Yöneticilere ve generallere
güvenip
Savaş tehlikesini küçümsemeyelim
Savaş karşıtları arasında ABD'nin İran'a saldıramayacağını,
Türkiye'nin de bölgedeki bir savaşın aktif parçası olmayacağını düşünenler
çoğunlukta.
Bu kanının bu kadar güçlü ve yaygın olmasının altında temel
bir mantık silsilesi yatıyor. ABD'nin Irak'ta içine düştüğü batak ortadayken
İran'a saldırması için "kafayı sıyırmış" olması gerektiğini,
bu saldırının ABD emperyalizminin sonunu hazırlayabileceğini söylemek
elbette yanlış değil. Ancak bu temel gerçeğin ABD egemenleri tarafından
da böyle algılanacağını kimse garanti edemez. ABD'nin Irak'a 21 bin asker
daha yollama kararı bizim mantığımızla onlarınınkinin çok farklı çalıştığının
bir göstergesi değil mi!
Tıpkı şuna benziyor: Kimse bindiği dalı kesmez; kendisinin
de üzerinde yaşadığı dünyanın dibine dinamit koyup fitilini yakmaz. Eğer
bu mantık silsilesi doğru olsaydı küresel ısınma felaketinin ayak seslerini
gümbür gümbür duyar mıydık dersiniz. Ne yazık ki kapitalist sistem böyle
bir mantıkla işlemiyor. Dünyamız yok olma tehlikesiyle burun buruna ama
sistemin efendileri basit bir protokolü bile imzalamaktan kaçınıyorlar.
Böylesi bir mantıksızlığın, akıldışılığın, insanlığa ve
yerküreye karşı vurdumduymazlığın hakim olduğu dünyada ABD egemenlerinden
bizim mantığımıza uygun davranmasını beklemek hiç doğru değil. Kaldı ki
ABD'nin siyasi ve ekonomik açıdan içinde bulunduğu sıkışmışlık Amerikan
yönetici sınıfını her türlü riski göze almaya zorluyor. Yani ilk bakışta
mantıksız gibi görünen İran'a saldırı fikri, ABD egemenleri için her geçen
gün bir zorunluluğa dönüşüyor.
Türkiye'nin Ortadoğu yangınının içine girmeyeceği, Kerkük'e
yönelik bir savaşa girmeyeceği ve İran'la savaşmasına neden olabilecek
hareketlerden kaçınacağı konusundaki fikirler savaş karşıtlarını zayıflatmaktadır.
Ekonomik olarak ABD'nin desteğine muhtaç Türk egemen sınıfının mantığı
da ABD egemenlerinin mantığı gibi işlemektedir. Türk egemenleri için seçeneklerin
giderek azaldığını ve bir koyup üç alarak Büyük Türkiye hayallerine ulaşma
fikrinin cazibesinin artmakta olduğunu görmeliyiz.
Barışın, yöneticilerin "mantıklı" kararlarına
emanet edilemeyecek kadar değerli olduğunu bilen savaş karşıtları, yöneticilerin
olası çılgınlıklarını engellemek üzere şimdiden hazırlanmalıdır. Savaş
tehlikesini küçümsemeden, savaşı engellemek için mücadele etmeliyiz.
ABD ve Britanya Irak'ta yeniliyor
Cem Uzun
Washington'daki yeni muhafazakârlar ve onların Londra'daki ortakları,
kaybeden kumarbazlar gibi bahsi iki katına çıkarmaya çalışıyorlar. Bahsi
iki katına çıkarmak, savaşı ve bölgeler arası çatışmayı yaymak demektir.
Bunun Türkiye için önemli etkileri var.
Yenilginin ABD'nin saldırganlığını ve İran'a saldırma ihtimalini azaltacağını
düşünenler ne yazık ki yanılıyor. (Örneğin, geçtiğimiz Eylül ayında Türkiye
Sosyal Forumu'nda bu yönde bir konuşma yapan Tarık Ali.) Irak'ın şu anki
durumu İran'a saldırının ABD için çok tehlikeli olabileceğini gösteriyor.
Bu, aynı zamanda ABD egemen sınıfı üzerinde İran'a saldırıyı gerçekleştirmek
için bahane bulmaları konusundaki baskıları arttırıyor.
Geçtiğimiz yazdan bu yana ABD ya da onun kuklaları tarafından savaşı
yayan bir dizi kanlı saldırı gerçekleştirildi. ABD liderliğinin politikası,
İran ve Suriye'ninkiler gibi Ortadoğu'daki bir dizi egemen sınıfla uzlaşmayı
öneren Baker raporuna bakıp bunun tam tersini yapmak.
Haziran-Ağustos 2006'daki İsrail'in Lübnan'a saldırısı, Hizbullah ve
geri kalan Lübnan halkı sayesinde, kanlı bir yenilgiyle sonuçlandı. Ama
ABD pes etmedi. ABD ve AB şimdi, Beyrut'ta milyonların karşı olduğu ve
güçlü bir şekilde protesto ettiği Siniora hükümetine milyarlarca dolar
aktarıyor. Protestoları, din ve mezhep üzerinden bölüp Lübnan'ı iç savaşın
kargaşasına sürüklemeyi umuyorlar. ABD destekli İsrail işgaline karşı
direnişte yer alanların hükümette daha fazla etki sahibi olmasını önlemek
için her şeyi yapacaklardır. Son olarak ABD, İsrail'in yapamadığını yapabilmek,
yani Hizbullah'ı yenmek umuduyla Lübnan ordusuna 285 tane Humvee (zırhlı
araç) gönderdi.
İsrail'in Filistinlilere saldırması Lübnan'ın işgal edilmesini tetikledi.
Hizbullah, giderek artan kanlı saldılar altındaki Filistinlilerle dayanışma
içinde hareket etti. İsrail Lübnan'da, aynı zamanda Filistin direnişini
de kıracak hızlı bir zafer ümit etti. Şimdi ABD ve AB'nin Filistin'de
de seçilmiş Hamas hükümetine karşı devlet başkanı Mahmut Abbas'a para
ve silah aktardığını görüyoruz. Filistin'de de ABD ve AB, en azından halkının
ulusal hedeflerini temsil edebilecek bir hükümete karşı kanlı bir iç savaşı
tercih ediyor.
Savaş Afrika'ya da sıçradı. ABD, 15 yıldır ilk defa Somali'ye barış getiren
İslam Mahkemeleri hükümetini yıkmak ve Somali'yi tekrar savaş ağalarının
kontrolüne sokmak için Somali'nin Etiyopya tarafından işgal edilmesini
destekliyor. Aynı zamanda ABD, Fransa'dan 2001'de aldığı Afrika Boynuzu'nda
yer alan Djibouti'deki muazzam üssünden Somali'ye bomba yağdırıyor. ABD
bombaları su kaynakları hedef alınan göçebeler de dahil yüzlerce insanı
öldürdü. ABD, her biri Somali'yi kendisi kontrol etmek isteyen savaş ağalarından
bir grubu diğerlerine karşı destekliyor.
ABD'nin politikası daha fazla kan dökmek ve daha fazla kargaşa yaratmak.
Tüm bölge de bu kargaşanın içine çekilme tehlikesiyle karşı karşıya. Irak'a
saplanıp kaldıkları için askeri olarak müdahale edebilmeleri olanaksız
olduğundan ABD tüm bölgede kendi pis işlerini yaptırmak için silahlandırıp
destek olabileceği vekiller arıyor. Bu da tüm bölgeyi işgallere ve iç
savaşlara sürüklenme tehlikesine atıyor.
Financial Times'ta geçenlerde çıkan bir yazıda "Irak'a ek asker
gönderilmesi, Vietnam'daki gibi - savaşın tırmanarak Laos'a ve Kamboçya'ya
yayılması - savaşın, İran ve Suriye'ye yayılmasını da beraberinde getireceğe
benziyor" cümlesi yer alıyordu.
Türkiye'ye etkileri açık. Egemenlerin Mersin'deki bayrak provokasyonuyla
başlayan, linç girişimleri, Şemdinli ve Diyarbakır'daki provokasyonlarla
devam ettirmeye çalıştıkları provokasyonlar hep bu zincirin halkalarıdır.
Türkiye egemen sınıfı ve özellikle de derin devlet ve ordu Türkiye'nin
patronlarının yayılan çatışmalarda en yüksek kazancı sağlamalarını garantiye
almak için milliyetçiliği tırmandırıyorlar. Şimdiden Türk müteahhitler
Irak'ta önemli bir role sahip. Aynı zamanda Türk egemen sınıfı şimdi büyük
kazanç umuduyla sopa göstererek çok tehlikeli bir oyun oynuyor. TUSİAD'ın
bu politikalara şikayetlerini sunması olası kazançlarıyla değil, riskler
ve büyük sopalarla ilgili. Hükümetle STKların 301'le müzakeresine TUSİAD'ın
temsilcisi katılamadı, çünkü yurt dışındaydı. Birkaç sene önce TUSİAD
Kürt sorunuyla ilgili bir rapor yazdırmıştı. TUSİAD'ın konferansında ise
bu raporu okuyacak bir TUSİAD üyesi bile bulunamadı. Irak Kürt liderlerinin
ABD'yle ilişkisi varsa Türkiye egemen sınıfının da var. Bu sefer Türk
egemen sınıfı 1 Mart 2003'ün yeniden yaşanmasını istemiyor. Türk egemenleri,
Turgut Özal'ın 1991 Körfez Savaşı'ndaki "bir koyup üç alacağız"
sözlerinin umuduyla ABD'nin bölgedeki herhangi bir saldırısının parçası
olmak istiyorlar.
ABD egemen sınıfı umutsuz durumda. Güçlü değil, bölgede kargaşa yaratma
planları bile kararlı ve birleşik bir karşı koyuşla başarısız oldu. Dini,
mezhepsel ve etnik bölünmeyi büyütme ABD stratejilerinin ana halkasıdır.
ABD'nin emperyalist planlarına karşı, muhalefeti birleştirmek için mücadele
etmeliyiz.
Umut
Kürt birliklerinin Bağdat'ta Bush'un güçlerinin bir parçası olarak savaşmayı
ret etmesi bir umut işaretidir. Washington'da 500.000 kişi savaşa karşı
yürüdü.
Bizim için de Hrant Dink'in cenazesinde kendini gösteren halkların kardeşliği
ve birliği isteği bir umut işaretidir. Birliği engellemek için, bu öfkenin
yerini milliyetçi söylemlerle bölünmenin alması uğraşları egemen sınıfın
ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor.
"Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Kürdüz" sloganı Washington ve Ankara'daki
savaş çığırtkanlarına zarar veriyor. Savaş çığırtkanlarına karşı bizim
saflarımızı birleştirme mücadelesi emperyalistlerin bölgedeki daha büyük
planlarına karşı mücadelenin de ayrılmaz bir parçasıdır.
sayfa başına dön
|