Güncelleme: 10.08.2007 |
|||
|
|
||||||||||||||||||||||||||||||||
Milliyetçi, darbeci, laik cepheye karşıEmek-Barış-Demokrasi cephesini güçlendirelimÇiğdem Özbaş Emekçilerin, yoksulların, işsizlerin sorunlarına çözüm üretmek
bir yana bu kesimlerin adını bile anmaz hale gelen Baykal'ın CHP'si Genelkurmay'ın
sözcüsü gibi davranmakta ısrar ediyor. “Cumhuriyet ve laiklik elden gidi-yor”
korkusunu büyüterek, AKP dışındaki partilerin seçim barajı nedeniyle sıkışmış
seçmenlerinin oylarını toplamayı amaçlıyor. Özgürlükler yerine yasakları,
halkın iradesi yerine generalleri, ezilenler yerine ezenleri, yurttaşlar
yerine devleti, halk yerine milleti savunuyor. Bölücülük ve irtica gibi tehditler olduğu söylemiyle toplumda
korku yaratarak devletin ve mevcut durumun savunucusu durumuna gelmek
başta sistemin en çok mağdur ettikleri olmak üzere genel olarak toplumun
büyük çoğunluğundan uzaklaşmak anlamına geliyor. Bunu bir de sol söylemle
yapınca ne yazık ki toplum gözünde sol, ‘devlet ve düzenin savunucusu’
olarak tanınıyor ve kitleler sağ fikirlerin kucağına itiliyor. Sistemi
ve devleti savunmayı öncelik eden sol bir parti, artık geleneksel olarak
temsil etmeyi iddia ettiği emekçilerden, yoksullardan, ezilenlerden uzaklaşıyor.
İrtica ve bölücülüğe karşı ‘ilerici-yurtsever’ davranarak devleti ve mevcut sistemi savunur duruma düşen solun bu hali sonuçta sadece kendisini küçültüyor. En yoksul ve ezilen kesimler başta olmak üzere toplumu İslami harekete doğru itiyor. Son 15-20 yıl içinde sol, bu açmazı defalarca yaşadı ve her seferinde sol küçülürken İslami hareket büyüdü. Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde solun bir kez daha karşı
karşıya kaldığı sistem-İslami hareket çatışmasında bu sefer 28 Şubat sürecinden
farklı bir tutum alındı. Emek cephesi 14 Nisan eylemine karşı aldığı tutumla
laik cephe içinde bir çatlak yarattı. Askeri vesayete karşı demokrasi
cephesini güçlendiren bu tutumun netleşmesine ve güçlendirilmesine ihtiyaç
var. Türkiye'de darbe girişimlerini geri püskürtmek, darbecileri yargılamak için darbecilere karşı çok net bir tutum almak gerekiyor. Bu toplumdaki yoksulluğun, yolsuzluğun, eşitsizliğin, hak ihlallerinin bekçiliğini yapan, muhalif kesimleri dağıtmak için her türlü müdahalede bulunan devleti savunmak emek güçlerinin işi değildir. İslami hareketin varlığı ve tehlikeli olabileceği bir gerçektir. Ancak İslami hareket, emek cephesi içinde rekabet ettiğimiz siyasi bir güçtür. Bu rekabette kimin başarılı olacağını emek, barışı ve demokrasiyi en tutarlı şekilde kimin savunacağı belirleyecektir. AKP'nin emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını savunmak ye-rine IMF'nin ve patronların çıkarlarını savunduğunu, emperyalizme karşı mücadelede güvenilmez olduğunu ve kadrolaşmayı demokrasi mücadelesine tercih ettiğini göstermek bizim işimiz. Ama bunu yaparken rekabet ettiğimiz gücün bizi de ezen devlet tarafından ezilmesine sessiz kalırsak ancak devletin takdirini alırız, emekçilerin ve ezilenlerin değil! Baykal, saatleri ‘28.02.1997’ye geri almaya çalışanların vekili!27 Nisan Cuma akşamı saat 23.10’da hayli rahatsız olduk! Genel Kurmay halkın demokrasi talep ve hassasiyetlerine meydan okudu. Kimilerimizi “mutlu” kimilerimizi de “mutsuz hain” ilan etti. Saatleri 28 Şubat 1997’ye geri almaya çalıştı. Bu, ordunun erken seçimı zorlayarak cumhurbaşkanını belirleme dayatmasıdır. Çoğumuz bu başı sonu belli bayat senar-yoyu reddederken Baykal “haydi bir daha” diye koşa koşa Anayasa Mahkemesi’nin yolunu tuttu. Darbe tehditlerine “dur” diyerek bu ikilinin erken seçim dayatmalarını reddediyoruz. Zamanı gelince Baykal’ın kimi mutlu etmeye çalıştığını, halkın çoğunluğunun bu ‘mutlu azınlık’ içinde yer almadığını bilerek sandığa gideceğiz. Simgesel değeri: Devletin başıAsker ve sivil bürokrasinin cumhurbaşkanının kim olacağı
üzerinden siyasete müdahale eder, hatta ‘muhtıra’ tarzında sert açıklamalar
yapar hale gelmesinin arkasında simge olmanın ötesinde maddi çıkarlar
da var. Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte
birini, Yargıtay Başsavcısını ve vekilini, Askeri Yargıtay üyelerini,
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyelerini seçer. İşte bütün kavga da buradan çıkıyor. Başkanlık demokratik mi?Cumhurbaşkanı seçimi sırasında ortaya atılan "halk seçsin" çağrıları, kulağa demokratik gibi gelen, ancak varolan parlamenter sisteme göre daha anti-demokratik bir başkanlık sistemini çare gibi gösteriyor. ABD örneğinde yakından izlediğimiz başkanlık sistemi aslında tek kişi yönetimini güçlendirirken halkın iradesini yansıtan çoğulcu meclisi zayıflatıyor. Senato'da çoğunluğunu kaybeden Bush, başkanlık rejimi nedeniyle tüm yetkileri kullanmaya devam edebiliyor. Türkiye'de demokrasiyi güçlendirecek olan Cumhurbaşkanı'nın görev, yetki ve sorumluluklarını artırmak değil; genel seçimlerde ortak taleplerimizin savunucusu ve sesi olacak ortak bağımsız adaylarımızı meclise sokmaktır. Cumhuriyet mitingleriÇeşitli ülkelerde yönetici sınıflar toplumsal muhalefeti kendi peşine takmak, muhaliflerine göz dağı vermek ve kendi tabanını güçlendirmek için zaman zaman kitlesel eylemler örgütlüyorlar. Örneğin İspanya'da ETA'ya karşı 2 milyon kişilik, Lübnan'da muhalefete karşı 500 bin kişilik, Venezüella'da Chavez'e karşı 200 bin kişilik eylemelerin ortak özellikleri gerçek iktidara sahip olan ke-simlerce örgütlenip desteklenmeleridir. İngiltere'de zengin sporu sayılan vahşi hayvan avı yasağına karşı düzenli olarak yapılan gösterilere de yüz binlerce kişi katlıyor. Genelkurmay ve YÖK başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı'ndan Anayasa Mahkemesi Başkanı'na, Danıştay'dan kamu yararına çalışan dernek statüsündeki ADD'ye kadar devletin en üst düzey temsilcileri ve sözcüle-rince örgütlenip desteklenen ‘cumhuriyet mitingleri’ de egemen sınıfın fikirlerinin etkinliğini artırmak amacı taşıyordu. Generaller, YÖK, CHP ve DSP başta olmak üzere bir çok siyasi parti ve derneğin hep birlikte örgütlediği, büyük medyanın duyurularını yaptığı gösteriler büyüktü. Ancak bu büyüklük milyonlarla değil en fazla yüz binlerle ifade edilebilecek düzeydeydi. Genel başkanlığını, Jandarma Genel Komutanı'yken darbe planladığı iddia edilen emekli Orgeneral Şener Uygur'un yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) öncülüğünde düzenlenen 14 Nisan 'Cumhuriyet Mitingi'ne katılım 500 binden azdı. Bu eylemler toplumda yaratılan "şeriat gelecek sizi kesecek" korkusunun ve bu korku üzerinden devletin harekete geçirebileceği kitlenin boyutlarını gösterdi. Katılımın milyonlar olarak lanse edilmesi fikirsel hegemonya mücadelesinin bir paçasıdır. Bu sayının laik cephenin sayısal olarak toplamayı iddia ettiği desteğin altında kaldığı açık. Bu sonucun ortaya çıkışında demokratik kitle örgütleri ve sendikaların 14 Nisan eylemine katılmama yönündeki kararları da etkili oldu.
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||
|