Geldiğimiz noktada Juan gibiler belediye seçimlerinde aday olmalıdır. Çünkü bürokratik katman gerçek bir problem.” Juan da mücadeleyi “bireyciliğe karşı kolektivizmden yana” diye tarif ediyor ve şöyle diyor: “Hükümet, kurumlarında var olan sorunlara ve yolsuzluğa karşı mücadele etmemizi teşvik ediyor. Başlangıçta elimizde ne kadar büyük bir güç bulunduğunu anlayamamıştık. Şimdi ise aşağıdan örgütlenme özgürlüğümüzü kullanıyoruz.”
Gustavo, Chávez iki hafta boyunca ortada görünmeyince kaygılandıklarını ifade ediyor ve bir sorun olmadığına emin olmak için başkanlık sarayına yürüdüklerini söylüyor. Felicita’nın kızı da şunları ekliyor: “Biz Chávez’den öğreniyoruz. Bize Simon Bolivar’ı öğretti. Ama biz çok daha ileri gitmek istiyoruz. Şu anda Chávez gibisi yok, ancak zaman içinde başka liderler de gelişecek. Chávez’i destekliyoruz çünkü çocuklarımızın geleceği söz konusu. Ancak sağ kanat bütün umutlarımızı yok etmek istiyor. Chávez’den kurtularak umutlarımızı da öldürebileceklerini zannediyorlar.”

Fabrika İşgalleri
Chávez’i üç kez başarılı bir şekilde savunan hareket, işçilere de fabrika kapatmalarına karşı mücadele etme güveni kazandırdı. İşçiler mücadele ettikleri zaman hükümetin desteğini alabileceklerini hissediyorlar.
Caracas’ın güneyindeki SEIFEX fabrikasına gittik. Orta sınıf bir mahallede yer alan ve Lony şirketi için kıyafet üreten fabrikada, çoğu kadın, iki yüz kırk işçi çalışıyor. 12 Aralık 2005’te sahipleri fabrikanın kapanacağını açıkladılar. İşçiler hem işlerini kaybedecek hem de tatil ve sosyal güvenlik ödeneklerini alamayacaklardı. İşçiler hemen fabrikayı işgal ettiler ve o günden beri kontrol ediyorlar. Gece gündüz fabrikayı bekleyenler var. Carmen Fuentes’e işgale kimin karar verdiğini sorduğumuzda çevredeki kadınlar bir ağızdan “biz hepimiz” dediler. Carmen, “bu kadınların işiydi. Burada çalışanların yüzde 90’ı kadın. Ben yirmi dört yıldır burada makinecilik yapıyorum. Yirmi iki yaşımda başladım. Fabrikayı kapatacaklarını açıkladıklarında bize yalan söylediklerini ve bizden çaldıklarını farkettim. Artık onlara güvenmiyorum.” “Fabrikanın kapanacağı açıklamasından önce bir gün fabrikayı işgal edeceğiniz hiç aklınıza gelmiş miydi?’ diye sorduk. Yanıt yine koro halinde “hayır” oldu. Carmen bazılarının burada kırk, elli yıl çalıştığını söyledi ve ekledi: “hiç grev yapmamıştık. Yönetimle hiç ters düşmedik, onlara güveniyorduk. Şikayet edilecek şeyler vardı tabi ki, ama biz hiç şikayet etmedik.”
İşçiler, fabrikanın bulunduğu bölgeye yakın yaşamıyorlar. Fabrika civarında yaşayan mahalle sakinleri de işçileri desteklemiyor. Arabasıyla fabrikanın yanından geçenler dayanışma için bir korna bile çalmıyor. Destek, barriolarda yaşayan ailelerinden geliyor. Ancak asıl destek son dönemde kurulan UNT sendika federasyonuna bağlı tekstil işçileri sendikasından geliyor. Kendisi de tekstil işçiliğinden gelen sendikacı Elidio Rojos fabrika işgalinin arka planını bizlere açıkladı. Fabrikanın kapatılması son on yılda yaşanan ekonomik krizin bir ürünü. Caracas ve Miranda’da örgütlenen tekstil sendikasının eskiden on bir bin üyesi vardı. Bu sayı bugün iki bin dört yüz. Üç yıl önce üye sayısı bin dört yüze kadar gerilemişti. Eski sendika federasyonu Chávez’e karşı darbeyi ve patronların lokavtını destekleyince UNT federasyonu kuruldu. Rojos, UNT’nin kuruluş sürecinde çalışmış: “ilk önce üye kazanma kampanyası başlattık. Bin yeni üye kazandık. Bence UNT, hareketi kurtarıyor. Bu sendikada ben baş olarak görünüyorum, ama kendimi kuyruk olarak hissediyorum. Başı kadınlar çekiyor. Çünkü sendika yukardan değil, aşağıdan kuruldu.”

Hareketin İçinden
Roland Denis, 13 Nisan Hareketi adında bir taban örgütünün aktivisti. Hareket ismini 2002’de Chávez’in tekrar iktidara dönüş tarihinden alıyor. Denis’e göre Chávez’in zaferi ve sağın yenilgiye uğratılması, 80’lerde ve 90’larda bastırılan sosyal hareketi tekrar inşa etme fırsatı sunuyor. Ancak bu süreç içinde bazı aktivistler kurumsal çerçevenin içine çekiliyor.
2002 sürecinde üç yıl süren bir komplo söz konusuydu. Gruplar bir araya gelerek hükümeti savundular. Sağı yenilgiye uğrattıktan sonra ise yeni bir tartışma başladı. Bu tartışma hükümet kurumlarının içine doğru çekilenler ile hareketin içinde kökü olanlar arasında gerçekleşiyor. İşçi sınıfını merkeze alan görüşler bu süreçte güçleniyor. Ancak eleştirilerine rağmen Chávez’i de desteklemeye devam ediyorlar. Denis şunları söylüyor: “kurumsal sorun sadece bürokrasiyle ilgili değil. Yolsuzluk da söz konusu. Bürokrasi ve yolsuzluk, devrimci süreci tehdit eden korkunç bir makineye dönüşüyor. Petrolden çok büyük gelirler söz konusu. Ancak bunun çok azı halka ulaşıyor. Paranın çoğu hükümetle doğrudan bağlantısı olan sosyal hareketlerin içinde yok oluyor. Radikal reformlar şimdiye kadar sadece halkın dörtte birine yarar sağladı.”
Denis, içler acısı bir örnek de verdi. Geçen yılın sonunda ülkenin güneyinde bir madenci mücadelesi yaşanmış. Patronların silahlı çeteleri 11 madenciyi öldürmelerine rağmen bu olay basında hiç yer almamış. Madenciler, Chávez’in büyük bir fotoğrafıyla bu olayı protesto ederken, ordunun halk hareketinin öncüsü olduğuna dair Chávez retoriğine rağmen, bu protesto ordu kuvvetleri tarafından bastırıldı.
Denis şunları ekliyor: “tabandan hareketin birliğini sağlama çabaları söz konusu. Bu partileşme değil, ortak bir devrimci yaklaşımı ifade edebilecek geniş bir örgütlenme. Şu ana kadar iki ulusal toplantı yaptık. Ancak örgütlenme kültürü zayıf olduğu için zorlu bir süreç yaşanıyor. Taban hareketinin kendi başına talepler oluşturmasının bir aracı yok. Çünkü kitlelerin bağımsız bir örgütlenmesi yok. Örgütsel bir ifadesi olmayan bilinç bir şey ifade etmez.”
Böyle bir örgütlenmeyi inşa etmenin aciliyetini egemen sınıfın Chávez ve değişim hareketine gösterdiği tepkide de görüyoruz. Denis, “üst sınıflar şu anda hem Chávez’le uzlaşıyorlar hem de ona karşı komplo kuruyorlar. Chávez de tonunu biraz değiştirdi. Eskiden zenginlere karşı söylemi daha güçlüydü. Şimdi ise bundan daha az söz ediyor. Artık düşman olarak emperyalizmi gösteriyor ve genellikle kendi egemen sınıfımıza saldırmıyor. Tarım ve finans burjuvazisi ile ittifak kuruyor. Ancak şu ana kadar kesin bir ittifak söz konusu değil. Burjuvazi şu anda Chávez’e karşı şiddet kullanmıyor. Ama komplolar devam ediyor.” Denis’le görüşmemizden bir gün önce patronlar Chávez’in devrilmesi için gösteri örgütlemişler. Gösteriye yüz bin kişi katılmış. İki yıl önce böylesi bir gösteri üç yüz bin olurdu. Ama halen çok büyük.
Chávez hükümetinde daha az radikal olan bakanlar maliye, dış işleri, adalet, içişleri ve savunma işlerini yürütüyor. UNT sendika federasyonunun liderlerinden Stalin Perez, hükümette bir neo-liberal kanat, bir de neo-liberalizme karşı olan kanadın olduğunu ifade ediyor. “Chávez bizim için bir sembol gibi” diyen Denis uyarıyor: “Mesele, sembolle politikaları birbirine karıştırmamaktır. Şu andaki sorumluluğumuz bu sembolden bağımsız politikalarımızı oluşturmaktır. Bu alternatif oluşturulmazsa sağ, yeniden güçlenebilir ve bütün hareketi şiddet ile veya barışçıl bir şekilde yenilgiye uğratacak politikaları kazanır. Diğer bir tehlike de hareketin kurumsallaşmasıdır.” Her iki sonuç da Venezüella’da kapitalizmin olduğu gibi devam etmesini sağlar. Sonuçta halkın büyük bir kesimini yoksulluk ve güvensizliğe mahkum eden eşitsizlik sürer. Halbuki konuştuğumuz bütün aktivistler, hükümeti eleştirmeyi reddedenler bile bundan çok daha iyi şeyler için mücadele ediyor.

* İngiltere’de yayımlanan aylık Socialist Review dergisinin Şubat 2006 sayısındaki Revolution in the Revolution yazısından çevrilmiştir.

sayfa başına dön

 
   

kütüphane sayfasına git