|
21.
Yüzyılda ENTERNASYONAL SOSYALİZM
21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm,
Antikapitalist'in yeni teorik yayın organı. İlk sayısı bu yılın nisan
ayının sonunda çıktı. Aşağıda, 21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm'in
giriş yazısı ve dergide yer alan 6 makaleden biri olan İngiltere'deki
Socialist Workers Parti'nin üç aylık teorik dergisi International
Socialism dergisinin editörü Chris HARMAN'ın 'Devrim İçinde Devrim'
yazısı var.
Teorik yayınımızı almak için bize yazın..
İyi okumalar..
Merhaba…
Latin Amerika kaynıyor. Neo-liberalizmin ‘başarısı’na bir dönem örnek
gösterilen Latin Amerika, yıllardır mayalanan, büyüyen, kapitalist sistemin
savaş dahil bütün önceliklerini hedef alarak milyonları seferber eden
küresel bir hareketin en ileri düzeyini temsil ediyor.
21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm’in yayın hayatını bu noktadan başlatmayı,
bu umudu ve barındırdığı potansiyeli paylaşarak yola çıkmayı özellikle
tercih ettik.
Bu ilk sayımızda, Türkan Uzun Latin Amerika’da neo-liberalizmin ekonomik
ve sosyal etkilerini inceleyerek hegemonyasının kırılıp kırılmadığı sorusu
üzerine duruyor.
Mike Gonzales’in “Bolivya: Bir Halk Ayaklandı” ile Venezüella için yazdığı“Daha
Yürünecek Yollar Var” makalelerini aktararak toplumsal süreçlerin nasıl
geliştiği, ne tür fırsatlar yarattığı ve ne gibi sorunlarla karşı karşıya
kaldığını anlamlandırma çabasına katkıda bulunmayı hedefledik.
Chris Harman’ın “Venezüella’da Devrim ve Reform” yazısı, mücadele öznelerinin
süreci nasıl algıladığına ve bunu nereye taşımak istediklerine odaklanıyor.
Alfredo Saad Filho ve Sue Branford, Brezilya’da İşçi Partisi’nin yükselişi
ve girdiği krizi inceleyerek, sol hükümetlerin neo-liberalizmi kucaklamasının
acı sonuçlarına dikkat çekiyorlar.
21. Yüzyılda Enternasyonal Sosyalizm’in bu sayısını Chris Nineham’ın “Anti-kapitalizm,
Sosyal Forumlar ve Politikanın Geri Dönüşü” makalesi ile Alex Callinicos
ve John Holloway’in “İktidarı almadan bu dünyayı değiştirebilir miyiz?”
sorusunu tartıştıkları DSF toplantı metni ile noktalıyoruz.
Devrim İçinde Devrim (*)
Chris Harman
Venezüella, son otuz yıldır dünya sisteminin saldırganlığı altında insanların
en fazla acı çektiği ülkelerden biri. Ama şimdi milyonlarca insanın daha
iyiye doğru bir değişim yaratabileceklerine inandıkları da bir ülke.
Venezüella’nın Latin Amerika’nın en zengin ülkelerinden birisi olduğu
dönemin üstünden çok zaman geçmedi. Nüfusun önemli bir oranının yaşam
standardı yüksek olduğu için 1950’lerde Güney Avrupa’dan ciddi bir göç
aldı.
Ne var ki bu refah düzeyi istikrarsız bir dünya sisteminin iniş çıkışlarına
bağlı olan petrol gelirlerine dayanıyordu. Petrol fiyatlarının yüksek
olduğu dönemlerde hükümetler hem yoksulları memnun edecek hem de dev projeler
yürütecek kaynaklara sahip oluyordu.
Petrol fiyatları düştüğünde ise; ülkenin zenginleri ve üst orta sınıf
kendi payını aldıktan sonra geriye pek bir şey kalmıyordu. Devlet elindeki
petrol şirketi PDVSA’nın seçilmemiş yöneticileri ve çok uluslu şirketler
(Venezüella’nın en zengin aileleri tarafından işletilen iki şirkette bunlara
dahil) petrol gelirlerinin aslan payına el koyuyordu.
Halkın çoğunun yaşam standardı düştükten sonra iyileştirme vaatleriyle
iş başına gelen hükümetlerin İMF ile yaptığı anlaşmalar sonrasında daha
da kötüleşti. Reel ücretler yarı yarıya düştü ve işsizler ancak kayıt
dışı sektörlerde ekmek parasını çıkarır hale geldi. Çok sayıda insan amele
pazarlarında garantisi olmayan işler için, daha kötü durumdakiler ise
otel çevrelerinde pahalı arabalarıyla kadın avcılığı yapanlara vücutlarını
satmak için bekleşiyorlardı.
Modern apartmanlarda yaşayacaklarını umut eden aileler boş buldukları
araziler üzerine kurdukları gecekondularda yaşamak zorunda kaldı. Yıllar
geçtikçe bir çoğu bu betonarme binalar haline getirmeyi başardılar. Dağların
yamaçlarına kurulmuş olan gecekondular sürekli sel baskını tehdidi altındalar.
İşportacıların hem hırsızlardan hem de birbirlerinden korunmaya ihtiyacı
var. Rüşvetçi polislerin ihtiyaçları olan korumayı sağlamayacaklarını
hızla öğrendiler. Böylece beyzbol sopalarına sarıldılar; o da işe yaramazsa
kaçak malları onlara sağlayan mafyaya başvurdular. Barriolarda (yarı yerleşik
gecekondu bölgeleri) yaygın olan çaresizlik uyuşturucuyu ve mafyayı beraberinde
getirdi. Dolayısıyla Caracas’ın, şiddetin en yaygın olduğu kentler listesinde
olması şaşırtıcı değildir.
İnsanlar böylesi koşullarda yaşamayı kabullenemez. 1989’da otobüs bileti
fiyatlarının iki katına çıkartılması üzerine barriolarda yaşayan halk
kent merkezlerine hücum ederek lüks mağazaları ve zengin apartmanları
talan etti. Polis ve ordu büyük bir vahşetle saldırdı. İki gün süren çatışmanın
sonunda binlerce kişi ölmüş, yoksullar da yaşadıkları tepelere geri sürülmüştü.
Üst sınıflar ise rahatlayarak lüks yaşantılarına geri döndüler.
Ancak 1989 isyanından sonra bir şeyler değişti. Dokuz yıl boyunca halkı
yoksullaştıran ve ezen hükümetler bütün meşruiyetlerini kaybettiler. 1992
yılında başarısız bir darbe girişimine liderlik yapan Hugo Chávez adındaki
albay, 1998 seçimlerinde başkanlık için adaylığını koydu. Dışardan biri
olmasına rağmen, oyların büyük çoğunluğunu aldı. Zenginler ilk önce kaygılanmadılar.
Yeni başkan, zenginlerle ve arkalarındaki ABD ile çatışmadan halkın koşullarını
iyileştirebileceğine inanıyordu.
Ancak kısa bir süre içinde Chávez ile işbirliği politikasının sınırlılığı
ortaya çıktı. Chávez, devlet elindeki petrol şirketini yeniden yapılandırarak
hortumculuğun önüne geçmeye çalıştığında zenginleri karşısında buldu.
Chávez’in kaçırılmasına yol açan askeri bir darbe yaşandı ve işverenler
örgütünün başkanı, 11 Nisan 2002’de kendisini kısa bir süre için kendisini
başkan ilan etmesi oldu. Ancak yoksulların tepkisini hesap etmemişlerdi.
Binlerce insan barriolardan başkanlık sarayına doğru aktı. Böylece orduyu
böldüler ve Chávez’i geri getirdiler.
Sekiz ay sonra Chávez’i devirmeyi tekrar denediler. Bu kez petrol sanayinde
lokavt ilan ettiler. Örgütlü işçiler tesisleri açık tutmak için mücadele
ederken yoksulların kitlesel gösterileri de lokavtı çökertti. 2004’te
referandum aracılığıyla Chávez’i indirme planları da boşa çıktı. Chávez
aralık ayında yapılan seçimleri yeniden kazandı. Bu süreç Chávez hükümetinin
kontrol ettiği petrol zenginliğinin bir kısmını gerçek reformları uygulamak
için kullanmasını sağladı.
Bu bir paradoks olarak görülebilir, ancak Chávez öncesi Venezüella’da
ters giden her şeyin sembolleri bugün de varlığını sürdürmektedir. Zenginler
hala lüks içinde yaşıyorlar ve işsizlik hala yüksek (yüzde 9). Sokakta
işportacılık yaparak ya da kendini satarak ayakta kalmaya çalışanların
sayısında bir azalma görülmüyor. Ne var ki son dört yıldır eski ve yeni
arasındaki mücadele gerçek anlamıyla başladı. Ancak daha yürünecek çok
yollar var. Çok sayıda aktivistin de ifade ettiği gibi eskinin, yeniyi
savunduğunu iddia eden bazı güçleri de kirletme tehlikesi var.
Barriolar
“23 Ocak Barriosu, başkanlık sarayından sadece üç blok ötede” diyor, koordinasyonlarda
(yerel kampanya birlikleri) liderlik yapan bir aktivisit olan Juan Contreras.
Barriolarda yaşayan aktivistler misionesların (hükümetin kurduğu sosyal
programlar) ilk defa iyi bir ilk ve orta öğretim hizmeti sunduğunu söylüyorlar.
Geçmişte okuma yazma öğrenme fırsatı hiç olmamış yetişkinler için de eğitim
veriliyor. Küba ile yapılan petrol anlaşması karşılığında Kübalı doktorlar
sağlık merkezlerinde çalışıyorlar. Kırk yıldır barrioda yaşayan yetmiş
yaşındaki Felicita, “hasta olduğumuzda hemen tedavi görebiliyoruz. Buna
ileri düzeyde dişçilik hizmetleri de dahil” diyor.
Bu barrionun direniş tarihi 23 Ocak 1958’e dayanıyor. Buralardan yükselen
kitlesel hareket diktatör Jiminez’i devirdi. Ayaklanma diktatör tarafından
orta sınıf konutları olarak inşa edilen sitelerin çevresinde başladı.
Barriolardan gelen halk daha sonra başkanlık sarayını bastıkları gibi
sitelere de el koydular. Bu ayaklanmadan sonra barrionun ismi 23 Ocak
olarak anılmaya başladı.
Gerilla grupları da bu barriolarda bir taban edindi. Her türlü ağır silahla
donatılmış polis istasyonlarından yoksulları kontrol etme çabasına karşı
mücadele ettiler. Juan, “dört nesildir bir mücadele geleneğimiz var” diyor.
Dolayısıyla 23 Ocak Barriosu’nun 1989 ayaklanmalarına bütün gücüyle katılmış
olması çok normaldi. 2002’de Chávez’i devirme çabasına karşı mücadelenin
de yine en önünde yer aldılar. Gustavo, “darbe günü olan 11 Nisan 2002’de
başkanlık sarayına yürümeye çalıştık. Ancak güvenlik güçleri halk üzerine
ateş açmaya hazırdı. Biz de iki gün sonra çok daha büyük kalabalıklar
halinde tekrar yürüdük ve Chávez’i savunmayı başardık” diyor.
Chávez’i devirmek için yapılan üçüncü girişimin çökmesi sonrasında barrioda
sembolik ama büyük önem taşıyan bir değişiklik yaşandı. Yoksullara ateş
açan ve işkence eden eski polis istasyonu bir halk evine dönüştürüldü.
Artık buradan bir yerel radyo istasyonu yayın yapıyor ve toplumun bir
parçası kabul edilen askerler tarafından korunuyor.
Ancak barrioların dışında polis hala ciddi bir sorun teşkil ediyor. Gustavo,
“güvenlik güçleri yıllardır sosyal konularla ilgilenen herkese baskı uyguladı
ve ne yazık ki radikal bir değişim yaşanmadı. Artık polis güçlerinin kontrolü
belediyelerde, ancak bunların çoğu da sağın elinde. Belediye başkanı eskisine
göre daha iyi olmasına rağmen Caracas polisinin tutumunda hala bir değişiklik
yaşanmadı. Benzeri bir durum medya için de söz konusu. O da sağın elinde.
Peki bu sorunla nasıl baş edeceğiz? Şu anda kongrede ulusal bir polis
gücü kurma tasarısı tartışılıyor. Bu şekilde polisin kontrol altına alınacağını
umut ediyoruz” diyor.
23 Ocak Barriosu’nda kırk farklı grup faaliyet gösteriyor. Hepsi de gevşek
bir örgütlenme biçimine sahip. Konuştuğumuz aktivistler Hugo Chávez’e
çok güveniyor. Gururla devrimci olduğunu söyleyen Felicita “bizi onun
gibi anlayan başkası hiç olmadı” diyor. Gustavo da şunları söylüyor: “bazen
bir şeylerin ters gittiğini düşünüyorum ve aynı hafta içinde Chávez’in
bu sorunu televizyondan gündemleştirdiğini görüyorum. Bürokrasi tarafından
ciddi bir biçimde çevrelenmiş olmasına rağmen Chávez halkın neler düşündüğünü
anlıyor. Pazar günleri yayınlanan TV programu ‘Merhaba Başkan’ Chávez’in
halk ile iletişim kurmasını sağlayan temel araç. Bu nedenle programın
yedi saatten fazla sürüyor. Ancak başkanın bize ne yapılması gerektiğini
söylemesini beklememiz gerekmiyor. Biz bunları kendimiz için yapıyoruz.”
Görüştüğümüz aktivistlerden aldığımız en önemli mesaj çaresizliğin yerini
umudun aldığıdır. Aynı zamanda bu aktivistler genellikle hükümet içinde
ve diğer kurumlarda çalışan hareketin liderliğine hayli eleştirel yaklaşıyorlar.
Gustavo bu konuda şunları söylüyor: “biz buna sessiz mücadele diyoruz.
Tabandan basıncın olması çok önemlidir. Belediye başkanları gibi toplumsal
kesimler kitlelere açılan alanlar konusunda çok kaygılılar ve bunları
geri alma noktasına geldiler. Elde edilen kazanımlarımızı geri almak istiyorlar.
Dolayısıyla biz, bürokratikleşmeye ve yolsuzluklara karşı aşağıdan bir
mücadele içindeyiz. Geldiğimiz noktada Juan gibiler belediye seçimlerinde
aday olmalıdır. Çünkü bürokratik katman gerçek bir problem.” Juan da mücadeleyi
“bireyciliğe karşı kolektivizmden yana” diye tarif ediyor ve şöyle diyor:
“Hükümet, kurumlarında var olan sorunlara ve yolsuzluğa karşı mücadele
etmemizi teşvik ediyor. Başlangıçta elimizde ne kadar büyük bir güç bulunduğunu
anlayamamıştık. Şimdi ise aşağıdan örgütlenme özgürlüğümüzü kullanıyoruz.”
Gustavo, Chávez iki hafta boyunca ortada görünmeyince kaygılandıklarını
ifade ediyor ve bir sorun olmadığına emin olmak için başkanlık sarayına
yürüdüklerini söylüyor. Felicita’nın kızı da şunları ekliyor: “Biz Chávez’den
öğreniyoruz. Bize Simon Bolivar’ı öğretti. Ama biz çok daha ileri gitmek
istiyoruz. Şu anda Chávez gibisi yok, ancak zaman içinde başka liderler
de gelişecek. Chávez’i destekliyoruz çünkü çocuklarımızın geleceği söz
konusu. Ancak sağ kanat bütün umutlarımızı yok etmek istiyor. Chávez’den
kurtularak umutlarımızı da öldürebileceklerini zannediyorlar.”
Fabrika İşgalleri
Chávez’i üç kez başarılı bir şekilde savunan hareket, işçilere de fabrika
kapatmalarına karşı mücadele etme güveni kazandırdı. İşçiler mücadele
ettikleri zaman hükümetin desteğini alabileceklerini hissediyorlar.
Caracas’ın güneyindeki SEIFEX fabrikasına gittik. Orta sınıf bir mahallede
yer alan ve Lony şirketi için kıyafet üreten fabrikada, çoğu kadın, iki
yüz kırk işçi çalışıyor. 12 Aralık 2005’te sahipleri fabrikanın kapanacağını
açıkladılar. İşçiler hem işlerini kaybedecek hem de tatil ve sosyal güvenlik
ödeneklerini alamayacaklardı. İşçiler hemen fabrikayı işgal ettiler ve
o günden beri kontrol ediyorlar. Gece gündüz fabrikayı bekleyenler var.
Carmen Fuentes’e işgale kimin karar verdiğini sorduğumuzda çevredeki kadınlar
bir ağızdan “biz hepimiz” dediler. Carmen, “bu kadınların işiydi. Burada
çalışanların yüzde 90’ı kadın. Ben yirmi dört yıldır burada makinecilik
yapıyorum. Yirmi iki yaşımda başladım. Fabrikayı kapatacaklarını açıkladıklarında
bize yalan söylediklerini ve bizden çaldıklarını farkettim. Artık onlara
güvenmiyorum.” “Fabrikanın kapanacağı açıklamasından önce bir gün fabrikayı
işgal edeceğiniz hiç aklınıza gelmiş miydi?’ diye sorduk. Yanıt yine koro
halinde “hayır” oldu. Carmen bazılarının burada kırk, elli yıl çalıştığını
söyledi ve ekledi: “hiç grev yapmamıştık. Yönetimle hiç ters düşmedik,
onlara güveniyorduk. Şikayet edilecek şeyler vardı tabi ki, ama biz hiç
şikayet etmedik.”
İşçiler, fabrikanın bulunduğu bölgeye yakın yaşamıyorlar. Fabrika civarında
yaşayan mahalle sakinleri de işçileri desteklemiyor. Arabasıyla fabrikanın
yanından geçenler dayanışma için bir korna bile çalmıyor. Destek, barriolarda
yaşayan ailelerinden geliyor. Ancak asıl destek son dönemde kurulan UNT
sendika federasyonuna bağlı tekstil işçileri sendikasından geliyor. Kendisi
de tekstil işçiliğinden gelen sendikacı Elidio Rojos fabrika işgalinin
arka planını bizlere açıkladı. Fabrikanın kapatılması son on yılda yaşanan
ekonomik krizin bir ürünü. Caracas ve Miranda’da örgütlenen tekstil sendikasının
eskiden on bir bin üyesi vardı. Bu sayı bugün iki bin dört yüz. Üç yıl
önce üye sayısı bin dört yüze kadar gerilemişti. Eski sendika federasyonu
Chávez’e karşı darbeyi ve patronların lokavtını destekleyince UNT federasyonu
kuruldu. Rojos, UNT’nin kuruluş sürecinde çalışmış: “ilk önce üye kazanma
kampanyası başlattık. Bin yeni üye kazandık. Bence UNT, hareketi kurtarıyor.
Bu sendikada ben baş olarak görünüyorum, ama kendimi kuyruk olarak hissediyorum.
Başı kadınlar çekiyor. Çünkü sendika yukardan değil, aşağıdan kuruldu.”
Hareketin İçinden
Roland Denis, 13 Nisan Hareketi adında bir taban örgütünün aktivisti.
Hareket ismini 2002’de Chávez’in tekrar iktidara dönüş tarihinden alıyor.
Denis’e göre Chávez’in zaferi ve sağın yenilgiye uğratılması, 80’lerde
ve 90’larda bastırılan sosyal hareketi tekrar inşa etme fırsatı sunuyor.
Ancak bu süreç içinde bazı aktivistler kurumsal çerçevenin içine çekiliyor.
2002 sürecinde üç yıl süren bir komplo söz konusuydu. Gruplar bir araya
gelerek hükümeti savundular. Sağı yenilgiye uğrattıktan sonra ise yeni
bir tartışma başladı. Bu tartışma hükümet kurumlarının içine doğru çekilenler
ile hareketin içinde kökü olanlar arasında gerçekleşiyor. İşçi sınıfını
merkeze alan görüşler bu süreçte güçleniyor. Ancak eleştirilerine rağmen
Chávez’i de desteklemeye devam ediyorlar. Denis şunları söylüyor: “kurumsal
sorun sadece bürokrasiyle ilgili değil. Yolsuzluk da söz konusu. Bürokrasi
ve yolsuzluk, devrimci süreci tehdit eden korkunç bir makineye dönüşüyor.
Petrolden çok büyük gelirler söz konusu. Ancak bunun çok azı halka ulaşıyor.
Paranın çoğu hükümetle doğrudan bağlantısı olan sosyal hareketlerin içinde
yok oluyor. Radikal reformlar şimdiye kadar sadece halkın dörtte birine
yarar sağladı.”
Denis, içler acısı bir örnek de verdi. Geçen yılın sonunda ülkenin güneyinde
bir madenci mücadelesi yaşanmış. Patronların silahlı çeteleri 11 madenciyi
öldürmelerine rağmen bu olay basında hiç yer almamış. Madenciler, Chávez’in
büyük bir fotoğrafıyla bu olayı protesto ederken, ordunun halk hareketinin
öncüsü olduğuna dair Chávez retoriğine rağmen, bu protesto ordu kuvvetleri
tarafından bastırıldı.
Denis şunları ekliyor: “tabandan hareketin birliğini sağlama çabaları
söz konusu. Bu partileşme değil, ortak bir devrimci yaklaşımı ifade edebilecek
geniş bir örgütlenme. Şu ana kadar iki ulusal toplantı yaptık. Ancak örgütlenme
kültürü zayıf olduğu için zorlu bir süreç yaşanıyor. Taban hareketinin
kendi başına talepler oluşturmasının bir aracı yok. Çünkü kitlelerin bağımsız
bir örgütlenmesi yok. Örgütsel bir ifadesi olmayan bilinç bir şey ifade
etmez.”
Böyle bir örgütlenmeyi inşa etmenin aciliyetini egemen sınıfın Chávez
ve değişim hareketine gösterdiği tepkide de görüyoruz. Denis, “üst sınıflar
şu anda hem Chávez’le uzlaşıyorlar hem de ona karşı komplo kuruyorlar.
Chávez de tonunu biraz değiştirdi. Eskiden zenginlere karşı söylemi daha
güçlüydü. Şimdi ise bundan daha az söz ediyor. Artık düşman olarak emperyalizmi
gösteriyor ve genellikle kendi egemen sınıfımıza saldırmıyor. Tarım ve
finans burjuvazisi ile ittifak kuruyor. Ancak şu ana kadar kesin bir ittifak
söz konusu değil. Burjuvazi şu anda Chávez’e karşı şiddet kullanmıyor.
Ama komplolar devam ediyor.” Denis’le görüşmemizden bir gün önce patronlar
Chávez’in devrilmesi için gösteri örgütlemişler. Gösteriye yüz bin kişi
katılmış. İki yıl önce böylesi bir gösteri üç yüz bin olurdu. Ama halen
çok büyük.
Chávez hükümetinde daha az radikal olan bakanlar maliye, dış işleri, adalet,
içişleri ve savunma işlerini yürütüyor. UNT sendika federasyonunun liderlerinden
Stalin Perez, hükümette bir neo-liberal kanat, bir de neo-liberalizme
karşı olan kanadın olduğunu ifade ediyor. “Chávez bizim için bir sembol
gibi” diyen Denis uyarıyor: “Mesele, sembolle politikaları birbirine karıştırmamaktır.
Şu andaki sorumluluğumuz bu sembolden bağımsız politikalarımızı oluşturmaktır.
Bu alternatif oluşturulmazsa sağ, yeniden güçlenebilir ve bütün hareketi
şiddet ile veya barışçıl bir şekilde yenilgiye uğratacak politikaları
kazanır. Diğer bir tehlike de hareketin kurumsallaşmasıdır.” Her iki sonuç
da Venezüella’da kapitalizmin olduğu gibi devam etmesini sağlar. Sonuçta
halkın büyük bir kesimini yoksulluk ve güvensizliğe mahkum eden eşitsizlik
sürer. Halbuki konuştuğumuz bütün aktivistler, hükümeti eleştirmeyi reddedenler
bile bundan çok daha iyi şeyler için mücadele ediyor.
* İngiltere’de yayımlanan aylık Socialist Review dergisinin
Şubat 2006 sayısındaki Revolution in the Revolution yazısından çevrilmiştir.
sayfa başına dön |
|