Çevre felaketi
İnsanı ve doğayı öncelik eden
bir çözüme
ihtiyacımız var
Küresel ısınmanın dünya üzerindeki etkileri uzun
zamandır tartışılıyor. Güneydoğu'da yaşanan sel felaketi ve kurumaya
başlayan göl haberleri Türkiye'de de sorunun daha sık gündeme gelmesini
sağladı.
Önlem alınmazsa 2050'ye kadar Türkiye ikliminin Kuzey
Afrika iklimiyle benzerlik gösterecek şekilde değişeceği tahmin ediliyor.
Tek bir ülke ölçeğinde bile tablo bu kadar kötüyken, değişikliklerin
dünya genelinde meydana getireceği felaket karşısında çözüm önerileri
geliştirmenin ve bunları hayata geçirmenin aciliyeti ortada.
İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bir numaralı sorumlusu
sera gazı emisyonu. Sanayi üretimi, ulaşım ve ısınma ise emisyonlarda
en fazla paya sahipler. Küresel ısınmayı durdurmak için sunulan çözüm
önerilerinin bir kısmı bireysel önlemlere -bunlar da önemli şüphesiz-
ve bilinçlenmeye vurgu yapıyor. Ancak süreci durdurmak için 30 yıl içinde
sera gazı emisyonunun %90 oranında azaltılmasının zorunlu olduğu düşünülürse,
"bilinçli birer tüketici" haline gelerek elektrikli aletleri
fişlerinden çekmemizin bir çözüm olduğunu düşünmek olanaksızdır. Daha
bütünsel ve planlı çözümlere ihtiyacımız var. Bunun için ise enerji
ve sanayi üretiminde fosil yakıtların yerine yenilenebilir -rüzgar,
güneş gibi- enerji kaynaklarına geçilmesi, ulaşımda otomobil ve kamyon
kullanımı yerine tren, tramvay gibi araçlara dayalı toplu taşımanın
yaygınca kullanılması, havayolu ulaşımında ciddi sınırlamalara gidilmesi
gibi önlemlerin acilen alınması gerekli. Bugüne kadar küresel ısınma
konusunda atılmış en ciddi adım 2012'ye kadar sera gazı emisyonunda
%5.2'lik bir azalmayı hedefleyen Kyoto Protokolü'dür. Hedeflenen miktarın
son derece küçük olması bir yana, sera gazı emisyonunda en çok paya
sahip olan iki ülke -ABD ve Avustralya henüz Kyoto Protokolü'ne imza
atmış değiller. Anlaşmanın her hangi bir yaptırımı yok, imzalayıp imzalamamak
ülkelerin kendi inisiyatifinde. Üstelik imza atan ülkelerin birçoğu
da emisyonlarını hedeflenen miktarlarda azaltmayı başaramıyorlar. Kyoto
Protokolü'nün bir başka sorunuysa karbon ticaretine -sera gazı emisyonunda
kotasını dolduran ülkelerin doldurmayan ülkelerden kota satın alması-
izin vermesi ki bu amaçlananın tersine ülkelere daha fazla emisyon yapma
olanağı sağlıyor.
Türkiye de en çok sera gazı emisyonu yapan ülkeler arasında
ilk yirmi içinde olmasına rağmen, Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ülkeler
arasında yer alıyor. Üstelik son 15 yılda emisyonunu en çok arttıran
ülkelerden biri ve önümüzdeki süreçte bu durum devam edecek.
Çevre ve Orman Bakanı Pepe, Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne
neden imza atamayacağını açıklarken endüstri dâhil tüm üretim mekanizmalarını
etkileyeceğinden bahsediyor. Bu açıklama, neden sorunun gittikçe daha
içinden çıkılamaz bir noktaya gittiğini ortaya koymaktadır. Türkiye
yöneticilerinin kendince "haklı ve doğru" olan bu yaklaşımı,
diğer ülke yöneticileri için de aynı gerekçelerle savunulmaktadır. Böylece
birbiriyle rekabet halindeki egemen sınıflar topyekün bir batışı hazırlamaktadırlar.
Geçtiğimiz ay yayınlanan Stern Raporu emisyonlarda 2050'ye
kadar %60'lık bir azalmaya gidilmesi gerektiğini belirtmesi açısından
olumlu bir gelişme. Ancak raporda iklim değişimi, ekonomiye getireceği
maliyet açısından ele alınıyor. Önlem alınmadığı taktirde ekonominin
1930'lardaki buhrana benzer bir sürece gireceği, ekonomide %20'ye varan
bir küçülmenin gerçekleşebileceği üzerinde duruyor. Fakat iklim değişikliğini
durduracak önlemlerin alınmasının önünü tıkayan tam da bu bakış açısı.
Şirketler kârları düşecek korkusuyla Kyoto Protokolü'nü imzalamıyor,
ya da rekabete dayalı, birikim için üretim mantığı yüzünden güneş vb.
enerjilerle çalışan teknolojilere geçmi-yorlar. Yine kâr yüzünden toplu
taşımaya ve kamu hizmetlerine yatırım yapılamıyor. Hatta daha fazla
kâr elde edileceği için, yakıt tasarrufu yapan hafif otomobiller yerine
büyük ve su gibi benzin harcayan otomobiller üretilmesi tercih ediliyor.
Bu yüzden kapitalist sistem en başından beri doğayı kendine sunulmuş
bir lütuf olarak görüyor ve çevreyi uğrattığı yıkımı maliyet hesapları
içine dâhil etmiyor. Bu nedenlerle küresel ısınmayı durdurmak için yapılması
gerekenler bu sistemin kendi işleyiş dinamiklerine çok ters ve sistem
açısından kabullenilmesi mümkün değil.
Oysa tehlikede olan insanlığın geleceği, üzerinde yaşamamıza
olanak sağlayan dünya eko-sistemi! Patronların kârlarından çok daha
fazlası! Çözüm içinse bizim harekete geçmemiz gerekli; çünkü şirketler
bunu kendi rızalarıyla yap(a)mayacaktır. Ekolojik sorunların kesin çözümü
ve insanların doğayla uyumlu sağlıklı bir çevrede yaşaması için insan
merkezli bakış açısına sahip başka bir sisteme ihtiyacımız var.