“Darbeciler yargılanmadan ölmesin”
78’liler Girişimi’nin basın açıklamasından:
"Bütün Darbeciler Birbirine Benzer!"
… Bugün Şili halkı diktatör Augusto Pinochet'nin ölümünün
ardından meydanlarda sevinç gösterilerinde bulunuyor.
Adını tarihe işkenceleri, yargısız infazları, emperyalizmle el ele inşa
ettiği karanlık rejimi ile yazdıran Şili diktatörü Pinochet
… 1973 yılında Şili Devlet Başkanı sosya-list Allende'yi
kanlı bir darbe ile düşürerek katletti… 30 bin kişi işkenceden geçirildi.
3197 kişi öldürüldü. 1102 kişi kaybedildi… Pinochet'nin kanlı yönetimi
dünyanın bütün ülkelerinde anti faşist halk kitleleri tarafından protesto
edildi, rahat bırakılmadı… Nihayet Pinochet İspanyol vatandaşlarının
aileleri ve Latin Amerika İnsan Hakları Örgütü'nün çabalarıyla İngiltere'de
tutukladı. 11 ay sonra Şili'ye gönderildi. Evinde göz hapsinde tutuldu.
Yaşından ve sağlık sorunlarından dolayı mahkemeye çıkarılamadı. Bu yüzden
tarihsel bir yargılama yapılamadı. Ama yine de o, gerek Şili halkının
gerekse dünya halklarının vicdanında mahkum oldu.
Türkiye halkları, Şili'deki Pinochet darbesinin oluşumuna
ve sonuçlarına yabancı değildir.
Pentagon'un "Bizim çocuklar dediği" generaller,
12 Eylül 1980'de darbe yaparak aynen Pinochet'in yaptığı gibi parlamentoyu
dağıtmış, anayasayı askıya alarak siyasi partileri kapatmıştır. 12 Eylül
cuntası döneminde Adalet Bakanlığı'nın resmi rakamlarına göre 650 bin
kişi göz altına alınmış, bir milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 14 bin kişi
vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Açlık grevinde, çatışmada, işkencede ve
sebebi belli olmayan şekillerde kuşkulu ölümlerin toplamı 419 kişidir.
50 kişinin idam cezası infaz edildi. İşte bu yüzden bütün darbeciler
birbirine benzer!
Üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen hala darbe korkusu ve
darbe kültürüyle yaşayan halkımız, bu korkuyu mutlaka yenecek; darbe
kültürü, darbecilerin yargılanması talebine dönüşecektir. 78'liler bunun
için tarih sahnesinde-ler. Toplumsal olarak geçmişimizle yüzleşmek,
karanlık darbe dönemlerini sorgulamak ve darbecileri yargılamak için
çabamız ve ısrarımız sürecektir. Darbecilerin peşini bırakma-yacağız.
Pinochet, halkların vicdanında mahkum olarak öldü. Biz bu kadarı ile
yetinmekten yana değiliz.
Darbeciler ölmeden sorgulansın, yargılansın!..
‘Eve Dönüş’ün Bedeli Ağır
Çiğdem Özbaş
Darbecilerin yargılanmasını isteyenler açısından,
Ömer Uğur'un senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı ‘Eve Dönüş’,
tartışılması gereken bir film.
12 Mart ve 12 Eylül darbelerini yaşamış olan Ömer Uğur
filmini Semih Önkan ve Seyid Konuk'a adıyor. Seyid İzmir'de 82'de asılan
üç gençten birisi. Tariş olaylarında ayağından vurularak sakatlanan
Semih ise 83-84 yıllarında gitmek istemediği halde askere alınıyor.
Orada da "Ben Kürtlere ateş etmem" dediği için başı belaya
giriyor. Sonra bir operasyonda öldürüldüğü haberi geliyor, ölüm nedeni
hala net değil.
"Eve Dönüş'ü çekmesem içimde ukde kalırdı" diyen
Ömer Uğur, "ideolojik değil, politik bir film çektiğini" söylü-yor.
Politikayla ilgisi olmayan bir fabrika işçisinin kendisini evden atmaya
çalışan ev sahibinin ispiyonlaması sonucu örgüt üyeliğiyle suçlanarak
işkence görmesi üzerine kurgulanmış filmde işkenceye maruz kalan işçi,
baskı ve zulüm karşısında tam bir teslimiyeti temsil ediyor.
Ömer Uğur bu durumu açıklarken, "İşkenceden sonra
Mustafa işkencecisinin elini öpüyor. Darbeden iki yıl sonra Türk halkı
da 1982 anayasasına 'Evet' dedi. Ben Mustafa'nın el öpmesini Türk halkının
anayasayı kabul etmesine benzetiyorum" diyor.
Ömer Uğur, ideolojik olmadığını öne sürdüğü filmi hakkındaki röportajda
şunları söylüyor:
"İşkence arası Mustafa ile Hoca konuşuyor. Mustafa,
'Abi sen solcuymuşsun ama harbi ağabeymişsin' diyor… Solculuk güzellemesi
olduğunu düşündüğüm için attım. Sadece bir yerde Mustafa, 'Abi ben bir
işçi parçasıyım, ne sağla ne solla bir ilişkim yok. Bu işlere aklım
ermez' der. Hoca da bunun üzerine, 'Senin gibilerin aklı erse biz burada
olmayız' ce-vabını verir… Bu diyalog yönetmenin ağzı gibi duruyordu.
Ama koydum…Düşündüğüm gibi bir film yaptığıma inanıyorum." diyor.
"Solculuk güzelleme"lerini dışarıda tutma hassasiyeti gösteren
yönetmen, darbenin olumsuz sonuçlarının fatura-sını örgütsüz işçi sınıfına
kesmekte ne yazık ki aynı hassasiyeti göstermiyor.
Hürriyet gazetesindeki köşesinden 12 Eylül darbesinin
lideri Kenan Evren'in Ankara'da bir lokantada "sakin ve rahat bir
biçimde yemek yediğini" belirttikten sonra, 12 Eylül dönemini anlatan
"Eve Dönüş" ile "Babam ve Oğlum" filmlerinin gişe
hasılatlarını karşılaştırarak, 82 Anayasası'nın, yüzde 92 oranında "evet"
oyu ile kabul edilmesinin "vatandaşın gerçek oyunu" yansıttığını
ve Türk aydınlarının bir bölümünün bunu hiç anlamadığını, anlasa da
inkâr ettiğini yazan Ertuğrul Özkök'e yanıtını soran Bianet muhabirine
Ömer Uğur, Özkök'ün yazdığının aksine, filmin ilk 25 dakikasının tamamen
'12 Eylül öncesi kaosu, fabrika önlerinde bildiri dağıtanları, yaşananların
çocukça bir kovboy oyununa dönüşmesini' anlattığını söylüyor.
Devlet destekli faşist saldırılar karşısında kendilerini
savunmaya zorlanan ve zaman zaman da maceracılığa sürüklenen devrimcilerin
"kovboyculuk oynadığı" anlamına gelecek iddialara karşı 1
Mayıs 1977, İTÜ, Bahçelievler, Balgat, Maraş, Çorum katliamlarını hatırlatmak
gerekiyor.
Uğur, Radikal gazetesinde yayımlanan aynı röportajında
12 Eylül darbe anonsunu Karaburun Cezaevindeyken ilk duyduğunda "Kalkın,
Kemalistler ülkeye el koydu demiştim, çok geçmeden gerçeği anladım."
diyor. Ne var ki darbenin sonuçlarından örgütsüz işçi sınıfını sorumlu
tutan Ömer Uğur gibi darbenin acılarını yaşamış çok sayıda solcu, "Kemalist",
"ilerici" vb darbelere karşı tutumlarıyla hesaplaşmaktan kaçınıyorlar.
12 Eylül'ün solda yarattığı tahribatı anlamak için 1789 Fransız Devrimi'nin
liderlerinden St. Just'un "Yarım devrim yapanlar kendi mezarlarını
kazarlar" sözünü dikkate almak gerekiyor.
Uğur başka bir röportajında ise, "12 Eylül'ün sadece
bir darbe olduğunu düşünmüyorum. Adamlar bir toplum mühendisliğine soyundular.
Yeni bir toplum yaratmak istediler ve başardılar. Tartışmayan, pısırık,
bireyci, vicdanı az bir toplum yarattılar." diyor. Ama aynı toplum
12 Eylül karanlığından kendi mücadele dinamikleriyle çıktı. 12 Eylül
darbesi sonrası Kürtlerin özgürlük mücadelesi, Türk İş üyesi işçilerin
89 Bahar Eylemleri, 90'larda kamu çalışanlarının sendikal mücadelesi,
derin devlet ilişkilerine karşı 1 Dakika Karanlık Eylemleri ve daha
nice eylemler bu toplumun ne kadar yaratıcı, g-irişken, kolektif ve
dayanışmacı olabildiğini gösterdi.
Dönemin sol liderliklerinin sorumluluğunun üzerinden atlayarak
faturayı topluma çıkartan politik bir değerlendirme, solun güçlenmesine
yada darbecilerden hesap sorulmasına hiç yardımcı olmuyor. Genel olarak
sol, 12 Eylül'de yaşadığı tüm acılara rağmen orduyla ilişkisinde doğru
dersleri çıkarmadığını 28 Şubat 1997 askeri müdahalesine karşı tutumsuzluğuyla
gösterdi ve siyaset yeniden generaller tarafından belirlenir hale geldi.
Filminin politik olduğunu iddia eden ve arkada bıraktığı
direnişin simgesi olan yoldaşlarına borçlu olduğunu söyleyen Ömer Uğur'un
yoldaşlarına ve bu topluma olan borcu henüz ödenmemiştir. Uğur'un bu
borcu ödeyeceğine inanmak istiyoruz.