Saatler yüzyıl geri
alınsa...?!
Cumhuriyet gazetesi bir süredir okuyucularına "Tehlikenin
farkında mısınız?" diye soruyor ve ekliyor: "16 Mayıs'ta şeriatçılar
Cumhurbaşkanlığı'nı ele geçirecekler; saatleri yüzyıl geri döndürecekler."
14 Nisan'da Ankara'da ve 29 Nisan'da İstanbul'da yapılan Cumhuriyet mitinglerinin
de ana teması "tehlikenin farkındayız" oldu.
Elbette yüz yıl öncesine dönmek istemiyoruz. Ama yüz yıl
önce bizi bu kadar korkutacak ne oldu diye saatleri yüz yıl geri alıp
tarihimize bakarsak hiç de karanlık olmayan bir tabloyla karşılaşırız.
Bundan yüzyıl önce bu topraklar tarihinin en büyük devrimini
yaşadı. Türkü, Rumu, Kürdü ve Ermenisiyle bütün halkın tabandan ördüğü
1908 Devrimi gerçekleşti ve o güne kadar hiç görülmemiş bir özgürlük havası
hakim kılındı.
1900'lerin başında Anadolu ve Trakya'nın her yerinde artan vergilere karşı
isyanlar başladı. Bu isyanlar, Abdülhamit'in baskıcı rejimine karşı örgütlenen
Türk, Ermeni ve Rum muhalif örgütlerinin demokrasi ve adalet talepleriyle
birleşince
Osmanlı'nın kontrol ettiği tüm coğrafyaya yayıldı: Kastamonu,
Musul, Midilli Adası, Sinop, Trabzon, Bitlis, …
Bu isyanların en çok ses getireni Erzurum'daki isyan oldu. Ermenilerin
ve Türklerin birleşik örgütlenmesi olan Can Verenler Komitesi, Şubat 1906'daki
isyanla birlikte valiyi kovdu ve merkezden müdahale için gönderilen birlikleri
püskürttü. Şubat 1906'dan Kasım 1907'ye kadar Erzurum'a Osmanlı yönetimi
giremedi. Erzurum İsyanı, muhalefete tekil isyanların birleştirilmesi
ve otokrasiye karşı bütüncül bir mücadele verme perspektifi kazandırdı.
Bunun sonucunda 3 Temmuz 1908'de Makedonya'da patlak veren
silahlı ayaklanma hemen tüm Anadolu ve Trakya'ya yayıldı. Abdülhamit,
hareketi bastıramayacağını anlayarak Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.
Resmi tarihte İkinci Meşrutiyet olarak geçen bu hareket
Kemalist elit tarafından her zaman aşağılanmıştır. Bu hareketi dar bir
askeri kademenin hareketi olarak lanse etmeye çalışmışlardır. Ama bu mücadele
dar bir elitin çok ötesindeydi. Kentlerde büyük gösteriler örgütleniyordu
ve her şehirde grevler düzenleniyordu. Yerel halkın oluşturduğu milisler
Abdülhamit'in ordularına karşı savaşıyorlardı.
O zaman İstanbul'un nüfusu ancak 1 milyon iken 26 Temmuz
1908'de 100 bin Türk, Rum ve Ermeni camileri ve kiliseleri dolaşarak Beyazıt
Meydanı'ndan Yıldız Sarayı'na kadar yürüdü. Abdülhamit'in demir yumruklu
rejimine son verilmişti. Anayasa ilan edildi ve kurucu meclis seçimleri
yapıldı. Bu demokratik seçimler sayesinde o güne kadar seslerini duyuramayan
pek çok kesim meclise temsilcilerini yollamayı başardı. Mecliste 2 sosyalist
vekil (ki bir tanesi Bolşevik sempatizanıydı) ve pek çok azınlık temsilcisi
açık politik kimlikleriyle yer alıyorlardı.
Türkiye, 99 yıl önce yapılan bu seçimden sonraki demokratik
seçim için 50 yıl beklemek zorunda kaldı. Ve hatta 1908 Devrimi sonucu
oluşturulan meclis, dualar okunarak değil, devrimci şarkılar eşliğinde
açıldı. Oysa Mustafa Kemal'in 1920'de açtığı meclis, dualar, hatimler
ve kurbanlar eşliğinde açılacaktı.
Devrim sonrasında Abdülhamit ve çevresi eski rejimi geri
getirme heveslerinden hemen vazgeçmedi. 14 Nisan 1909'da İstanbul'da Abdülhamit'i
destekleyen bir askeri birlik meclisi ve anayasayı feshetmek için ayaklandı.
Bu darbe girişimi resmi tarihte 31 Mart Gerici Ayaklanması olarak geçer.
Resmi tarihçiler bunun İslamcı bir ayaklanma olduğunu iddia ederler. Oysa
darbeyi destekleyenler arasında Abdülhamit rejimini savunan Ermeni, Rum
ve Yahudi zenginler de vardı, çünkü Abdülhamit'in baskıcı rejimi servetlerine
servet katıyordu. Darbe yenilince İstanbul'dan kaçanlar arasında bu zenginler
de vardır.
Sadece darbeciler değil, darbeyi durdurmak için mücadele
edenler de farklı etnik ve dinsel yapılardan geli-yordu. Türk, Rum ve
Ermeni yoksulları birlikte mücadele ettiler. Sıradan insanlardan oluşan
milis kuvvetleri bütün Osmanlı şehirlerinde 1908 Devrimi'ni savunmak için
sokak sokak çatıştılar. Sonuçta devrimi savunmayı başardılar.
Barış hepimizin sorunu
Kürt halkının demokrasi ve barış taleplerine devlet baskıyla
ve silahla cevap vermeye devam ediyor. Abdullah Öcalan'ın zehirlendiği
iddiaları ardından DTP'lilere yönelik tutuklamalar, Gündem gazetesinin
art arda kapatılması, Kuzey Irak'ı işgal tehditleri ardarda yaşandı. Eş
zamanlı olarak PKK'ya yönelik büyük operasyonlar düzenlendi. PKK'nin ilan
ettiği ateşkes sonrasında ölüm haberleri azalmışken bu operasyonlarla
birlikte bölgeden gelen ölüm haberleri tekrar arttı. Peki neden? Egemenler
Kürt halkının en temel, en insani taleplerine niye gözü kara saldırıyorlar?
Kürt sorunu ve BOP
Türk egemenleri için Kürt sorunu bir halkı kabullenme/inkâr
etme probleminin ötesine taşmış durumda. Türkiye yönetici sınıfı, ABD'nin
Büyük Ortadoğu Projesinde almak istedikleri rol için toplumu kendi arkalarına
alma aracı olarak Kürt sorununu kullanıyorlar.
Irak'a müdahale gerekçesi olarak Kürt sorunu 'milli mesele'
ve 'vatan savunması" söylemleriyle pişiriliyor.
Bu nedenle Türkiye'de Kürt sorunun siyasi çözümü mücadelesi ile savaş
karşıtlığı çalışmaları birbiriyle daha fazla iç içe geçiyor.
Barışı örgütleyelim
Bu yöndeki çalışmalar açısından, Kürt hareketiyle Türkiye
solunu bir araya getiren Türkiye Barışını Arıyor Konferansı önemli bir
kapı araladı. İlan edilen ateşkesin ve sonrasında gerçekleştirilen konferansın
oluşturduğu olumlu atmosferden alınan güçle Türkiye'nin her yerinde çözümün
tartışıldığı yerel konfe-ranslar ve toplantılar örgütlenmeye başlandı.
Bu çerçevede düzenlenen İstanbul Barışını Örgütlüyor forumuna
toplam 55 sendika, demokratik kitle örgütü, yöre derneği, muhtar ve belediye
meclis üyesi katıldı. Adil, demokratik barışın kazanılabilmesi için neler
yapılabileceğine ilişkin önerilerin sunulduğu forumu düzenleyen platform
birleşenleri gelişmeleri değerlendirmek ve öne-rilerin hayata nasıl geçirilebileceğini
planlamak üzere 20 Mayıs'ta Taksim'deki Makine Mühendisleri Odası'nda
saat 13.00'te yeniden bir araya gelecek. Bu toplantıyı, yükselen ırkçılığa
ve artan savaş tehditlerine karşı dayanışmayı örgütlemek ve genel seçimlere
dönük ortak bağımsız adaylar kampanyasını tartışmak için bir fırsat olarak
değerlendirelim.
Sahip çıkalım!
İnsan hakları savunucuları, aktivistler, siyasi oluşumlar
ve partiler, ayrımcılığın ve şiddet kültürünün tehdidi altındaki aydınlara
destek vermek için, 7 Nisan cumartesi İstanbul'da Taksim'de buluştu.
Aydınlara sahip çıkmak üzere bir araya gelen kurum ve bireyler
İstiklal Caddesi'nde hep beraber yasaklanmış ve yargılanmış kitapların
satışını yaptı.
Antikapitalist, Demokratik Toplum Partisi (DTP), Emekçi
Hareket Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), İşçi Mücadelesi,
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Odak Dergisi, Özgürlük ve
Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul Şubesi, Sosyalist Dayanışma Platformu
ve Sosyalist Emek Hareketi'nin (SEH) çağrıcısı olduğu kitap satışları
ve etkinlikler bundan sonra da devam edecek. Bu platformun bildirisinde
şöyle deniliyor:
"Hrant Dink'e sahip çıkan toplumsal ve siyasal güçlerin
yükselen milliyetçiliğe karşı oluşturduğu güç, yöneticilerin "dikensiz
gül bahçesi" arzusuna ters düşüyor. Bu beklemedikleri toplumsal kuvveti
susturabilmek için, 301 davalarını ertelemek, bazılarını düşürmek zorunda
kalıyorlar. Ancak hâlâ, yargılanmakta olan ya da ceza almış kişiler var.
Dink'e karşı davalar hukuken rafa kaldırıldı ama hayatta olan diğer sanıklar
yeni şiddet dalgalarına maruz bırakılıyor. Bu nedenle, Hrant Dink'e sahip
çıkan tüm güçleri, faşizm tarafından tehdit edilen, 301. maddeden davalara
ve şiddete maruz bırakılan herkese sahip çıkmaya davet ediyoruz."
sayfa başına dön
|